1. 1.
    +1
    okuyanı gibsinler
    ···
  2. 2.
    +1
    okudum...
    ···
  3. 3.
    0
    @15 link ölmüş
    ···
  4. 4.
    0
    http://www.socialbross.com
    ···
  5. 5.
    0
    tipini osurayım
    ···
  6. 6.
    0
    caps aradım bulamadım binlik
    ···
  7. 7.
    0
    okuyanın zütünde hidrojen bombası patlasın amk
    ···
  8. 8.
    0
    http://inciswf.com/1293985576.swf
    ···
  9. 9.
    0
    Okuyanın da yazanın da...
    ···
  10. 10.
    0
    huur co ocuuuuu
    ···
  11. 11.
    0
    okumadım ama...
    lisa ann'a laf yok giberim
    ···
  12. 12.
    0
    --seviye ayarı--

    am züt meme am züt meme

    --seviye ayarı--
    ···
  13. 13.
    0
    özet geç bin
    ···
  14. 14.
    0
    okudum mu tabi ki hayır
    ···
  15. 15.
    0
    bu ne huur çocuğu
    ···
  16. 16.
    -4
    ben okuyorum...
    mümkün olduğunca çok...
    her kitaptan bir cümle kalsa aklımda,tek bir paragraf değiştirse hayatımı,
    kısacık bir cümle deriiiin anlamlar içerse ve beni içine çekse...
    sayfaları çeviririken, günleri devirsem...
    hep yeni bir şeyler öğrensem...
    daha da biriksem..
    birikimlerimi paylaşsam sonra, daha da çoğalsam, çoğaltsam kendimi...
    vs,vs,vs,derken ben???
    'tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur'(cenap şahabettin)'
    u okudum, sustum:))
    yani;
    ben susayım tomurcuklar konuşsun:))

    ilk kitabımız;
    yok olacakken,var olmak;50.sanat yılını kutlayan büyük usta müjdat gezen ile düşünsel bir yolculuk... düşünceleri, duyguları, aforizmaları, hikayeleri, şiirleri...
    bir kaç paylaşım;
    poli=çok
    tika=yüz
    politika=çok yüzlü demektir...
    ama biz de çok yüzsüz olanları da bulunur.

    zeka
    içinde zeka olmayan şeyleri sevmem.
    mesela;
    kötüdür aptalca bir fıkra.
    çünkü özel zeka ister iyi fıkra anlatma.
    aklıyla övüneni de sevmem.
    olması gerekenle övündüğünden.
    mesela;
    azken çok sanır bazısı kendini,
    sandıkça daha da azalır.
    içinde zeka olmayan şeyleri sevmem.
    kötü kullanılan zekayı da.
    'zekiyim'diye yırtınanı da sevmem,
    çünkü zarar verir kendine yırtındığında.
    ben sevmeyi sevmeyenleri de sevmem.
    çünkü içinde zeka yoktur
    iyi bakıldığında.

    2.ve 3. kitabımız;

    nü peride ve struma(karanlıkta bir ninni)... ben okudum sevdim fazla anlatmayacağım... sevgili nilay'cım gayet güzel yazmış, anlatmış, onun yorumlarını okuyup bir de aynı düşünce de olduğumu farkedince üstüne ne desem boştu...

    4.kitabımız;düş hekimi yalçın ergir'den yedi;ben seviyorum tarzını, kısa yazılar ve şiirleri var. keyifle su gibi neredeyse 2 saat içinde okuyup bitirdiğim bir kitaptı...

    kitaptan sevdiğim bir kaç alıntı;
    ilk damla en büyüğüdür
    mutsuzluk ilk, yalnızlık son damlaya gelir;
    bir okyanus bile girse aralarına.
    yalnızlık nasıl paylaşılmazsa, yalnızlıktan yakınılızmaz da;
    çünkü mutlu bir yalnızlık, mutsuz bir paylaşımdan iyidir.
    ilk damla en büyüğüdür
    ve bardağa düşen ilk damla, taşıran son damladan önemlidir...

    rumuz:taşra kizi
    avrupalarda, amerikalarda okumuş, piyasaların nabzını tutan,
    vitaminlerle ayakta duran,bir para uzmanıyım.
    bir taşra kızı arıyorum.
    süratli ve gülen suratlı mesajlar göndermese de,
    gözlerinin içi gülen ve bu sıcaklığı esirgemeyen,
    felsefe adına ezmeyip, dünyayı zehir etmeyen,
    hayvan denince aklına ayıyı da,ineği de getiren,
    kimya nobel'i almasa bile, tarhana çorbası pişiren,
    gizemli hediyeler yerine, huzur da verebilen,
    sade giyinen, senin için de dua eden,
    bir bardak suyu gurur meselesi yapmayan,
    dört lisan bilmese de,yumuşacık konuşan,
    örgüden de,övgüden de,türküden de anlayan,
    yokluğu da paylaşan, haksız da olsan kollayan,
    küçük şeylerden mutluluk duyup,
    tek şifresi s-e-v-g-i- olan

    bir taşra kızı arıyorum.

    bir yaşamı paylaşmak,ona koca olmak, onunla bir yastıkta kocamak istiyorum...

    okurken beni gülümseten dizeler... amma velakin taşralarda bile kaldımı böyle kızlar?

    5.kitabımız;
    süpermen türk olsaydi pelerinini annesi bağlardi...
    ahmet şerif izgören'i çok severim, yaşama bakışını, konuşmalarını, farkındalıklarını... ve bunu paylaşma şeklini ve anlatımlarını... şimdilerde face'de bir çok video'su dönmekte ama kitapları da çok keyifli...
    daha önceki bir çok kişisel gelişim kitabından sonra, yine aynı mantıkla ama bu sefer toplum geneline hitaben yazılmış bir kitap süpermen...

    bu kitabı kişisel gelişmeyin diye yazdım, toplumsal gelişin.
    etrafa da gram katkınız olsun


    ben kitaptan uzunca bir alıntı yaptım... aslında bu kadar uzun yazıp yazmama konusunda çekimserdim ama geçen gün gördüm ki zaten mail kutularında dolaşmaya başlamış hikayeler... o yüzden paylaşmak istedim... hani bazen bir şey veya bir şeyler yapmalı?' diye yakınıp dururuz ya...

    girişimcilik
    yıl 1943. genç mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak ürgüp tahsin ağa kütüphanesi’ne çıkar. devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” gelen giden olmaz. amirlerine durumu bildirir.
    -kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu
    -alıyorum.
    -eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
    23 yaşındaki genç memur “ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. eşi önce “deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
    o dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. çünkü o zaman da şimdiki gibi, “aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.
    o bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. iki tane de sandık yaptırır. iki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. sandıkların üstüne “kitap iare sandığı” yazar. kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
    kütüphaneye de bir yazı asar: “sadece pazartesi ve cuma günleri açıyoruz.” köydeki çocuklar şaşırır. eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. düşünün, noel baba gibi. noel baba yalan, mustafa amca ise gerçek. geyikler yerine eşeği var. eşek de daha gerçek, mustafa amca da.
    “çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. on beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
    mustafa artık ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği yüksel’le köy köy gezmektedir. köylerdeki çocuklar eşekli kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. mustafa amca‘nın ünü etrafa yayılır. diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, mustafa’nın eşeği yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
    zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. zenith ve singer’e mektup yazar: “bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. zenith dokuz tane, singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). salı günlerini kadınlar günü yapar. kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. on makine yetmediği için sıra oluşur. sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. bu arada valilik mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen mustafa amca baskıyla emekli edilir.
    mustafa amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında mustafa amca vefat eder.
    tüm kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. ürgüp’e eşekli kütüphaneci mustafa güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

    girişimcilik ne biliyor musun? bulunduğun yere yenilik katmalısın. mutlaka adım atmalısın. yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. insan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
    – bakın nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama mustafa güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

    bugünlük bu kadar tomurcuklanma yeter:)
    bu kitaplar çerez niyetine...
    bu aralar hiç roman okuma modunda değilim nedense?... sanırım sıkıldım kurgudan?
    şu sıra felsefik takılıyorum:)
    okurken bir de üstelik neden bu kadar geç kalmışım ben bu dünyaya! diye bir de kendime kızıyorum...
    öyle keyifli ve doyurucu ki...
    geç kalmışlığıma misal;'tanrılar okulu'ki benim alış tarihim;20.02.2007!
    ve ben daha yeni okumaya başladım.o da d&r da vs.de kitabın yeni baskılarını görünce hatırladığım için:(
    neyse geç olsun güç olmasın diyelim toparlayalım...
    felsefe dizinden örneklemeler yapmak isterim ileride...
    halil cibran'dan, nietzsche'den...
    kısmet?

    hadi kaçtım, mutlu kalın!:))

    bunu okuyan varsa onun ta dıbına koyayım
    Tümünü Göster
    ···