Start Typing and Hit Enter...
Seyahatperest
Las Vegas’ta iki Gün
LAS VEGAS, SEYAHATLERiM, YURTDIŞI - Özge Lokmanhekim - 05 Ocak 2011
Işıltılı kumarhanelerin, beş yıldızlı lüks otellerin, sabahlara kadar süren eğlenceli partilerin başkenti Las Vegas…
Işıltılı kumarhanelerin, beş yıldızlı lüks otellerin, sabahlara kadar süren eğlenceli partilerin başkenti Las Vegas…
Ofis’ten arkadaşım Simge Los Angeles’ta yüksek lisans yapıyordu. Hem onu görmek hem de birlikte gezmek için Simge’nin bahar tatilinde gittim Amerika’ya. Simge ile Amerika maceramızın Los Angeles ve San Francisco sonrası üçüncü durağı Las Vegas’tı. Los Angeles’ta araba kiralayarak sabahın erken saatlerinde Las Vegas’a doğru yola çıktık. Los Angeles – Las Vegas arası dümdüz bir yol, ortalama 4,5 saat sürüyor araba ile. Thelma & Louise misali çıktığımız bu yolculukta 4,5 saat boyunca hiç durmadan araba kullanma ve konuşma becerisini gösterebiliyorum. Yol boyunca Simge’nin özel olarak seçiği ve benim sürekli “Simge değiştir!” diyerek söylendiğim, adını sanını bilmediğim grupları dinliyoruz.
Öğleden sonra Las Vegas’a varıyoruz. Bu oteller cenneti şehirde aylar öncesinden hangi otelde kalacağımızı planlamış, Ocean’s Eleven ve Ocean’s Twelve filmlerinin de çekildiği Bellagio’nun bize ev sahipliği yapmasında karar kılmıştık (
http://www.bellagio.com ).
Eminim hatırlayanlarınız olacaktır, Oceans Eleven’ın sonunda tüm ekip Bellagio’nun bahçesinde bulunan fıskiyelerin önünde toplanır ve fıskiye şovu başladığı zaman teker teker ayrılır kendi yollarına giderler. işte Bellagio’da kalma sebebimiz bu müthiş fıskiye şovunu mümkün olduğunca çok seyredebilmekti. Bu nedenle, ısrarla ön bahçeye bakan bir oda talep ettik rezervasyon sırasında.
Otellerin ve kumarhanelerin bulunduğu Strip’te Yürüyüş
Eşyalarımızı odamıza bıraktıktan sonra başlıca kumarhanelerin ve otellerin yer aldığı Strip’te yürümek üzere otelden ayrıldık. Strip üzerinde şehir temalı oteller sayesinde Paris’ten Mısır’a, New York’tan Venedik’e doğru bir yolculuğa çıkmanız mümkün. Yürürken kendinizi küçültülmüş bir dünya içerisinde hissediyorsunuz. Miniatürk’e gitmiş olanlar ne hissettiğimi anlayacaklardır. Strip üzerinde yürürken beğendiğimiz otellerin içlerini de geziyoruz. Antik Yunan mitolojisinden esinlenerek yapılmış Caesars Palace ile içerisinde gondollarla gezinti yapabileceğiniz ve sanki Venedik’te olduğunuz hissine kapılmanızı sağlayan The Venetian, Bellagio’dan sonra favori otellerim arasında yerini alıyor. Neden mimarisi farklı oteller yapmak yerine Paris, Venedik gibi şehirlerin kopyaları otelleri yapmak istemişler diye düşünürken, bu sorumun cevabını Amerika’da yaşadığım dönemdeki kişisel tecrübelerime dayanarak kendim veriyorum. Amerikalılar seyahat etmeyi pek sevmeyen bir millet, genelde kendi ülkelerinde başka yerler görüyorlar. Avrupa onlara göre hem uzak hem de pahalı olduğu için, Avrupa şehirlerinin benzerlerini yaparak genel anlamda bir fikir sahibi oluyorlar. Ne yalan söyleyeyim, The Venetian’ın içerisindeki köprülerin ve binaların, gondolla yapılan kanal gezilerinin Venedik’tekilerden pek bir farkı yoktu.
Strip’te bizim gibi yürüyen neredeyse herkes turist, kimisi Amerika’nın başka şehirlerinden gelmiş, kimisi bizim gibi dünyanın öbür ucundan. Dikkatimi çeken ilk şey herkesin gayet mutlu olmasıydı, zira Las Vegas kutlamalar şehri… Kimi bekarlığa veda partisi için gelmiş, kimi balayı için, kimi doğum gününü kimi ise evlilik yıldönümünü kutlamaya. Şehrin nerdeyse tüm kafe ve barlarının girişinde striptizci veya eskort kız ve erkeklerin resim ve telefon numaralarını bulmak mümkün.
Dikkatimi çeken diğer bir şey ise, restoranların tuvaletleri dahil her yerde kollu kumar makinelerinin olması ve bu makinelerin önünde her daim birilerinin kumar oynaması. Otellerin içinde yürürken gece mi gündüz mü anlayamıyorsunuz. insanları daha çok kumar oynamaya teşvik etmek amacıyla vaktin gece mi gündüz mü olduğu anlaşılmasın diye otel kumarhanelerinde cam yok, saat yok. Sürekli bedava içki veriliyor. Kimi bu albenili dünyada milyonlar kazanıyor kimi varını yoğunu kaybediyor. Benim kumarla hiç ilgim alakam olmadığı için, Simge’nin almış olduğu 4 tane toplam 1 Dolar’lık jetonlardan ikisini kollu makinelere atarak iki günlük tatilimiz boyunca ilk ve son kumarımı oynuyorum. Bu anı hatırlamak adına da makinenin önünde belki on poz fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyorum.
Strip’te yürürken Mirrage’ın patlayan yanardağ şovunu, Treasure Island’ın önünde bulunan korsan gemisinde topların patlatıldığı, korsan kılığındaki akrobatların sunduğu değişik sahne şovunu ücretsiz olarak izleyebilirsiniz.
Otel gezimiz sırasında otellerin galerine de baktık ve bir galeri de Tom Everhart’ın Snoopy’lerini keşfettik. Snoopy benim çocukluğumun çizgi film karakteri. Hala Amazon’dan DVD’lerini alıp seyrederim. Terlik sevgimden dolayı da “Peppermint Patty” ile özdeşleştirildiğimi belirtmek isterim. Tom Everhart şahane bir ressam ve kendine konu olarak Snoopy ve arkadaşlarını seçmiş. Snoopy’nin türlü türlü hallerini, duruşlarını resmetmiş. Her bir resim önünde dakikalar harcayarak beğendiğimiz resimleri “Ayyy, sen esas bunu gördün mü?”, “Gel gel de şuna bir bak!” çığlıkları arasında birbirimize gösterdiğimiz galeriye bayılıyoruz ikimizde. Tekrar çocukluğa bir geri dönüş ve “Benim Snoopy’li neyim vardı biliyor musun?” konuşmaları arasında otelimize doğru dönüş yoluna geçiyoruz.