+1
-1
senin, benim , ailemizin, kısacası bütün bir toplum olarak hepimizin kölesi olduğumuz bu sistemi biraz tanıyalım istedim. nedir bu sistem sistem diye direttiğimiz ? herkes sistemin kölesi, sistemin oyunu, sistemin dayatması diye söyleyip durdukları bu sistem dedikleri nedir ? tam manasıyla şudur.
içerisinde bulunduğumuz sistem kapitalist bir sistemdir. türkiye dahil neredeyse bütün dünyada hüküm süren kapitalizmin, uzun yıllardır süren hükümdarlığının aciz köleleri halindeyiz. su zütürmez bir gerçek bu. öyle bir sistem ki bu, hayallerinizi, yaşayacaklarınızı, isteklerinizi, arzularınızı, neyin iyi olup neyin kötü olduğunu, eşlerinizi, ailelerinizi, kısacası bütün hayatınızı ona göre ayarladığınız bir sistem bu. sistem size geyikli tayt giymenizi söylediğinde 1 yıl önce katıla katıla güldüğünüz geyikli taytları kışın kıçınıza geçirmiş oturuyo olarak bulursunuz kendinizi. veya sistem size desenli örme kazak giymenizi söylediğinde, annenize bağırıp çağırıp fakir kıyafeti bu diye tiksinip giymediğiniz kazaklarla eşe dosta hava yaparken bulursunuz kendinizi. en basit anlatımla kapitalizm bir eşeğin gözlerinin önüne , oltayla havuç sallandırıp, havuç aşkıyla kilometrelerce yürütmeye benzer. siz üstünüzdekini hiçbir zaman göremezsiniz. ne için neyden vazgeçtiğiniz konusunda 1 kere bile durup düşünmemişsinizdir. Düşünmeniz gerekmez çünkü.
bu sistemde birisi elinde parası ve yapılması gereken işleri olduğu sürece patron olabilir. yani birisini sizden ayırıp patron yapacak şeyler , sosyokültürel durumu, siyasi yada ekonomik bilgisi, kültürel yapısı, akademik kariyeri falan değil yapılacak işleri ve bunları yaptırmak için harcayabileceği parasının olmasıdır. Hadi yahu olur mu öyle şey demeyin. Bugün piyanoda mozart, beethoven yada atıyorum chopin falan çalan bir boyacı kulağının arkasında saman kalmış bir köylünün evini boyarken çay ikram ettiler diye seviyor. yapılacak işi ve yaptıracak parası olduğu için boyacı işçi, çiftçide patron olabiliyor. bu sistemde herşey büyük bir alışverişten ibarettir. herşeyin ama herşeyin bir fiyatı vardır. herşey bir satın alma döngüsü halinde döner. bir şeyi satın almak için bir şeyinizi satarsınız. bizler, yani işçiler. işgücü sahipleri, tek sermayemiz iş gücümüzü satarız. yapılacak işlerine talip olur iş gücümüzü satın almaları için patronların karşısında dururuz. iş gücümüzü birer mal olarak düşünürseniz işçiler satıcı , patronlar alıcı pozisyonundadır. Ve bu sistem öyle bir sistemdir ki fiyatı her zaman satıcı belirlemez. kendi iş gücünü satar, kendi alın terini satar, kendi emeğini satarsın. Ama değerini başkaları belirler. milyon liralar kazanıp takım elbiseler lüks arabalarla senin savunuculuğunu yaptığını söyleyen ve daha bir kez bile fikrini almamış insanlar toparlanıp senin hakkında karar verirler. ve senin alacağın ücret 1300 lira diye çekerler çitayı. hayır ben çok kalifiye bir elemanım. (atıyorum) saniyede 300 tane tuğla döşüyorum ben. benim asgari ücretim 2500 lira olacak diyemezsiniz. sizin değeriniz, sizin haklarınızı savunan insanlar tarafından çoktan biçilmiştir.
bu sistemde mal sahibide olabilirsiniz. tamamen özgür bir sistem olduğu için dilediğiniz kadar zengin veya dilediğin kadar fakir olmak yalnızca sizin elinizde. buradaki özgür kelimesindeki ilüzyonu görmüş olmalısınız. size biçtikleri ücret ile orta sınıf bir ev almaya kalkmanız durumunda ortalama 60 sene kadar maaşınızdan 1 kuruş bile harcamadan para biriktirmeniz gerekmekte. yada daha basiti ortalama bir araba almak isteseniz bu sefer süre 35-40 seneye düşüyor. bu sefer sistem size yeni bir ürününü sunuyor. kredi! faizli, faizsiz, taksit imkanları, ödeme kolaylıkları, 3 ay peşin 6 ay ödeme yok, bi sene sonra ödemeye başlama kolaylığı, neler neler. öylesine de samimi. bir arkadaşından borç almak gibi değil mi ? değil.
bankaların sistemi çok açıktır. ahmet cebindeki 10 lirayı zütürür bankinci'ye yatırır. bankinci bu parayı alıp kasasına kapatır. daha sonra mehmet cebindeki 20 lirayı getirip bankinci'ye yatırır. bankinci'nin kasasında 30 lira para olur. sonra ben bankinci'den 16 lira kredi çekerim. ahmet parasından 5 lira, mehmetin parasından 11 lira alıp bana verir bankinci. çünkü dostum gibidir. ahmetle mehmetin parasından azar azar alıp bana verir. ben ahmetle mehmetin parasını alır çatır çatır kullanırım. istediğim gibi. özgürce! daha sonra 16 lira olarak çektiğim krediyi 160 lira olarak geri öderim bankaya. banka bu 160 liradan 5 lirasını ahmete, 11 lirasınıda mehmete verir. kalan 144 lira havadan paradır. %100 kârdır. safi ücrettir. faizdir. komisyondur. alışverişlerde ya emek sunarsın. ya sermaye. sermayede 2 çeşit olur. ya maddi olarak bi sermayen olur. para pul, arsa, altın vs. yada bilgi beceri tecrübe iş gücü gibi. burada bankanın verdiği para ahmetle mehmetin parası. 144 lira neden ? diyemezsiniz. kullanırsınız. sizin paranızı size kullandırır ve bunu yaptığı için sizden para alır sistem. ve siz bu devirde başka türlü olmaz diyerek devam edersiniz yolunuza.
7-8 yaşlarındayken daha sistem alır sizi kucağına. sizin çocuklarınız, sizin hayalleriniz için çoktan biçilmiş bir kadere iter sizi. hayatınızın 8 senesine el koyar. Bu yaptırımı nereden aldığını sorgulayamazsınız. bu vergi gibi, harç gibi, ücret gibi bedel gibi bişey değildir. hayatınızdan 8 koca yıldır bu. zorunlu olarak alırlar. ve kesinlikle suç değildir. önünüze önce televizyon diye birşey koyarlar. başta hepiniz ön yargılı bakarsınız. bu neymiş buna o kadar para verilir miymiş? tarzı cümlelerle kınar, onun bir lüks olduğunu düşünürsünüz. sistem size çeşitli reklam panoları, tanıtıcı ve güzelleyen broşürlerle, türlü ilüzyonlarla sizi bunun bir ihtiyaç olduğuna inandırır. ve 1 sene önce adını bile bilmediğiniz bir şeyin bugün müptelası olmuş bir halde bulursunuz kendinizi. ve hiç bir şekilde yadırgamazsınız bu durumu. daha sonra telefon ihtiyaç haline gelir sistem tarafından. yeter mi ? yetmez. önce daha küçük telefonlar ihtiyaç olur. insanlar ve ihtiyaçları değişmez aslında. devir falanda değişmez. 1 sene önceki insanların boyu , el yapısı, kullandığı cüzdanlar veya pantolon cepleri aynıyken , 1 sene önceki telefon boyutları ile şimdikilerin arasında dağlar kadar fark var. 1 sene içerisinde sırf telefon borsasında (artık borsa diyorum) önce büyük ve tuşlu telefonlar moda halindeydi. telefonun boyutu ne kadar büyükse o kadar iyiydi. daha sonra boyutlar küçüldükçe iyi olmaya başladı. insanlarda ve ihtiyaçlarda bişey değişmedi. daha sonra tuşlar kalktı ortadan. insanlar aynı. parmağımızın ucu falan kanamadı yani tuşa basmaktan. daha sonra dokunmatik ekranlarda değişti. önce küçük. sonra büyük. sonra kalın. sonra ince. hepsi ihtiyaçtı bi dönem. ve hala ihtiyaç bunlar. katiyen lüks değil.
önünüze bugün trend diye bi dalga koyarlar. oraya girmek hüner ister, marifet ister, sadece ama sadece ennn güzel başlıklar trendde olur diye bir algı yaratırlar size. ve siz trende girmek için türlü maymunluklar yaparsınız. sırf en güzel dedikleri şeye sahip olabilmek için. sırf alkış alabilmek ve takdir edilebilmek için. karakteriniz değişir. algılarınız değişir. kırmızı çizgilerinizden vazgeçmiş bulursunuz kendinizi. dün kahvede okey atarken "sen kimin anasına küfrediyosun dıbına koduğum"diye kafa göz dalan sen iken, bugün sırf trende girebilmek için eşinden dostundan arkadaşlarından gizlediğin hesabından "eniştemin annemle olan ilgisi" diye izmirli başlıklarında şuku kasmaya çalışırsın. sistem sana gavat olmanı söylerse sen durup dururken gavat olursun. ve mutlu olursun bundan. histerikli bir keyif duyarsın.
anlatılacak daha çok şey var. fakat işgücümü satmam gerek.