Kur’an’ı Müslümanların elinden almalıyız’
Osmanlı’yı yıkmak için yaptığı planlarla bilinen ingiltere başbakanı Gladstone’un hakkında geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları tarafından ‘Büyük Oyun’ adlı kapsamlı bir araştırma yayımlandı. Kitabın yazarı Prof. Taha Niyazi Karaca, ‘Kuran’ı Müslümanların elinden almalıyız.’ diyen başbakanla ilgili araştırmaları tarihe ışık tutuyor.
Başlıktaki bu sözün sahibi, 20. yüzyılın son döneminde Osmanlı'nın yıkılışını ve Avrupa'dan çıkarılmasını ingiltere'nin ana politikası haline getiren eski Başbakan William Ewart Gladstone'dan başkası değil. Kur’an’ın Müslümanların elinden alınması geretiğini savunan Gladstone’un 35 bin kitabını bağışladığı ve kendi adının verildiği Hawarden'daki dev kütüphanesinde geçen yıl açılan Hikmet Evi adlı islam kitaplığı bulunması ise şaşırtıcıydı... Genellikle dostluğun hakim olduğu Türk-ingiliz ilişkilerinde savaşlarını atan, bağlı bulunduğu Kraliçe Victoria'nın bile şikâyet ettiği bir Haçlı Politikacısı hakkında malumatımızın pek derin olduğu söylenemez. Timaş Yayınları’ndan çıkan Büyük Oyun adlı kitap,, William Ewart Gladstone ve dönemine ışık tutuyor. Kitabın yazarı Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca ile Gladstone’un ve dolayısıyla ingiltere’nin tarihine bir yolculuk yaptık.
Sultan Abdülhamid, Gladstone'a karşı islam birliğini kurmayı mı istedi?
Genelde Sultan Abdülhamid kendi içinde değerlendirilir. Halbuki Sultan Abdülhamid'in politikalarını var eden bir karşıt politika olması gerekiyor. Bu konuda çalışırken Gladstone ismiyle çok karşılaştım. Aslında Sultan Abdülhamid'in politikaları Gladstone'a bağlı. Mesela Gladstone büyük haçlı birliğini kurmak istiyor, Sultan Abdülhamid de ona karşı büyük islam birliğini kurmak istiyor.
Bu konuyu örneklendirebilir misiniz?
Abdülhamid'in Almanya politikası Gladstone'un Hıristiyan birliği projesini yıkmak içindir. Abdülhamid, o dönem Almanya ile çok fazla haşır neşir oluyor, bunda çok büyük başarı sağlıyor. Gladstone, o hayal kırıklığını çok söyler, özellikle Rusya ve Almanya için zaman zaman ‘kendimize bağlayamadık bunları’ diye yakınır.
Abdülhamid'in uyguladığı denge politikası. Bu biraz da konjonktürün dayatmasıyla mecbur kalınan bir politik mücadele miydi?
Yıkılmamak için bir politika üretmek zorunda kalıyor. ingiltere ve Türkiye ilişkilerinde Türk taraftarlığı ve Türk aleyhtarlığı şeklinde iki yaklaşım var. Disraeli, Türk taraftarlığını temsil ediyor. Gladstone ise Turkofobia akımını başlatan şahıs. Gladstone'un 1874 çıkışına kadar, Balkanlar'daki Bulgar ayaklanmasını dünyaya aksettirmesine kadar ingiltere'de Osmanlı Devleti karşıtlığı yoktu. Hatta Osmanlı Rusya'ya karşı destekleniyor, seviliyor, bununla ilgili kitaplar yazılıyor, parlamentoda hakkında olumlu konuşuluyordu.
Kitabınızda ingiltere'de ilk camiyi kuran ve Müslümanlara ait ‘The Crescent' (Hilal) gazetesini çıkartan Sir Abdullah William Quillam'a da yer vermişsiniz.
Quillam, Sultan Abdülhamid'in özel görev verdiği bir insan. Kendisi ingiltere'de Müslümanları bir merkezde toplamış, Sultan Abdülhamid'in de direktiflerini alarak hareket etmiş. Gladstone hareketine karşı önemli isimlerden biri.
Bediüzzaman Said Nursi, Gladstone’un sözüne karşılık, “Ben de Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez ebedi bir güneş gibi mucize olduğunu dünyaya ilân edeceğim” demişti.
Gladstone ismini ilk olarak Said Nursi'nin ‘Tarihçe-i Hayatı'nda, ingiliz Müstemleke nazırı dediği Gladstone'un elinde Kur'an'ı göstererek Müslümanlar aleyhinde verdiği nutka tepkisinden hatırlıyoruz.
Gladstone'un Kur'an-ı Kerim'le ilgili o sözleri, bütün Hıristiyan devletleri etrafında toplamak, hedef birliği yapmak için söylemişti. Gladstone, kendisini Müslümanlara karşı savaşan bir haçlı olarak görüyordu. Bugün bütün dünyaya yayılan bir hareketin fikir mimarı olan Said Nursi'nin bu düşünce sistemini ve kimliğini oluşturmasının kaynağı bu sözle irtibatlı olabilir. O dönemlerde 16–17 yaşlarında. Bir islam düşmanının, ‘Müslümanlığı artık yok edeceğiz. Kur'an, dünyada bulunduğu müddetçe barış ve huzur kalmayacak, bunlar medeni olmayan düşünceler... ’ vesaire gibi ifadeleri Said Nursi öğrendiği zaman böyle tepkisel bir kimlik oluşuyor. Bir hareket böyle başlıyor.
Gladstone'un Arnavutluk'taki gözlemlerinin islam'la alakalı ilk tecrübelerini oluşturduğunu ifade ediyorsunuz.
Gladstone, Yunanistan'a gidiyor, oradaki Müslüman evlerinde kalıyor. ilk kez Müslümanlarla karşı karşıya geliyor. Miskin gibi görüyor Müslümanları. Orada beklentilerini karşılayacak birilerini görünce düşüncesi pekişiyor. Yoksa bir kanaate varmak için çok gelip görmesi lazım. Mesela Türkiye'ye gelecek, Anadolu'yu gezecek veya diğer islam ülkelerini gezecek, kıyaslama yapacak falan ama öyle bir şey yok. Daha sonra Cambridge'te hocalık yapan ve çok iyi ingilizce bilen bazı Türkler tavır koyuyorlar ona. Gladstone, “Ben islam düşmanı değilim.” demek durumunda kalıyor ama yaptıkları öyle değil. Özellikle Bulgar hadiseleriyle ilgili konuşmaları, yayınladığı siyasi risaleler tamamen uydurmadır.
Geçen yıl ingiliz basınında ‘Türkler ingiltere kamuoyunda nasıl kötülendi?' diye bir makale yayımlandı. Bazı akademik çalışmalarda etrafında güçlü bir Yunan lobisinin varlığından bahsediliyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Bütün ingilizler Türk düşmanlığı yapmış değil. Aslında şu konu çok çalışılmalı, belki bunun üzerine de gidilmeli. Evet kademe olarak bir Türk imajı nasıl çıkartıldı? ‘işte vampir, kan emici, kan döken hep Sultan Hamid’ bağlamında yapılan bir şey bu.
Gladstone'un medyayı nasıl etkili bir araç olarak kullandığına değinelim. Kitabınızda Abdülhamid'in Gladstone'un etkisini kırma adına karşı makaleler yayınlatmaya çalıştığından bahsediyorsunuz.
Karşılıklı propaganda mücadelesi yapılıyor. Dahası Abdülhamid, Belçikalıları kullanmaya çalışıyor özellikle. Belçika'da gazeteciler var dünya kamuoyunu etkilemek için, ingiltere'de de bazı Türk taraftarı gazeteler var. Gazetecilere para veya nişanlar veriliyor ki, karşı kampanya yapsınlar.
‘Kan dökün ki müdahil olalım’
Gladstone ismiyle ilk nasıl karşılaştınız?
Yozgat gibi sakin bir yerde yoğun bir Ermeni nüfusu var. Bunlar hakkında detaylı bir araştırma yaptım. Orada ulaştığımız resimlerden bir tanesi iki toplumu karşı karşıya getiren ajitasyon. Gladstone'un en iyi olduğu politikalardan biri bu. Mesela Ermeni sanıklar mahkemeye ifade veriyorlar, diyorlar ki: “Biz Gladstone'u biliyoruz. Gladstone bize ‘ayaklanın' dedi.” Şimdi Yozgat'taki şahıslar, Ermeni vatandaşları bu isimleri biliyorlar ve telaffuz ediyorlar. Gladstone'la beraber James Bryce ismini de çok iyi biliyorlar. Gladstone, ajitasyonun temelini 1880'den sonraki iktidarında atıyor. Anadolu'daki Ermenilere net bir şekilde ‘kan dökün ki müdahil olalım' diyor. Bu şekilde konuşmaları var. Müslümanlar çok soğukkanlı olamıyor, sokağa dökülüyorlar.
Hem kitap kurdu hem de üst seviyede bir entelektüel değil mi?
Çok müthiş entelektüel, bir sürü kitabı var. Antik Yunan düşünürleriyle ilgili özellikle birçok eseri var. Homer çağıyla ilgili zaten 3 cilt yazmış, çok devasa bir inceleme. Din ile ilgili, antik Yunan düşünürleriyle ilgili çok üretmiş. Din veya siyaset ile ilgili şeyler yazmış. Makalelerini saymıyorum bile. Kendi dönemiyle ilgili gazete ve dergilerde takma adla yazılar da yazmış.
KAYNAK:
http://www.zaman.com.tr/n...yId.action?newsId=2039981