1. 1.
    -2
    Gelin, olasılıktan söz edelim. ilk önce, olasılık dediğimizde en sık akla gelen şey olan çekilişlerden, piyangolardan söz edelim.
    Amerika’daki en büyük piyango olan Powerball’ı kazanabilme olasılığı 120 milyonda 1’dir. Powerball’ın ilk oynanmaya başlandığı 1997’den beri elliden fazla insan bu olasılığı alt üst ederek büyük ikramiyeyi kazanmıştır. Onlar bu gezegendeki en şanslı, en zengin insanlar arasındadır. Onlardan nefret ederim. Ama konumuz bu değil bilederimin bilederleri.
    ···
  2. 2.
    -2
    i bÖlÜm koŞullarin kurbanlari
    At yarışlarına, maçlara, kumarhanelere para yatıran veya bir boruda kaç yağmur damlası olduğu üzerine iddiaya giren bir kumarbaz, pek de lehinde olmayan bir olasılığa para yatırmıştır. Poker oynayan profesyonel bir kumarbaz ise, lehinde olan olasılıklara para yatırır. Biri romantik bir hayalperesttir, diğeri ise gerçekçidir.
    ···
  3. 3.
    -2
    -Anthony Holden, profesyonel poker oyuncusu
    insanın şans faktörünü ve bunun sonuçlarını anlayabilmesinin yolu kumarı anlayabilmesinden geçer. Olasılık kalkülüsünün doğuşu kumara bağlıdır... insanın kumarı anlamaya çalışması gerekir; ama bunu felsefi bir şekilde algılamalı, yüzeyselliğinden arındırarak kavramalıdır.
    -Louis Bachelier, matematikçi
    ···
  4. 4.
    -2
    “Bu yirmi sana, Caine. Var mısın, yok musun?”
    David Caine kendisine söyleneni duyuyor, ama cevap veremiyordu; daha doğrusu koku cevap vermesine izin vermiyordu. Bu kokuyu daha önce hiç almamıştı. Sanki çürümüş et ve yumurta, idrarla karışmıştı. internette okuduklarına bakılırsa bazıları kokulara dayanamayıp kendilerini öldürüyormuş. ilk başta bunun abartılı olduğunu düşünmüştü, ama şimdi... Bunu neden yapmış olabileceklerini anlıyor gibiydi.
    ···
  5. 5.
    -2
    Caine bir an için gözlerini kapayıp iyice sıktı. Çaresizce, kaderine engel olmaya çalışıyordu. Gözlerini açıp Walter’in önünde duran buruşturulmuş kırmızı-sarı patates kutusuna baktı. Kutu birden gözünün önünde gitti geldi. Başını çevirdi; kusacağından korkmuştu.
    “David, iyi misin?”
    Caine kadının sıcak elini hissetti omzunda. Rahibe Mary Straight, eskiden gerçekten bir rahibeydi. Takma dişlerini David doğmadan önce yaptırmış olan kadın onun değil annesi, anneannesi yaşındaydı. O masadaki tek kadındı. Hatta Nikolaev’in oyuncuların önünde her an içki olması ve yerlerinden kalkmalarına bir neden kalmaması için tuttuğu, bir ayağı çukurda Romen garson dışında, kulüpteki tek kadındı rahibe. Herkes ona ‘Rahibe’ diye hitap ediyordu, ama o bu mahzende ya da Rusların deyimiyle podvaal’da yaşayan erkeklerin manevi annesi gibiydi daha çok.
    ···
  6. 6.
    -2
    Her gece D Bulvarı’ndaki Chernobyl Rus lokantasının kalabalık mahzenine gelirlerdi. Bar kirliydi, ama Vitaly Nikolaev’in oyunları temizdi; işe hile karıştırmazdı. Pudralanmışçasına beyaz tenini ve ince, kız gibi kollarını ilk gördüğünde Caine, Vitaly’nin Rus mafyasının bir üyesi olduğuna ihtimal vermemişti.
    Ama Vitaly Nikolaev’in, aslında yaşlı ve zararsız bir adam olan Melvin Schuster’i kulüpte oynarken hile yaptığı için ölümüne dövdüğü gece işin doğrusunu gayet iyi anladı. Caine daha ne olup bittiğini anlayamadan Nikolaev hafif sarkık yüzlü ihtiyarın ağzını burnunu dağıtmış, adamı kan revan içinde bırakmıştı. O zamandan sonra da podvaal’da kimse hile yapmaya cesaret edemedi.
    ···
  7. 7.
    -2
    Rahibe, “David iyi misin?” diye sorduğunda Caine birden kendine gelir gibi oldu. Gözlerini kırpıştırdı ve Rahibe’ye dönüp başını sallayarak iyiyim dercesine bir işaret yaptı. Ama başını sallaması iyi bir fikir değildi, çünkü yine midesi bulanmaya başladı.
    “iyiyim Rahibe. Sağ ol.”
    “Emin misin iyi olduğuna? Sanki bir anda betin benzin attı, suratın yemyeşil oldu.”
    “Yeşil dolarlar kazanmaya çalışınca oldu herhalde,” dedi Caine bu espriye kendi bile gülmekte zorluk çekerek.
    “Hal hatır sorma faslını geçelim mi?” diyerek sırıttı dişleri sararmış Walter. “Yoksa siz ikiniz baş başa bir odaya çekilip birbirinizi daha yakından tanımak mı istersiniz?” O kadar yakınına sokuldu ki, Caine bir anda adamın ağzının soğan koktuğunu hissetti. “Yirmi artırdık. Var mısın? Yok musun?”
    ···
  8. 8.
    -2
    Caine eline sonra da masadaki diğer kartlara baktı; gerinerek, birbirine karışmış saçlarının hizasına kaldırdı kollarını. Yutkunarak kusmamaya ve kokuyu unutmaya çalıştı. Ne yapacağına karar vermek istiyordu.
    “Kafandan olasılıkları hesaplamayı kes de ne yapacaksan yap,” dedi Walter şeytan tırnağını ısırarak.
    Masadakiler Caine’nin her elde olasılıkları hesapladığını gayet iyi biliyordu. Caine’nin bir veri olarak denklemine ekleyemediği tek şey, oyun arkadaşlarının blöf yapma olasılıklarıydı, ama onu bile hesaba katmaya çalışıyordu. Walter’in kendisini biraz zorladığını hissetti ve yaşlı adama bıkkın gözlerle bakıp, masaya doğru döndü.
    Oyun basitti. Bir tür poker oynuyorlardı. Her oyuncuya iki kart dağıtılıyordu, sonra da ortaya aynı anda üç kart açılıyordu, ilk üç kartın adı ‘düşüş’tü. Sonra dördüncü bir kart açılırdı, ‘dönüş’. Sonra da beşinci ve son kart, ‘nehir’. Yere yeni bir kart açıldığında bahis artırılabilirdi. Sonra da, oyuncular ellerindeki kartları açardı. En iyi beş kart kimdeyse, kurallar uyarınca o kazanırdı. Bu beş kart, oyuncunun elindeki iki ve yerden seçeceği üç karttan oluşurdu.
    ···
  9. 9.
    -2
    Oyunun en muhteşem yanı, akıllı bir oyuncunun masaya bakıp, o an için en iyi elin ne olabileceğini hesaplayabilmesiydi. Caine açılan kartlara baktığında üç kart değil, yüzlerce olasılık görüyordu. Onu en çok ilgilendiren olasılık ise kendi kazanma şansının ne olduğuydu. Şimdiki eliyle bu yüksek bir olasılıktı. Elinde bir çift as vardı. Kupa ası ve karo ası. Açılan kartlar da sinek ası ve iki tane maçaydı. Maça altılısı ve valesi. Caine aslında en sağlam kartları elinde tutuyordu. Yani masadaki en yüksek olasılık onun elindeydi, ama yine de başka birçok olasılık vardı.
    ···
  10. 10.
    -2
    Yani başka bir deyişle, tıp her ne kadar son birkaç yüzyıldır çok ilerlediyse de, doktorlar hâlâ insanların neden epileptik nöbetler geçirdiklerini bilemiyorlar.
    Bu konuda tek bir fikirleri dahi yok.
    ···
  11. 11.
    -2
    idiopatik sözcüğünün kökeni eski Yunancadır. idio ‘garip, bir kişiye ya da şeye özgü, ayrı, farklı’ anldıbına gelir, path ise ‘duygu’ veya ‘acı’ demektir. Yani idiopatik ‘garip bir acı’ anldıbına gelir ki, bunun çağdaş tıptaki geniş tanımı ‘nedeni bilinmeyen bir hastalıkla ilgili veya bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan’dır.
    ···
  12. 12.
    -2
    insanoğlunun atalarını da hesaba katarsak, yedi milyon yılı aşkın bir süredir bu gezegende varlığımızı sürdürdüğümüze göre, bir gök taşının bugüne kadar bizi yok etmiş olma olasılığı yüzde yedi yüz. Yani anlayacağınız, bir kere değil, yedi kere ölmüş olmalıydık şimdiye kadar.
    ···
  13. 13.
    -2
    tıbbi gerçek
    Beyindeki sinir hücreleri aşırı hareketlendiğinde, kontrolsüz, gelişigüzel gibi görünen sinyaller verirler. Bu sinyallerin sonucunda garip duygular hissedilebilir, farklı hareketlerde bulunulabilir; hatta psişik anomaliler ortaya çıkabilir. Bu gibi olaylara genelde nöbet denir.
    ···
  14. 14.
    +2
    lan amk isminle niye açıyorsun şu başlıkları
    ···
  15. 15.
    -2
    Yetişkinlerin yüzde ikisi, ölmeden önce hayatlarında en az bir kere nöbet geçirirler. Genelde, bu tek nöbetten sonra başka bir nöbet de olmaz zaten. Ancak, bazı insanlar ömür boyu sürekli nöbet geçirip yaşamaya devam ederler. Bu rahatsızlık tarih boyunca bir sürü farklı isimle anılmıştır: Akıl hastalığı, dile getirilemez bir acı, iblisin işkencesi, hatta Tanrı’nın gazabı. Günümüzde biz buna epilepsi diyoruz.
    ···
  16. 16.
    -2
    Bazen doktorlar epileptik nöbetlerin nedenlerini bulabilirler. Genelde bunların nedeni beyindeki mikroskobik yaralar veya tümörlerdir, ya da genetik nedenleri vardır. Ancak, dünyadaki epilepsi hastalarının yüzde yetmiş beşine (Amerika’da 1.9 milyon kişide epilepsi vardır mesela) durumlarının idiopatik olduğu söylenir.
    ···
  17. 17.
    +1 -1
    loto bileti almaya gidiyorum panpa sağol
    ···
  18. 18.
    -2
    Ama çoğunuzun bildiği gibi, insanoğlunun yazılı tarihinden bu yana yok olmadık.
    Ne demeye çalışıyorum sizce? Bir gök taşı bizi yok edecek demeye çalışmıyorum. Düşük olasılıklı olaylar hakkında bir yorumda bulunmaya çalışıyorum, kıssadan hisse şudur: Her an her şey olabilir!
    ···
  19. 19.
    -1
    Şimdi de düşük-olasılıklı bir olaydan söz edelim bilederimin bilederleri: Dünyaya dev bir gök taşı çarpacak ve uygarlık yok olacak. Jeofizikçilere göre, her yıl bunun olma olasılığı milyonda bir.
    ···
  20. 20.
    -1
    Caine yine de orayı evi gibi görüyordu. Batı yakasındaki küçük stüdyo daire uyuduğu, yıkandığı ve arada bir tıraş olduğu bir yerdi onun için yalnızca. Bazen de kız atardı daireye, ama uzun zamandır bunu da yapmamıştı. Caine’nin bu aralar görüştüğü tek kadının Rahibe Mary olduğu düşünülürse, buna şaşmamak gerekirdi.
    ···