1. 26.
    -1
    Caine yine de orayı evi gibi görüyordu. Batı yakasındaki küçük stüdyo daire uyuduğu, yıkandığı ve arada bir tıraş olduğu bir yerdi onun için yalnızca. Bazen de kız atardı daireye, ama uzun zamandır bunu da yapmamıştı. Caine’nin bu aralar görüştüğü tek kadının Rahibe Mary olduğu düşünülürse, buna şaşmamak gerekirdi.
    ···
  2. 27.
    -2
    Rahibe, “David iyi misin?” diye sorduğunda Caine birden kendine gelir gibi oldu. Gözlerini kırpıştırdı ve Rahibe’ye dönüp başını sallayarak iyiyim dercesine bir işaret yaptı. Ama başını sallaması iyi bir fikir değildi, çünkü yine midesi bulanmaya başladı.
    “iyiyim Rahibe. Sağ ol.”
    “Emin misin iyi olduğuna? Sanki bir anda betin benzin attı, suratın yemyeşil oldu.”
    “Yeşil dolarlar kazanmaya çalışınca oldu herhalde,” dedi Caine bu espriye kendi bile gülmekte zorluk çekerek.
    “Hal hatır sorma faslını geçelim mi?” diyerek sırıttı dişleri sararmış Walter. “Yoksa siz ikiniz baş başa bir odaya çekilip birbirinizi daha yakından tanımak mı istersiniz?” O kadar yakınına sokuldu ki, Caine bir anda adamın ağzının soğan koktuğunu hissetti. “Yirmi artırdık. Var mısın? Yok musun?”
    ···
  3. 28.
    -2
    Caine eline sonra da masadaki diğer kartlara baktı; gerinerek, birbirine karışmış saçlarının hizasına kaldırdı kollarını. Yutkunarak kusmamaya ve kokuyu unutmaya çalıştı. Ne yapacağına karar vermek istiyordu.
    “Kafandan olasılıkları hesaplamayı kes de ne yapacaksan yap,” dedi Walter şeytan tırnağını ısırarak.
    Masadakiler Caine’nin her elde olasılıkları hesapladığını gayet iyi biliyordu. Caine’nin bir veri olarak denklemine ekleyemediği tek şey, oyun arkadaşlarının blöf yapma olasılıklarıydı, ama onu bile hesaba katmaya çalışıyordu. Walter’in kendisini biraz zorladığını hissetti ve yaşlı adama bıkkın gözlerle bakıp, masaya doğru döndü.
    Oyun basitti. Bir tür poker oynuyorlardı. Her oyuncuya iki kart dağıtılıyordu, sonra da ortaya aynı anda üç kart açılıyordu, ilk üç kartın adı ‘düşüş’tü. Sonra dördüncü bir kart açılırdı, ‘dönüş’. Sonra da beşinci ve son kart, ‘nehir’. Yere yeni bir kart açıldığında bahis artırılabilirdi. Sonra da, oyuncular ellerindeki kartları açardı. En iyi beş kart kimdeyse, kurallar uyarınca o kazanırdı. Bu beş kart, oyuncunun elindeki iki ve yerden seçeceği üç karttan oluşurdu.
    ···
  4. 29.
    -2
    Oyunun en muhteşem yanı, akıllı bir oyuncunun masaya bakıp, o an için en iyi elin ne olabileceğini hesaplayabilmesiydi. Caine açılan kartlara baktığında üç kart değil, yüzlerce olasılık görüyordu. Onu en çok ilgilendiren olasılık ise kendi kazanma şansının ne olduğuydu. Şimdiki eliyle bu yüksek bir olasılıktı. Elinde bir çift as vardı. Kupa ası ve karo ası. Açılan kartlar da sinek ası ve iki tane maçaydı. Maça altılısı ve valesi. Caine aslında en sağlam kartları elinde tutuyordu. Yani masadaki en yüksek olasılık onun elindeydi, ama yine de başka birçok olasılık vardı.
    ···
  5. 30.
    -1
    Her birini aklından hesaplayarak, gerçekleşme olasılıklarını kestirmeye çalıştı. Aklında rakamlar uçuşurken kokunun var olduğunu dayatan beyin dalgalarını birkaç saniyeliğine bastırabildi.
    Elinde iki maçası olan biri varsa toplamda dört maça ederdi. iki elinde, iki de yerde. O kişinin elindekilerle renk yapabilmesi için ortaya bir maça daha açılması gerekirdi. Caine aklından bu olasılığı hesapladı; bu onun için bir çocuğun alfabeyi söylemesi kadar kolay bir şeydi.
    Bir destede toplam on üç maça vardır; eğer birinin elinde iki maça daha varsa, bu da görülmemiş dokuz maça daha var demekti. Birinin elinde iki maça varsa, bir sonraki iki karttan birinin maça olma olasılığı yüzde 36’ydı. Bu yüksek bir olasılıktı; ama birine iki maça verilmiş olma olasılığı yüzde 6’ydı zaten.
    Caine son bir gayretle verileri birleştirdi: Birine iki maça verilmişti ve bir sonraki kart da bir maça olacaktı. Bunun olasılığı yüzde 2.1’di. Bu riski göze almaya hazırdı.
    Bu hesabı bir kere daha yaptı; bu sefer de birinin elinde tek maça bulundurduğunu düşündü ve yine de elini maçayla renge tamamladı: Bunun da olasılığı yüzde 2’ydi. Birinin maçayla değil de sinekle renk yapma olasılığı daha da düşüktü; oyuncu başına yüzde 0.3. Bundan çekinecek değildi.
    Bir yandan da oyuncuların elinde kent olabileceğini hesapladı. Yerde bir as bir de vale vardı ve başka bir papaz, kız veya onlu yoktu. Demek ki, kenti tamamlayabilecek on iki kart daha vardı destede. (Her bir türden papaz, dam veya onlar). Ama birinin elinde bunu yapmak için gerekli olan iki kartı tutuyor olmasının olasılığı da yüzde 3.6’ydı. Teorik olarak floş da yapılabilirdi; ama bu o kadar düşük bir olasılıktı ki bunu hesaplamadı bile.
    Şu anda üç ası olduğundan, Caine’nin bir asa, bir valeye ya da bir altılıya ihtiyacı vardı. Eğer bir as daha açılırsa, kare ası olacaktı. Eğer vale ya da bir altılı açılırsa, elinde ful as olacaktı. Yedi kart çıkmamıştı (bir as, üç vale ve üç altılı) bu kartlardan herhangi birinin gelme olasılığı -Caine bir an için gözlerini kırpıştırdı- yüzde 28’di. Hiç de fena bir olasılık değildi.
    Walter’e baktı ve yaşlı bunağın ifadesinden bir şeyler anlamaya çalıştı, ama adam sadece bıkkın bakıyordu. Aynaya baktığında kendi yüzünde de aynı ifadeyi görüyordu. Bıkkın ve asabi olan Caine, oyun oynamak, kâğıt oynamak istiyordu hep. Sonra birden yine midesi bulandı. Sıcak kusmuk ağzına kadar gelmişti bu sefer, yutkundu.
    Caine tuvalete gitmesi gerektiğini biliyordu ama bunu yapamazdı. Elinde asları tutarken oyundan kalkamazdı. Kalkmayacaktı. Gözlerinden kanlar fışkırsa bile, kartlar açılana kadar hiçbir yere gitmeyecekti. Görmeyen gözlerle önündeki paraya uzandı ve ortaya dört fiş attı.
    “Yirmi artırıyorum.”
    “Görüyorum.” Rahibe de oyuna girmişti. Caine onun vale döper yaptığını umdu, çünkü kadın genelde kente gitmeye çalışırdı.
    Tümünü Göster
    ···