0
en kısa ifadesiyle özel mülkiyetin kaldırılmasıdır.
marx'ın erken dönem eserlerinden olan 1844 elyazmalarının temel özelliği, hegel, feuerbach ve klagib siyasal iktisat ile bolca tartışma yaratan ilişkisidir. bu üçünü gerektiğinde eleştirmiş, gerektiğinde takdir etmiş ve sonuç itibariyle yabancılaşma üzerinden yaptığı açıklama ile komünizmi temellendirmiştir. geç dönem yazılarının bilimselliği ve tekniği henüz yoksa da, marx'ın ahlaki tonu ve felsefi dili, kanımca, en değerli parçalardan birini oluşturmuştur.
açıklamak için hegel'in fenomenolojisinin efendilik ve kölelik bölümünden iki alıntıyla başlayalım:
"precisely in labour where there seemed to be merely some outsider’s mind and ideas involved, the bondsman becomes aware, through this re-discovery of himself by himself, of having and being a ‘mind of his own"*
"just as lordship, showed its essential nature to be the reverse of what it wants to be, so, too, bondage will, when completed, pass into the opposite of what immediately is: being a consciousness repressed within itself, it will enter into itself, and change round into real and true independence."**
bu ağır metinlerin birebir çevirisini yapmak yerine bu kısmı karikatürize ederek özetlemeyi tercih ediyorum. hegel, diyalektiğinde yabancılaşmayı ve yabancılaşmanın aşılmasını tarihte temel hareket ettirici olarak görmüştür. bu metinde, iki eşit insanın kendini tanıtma ilişkisinin dönüşümünü anlatmaktadır. hegel iki kişinin birbiriyle ölümüne bir kavgaya girişmiş olduğunu ve birinin ölümden korktuğu için pes edip, diğerinin hizmetine girdiğini söylüyor. ilk bakışta, efendi, köleyi hizmetine koşmuş olmakta ve çalışma yükünden kurtulmaktadır ve bağımsızdır. özbilince ulaşmanın, kendini başkası üzerinden tanıma olduğunu söyleyen hegel'e göre, efendi doyuma ulaşamamıştır çünkü bir paradoks vardır. kendini, kendine denk birine tanıtma ihtiyacı duymaktayken bunu yaptığı kavga sonucunda kendini adamdan saymadığı bir köleye tanıtabilmiştir sadece. köleyi işe koşmuş ve kendine hizmet ettirmeyi becermiştir fakat kendi efendiliğini sadece bir kölenin varlığına borçludur: bağımsız değil, aksine bağımlıdır. köle tarafından bakarsak, o, özbilincine ulaşmak için efendi ile arasındaki ilişkiyi kuran araç olan emeğinin gücünü keşfetmelidir. efendisi tarafından çalışmaya zorlanmış olması, emeğinin ürününün kendine ait olmamasına, çalışma sırasında kendine yabancılaşmasına neden olmaktadır. ama tam da bu yabancılaşmada, yani emeğinin ürününde kendi özgürlüğünü görebilir köle, böylece özbilince kavuşabilir. alıntıların birincisinde anlatılan şey şudur: efendi için yaptığı çalışmada, bu çalışma ki kendinden başkasının düşünceleri doğrultusunda yapılmıştır, köle, kendini keşfederek kendi bilincine kavuşmaktadır. alıntıların ikincisi de şunu söyler: efendiliğin kendi olmak istediğinin tersi olduğunu gösterdiği gibi, kölelik de, olduğunun tam aksine geçecektir; ezilmiş bir bilinç iken, kendinin farkına varıp, dönüşüp, gerçek bağımsızlığa kavuşacaktır. bu diyalektiğin ifade ettiği şeyi felsefi terimlerle söylersek bir olumsuzlama olan yabancılaşmanın, olumsuzlamanın olumsuzlaması ile birlikte ortadan kalkacağıdır. yani, insanın kölelik durumdaki bağımlılığının esas itibariyle olduğunun tam aksi olacağı, insanın emeğinin ürünü dolayımıyla bağımsızlığa kavuşacağıdır.
hegel'in bu diyalektiğinden marx'ın etkilendiğini söylemeye gerek yok heralde:
"if the product of his labour, his labor objectified, is for him an alien, hostile, powerful object independent of him, then his position towards it is such that someone else is master of this object, someone who is alien, hostile, powerful and independent of him."***
(eğer emeğinin ürünü, emeğinin nesneleşmiş hali, onun için yabancı, düşman, kendisinden bağımsız güçlü bir nesne ise, onun karşısındaki durumu öyledir ki başkası bu nesnenin efendisidir; yabancı, düşman, güçlü ve bağımsız birisi)
marx, hegel'i eleştirmekten de geri kalmaz. emeğin sadece olumlu yanını gördüğünü söyler, fenomenolojinin maddi gerçeklikten kopuk sadece bilinç düzeyinde bir yabancılaşma sürecini anlattığını iddia eder. feuerbach'ın hegel eleştirisini koruyarak, bilincin maddi gerçekliği belirlediğini reddeder ve din gibi sonradan bağımsız varoluşa sahip olan düşünce ürünlerinin sadece insan yaratıları olduğunu belirtir. bütün bunların kaynağı aslında insanın maddi yaşamıdır der ve feuerbach'ı eleştirerek tarihsel bağlamdan bağımsız bir insan varoluşu varsaymamak gerektiğini öne sürmüştür.
marx, klagib siyasal iktisadın emek değer teorisini kabul edip geliştirse de, onların açıklamaları gerekenleri veri kabul ettiklerini söyler. bölüşümün temel kategorilerini ortaya koysalar da özel mülkiyet denilen şey üzerine yazmaktan kaçınmıştır bu iktisatçılar. marx, özel mülkiyetin kökeninin yabancılaşma olduğunu söyler. ilk olarak kişinin bir başkası hizmetine koşulması, yani yabancılaşma ile özel mülkiyet birikmeye başlamış ve sonradan bu ilişki karşılıklı olmaya başlamıştır. yabancılaşma, marx'a göre, feuerbachçı bir kavram olan insanın tür varlığının bir olumsuzlanmasıdır. yani insanın kendini gerçekleştirmesi önünde bir engeldir. bu olumsuzlamayı, olumsuzlamanın olumsuzlaması takip edecek ve yabancılaşma, yani özel mülkiyet ortadan kalkacaktır.
işte komünizmin marx'ın erken dönem yazılarındaki temellendirmesi buradan gelir. klagib siyasal iktisadın veri kabul ettiği bir kavram olan özel mülkiyeti ele alan marx, hegelîn diyalektiğinin gücü ve feuerbach'ın birkaç kavramı ile birlikte insan özgürleşmesinin zorunlu yolu olarak gördüğü komünizmin felsefi bir açılımını yapmıştır.
not: bütün bu yazıyı marx felsefe yapmış ordan burdan araklamış işte diye küçümseyip geçmeye meyilli ve hatta memnun bir kitle olduğunu biliyorum. çok basit bir mantıkla birkaç soru soracağım onlara, karikatürize olacak, kaba olacak ama olsun..
bütün hayatınız boyunca en çok neye vakit harcıyorsunuz veya harcayacaksınız uyumaktan sonra? çalışmaya değil mi? neden çalışıyorsunuz? para kazanıp hayatta kalabilmek için. o zaman en büyük sorununuzun da çalışmak sonunda elinize geçen para ile ilgili, yani iktisadi olduğunu gösterir. bu para nedir sizce? emeğinizin karşılığı değil midir? peki aldığınız paradan daha fazla değer ürettiğinizi düşündünüz mü hiç? mesela patronun yaşadığı sefahat hiç dikkatinizi çekti mi? çalışırken sadece o patronun lüksü için boşa güç sarfettiğinizi düşündünüz mü? toplumda sizin patronunuz bir azınlığın lüks içinde yaşarken sizin gibi bir çoğunluğun aysonunu getirmek için binbir hesap yapmanız bir adaletsizlik hissi yarattı mı sizde? peki bu adaletsizliğin ortadan kaldırılması için tek çarenin sizin köle, onun efendi olması; modern dille söylersek sizin işçi onun burjuva olması durumunun aşılması olduğunu kabul etmiyor musunuz? yani özel mülkiyet olmasa, siz patron için değil de kendiniz için çalışssanız ürettiğiniz bol bol yetmez miydi yaşamak için? patronun gereksiz lüksü fakirlerin olsaydı kötü olmaz mıydı?
bütün bu mantık silsilesine katılıp da mevcut düzenden ahlaki bir sıkıntı duymayan kişiler için söyleyecek birşeyim yok.
•
hegel, g.w.f. (1967), the phenomenology of mind, harper torchbooks, new york, s. 239.
•
*age, s. 237.
•
**marx, k. (2007), economic and philosophical manuscripts of 1844, dover publications, new york, s. 79.
edit : okuyanın dıbına koyim
Tümünü Göster