+1
-5
Epistemoloji, yani bilginin nasıl elde edildiği ve idame ettirildiği önemli bir mesele… Bu alan genelde akademinin tumturaklı, anlaşılması, ulaşılması zor kılınmış dar sahasında kalmış ve adeta işgal edilmiştir. Sanırım bu Herakleitosçu bir gelenektir. Herakleitos, eserlerini halkın anlayamayacağıYüksekbir Grekçede veriyordu. Muhtemelen, Platonunsüper uzmanlarile, yani filozofların toplum için neyin iyi ve doğru neyin ise yanlış olduğuna dair araştırmaları yapmakla vazifeli kılındığına dair görüşüyle kurumsallaşmıştır. Halk bu noktada en fazla epistemolojinin düşmanı olabilirdi. Bu mesele bugüne kadar böyledir ve modernler Greki keşfederken, Protogoras veya Herodotun göreceliği yerine bu kast sistemini daha işlevsel bulmuşlardır. Çünkü bu görüş bir iktidar verdiği gibi, muktedirlerle proje alışverişini de cari kılıyordu. Montaigne gibi birkaç özel örnek bu kanonun dışında kalabilmiştir.
Bilgi-iktidar ilişkisi, nasıl derler, biraz değil, epeyce ahlaksızcadır. Muktedirler toplumu yönetmek isterler, bilgi oluşturucular ise, evrensel, tartışılmaz ve tüm insanlık üzerinde geçerli standart bir bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu iddia ederler. ikisinin de güdüsü bu teklikte birleşir. Oysa herhangi bir bilgi, ancak zamanın bir kesitinde, belirli bir coğrafi düzende ve toplumsallıkta, o da belki, işlevselleşebilir. Ancak bir güç ve prestij eşliğinde meşru hale gelebilir. Meselamodern demokrasivemodern yaşam biçimlerinioluşturan bilgi dağarcıkları, onun arkasında ancak kolonyal ve çokkararlıbir işletici güç olduğundaevrenselleşirve genellikle yıkıcı etkileriyle daha çok anılır. Modern yaşam biçimleri ve Batılı demokrasi modeli, müzakerelerle, doğal akışında değil de, sömürgeleştirici bir amaçla müdahale şeklinde girdiği her özgün kültür-gelenek içinde bir felakete dönüşür.
Şimdi buraya Etyen Mahçupyanın 30 Nisan 2014 tarihli Berrak Su başlıklı yazısından bir bölüm alıyorum.
Bundan birkaç yıl önce Başbakan Erdoğan çeşitli meslek erbabı aydınlarla Dolmabahçe Sarayındaki dizi toplantılarda bir araya gelmişti. Bunlardan gazeteci ve yazarlarla olanında bir sunuş yapmış ve gündemde olmamasına karşın sözü Ermeni meselesine getirerek aynen şöyle demişti: Yüzümüze bakmak için berrak bir su arıyoruz… O güne dek herhangi bir devlet yetkilisinden veya siyasetçiden duyulmuş olan en samimi ve aslında en radikal sözdü.
Mahçupyan, bu radikal ve çok değerli sözün neden hak ettiği ilgiyi görmediğine şaşırmıştı. Bu sözün ne kadar değerli bir fikri kırılmayı ima ettiğini kimse fark etmemişti. Doğaldı çünkü insanlar bulanık suda olduklarının farkında değillerdi. Suyumuz kirlenmişti. Zihnimiz işgal edilmişti ve bizler bu yüzden aynı fasit daire içinde debeleniyorduk. Erdoğanın bir lider olarak farkı, bunun farkında olmasıydı. Rakiplerini sürekli şaşırtan bir lider olması, onlarla aynı bulanık fikri zeminden ayrılmaya temayül göstermesi nedeniyleydi. Erdoğanın sözünün değerini fark edebilenin bir Ermeni entelektüel olması, aslında tam da tezin sağlaması olmuştu.
Beni düşündüren asıl konu ise, darbe girişimleri değil, berrak su arayan bizlerin, bu arayışı fikri olarak derinleştirip derinleştiremeyeceğimiz. Bu süreç darbelerle değil ama fikri derinliğin yaratılamaması nedeniyle çalı ateşi gibi sönüp gidebilir mi? Hiç ümitsiz değilim. Anadoluyu gezdiğimde o heyecanı hissediyorum. Melezliğin güzelliğini fark eden meraklı, istekli iyi insanlarla karşılaşıyorum.
Önce bulanık sudan çıkacak, yüzümüzü daha iyi göreceğimiz berrak su pınarları bulacağız. O yüz toplum mühendislikleri ile makyajlanmış değil, kendi doğal yüzümüz olacak. Tarihi momentum sürecin arkasında. Komplekse, tembelliğe, korkaklığa gerek yok. Tarihin doğru, namuslu, ahlaklı olan tarafında olmaktan gelen enerjiyi hissetmek şart. Bu ise ne yaşandığının farkında olmakla ilgili bir bilinç durumu. Bu geçiş başarılırsa, başarıldığında kibre kapılınmaz ve iktidarı Batıdan devralmış olma kompleksine çevrilmezse, inanın tarihi bir kırılma yaşanacak. Güdümüz, Batıdan rövanş veya intikam almak, O fakir delikanlı vardı ya diye caka satma yüzeyselliği olmamalı. Sadece parçalanmış insanı ve bölünmüş dünyayı bir bütün haline getirmek ve savaşa bir son vermektir amaç. Kantın dediği gibi Aydınlanma bu iddia ile işe girişen bir reşitlik iddiası içeriyordu ama gittikçe yoldan sapmıştır. Batıyı kategorize etmeden, dünyanın neresinde varsa iyi şeylere eşit hak ve temsil imkânı veren demokratlıktan, karşılıklı saygıdan, müzakere ile kurulan düzenlerden bahsediyoruz.
Başlangıçta Söz vardı.
Söze sahip çıkmaktan bahsediyoruz…
Tümünü Göster