-
26.
0ismi kocaman gibi ama aramızda çok fark var o bir kodaman ben bir kocamanım
- 27.
-
28.
+1gibtir git lan , saat 15:30
bu kıyağımıda unutma bin -
29.
0dikkat mi çekmeye çalışıyosun muallaktor
edit: taraf gazetesinin yeni bombası burda fena ayar yemişsin güldüm -
30.
0en sevdiğim yazar
-
31.
0huur evladı
-
32.
0muallak amcık zütveren
-
33.
0en gibtiğim yazar.*
-
34.
0akıllı adam
-
35.
0amk dümbüğüüü
-
36.
0pezeveeeeeeeeeeeeeeenkkk
gibtir git burdan pezeeeeeeveeeeeeeennnnkkkk
pekekent. babamı mı gibecen pezeveeeeeeennnkkk -
37.
0beşiktaşlı kral adam
-
38.
0son dönemin en iyi yerli filmlerinden. fazlasıyla naturalist geldi bana aslında, neredeyse bir orta sınıf drdıbının belgeseli niteliğinde bir gerçekçiliğe sahipti film. herhangi bir çözüm önermektense, patriyarkal-otoriter orta sınıfa dair tüm detayları müthiş bir incelik ve detaycılıkla ortaya koyarak, "tartışacaksak bunun üzerinden tartışalım" diyen, neredeyse kusursuz biçimde kapsamlı ve bütünlüklü bir film. bu yönüyle filmde çok fazla tanıdık vardı, hem çok fazla tanıdık karakter, hem çok fazla tanıdık durum.Tümünü Göster
--- spoiler ---
"faşizm gerçekte iki kişi arasinda başlar" diyen ingeborg bachmann'ın ne derece haklı olduğunu görüyoruz, çocukluktan itibaren babasının peşinde sürüklenen bir hayatın belgeseli olan bu filmde aslında. camide, tanrının huzurunda bile babasının yanında saf tutamayan, onun arkasında secde eden bir mahkum anlatılıyor. zaten baba üzerinden neşet eden bu otoriteyi filmin her yerinde hissediyoruz, 'babanın adı'nın geçmesi bile (inşaata kalas zütürdüğü sahne, annesine derdini açtığı sahne, yetkili amcayla saunada konuşma sahnesi) otoritenin heyulasının belirivermesine neden oluyor. bu yönüyle ürpertici.
biraz tuhaf bir iddia gibi gelebilir belki ama, 'sürpriz sonla biten' bir film bence bu. şöyle açıklayayım:
açılış sekansında, bir nevi şok etkisi yaratarak cemile'ye şiddet uygulayan çocuğu gösteriyor film önce. filmin devamında belli bir süre (cemile çocuğuyla ziyarete geldiğinde, gülle ilk diyaloglarında) mertkan'dan aynı şiddet tavrını göstermesini bekliyoruz. ancak o, bir arayışta, esasen bir arayışın da filmi çoğunluk aynı zamanda. tam olarak kurulamamış yapılar görüyoruz sürekli filmde. mertkan'ı da öyle görüyoruz: iş, güç, okul, askerlik, kimlik... hiçbir konuda fikri yok. hayattaki en büyük hayali sorulduğunda bile cevap veremiyor. mertkan kadar gül de arayış içerisinde bir karakter. o da feodal şiddetten kaçıyor, o da kendine bir hayat yolu çizebilmenin telaşında, hayata ne kadar farklı bir pencereden bakabiliyor olsa da, yakışıklı bir koca bulup evlenmek istiyor, onun da kafası karışık. ama bu arayışa tahammül gösterilmiyor; (gül zaten filmin sonunda zorla -en iyi ihtimalle- geri zütürülüyor); mertkanaysa bırakalım ebeveynlerini, yetkili amcalar bile 'babayı üzmemek' stratejisine yönelik taktikler belirliyor, direktifler veriyor. ama biz mertkan'ın kısık sesle de olsa aşkını dillendirmeye çalışmasından, gülle kurduğu -tam yolunda gitmese de beklediğimizden sağlıklı işleyen- ilişkiden bir şeyler beklemeye başlıyoruz yavaş yavaş.
ama her sürpriz sonlu yapıtta olduğu gibi, bu sona dair ipuçları var filmde. şiddeti sorgulayamıyor mertkan. hatta bireyler arasında şiddetin işlevinin farkında, tamam belki artık çocukluğundaki gibi kadın tekmelemiyor ama, otopark girişine park edilmiş arabaya yönelik şiddet ona göre çok ama çok doğal. ipucu burada aslında işte, şiddetin pratikliği. bunu en iyi babası biliyor zaten, dikiz aynasını o kırıyor, mertkana güvenmeyen taksiciyi o tokatlıyor, arabasına çarpılan taksiciyi yine o ve adamları dövüyor. şiddet, tahakküm uygulananı yola getirmek için en pratik araç.
ve sonunda -dediğim gibi, bence sürpriz bir şekilde- mertkan ikna oluyor "kaderine". çünkü toplum denilen örgütlenmenin bu en küçük 'birimi' olan ailede, düne kadar 'reisliği' dahi yasalarca tanınmış olan 'baba'nın ceza (şiddet) uygulaması devreye giriyor. daha önce angaryaya koşturduğu gibi, hatta tokatladığı gibi, şimdi de sürgüne gönderiyor onu 'baba'. işte orada finalin hemen öncesinde, üç maymun'un sonundaki alt metni çağrıştıran olayla karşılaşıyoruz, topluma katman katman yayılmış olan şiddet hiyerarşisinde kendi yerini alması gerektiğini anlıyor mertkan, kendini ezilen'in yanında konumlandırdığında şiddete maruz kalmaktansa, şiddet sarmalına katılmayı kabul ediyor, silah istiyor. ne idüğü belirsiz hayallerinin gerçekleşmesi için için çekeceği onca çile, yiyeceği onca dayak varken; kendisine çizilen, dışına çıkmasına asla izin verilmeyecek yol haritası içinde kendine silahıyla yer açıyor.
filmin sonundaki bu belli belirsiz sürprizi genel olarak filmin izleğiyle beraber değerlendirdiğimde, kübler-ross modeline bir başka deyişle beş aşamalı yas modeline şaşırtıcı bir biçimde benzer buldum: sırasıyla inkar, isyan, pazarlık, depresyon ve sonunda kabullenme.
önce yaşadığı tahakkümün gerçekliğini inkar ederken, gül'e olan aşkıyla 'kendi çapında' isyan ediyor, bunun geçersizliği ortaya çıktığında gül'le bir mola vermek ama tam olarak bitirmemek pazarlığına girişiyor, final öncesi izlediğimiz gözyaşlarıysa, mertkan'ın kaderini çaresiz kabul edişinin acısı, amiyane tabirle "hem ağlarım hem giderim" durumu.
finalini yumurta'ya benzettim ben biraz. sahne çok benziyor zaten ama, anlam da benziyor: kaderden kaçamamak. ama yumurtada ilahi bir niteliği var diyebileceğimiz kader, çoğunluk'ta bir tür tahakküm, kaçılamayan kader değil de, big brother'daki gibi bir işkence altında asimilasyon gibi duruyor. mertkan'ın baba otoritesi karşısındaki tavrı ve kurulan ilişki, winston ve big brother arasındakinin bir analojisi gibi. "sevdiğini satmak ve big brother'ı sevmek". -
39.
0son dönemin en iyi yerli filmlerinden. fazlasıyla naturalist geldi bana aslında, neredeyse bir orta sınıf drdıbının belgeseli niteliğinde bir gerçekçiliğe sahipti film. herhangi bir çözüm önermektense, patriyarkal-otoriter orta sınıfa dair tüm detayları müthiş bir incelik ve detaycılıkla ortaya koyarak, "tartışacaksak bunun üzerinden tartışalım" diyen, neredeyse kusursuz biçimde kapsamlı ve bütünlüklü bir film. bu yönüyle filmde çok fazla tanıdık vardı, hem çok fazla tanıdık karakter, hem çok fazla tanıdık durum.Tümünü Göster
--- spoiler ---
"faşizm gerçekte iki kişi arasinda başlar" diyen ingeborg bachmann'ın ne derece haklı olduğunu görüyoruz, çocukluktan itibaren babasının peşinde sürüklenen bir hayatın belgeseli olan bu filmde aslında. camide, tanrının huzurunda bile babasının yanında saf tutamayan, onun arkasında secde eden bir mahkum anlatılıyor. zaten baba üzerinden neşet eden bu otoriteyi filmin her yerinde hissediyoruz, 'babanın adı'nın geçmesi bile (inşaata kalas zütürdüğü sahne, annesine derdini açtığı sahne, yetkili amcayla saunada konuşma sahnesi) otoritenin heyulasının belirivermesine neden oluyor. bu yönüyle ürpertici.
biraz tuhaf bir iddia gibi gelebilir belki ama, 'sürpriz sonla biten' bir film bence bu. şöyle açıklayayım:
açılış sekansında, bir nevi şok etkisi yaratarak cemile'ye şiddet uygulayan çocuğu gösteriyor film önce. filmin devamında belli bir süre (cemile çocuğuyla ziyarete geldiğinde, gülle ilk diyaloglarında) mertkan'dan aynı şiddet tavrını göstermesini bekliyoruz. ancak o, bir arayışta, esasen bir arayışın da filmi çoğunluk aynı zamanda. tam olarak kurulamamış yapılar görüyoruz sürekli filmde. mertkan'ı da öyle görüyoruz: iş, güç, okul, askerlik, kimlik... hiçbir konuda fikri yok. hayattaki en büyük hayali sorulduğunda bile cevap veremiyor. mertkan kadar gül de arayış içerisinde bir karakter. o da feodal şiddetten kaçıyor, o da kendine bir hayat yolu çizebilmenin telaşında, hayata ne kadar farklı bir pencereden bakabiliyor olsa da, yakışıklı bir koca bulup evlenmek istiyor, onun da kafası karışık. ama bu arayışa tahammül gösterilmiyor; (gül zaten filmin sonunda zorla -en iyi ihtimalle- geri zütürülüyor); mertkanaysa bırakalım ebeveynlerini, yetkili amcalar bile 'babayı üzmemek' stratejisine yönelik taktikler belirliyor, direktifler veriyor. ama biz mertkan'ın kısık sesle de olsa aşkını dillendirmeye çalışmasından, gülle kurduğu -tam yolunda gitmese de beklediğimizden sağlıklı işleyen- ilişkiden bir şeyler beklemeye başlıyoruz yavaş yavaş.
ama her sürpriz sonlu yapıtta olduğu gibi, bu sona dair ipuçları var filmde. şiddeti sorgulayamıyor mertkan. hatta bireyler arasında şiddetin işlevinin farkında, tamam belki artık çocukluğundaki gibi kadın tekmelemiyor ama, otopark girişine park edilmiş arabaya yönelik şiddet ona göre çok ama çok doğal. ipucu burada aslında işte, şiddetin pratikliği. bunu en iyi babası biliyor zaten, dikiz aynasını o kırıyor, mertkana güvenmeyen taksiciyi o tokatlıyor, arabasına çarpılan taksiciyi yine o ve adamları dövüyor. şiddet, tahakküm uygulananı yola getirmek için en pratik araç.
ve sonunda -dediğim gibi, bence sürpriz bir şekilde- mertkan ikna oluyor "kaderine". çünkü toplum denilen örgütlenmenin bu en küçük 'birimi' olan ailede, düne kadar 'reisliği' dahi yasalarca tanınmış olan 'baba'nın ceza (şiddet) uygulaması devreye giriyor. daha önce angaryaya koşturduğu gibi, hatta tokatladığı gibi, şimdi de sürgüne gönderiyor onu 'baba'. işte orada finalin hemen öncesinde, üç maymun'un sonundaki alt metni çağrıştıran olayla karşılaşıyoruz, topluma katman katman yayılmış olan şiddet hiyerarşisinde kendi yerini alması gerektiğini anlıyor mertkan, kendini ezilen'in yanında konumlandırdığında şiddete maruz kalmaktansa, şiddet sarmalına katılmayı kabul ediyor, silah istiyor. ne idüğü belirsiz hayallerinin gerçekleşmesi için için çekeceği onca çile, yiyeceği onca dayak varken; kendisine çizilen, dışına çıkmasına asla izin verilmeyecek yol haritası içinde kendine silahıyla yer açıyor.
filmin sonundaki bu belli belirsiz sürprizi genel olarak filmin izleğiyle beraber değerlendirdiğimde, kübler-ross modeline bir başka deyişle beş aşamalı yas modeline şaşırtıcı bir biçimde benzer buldum: sırasıyla inkar, isyan, pazarlık, depresyon ve sonunda kabullenme.
önce yaşadığı tahakkümün gerçekliğini inkar ederken, gül'e olan aşkıyla 'kendi çapında' isyan ediyor, bunun geçersizliği ortaya çıktığında gül'le bir mola vermek ama tam olarak bitirmemek pazarlığına girişiyor, final öncesi izlediğimiz gözyaşlarıysa, mertkan'ın kaderini çaresiz kabul edişinin acısı, amiyane tabirle "hem ağlarım hem giderim" durumu.
finalini yumurta'ya benzettim ben biraz. sahne çok benziyor zaten ama, anlam da benziyor: kaderden kaçamamak. ama yumurtada ilahi bir niteliği var diyebileceğimiz kader, çoğunluk'ta bir tür tahakküm, kaçılamayan kader değil de, big brother'daki gibi bir işkence altında asimilasyon gibi duruyor. mertkan'ın baba otoritesi karşısındaki tavrı ve kurulan ilişki, winston ve big brother arasındakinin bir analojisi gibi. "sevdiğini satmak ve big brother'ı sevmek". -
40.
0son dönemin en iyi yerli filmlerinden. fazlasıyla naturalist geldi bana aslında, neredeyse bir orta sınıf drdıbının belgeseli niteliğinde bir gerçekçiliğe sahipti film. herhangi bir çözüm önermektense, patriyarkal-otoriter orta sınıfa dair tüm detayları müthiş bir incelik ve detaycılıkla ortaya koyarak, "tartışacaksak bunun üzerinden tartışalım" diyen, neredeyse kusursuz biçimde kapsamlı ve bütünlüklü bir film. bu yönüyle filmde çok fazla tanıdık vardı, hem çok fazla tanıdık karakter, hem çok fazla tanıdık durum.Tümünü Göster
--- spoiler ---
"faşizm gerçekte iki kişi arasinda başlar" diyen ingeborg bachmann'ın ne derece haklı olduğunu görüyoruz, çocukluktan itibaren babasının peşinde sürüklenen bir hayatın belgeseli olan bu filmde aslında. camide, tanrının huzurunda bile babasının yanında saf tutamayan, onun arkasında secde eden bir mahkum anlatılıyor. zaten baba üzerinden neşet eden bu otoriteyi filmin her yerinde hissediyoruz, 'babanın adı'nın geçmesi bile (inşaata kalas zütürdüğü sahne, annesine derdini açtığı sahne, yetkili amcayla saunada konuşma sahnesi) otoritenin heyulasının belirivermesine neden oluyor. bu yönüyle ürpertici.
biraz tuhaf bir iddia gibi gelebilir belki ama, 'sürpriz sonla biten' bir film bence bu. şöyle açıklayayım:
açılış sekansında, bir nevi şok etkisi yaratarak cemile'ye şiddet uygulayan çocuğu gösteriyor film önce. filmin devamında belli bir süre (cemile çocuğuyla ziyarete geldiğinde, gülle ilk diyaloglarında) mertkan'dan aynı şiddet tavrını göstermesini bekliyoruz. ancak o, bir arayışta, esasen bir arayışın da filmi çoğunluk aynı zamanda. tam olarak kurulamamış yapılar görüyoruz sürekli filmde. mertkan'ı da öyle görüyoruz: iş, güç, okul, askerlik, kimlik... hiçbir konuda fikri yok. hayattaki en büyük hayali sorulduğunda bile cevap veremiyor. mertkan kadar gül de arayış içerisinde bir karakter. o da feodal şiddetten kaçıyor, o da kendine bir hayat yolu çizebilmenin telaşında, hayata ne kadar farklı bir pencereden bakabiliyor olsa da, yakışıklı bir koca bulup evlenmek istiyor, onun da kafası karışık. ama bu arayışa tahammül gösterilmiyor; (gül zaten filmin sonunda zorla -en iyi ihtimalle- geri zütürülüyor); mertkanaysa bırakalım ebeveynlerini, yetkili amcalar bile 'babayı üzmemek' stratejisine yönelik taktikler belirliyor, direktifler veriyor. ama biz mertkan'ın kısık sesle de olsa aşkını dillendirmeye çalışmasından, gülle kurduğu -tam yolunda gitmese de beklediğimizden sağlıklı işleyen- ilişkiden bir şeyler beklemeye başlıyoruz yavaş yavaş.
ama her sürpriz sonlu yapıtta olduğu gibi, bu sona dair ipuçları var filmde. şiddeti sorgulayamıyor mertkan. hatta bireyler arasında şiddetin işlevinin farkında, tamam belki artık çocukluğundaki gibi kadın tekmelemiyor ama, otopark girişine park edilmiş arabaya yönelik şiddet ona göre çok ama çok doğal. ipucu burada aslında işte, şiddetin pratikliği. bunu en iyi babası biliyor zaten, dikiz aynasını o kırıyor, mertkana güvenmeyen taksiciyi o tokatlıyor, arabasına çarpılan taksiciyi yine o ve adamları dövüyor. şiddet, tahakküm uygulananı yola getirmek için en pratik araç.
ve sonunda -dediğim gibi, bence sürpriz bir şekilde- mertkan ikna oluyor "kaderine". çünkü toplum denilen örgütlenmenin bu en küçük 'birimi' olan ailede, düne kadar 'reisliği' dahi yasalarca tanınmış olan 'baba'nın ceza (şiddet) uygulaması devreye giriyor. daha önce angaryaya koşturduğu gibi, hatta tokatladığı gibi, şimdi de sürgüne gönderiyor onu 'baba'. işte orada finalin hemen öncesinde, üç maymun'un sonundaki alt metni çağrıştıran olayla karşılaşıyoruz, topluma katman katman yayılmış olan şiddet hiyerarşisinde kendi yerini alması gerektiğini anlıyor mertkan, kendini ezilen'in yanında konumlandırdığında şiddete maruz kalmaktansa, şiddet sarmalına katılmayı kabul ediyor, silah istiyor. ne idüğü belirsiz hayallerinin gerçekleşmesi için için çekeceği onca çile, yiyeceği onca dayak varken; kendisine çizilen, dışına çıkmasına asla izin verilmeyecek yol haritası içinde kendine silahıyla yer açıyor.
filmin sonundaki bu belli belirsiz sürprizi genel olarak filmin izleğiyle beraber değerlendirdiğimde, kübler-ross modeline bir başka deyişle beş aşamalı yas modeline şaşırtıcı bir biçimde benzer buldum: sırasıyla inkar, isyan, pazarlık, depresyon ve sonunda kabullenme.
önce yaşadığı tahakkümün gerçekliğini inkar ederken, gül'e olan aşkıyla 'kendi çapında' isyan ediyor, bunun geçersizliği ortaya çıktığında gül'le bir mola vermek ama tam olarak bitirmemek pazarlığına girişiyor, final öncesi izlediğimiz gözyaşlarıysa, mertkan'ın kaderini çaresiz kabul edişinin acısı, amiyane tabirle "hem ağlarım hem giderim" durumu.
finalini yumurta'ya benzettim ben biraz. sahne çok benziyor zaten ama, anlam da benziyor: kaderden kaçamamak. ama yumurtada ilahi bir niteliği var diyebileceğimiz kader, çoğunluk'ta bir tür tahakküm, kaçılamayan kader değil de, big brother'daki gibi bir işkence altında asimilasyon gibi duruyor. mertkan'ın baba otoritesi karşısındaki tavrı ve kurulan ilişki, winston ve big brother arasındakinin bir analojisi gibi. "sevdiğini satmak ve big brother'ı sevmek". -
41.
0son of an assholedan sevgilerle bin
-
42.
0naber lan bin
-
43.
0senin ananı babanı gelmişini geçmişini bugününü yarınını geleceğini karını dostunu eşini ex aşklarını varsa çocuklarını yoksa büyükbaba ve annelerini, dayını halanı teyzeni amcanı enişteni kayınçonu baldızını, her türlü akrabanı köylünü yakınını uzağını, fikirlerini, davranışlarını, karakterini, ruhunu, kişiliğini, sıfatını, zamirini, yüklemini, yaptıklarını, yapacaklarını, eylemlerini, böbreğini, dalağını zütünü, dıbını, yurdunu, akciğerini, bağırsaklarını, ayakparmaklarını, kulağını, burnunu, ağzını yüzünü dişlerini acı acı gibeyim. ananın dıbını giberim huur çocuğu takun torunu itin sıçtığı. senin anana da kız kardeşine de ablana da teyzene de halana da sülalendeki bütün dişilere de yannanımı tattırırım, gibtikten sonra da amlarını bıçakla kesip köpeklere yediririm. huur çocuğu. ananı öyle giberim bacını öyle sektiririm ki gibik ananın huur anası ah keşke lex steele bana da kaysaydı der. ananın dıbına çam dikerim huur çocuğu. anan spermimle abdest alır sülalesini develere gibtirdiğimin çocuğu. doğmamış bebeğinin zütü benim kobram ile tanışır doğar doğmaz. hatta senin karının amından giber blow job yapmadan karının ağzını spermimle doldururum. ananı menopoza sokmam anana sokarım. bu yüzden baban gibimi yalar böyle bir teşekkür ritüeli olan gibik bir aile işte bu huur çocuğunun ailesi. anan geneleve gitse genelevdekiler namuslu kalır ananın yanında. ciğerlerine sıçtığımın evladı ananın dıbına buldozerin topunu sokayım. sonuç olarak ananın cinsel hayatını renklendirdim, baban yıllardır bunu yapamadığı için, hatta seni de ananı başkasına gibtirerek bir bin olarak dünyaya getirttiği için daşşaklarımı yalayarak bana şükranlarını sundu. bu işin sırrını sordu. babanın suratına sıçarak sırrımı paylaştım. doğmamış çocuğunun suratını gibtiğimi de atlamamalıyım. ve senin ananı gibe gibe patlatırım, mezardan çıkartıp ananın zütünü keserim. senin gibi orrrospu çocukları boş lakırdılarıyla sözlüğün takunu çıkarttılar ve ben senin gibi binlerin anasının dıbına oklava sokup sülalesine gibe gibe orgazm yaşatıcam. daha sonra da onların kuyruklarını zütlerine sıkıştırıp gittiklerini izliycem.
-
44.
0
-
45.
0son gibtiğim huurnun ewladıdır
-
vikings diyor ki
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 08 04 2025
-
günaydın panpalareeee
-
hitlers caylakken atamın sırıtış
-
melih yapma yiğenim
-
istanbul nasıl yaşanabilir olabilir
-
ya abd de yaşıyorsun
-
baska zorbalancak kim kaldı
-
türk olmayanların türkçe konuşması
-
kayra ameliyatla yağlarını aldırsa
-
yatirim yapmak zorunda olmak
-
beyler elimde 500 tl var bunla ne yapayım
-
abd de gece gündüz siggiş yok mu kardeş
-
bir insanın taşakları çürüse
-
burnum sümük doluyor kendine
-
sakar şakir delimi
-
tum dunya dedigin neresi
-
yukardakine yalaka olmayin
-
yahudilik yahudiler harbi winnerlık kokuyor
-
yukardakinde gram utanma var sa
-
horsecocugu calisiyoz zaten
- / 1