tatlı bela.. kitaptanda kapağından da haberim yoktu o zamanlar. ben hatunuma tatlı bela diye seslenirdim. hatta o zamanlar 'yılın en tatlı belası oscarı' adı altında bir hediye almıştım ona. hayatımda yapmadığım ılıklıklardandı, sene 2009. hatunuma aldığım ilk hediye alelacele aldığım 20 liralık ucuz kelebekli bi kolyeydi. o kadar ucuzdu ki renk atmıştı. çıkar yenisini alayım diyordum. çıkarmıycam diyordu, yeminler etmişti hep boynumda asılı kalacak diyordu. sonra ne mi oldu. bana hayatımda ilk defa sevildiğimi hissettiren kadın benden ayrıldı. öylesine perde inmişti ki gönlüme, hiç bitmeyecek sanmıştım. arkasından türlü yüzsüzlükler yaptım. yalvardım, yakardım, yandım, parladım. kendimi insanlara karşı küçük düşürdüm. insanlar umrumda değildi. kendimi ona karşı da küçük düşürmüştüm.
belki o kadar vazgeçilmez olduğunu hissettirmeseydim hala yanımda olacaktı. ama gitti. ettiği bütün yeminlere, verdiği bütün sözlere rağmen gitti. aradan 3 gibik ay geçti. onun dersanesine kaydolmuştum. dersler başladığı sırada sert bi şekilde kavga ettiğimiz için ilk haftalar uğramadım dersaneye. gittiğim gün sınıfımı arıyordum. tenefüstü ve koridor kalabalıktı; hiç dikkat etmeden önümdeki kıza geçebilir miyim diye sordum. bilmiyordum onun olduğunu bakmadım bile kafam çok başka yerlerdeydi. yüzünü döndü o sırada arkadaşının yaptığı espriye gülüyordu belki de ama cennet karşımdaydı yine hiç birşey olmamış gibi. sadece baktım 2 saniye 2 saat gibi geldi bana yetti mi hayır. olsun. özür dilerim dedim yoluma gittim. tenefüste arkadaşı yanıma geldi. dersaneye kaydolduğumu bilmiyorlar, onu ziyaret için geldiğimi sanıyorlardı. benim dersaneden gitmemi istemiş canı sağolsun. arkadaşına kusura bakmamasını ve iki ay önce bu dersaneye kaydolduğumu söyledim gitti. ben sanıyorum ki tekrar barışırız. seviyorum ya, seviyo ya. ama hiç öyle olmadı. koca bi sene cehennemi yaşadım.
doğum günü gelmişti. ayrıydık ama kutlamak istedim. hiç olmayan aşkımızın simgesi kelebekti. o zamandan belliymiş ya kafamı gibeyim. kelebekli bi kutu aldım. içine kimselere göstermediğim bebeklik fotoğraflarımı koydum. koydum ki onların bi kopyası daha yok bende. ilerde çoluğuma çocuğuma gösterebileceğim bi fotoğrafım bile kalmadı bende. o kadar emindim ki geri döneceğine.. olsun. fotoğrafların üstüne 6 kutu şıpsevdi sakız döktüm. kavun karpuz kokusu öyle bi sinmişti ki kutuya dünyanın bütün ırmaklarına sokup çıkarsan o koku çıkacak gibi değildi. sakızların üstüne bi kaplumbağa koydum. gece lambası. karanlıkta duvarı ve tavanı yıldızlarla donatıyordu. yıldızlarında apayrı bi anlamı vardı bizde. biz bile olamamış orası ayrı. hem bu sefer kolyede almıştım kelebekli. aşınacak renk verecek taşı düşecek cinsten de bişey değildi. pek afilliydi. olsun. onun üstüne de bir not 15 sayfalık.. doğum gününe bi gün kalmıştı, herşey hazırdı. hediyesini bi gün önceden verdim. ondan son olarak tek bişey istedim. seni son bir kez arıycam ben arayana kadar kutuyu açma dedim. beni dinlemedi. kutuyu akşam 7 sıralarında açmış. bende o sıralar tek başıma demleniyordum. aradı, açtım. esti gürledi. yine aynı şeyi yaptı. 15 sayfalık not içinden beni bozacak cümleyi cımbızlayıp önüme sundu. ben hiçbirşey söylemedim telefonu kapattım. hayatımda o ana dek hiçbirşey bana bu denli koymamıştı. içime oturdu. kitlendim. karı gibi ağladım.
aradan aylar geçti derste arkadaşımın feysinde dolanırken sınıfından bi çocuğun attığı fotoğrafı gördüm. benim hatun vardı fotoğrafta. altında mutluluğum yazıyordu. deliye döndüm.
başımdan aşağı kaynar sular döküldü. deyiminin ne gerçeklikte olduğunu ilk defa o an tecrübe ettim. kapıyı çarptım sınıftan çıktım. hocaya da ayıp oldu. sevdiğim bi insandı. neyse bunların sınıfına daldım. sınıfta kimse yoktu. dışarı çıktım onu aradım. meşgule attı. aradım, meşgule attı. aradım meşgule attı. tekrar aradım açtı; ne var dedi. estim gürledim. nerdesin sen dedi yanıma geldi. tam karşımdaydı. nasıl yaparsın dedim. sana dünyayı dar edeceğimi söylemiştim unuttun mu dedim. nasıl cesaret edebilirsin bi başkasıyla olmaya dedim. bundan sanane dedi. ben çılgına dönmüştüm sürekli bağırıyordum. esnaf falan geldi hayırdır noluyor edasında. onlara da gibtir çektim, işlerine döndüm. o karşımdaydı. öylesine sinirliydim ki solumda ki doğalgaz kutusunu yumrukluyordum. kutunun camı kırıldı. sağ elim paramparça olmuş, elimden kanlar süzülüyordu. ama kutuyu da parçaladım
* kaçtı benden, dersaneye çıktı. peşinden gittim. bak dedim o çocuğun ağzını yüzünü nasıl gibecem şimdi, izle ne hale gelecek. beni boş bi sınıfa çekti. ağlamaya başladı. bende ağladım. seviyorum ben o çocuğu dedi. nasıl karışabilirsin bana diyordu. sevdiğine inanmıyorum ayrılacaksın diyordum hala yüzsüzce. sonra o melek görünümlü şeytan ne yaptı ne etti bana söz verdirdi o çocuğa bişey yapmayacağıma dair. biliyordu ona verdiğim sözlerin hepsini tuttuğumu ve sonsuza dek tutacağımı. beni yine hassas noktamdan vurmuştu. tamam öyleyse dedim. madem seviyorsun sonuna kadar git. kimsenin mutluluğunuza mani olmasına izin verme. ama sevmiyorsan onu da beni kullandığın gibi kullanma dedim. seviyorum dedi. tamam o zaman dedim
sana söz yine baharlar gelecek bastım gittim dersaneden. yağmur başlamıştı. kulaklığımı taktım ahmet kaya- arka mahalle çalıyordu. tekrar tekrar dinledim. çay kenarına gittim mal mal dolandım. ne yapacağımı bilmiyordum. yağmur hızını arttırdı ama benim umrumda değildi. sonra sıçan gibi halimle esnaf lokantasına girdim. herkes bana bakıyordu ama bu benim pekte gibimde değildi. az çorba az pilav söyledim. pilavı yiyemeden çıktım. eve gittim yattım yine aynı şarkıyı tekrar tekrar dinledim.
günler birbirini kovaladı. en azından onu haftada bi kez görüyordum ve bu bana cennetle cehennemi aynı anda yaşatmaya yetiyordu. sonra dersane de bitti. 2011'in temmuz ayında TATLI BELA adlı kitabı gördüm D&R da dolanırken önce tebessüm ettim sonra içimden bi off çektim. kapağında da kelebek vardı üstelik. tesadüf dedim güldüm geçtim. bi kaç ay sonrada o kitabı onun instagram hesabında gördüm. altına ... yazıp paylaşmıştı. ama ona söz vermiştim onu aramayacağıma ve rahatsız etmeyeceğime. yüzüm kalmamıştı daha doğrusu artık arayıp sormaya. ondan da arayıp sormasını çok bekledim ama hanfendi çok gururluydu yada hiç umrunda değildi. şimdi o bi yerde ben bambaşka bi yerde hayatımıza devam ediyoruz. o içimde ama bu onun pekte umrunda değil. OLSUN. BAHAR GELMiŞTiR BELKi...
vay dıbını gibim ne yazdım be. ben baya dolmuşum. özetle pankuş tatlı bela adlı kitabı gönderirsen okurum. zamanında almayıp sonradan bulamamıştım. iyi forumlar.