/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +29 -5
    Edit: Şunu bir kez daha söylüyorum bakın. Bu hikâye zaten benim hikâyem. Buradan tutun da başka platformlara kadar hepsinde ben yazıyorum. ilk başlıkta okuyup, yarıda kaldığını bilip, sonra buraya gelip çalıntı diyen gib kafalılar, ilk önce arama yerinden ilk başlığı arayın, bulun, yazar kim bi bakın, sonra gelip buraya çalıntı yazmayın. dıbına koyim bu bittikten sonra devam kitabı olarak ikincisini yazmayı düşünüyorum, adamı yazmaktan soğutuyorsunuz. Toparlasam zaten bir kitap elde ettim zaten, istesem bırakırım yazmayı ama geçen sene ki adamlara sözüm var, o yüzden burada devam ediyorum yazmaya. Ulan ilk önce buraya yazıp, buradan kopyalayıp aktarıyorum Word dosyasına, halâ daha amcık amcık çalıntı deyip kıymet bilmezlik ediyorsunuz. Adam gibi okumayacaklar, çamur atmaya çalışacaklar gibtirsin gitsin başlığımdan! Kültürünüz yok, bari olanların şevkini kırmayın!

    -Kanka bi saniye biri geldi...

    -Merhaba, hoş geldiniz.
    +Kahve alabilir miyim, acı bir kahve. Her ayrılık sonrası dinlenen Yıldız Tilbe şarkıları kadar acı bir kahve...
    -T.. Tabi ki...

    Ben Can, bir cafede çalışıyorum. Asıl işim bu değil benim, müzisyenim ben. Yani aslında kendi şarkılarımı yazar, ufak tefek sahnelerde seslendiririm. Kendi çapımda bir hayran kitlem dahi var. Bazen gelirler sahnede bana eşlik ederler bazense karşı masada bana kadeh kaldırır alkış tutarlar.

    Size neden bu işi yaptığımı anlatayım biraz, yani neden bir cafede garsonluk yaptığımı... Ben bu şehirde sadece 3 yıldır varım. Kendi şehrimde kaçış yolu bulamadım bazı şeylerden, uzaklaşmak istedim. Sadece yeni insanlarla iç içe olmak, tanımadığım bir dünyaya demir atmak istedim. Deliyimdir biraz, yerimde de duramam ayrıca. Sıcak kanlı ve hareketli bir yapım vardır benim. Burada, elimde tepsi ile akşama kadar bekliyorsam, sadece kapıdan içeri giren yabancılar içindir. Tanımadığım yüzlerce insan girer bu kapıdan içeri her gün ve ben her birine aynı ilgiyi, aynı samimiyeti ve güler yüzlülüğü gösteririm. Ve akşam olur, sessiz sedasız çıkar giderim bu kapıdan elimde notalarımla. Sabah akşama kadar cafede insanlara hizmet eder, akşam da sabaha kadar onları eğlendiririm. Çok şükür, her iki işimin de getirisi beni yaşatmaya yetiyor bu şehirde.

    Dedim ya, bugün bu şehirde tam 3. yılım. Adeta bu şehir ile evlenmişcesine her sene kutlarım buraya geldiğim günü. Belki de koskoca bir yılda kendime ayırdığım tek gün, bu yıl dönümü günüdür. Bugün benim günüm ve bir kaç saat sonra cafede mesaim bitecek ve ben sabah kadar kendimi eğlendirmek için çıkacağım bu kapıdan.

    Şimdi misafirim ile ilgilenmem gerekiyor...

    -Buyrun, (gülümseyerek) kahvenizi getirdim fakat lütfen dikkat edin zira Yıldız Tilbe'nin şarkısı bittikten sonra geçmez bunun sıcağının yanması.
    +Teşekkür ederim... (yüz ifadesi resmen insanı ağlamaya sürüklüyor)

    Bizim buralarda insanlar birbirleriyle o kadar sık iletişim kurmuyorlar. Yani şehir aslında bir çok farklı kültürü barındırıyor ama nedense bu muhitte kimse tanışıp muhabbet etme taraftarı değil. Belki de bu yüzden sadece yalnız insanlar geliyor buraya. Kafa dinlemek için. Huzur bulmak için. Kendi içlerinde kendilerini bulmak için...

    EDiT: Lütfen ben parçayı değiştirene kadar, bunu dinleyin okurken. Eminim ki çoğunuzun bildiği, sevdiği, hüzünlendiği bir müziktir kendileri.
    https://www.youtube.com/watch?v=sB-Sn-JcOlA
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +13
    -Kanka, bir şeye dikkat ettin mi?
    +Ne konuda?
    -Şu kız, sana da garip gelmedi mi. Yani bunun gibi bir çoğu buraya gelir gün boyu, hatta bazıları resmen yanlarında hüzünlerini de getirirler. Ne yaşadığını hemen anlarsın mesela. Ses tonundan, yüzünün ifadesinden, duruşundan...
    +Ee, yani? Oğlum insanlar mutsuz. Sen, ben, patron Cemil abi... Herkesin kendine göre dertleri var be oğlum takılma fazla insanlara. işini yap, onları memnun et yeter. Hem, sen niye böyle dedin ki bana şimdi? Bir şey mi söyledi kız sana lan yoksa?
    -Yok ben oğlum, aksine kız tek kelime dahi etmedi. Yani öyle ki, nerdeyse sipariş dahi vermeyecek gibi bir duruşu vardı. Sanki dudaklarından kelimeler çıkmak istemiyor gibi. Heceler resmen kızın ağzında hapsolmuş gibi...
    +Ohoo, oğlum ne diyorsun sen ya iyi misin. Hem senin çıkış saatin yaklaştı, hazırlansana lan sen daha ne bekliyorsun ki. Git süslen bak, karın seni bekler yıl dönümün bugün senin (kahkaha atarak ve şehri kastederek).
    -Yok yok, ben çok merak ettim ama gidip ne diyebilirim ki? Neyin var senin mi diyeyim? Neden böylesin mi diyeyim? Kızın hayatında ilk defa gördüğü biriyim sonuçta. Neyse, belki de haklısın fazla takılmamak lazım. Ben kaçıyorum o zaman kanka, hadi sana kolay gelsin.
    +Eyvallah kardeşim, gece senin. Güzel eğlen bak sabaha kadar.
    ···
  3. 3.
    +11
    Siyah deri ceketim...
    Aslında pek sevmem ben deri ceketleri. Tarz olarak bana uygun değildirler genel olarak ama bu cekete nedense aşığım. Benim değildi zaten, kuzenimden ödünç almıştım zamanında. Hava biraz soğuktu ilk geldiğim sıralar, kıyafet falan hak getire tabi yeni gelmişiz buralara. Al dedi, biraz eskidi ama iyidir, üşütmez seni. Ver dedim lafı olmaz, işimi görsün yeter.

    Tabi zaman hızlı geçiyor, bazen öyle bir oluyor ki bir bakmışım haftalar geçmiş ömürden. Ben ise geçen zamanın üzerine bir sigara yakıp denizi izliyorum ay ışığında. Hala vermedim ceketi yani asıl sahibine. Hala bende. Nedendir bilmem arayıp sormadı da o günden beri. Tabi ki görüşüyoruz yüzyüze ama lafını etmedi sağolsun. Belki de canımdan bir insanın eşyası diye sevdim bu ceketi. Ya da siyah bana gerçekten çok yakışıyordu be. Bundan dolayı giyiyorum bunu.

    Nasılım biliyor musunuz? Öyle pek fazla saçımı sakalımı kesmem ben. Uzundur her daim ama sakın birbirine karışmış halde itici bir görünümde düşünmeyin. Sabahları saatlerimi harcarım ayna karşısında, o kadar titizim ki dış görünüş konusunda bir kere cafeye geç kalmıştım kendime çeki düzen vereceğim diye. Sağolsun Cemil abi ses etmez öyle konularda.

    Neden bu kadar uğraşıyorum biliyor musunuz? Saçım ile, sakalım ile... Çünkü bu benim. Ben buyum. Bu kıllar, bu kaş, bu göz. Burnum, ellerim.. Bu vücut benim ve ben bir insanın karşısına geçtiğim zaman o kişi bunları görüyor. ben onun gözlerine yansıyan görüntüye iyi bakmazsam, o insanlar da bana iyi bakmazlar. Hani şu ilk izlenim olayı vardır ya, hah, tam da o mesele işte.

    -Kanka ben çıkıyorum buralar sana emanet!
    +Tamamdır kardeşim yarın görüşürüz.
    ···
  4. 4.
    +10
    Kankam, adı Selim.

    iyi çocuktur, deli doludur benim gibi. Heyecanlıdır çoğu konuda ama gel gelelim ki bazen bezdirir beni. Çünkü zevklerimiz ne kadar birbirinin aynı olsa da sırf beni deli etmek için tam zıttını iddia eder. Bir de güler buna kahkahalar ile utanmaz herif. Kalenderdir ama, babacandır. Velhasıl kelam, adamdır adam. Satmaz en ufak şeyde kimseyi ama katı kuralları vardır. Kırmızı çizgileri vardır. Eğer ki haddini aşarsan o konularda vay haline, gözünün yaşına bakmaz koyar kapının önüne. Cafeden bahsetmiyorum yanlış anlaşılmasın, hayatından siler atar o kadar da gözü karadır.

    Tek arkadaşım benim bu koca şehirde. Bu işte tanıdım onu, burada kaynaştım, burada kardeş oldum. Sağolsun, o da sever beni o da sayar. Bilmem ekgib, bilmem fazla ama eminim ki sorsanız aynı şeyleri benim için de söyler.

    Havalar serinlemeye başladı malum kış geliyor. Bir sigara içsem fena olmaz aslında ama henüz değil. Henüz gelmedim ay ışığının altında seyretmeye doyamadığım dalgalara. Soğuk havalarda içtiğim sigaradan daha fazla zevk alıyorum. Hem ağzımın buharı hem sigaramın dumanı, ikisi bir daha yoğun bir görüntü veriyor ya hani, o sebepten işte.

    -Ahmet abim nasılsın?
    +Ooo, Can'ım ciğerim, yoldaşım gelmiş. iyiyim hamd olsun sen nasılsın nerelerdesin bakalım?
    -iyiyim be abi, iş güç koşuşturmalar devam işte. Yılda bir kendime zaman ayırırım bilirsin, bugün o gün işte abi. Güneşin doğuşuna kadar Mecnun olacağım bu Leyla şehirde. Eşlik et derim de, senin de işler malum be abi.
    +Öyle öyle, ekmek parası işte naparsın.
    -Ver bakalım bir çay da, bayram etsin damağımız be abi. Sigaram senin çayın olmadan öksüz kalır bilirsin.
    +Bilirim, bilirim. Al bakalım buyur.
    ···
  5. 5.
    +12
    Ahmet abi sahilde çay satar elinde termos ile. Severim kendisini, muhabbeti de iyidir karakteri de. Çoğu akşam gelir burada çay içer demleniriz saatlerce. Bir o uzatır sigaradan bir ben. Nefesimizde ki duman yok oldukça gök yüzünde, gülücükler açar Ahmet abimin yüzünde çünkü konuşmaya çok ihtiyacı vardır onun. Yalnız yaşar, ailesi yoktur, evlenmemiş hiç. Bir kere sormuştum, neden dedim be abi, neden evlenmedin hiç. O kadar derin çekti ki o dumanı o sorudan sonra, sanırsın dünya alev aldı Ahmet abinin sigarasının ucunda.

    Sevmiş birini Ahmet abi, çok sevmiş, deliler gibi. Kendi deyimiyle köpekler gibi sevmiş. Kız da çok severmiş bunu. Anlaşırlarmış da, huyu huyuna suyu suyuna yani. Tabi ben sorular içine boğuluyorum ama tam ağzımı açıyorum, sus diyor bana Ahmet abi, anlatıcam.

    Dinliyorum onu ama, insan diyor ki kendi kendine, olur mu öyle şey diye. Olur diyor Ahmet abi, sanki içini okuyor adam. Olur kardeşim olur, her şey gelir hayatta insanın başına. Ölüm de Allah'tan, neşe de, huzur da. Sen sadece onunla yaşamasını bil gerisi gelir diyor. Geliyor gerçekten de. Bütün yaşananlara rağmen günler geçiyor, unutuyor insan her şeyi. Daha doğrusu unuttuğunu zannediyor. Devam ediyor Ahmet abi.

    +Köydeyiz o zamanlar. Çok büyük değil ama yine de var bayağı insan işte. Herkes tanır birbirini elbet. Ben de tanıyordum onu, ailesini... Gel zaman git zaman, insan büyüyor be Can, büyüdükçe değişiyor düşünceleri. Önceleri arkadaş bildiğin insanlar, yaşın ilerledikçe başka görünüyorlar gözüne. Duyguların değişiyor en başta be oğlum anla işte. Aşık oluyorsun. Öyle köy yerinde aşk meşk bilmez kimse. Ama tadarsın elbet yine de. Biz de büyüdük işte, yaş ilerledi. Askerden geldiğim seneydi, vardım bir gün eve. Ama bir bilsen, içim kavruluyor onu düşündükçe. Şu çayı kaynarken iç, vallahi buz gibi gelir o derece bir ateş. Seviyorum dedim anama. Biri var yüreğimde. Anlattım anama her şeyi. Olur dedi anam, gelinim derim severim o kızı. Uçtum be Can, mutluluktan uçtum. Sabah olmadı o gece bana. O ay gitmedi ki güneş gelsin yerine. Hava aydınlansın da koşarak varıp sevdiceğime haber vereyim size geleceğiz anamla babamla, hazırlansın anan baban diye. Uyuyamadım. Terledim. Nefes nefese kaldım yattığım yerde. Horozlar ötmeye başladı, gökyüzü aydınlandı, gece yerini gündüze bıraktı nihayet. Kalk dedim ana, kalk bugün benim bayram günüm. Hazırlansın herkes, Ahmet sevdiceğine kavuşacak, düğün dernek kurulacak. Herkes kalktı sonunda işte. Biz onlara gideceğiz ama yine de temizlikler yapıldı dip bucak. Pür pak olduk hepimiz. Akşama doğru düştük yola. Pek uzak değildi evleri ama o yol bitmek bilmedi Can. Ömrümden ömür gitti o yolda. Vardık kapının önüne, bir ahalidir boy gösterdi. Bir kalabalık, bir galeyan...

    Diyorum ki, sadece aileler bir görüşecek, ne bu kalabalık. Böyle olmaması lazım ama hadi hayırlısı. Girdik kapıdan içeri, feryatlar figanlar yankılanıyor duvarlar arasında be Can. Anası dizlerini dövüyor, babası yakmış cigarasını ama ciğeriyle değil, kederiyle içiyor.

    Yıkıldım be Can. Öldüm ben. Bir saniye içinde hayatımın feri söndü. Aldılar elimden tüm yaşam sevincimi, heyecanımı, mutluluğumu. Yatıyordu be yerde. Cansız bedeni, bembeyaz hareketsiz halde yatıyordu. Dudaklarının kenarından yanaklarına süzülmüş biraz kan, elleri bağlı, korkmuş bir bakış ile tavana dikilmişti gözleri. Ben de ağladım lan, yaş değildi gözlerimden akanlar. Hayatımdı, ruhumdu, her şeyimi ağladım ben o anda. Ben o gün o odada öldüm. Pamuktan beyaz tenine dokunmaya nasıl razı oldu kirli elleri bilmiyorum. Nasıl kıydılar canına onu kirletirken bilmiyorum. Hayat çok garip be oğlum. Vallahi garip. Anlamıyorsun neler yaşanıyor, neler geliyor insanın başına. Öyle işte. Ben sevemedim başka birini. O gözle bakamadım hiç bir kadına. Kimse onun kadar temiz değildi, kimse onun kadar sevdalı değildi. Kimse onun kadar sevemez beni dedim kendime, ben de kimseyi onu sevdiğim kadar sevmedim. Hatta hiç kimseyi birazcık bile sevmedim. Bir kaç resmi var bende, ömrümün sonuna kadar da o resimlere sarılarak uyuyacağım. Ömrümün sonunda, o resimde ki meleğe kavuşup ona sarılıp uyuyacağım...

    -Yaktın ciğerimi abi. Kavurdun...
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +9
    +Hadi oğlum kalk sen de artık. Sabaha kadar benimle burada çay sigara yapmayacaksın herhalde.
    -Değil sabaha kadar, vallahi aylarca şuradan kalkmam abi sen yeter ki iste. Derdine derman olamam ama yanına yoldaş olurum be abi. Kardeşin sayılırım ben de. Kızarsın, söversin, döversin. Yeri gelir tek kelime etmeden bitirirsin beni bilirsin. iyi ki varsın be abim, iyi ki abimsin. Canımsın, kanımsın abimm. (sıkı sıkı sarıldım o an kemiklerini kırarcasına).

    Ayrıldım Ahmet abinin yanından, ilerledim biraz sahilde yavaş yavaş. Bir yandan da hala sigara tütüyor elimde. Çok içtim be bu gece. Erken ölürsem sırf bu gece yüzünden ölürüm kesin.

    ilerde bir kaç genç gördüm yanlarına gittim. Müzik icra edilen her yer benim için ilgi çekicidir.

    -iyi akşamlar gençler keyifler yerinde bakıyorum da.
    +Olmasın mı be abi. O kadar şey yaşayan insan var şu dünyada, akşamları da bir kaç saatliğine güzel şeyler olmasın mı hı? Son.. ki.. üç.. dört...

    Kızlar erkekler o kadar güzel kaynaşmışlardı ki kendi aralarında, sanırsın hepsi aynı ruha sahip aynı düşünceyle buradalar.

    -Hay ben sizin canınızı yerim lan neşemi yerine getirdiniz eyvallah.
    +Yok mu Can abi yeni besteler, hastasıyız valla senin sözlerinin ha. Aşk var, keder var, neşe var. Kelimeler desen her biri birbirine uyumlu sanat eseri. Vallahi harcıyorsun kendini buralarda abi haberin olsun. Beyleeer! Bu abimin adı Can. Kendi de adı gibi candır. Bir şarkılar, bir şiirler sormayın.
    -Abartma len sende hayta.
    +Abi ne demek abartma ya. Hatırlasana, geçen sene Kadıköy'de ki mekanda okuduğun şiiri. ilk defa orda gördüm seni abi. Arkadaşım getirmişti beni de oraya zor bela. Bak dedi şimdi, iyi dinle. Lan dedim ne kadar olabilir ki. Abi sen orda şiir okumadın. Sen orda o şiir oldun abi. Kim var kim yok içinden geçtin pert ettin herkesi. Hem, o günden iki gün sonra gelmedim mi yanına söylesene. Hem de yalnız da değildim hatırla. Dedim bir umuttur, açtım telefonu aradım hatunu, hiç ses etmeden dinlettim seni, senin bitirişinle beraber bende telefonu kapattım. Ağlamış biliyor musun abi, dayanamamış. Sırf inat için benimle aylarca konuşmamış. Sen barıştırdın bizi abi. Sen mutlu ettin bizi bak yüzükler parmağımızda. Göster aşkım sende.
    -Oğlum çok sevindim lan Allah bozmasın e mi.
    +Sen de mutlu ol inşallah be abi. O kadar kıymetlisin ki, sanatınla, insanlığınla. Yalnızlık sana yakışmıyor.
    -Hadi o zaman iyi eğlenceler herkese, ben kaçar. Konular farklı yerlere gidecek keyfiniz kaçmasın. Görüşürüz.
    +Olmadı bu Can abi, yakalarım seni bir yerde yine.

    Kerata ya, ilk başta çıkaramadım ama yüzü tanıdıktı. O beni tanımasa günlerce düşünürdüm kimdi bu diye. Sıpaya bak, takmış kıza yüzüğü helal olsun. Bir sen beceremiyorsun zaten böyle şeyleri Can. Terzi de değilsin ki anlamıyorum neden dikemezsin kendi söküğünü.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    +9
    Çok sevdiğim bir şey de şudur ki, sabaha kadar bu sahilde oturabilirim. Sigaram olsun yanımda başka şeye ihtiyacım yoktur. insanların, kalabalığın içinde olmayı seven biriyim ama hava karardığı vakit yalnız kalmak istiyorum. gecenin siyahında kimseler olmasın yanımda. Ben, kendi içimde kaybolayım istiyorum.

    Saat gece 23:07, hava iyice soğudu artık.

    Sizlere bahsetmediğim bir şey var. Bir çanta. Siyah deri el çantam. içinde cebime koymaktan haz etmediğim şeyleri sıkıştırdığım ufak bir çanta. Güzel ciltli bir defter, kalemler, evimin anahtarı, çakmaklarımı içine koyduğum bir çanta. Her yerde bulunan bir şey ama ben seviyorum bu çantayı. Ne zaman aklıma bir şeyler gelse hemen çıkarır defterimi kalemimi yazmaya başlarım. Yazdıkça daha da aşık olurum hayallerime. Hayallerimde yaşattığım o güzelliğe.

    Evet evet, bir kadın var hayatımda. Yanii, aslında sizin gibi, benim gibi bir insan değil çünkü o sadece bir hayal. Bir yüzü yok yani, bir kimliği, karakteri yok. Ben o an nasıl bir ruh haline sahip isem, o da o hale giriyor. Kısacası duygusal hissettiğim bir anda, sanki tartışmışız gibi, ayrılmışız gibi davranıyor ve ben de buna göre metinlerimi aktarıyorum defterime. Ordan da notalarıma. Bazen ise o kadar mükemmel bir hayata sahipmişiz gibi hissediyorum ki, hemen süslü püslü küçük bir kız çocuğu gibi oluyor gözlerimin önünde ve neşe saçan cümlelerim oluyor. Ben de sevmedim kimseyi tıpkı Ahmet abi gibi. Onun hikayesi çok daha farklı benim hikayemden. Benim ki sadece keyfi bir durum, onun yaşadıkları içler acısı...

    Kalkmam lazım artık yoksa yarın müşterileri akan kırmızı bir burunla karşılama zorunda kalacağım. Gidip bir yere oturup bir şeyler karalarım belki, hem acıktım da, yemek yemem lazım.
    ···
  8. 8.
    +9
    Sahilden ayrılmam lazım artık çünkü buralarda sadece cafeler var ve ben gerçek bir yemek yemek istiyorum çünkü bütün günümü zaten aparatif şeyler atıştırarak geçiriyorum. Ara sokaklara dalalım bakalım, yeni mekanlar var mı.

    Bir dakika ya, şuralarda ufak bir yer olacaktı sanki bir kere denk gelmiştim. Güzel çorbası ve ocakbaşı vardı. Ulan ne yerim şimdi be kurt gibi de açım ki...

    Nerdeydi buu, şu sokakta mıydı acaba ya.

    -Pardon bakar mısınız?
    +Buyrun?
    -S.. Sen? Haha, şaka gibi değil mi ya. Yıldız Tilbe dinlemeye devam mı? Yoksa bu sefer de ben mi sırra kalem basıp akılda soru işaretleri bırakayım?..
    +Kahven çok güzeldi, teşekkür etmek için bakındım ama sanırım o kadar dalmışım ki çıktığını fark edemedim. Arkadaşına iletmiştim, sen gelinde söylesin diye ama kısmette yüz yüze söylemek varmış. (iki saate yakın cafede oturup kahve fincanına dalmasını izlememe rağmen, gülüşüne ilk defa denk gelmiştim bu anda)
    -Rica ederim, afiyet olsun. Eğer gerçekten hoşuna gitti ise ne zaman istersen aynı yerde bulabilirsin beni (tabi aklıma yine kahve içtiği zaman ki durgunluğuna dair sorular gelmeye başladı ama ben yine de gülümsedim ona karşı)
    +Tabi ki geleceğimden emin olabilirsin de, sen bir şey soracaktın galiba biraz önce.
    -Aa evet, sahilde dolaşmaktan yemek yemeyi unuttum da. Buralarda ufak bir yer vardı, bir kere denk gelmiştim ama tam yerini hatırlayamadım orayı arıyorum. Biliyor musun yerini?
    +Bir kahve daha yaparsan seni oraya zütürebilirim (çok şahane bir gülümseme daha)

    Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır derler ama benim kahvemin hatırı bu sefer çok kısa sürdü anlaşılan. Evet, insanlarla kolay anlaşan biriyim bunu size daha önce söylemiştim. Bu sefer ki muhabbet başlangıcı bir ilk olacaktı benim için çünkü nedenini benim de merak ettiğim bir durum vardı. Bir kaç saat öncesinde kahve servisi yaparken dikkatimi çeken kızla bir şekilde tekrar karşılaşmıştık ve bu sefer sorularımın cevabını alabilirdim. Akışına bıraktım herşeyi ve mekana doğru yürümeye başladık. Çok uzun sürmedi ulaşmamız çünkü aptal kafam, neredeyse tüm mahalleyi gezmeme rağmen bir sokağa bakmayı akıl edememiş. Hay Allah, neyse.
    ···
  9. 9.
    +11
    Yolda giderken hiç konuşmadık. Ne o bir kelime etti ne ben. Hatta öyle ki, birbirimize bile bakmadık. Onu bilmem ama ben girişken biri olmama rağmen neden konuşmadım ya da ona bakmadım şu an merak ettim.

    Sessiz sedasız oturduk masaya, menü falan ne arar zaten, yemekler sayılı. Geldi mekan sahibi tonton bir amca, isteklerimizi sordu. Paşa gönlün bilir usta, yolla bir şeyler maksat yaşamamızı sağlasın dedim. Hiç itiraz etmedi kız, ben bunu isterim falan demedi. Severim bak böyle insanları, cidden. Hani ortam ne gerektiriyorsa ona ayak uyduran kişilerdir bunlar. illa ki yırtık çoraptan çıkan serçe parmak gibi değillerdir. Anlayışlıdırlar. Biz oturmadan açmış telefondan müzik dinliyordu tonton amca. Kendi yağında kavrulup, sessizliğinde demleniyordu ki, biz dahil olduk. Zannederim ki müziği kapatmak için telefonu almıştı eline,

    -Yıldız Tilbe dinler misin amca? diye sordum, beklemiyordu tabi doğal olarak. Çünkü bi afalladı sorunun kaynağını aradı yaşlı gözleri.
    +Dinlerim evlat, bizlere göre yaşı gençtir, yaşanmışlıkları azdır ama iyi anlatır sevdayı, dedi.
    -Versene bize ordan bir kaç beste. Yüreğimiz Yıldız'dan, ağzımız senin biberlerden, ciğerlerimiz sigaranın dumanından yansın biraz, dedim.

    Hiç ses etmedi amca, usulca açtı müziği, koydu tezgahın bizden tarafına, döndü ızgaraya işinin başına.

    "Açılır sonsuz kere yoluna güllerim
    Koparıp atsan da solmaz gönlüm nafile
    Yokluğun soğuk tenine susadı tenim
    Üşüdüm yorgan misali seril üstüme

    Geceler boyu sevişmelerimiz bitmesin
    Gölgesi düşsün saçlarına aşk ateşimin
    Sakınıp sakla güneşim ol al ısıt beni
    Yüzünün sıcak kokusu kalsın ellerimde

    Kalbim duraksız haykırışlarda
    Ne yapsan ayrılamam senden asla
    Hafife alma aşk vurur insana
    Bu kadar kolay sanma delikanlım"

    Bende çok severim bu şarkıyı. Dinlerim yer yer, zaman zaman. Belki sözleri bir erkeğe hitap ediyor ama aşkını anlatan bir beste değil midir en nihayetinde. Bu yeter işte o notalarda kaybolmaya...
    ···
  10. 10.
    +8
    Bir yandan müziğin içinde kaybolurken bir yandan da karşımda oturan kızı izliyorum. Tanımadığım bir insanla, adını dahi bilmediğim bir insanlar aynı masada yemek yemek üzereyim. Konu ne, nerden geldik, nasıl geldik önemli değil benim için. Önemli olan o acı kahvenin tadı. Önemli olan her yudumunda içine akıttığı zehir. Merak ediyorum ya, bir sebebi yok ama öğrenmek istiyorum. Neden öğrenmek istiyorum onu da bilmiyorum.

    -Ben Can (gülümseyerek elimi uzattım tokalaşmak için)
    +Funda (elimi tokalaşma şekli ile değil de, dosthane bir biçimde tuttu)
    -Umuyorum ki memnuniyetimiz karşılıklıdır zira konuşmasak da suskunluk bile bazen mutluluk verir insana.
    +Sessizlik huzurlu...
    -...

    +Eveet gençler buyrun bakalım beğenecek misiniz.
    -Ellerine sağlık amcam.

    Sessizce yemeğimizi yiyoruz. O kadar sessiz ki, şarkı bile susmalıyım diye düşünüyordur eminim.

    Bilinmezlik insanı her zaman cezbeder, içine çeker. Kapılıyordum bu sessizliğin girdabına. Aradığım bir şeymiş gibi geliyordu bu durum. insanların gürültülerinden sıyrılıp, tanımadığım biri ile sessiz sedasız anlaşmak... Hoşuma gitmişti. Düşünün bir de karanlığı seven biri iseniz, kimselerin olmadığı bir yerde böylesi bir durumda olduğunuzu.

    Yemeklerimizi yedik, tonton amcamıza teşekkür edip oradan ayrıldık.

    -Ee, var mı bu sokağın gittiği bir yer?
    +Sen burada ne arıyorsun ki? Çalıştığın yer buradan uzakta değil mi? Neşeli insanların arasında olmaktansa neden karanlıktasın ki?
    -Karanlık, insanın içi değil midir? Her akşam yalnız kaldığında, odana çekilip ışıkları kapadığında, başını yastığa koyduğunda da zaten burada değil misin sanki? Ha odanda karanlıktasın, ha evinden işinden uzakta sokakta karanlıktasın ne fark eder. Kendini nerede iyi hissediyorsan orada mutlu değil misin?
    +Haklısın. Nedense gerçekten çok haklısın. Kahve içelim mi ne dersin?
    ···
  11. 11.
    +5
    insan neden kahveyi bu kadar çok sever ki? Ben normalde pek sevmem kahvenin tadını. Ha içerim tabi ki, ama sütlü ve bol şekerli olacak benim ki. O acı tadı bir türlü sevemedim gitti.

    -Olur, içelim. Var mı bildiğin bir yer?
    +Sen! (gülümsemesi gerçekten şahane)
    -Sana mı gidelim, bana mı?
    +Sana gidelim çünkü o kadar zaman oldu ki gitmeyeli, evimin nerede olduğunu hatırlamıyorum.
    -Taksi bulalım gel.
    +Yürüsek olmaz mı?..
    -Uzak sayılır, uzun sürer. Yorgun görünüyorsun.
    +Alışkınım ben. Hem sen bakma benim böyle göründüğüme, ne kadar güçlü olduğumu bilsen şaşırı...
    -Funda! Funda! Cevap ver! Kendine gel!
    -Yardım edin, ulan kimse mi yok!

    Fazla uzaklaşmamıştık zaten tonton amcanın mekanından, duymuş bağırdığımı koştu geldi. Sorgulamadan telefonuna sarıldı. Sürekli kendisine gelen bir kaç tanıdığı varmış taksici, kısa sürede yetişti biri alel acele yetiştik hastaneye...
    ···
  12. 12.
    +5
    Zaman geçmek bilmez ki kendine gelsin Funda. Saatler zaten baş belasıdır her konuda, bu sefer tamamen boğuyordu beni, ilerlemeyişi ile...

    Gece yarısını geçmişti, hatta sabaha ulaşmak üzereydik. Doktorun söylediğine göre, gerçekten göründüğü üzere yorgun düşmüş. Hatta öyle ki, kendini o kadar zorlamış ki, vücudu zarar görecek dereceye gelmiş neredeyse. Neden? Neden yani...

    Güneş doğuyor. Ulan be, salak gibi bir de ben yordum gece kızı o kadar. Aptal kafam! Neyse, bunları düşünmek bir fayda getirmez insana. Ellerini tuttuğumu hissediyor mu acaba? Şimdi uyansa ve bunu bilse kızar mı ki? Bıraksam mı? Yok yok, ne olursa olsun yanında birinin olduğunu bilmesi, hissetmesi güç verir. Hem bir şeyi yok ki, uyuyor sadece. Ben de uyuyorum, yalnız uyumak insanı bir nebze üzüyor evet ama şu an o yalnız değil ki. Ben varım. Tanımıyor olsa da, destekçisiyim şu an. Evet evet, bu onun iyi hissetmesini sağlar.

    Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyorum şu an ama o uyanmadan kırpmak bile istemiyorum. Nefes alış verişlerini duyuyorum. Gerçekten de dediği kadar güçlü bir kız olmalı. Acaba ne kadar zamandır uyumuyor, bir şeyler yiyor muydu peki bu zaman içinde. Sadece kahve ile yaşamayı düşünmüyordu umarım. Of, umarım kendini toparlarsın kısa sürede.

    Hemşire kontrole geldi, hala uyuduğunu gördü. Bana sordu hiç uyandı mı diye hayır dedim. Ben uyumadım belki o uyanır da bir şeye ihtiyacı olur diye. Sevgili misiniz diye sordu hemşire, hayır dedim. Hatta birbirimizi tanımıyoruz bile. Ufak bir tesadüf üzerine buradayız şu an. Belki dün akşam o tesadüf olmasa şu an çok daha kötü durumda olabilirdi.

    Düşünebiliyor musunuz? Bir insanın, aniden yardıma ihtiyacı olması ve kimsenin yanında olmaması... Bu ne kötü bir durumdur kim bilir.

    -Funda! Funda iyi misin? Çok şükür uyandın, dediğin kadar varmışsın gerçekten!
    +Can...
    -Uyuman lazım, hadi kapat gözlerini. iyi olduğunu görmek yeter bana. Hem bak, burada hemşire hanım da var. Biz buradayız, sen iyi ol diye. Şimdi uyu bakalım. Daha kahve içeceğiz hem (gülümseyerek)

    içim biraz olsun rahatlamıştı. Biraz diyorum, çünkü kendine gelmesi epey zaman alacaktı. Hastaneye beraber girdiğimiz gibi, beraber çıkmadan ben de buradan ayrılamaycaktım. Cemil abiyi aradım, izah ettim olanları. Kral adam be şu Cemil abi. Hemşire hanımdan ricada bulundum, kantine gidip bir çay alıp gelene kadar Funda'nın yanında kalması için. Koşar adımlarla indim kantine, geri dönüşüm de hızlı oldu. Teşekkür edip gönderdim hemşireyi. Yine elini tuttum Funda'nın, beklemeye başladım...
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +5
    +Günaydın. Günaydııııın. Yaa uyansana hadiii. Of, CAAN!
    -Hı, günaydın (boğuk ve anlaşılmaz bir şekilde)

    sağa sola bakındın ilk başta, çünkü nihayetinde ben de dün sabahtan beri uyumuyordum her ne kadar Funda kadar olmasa da. Onu beklerken ben uyuyup kalmışım yatağın kenarında ki sandalyede. Funda ile aynı yastığı paylaşmışız düşünebiliyor musunuz? Tabi baba seslenene kadar kendisi kalkmış, hazırlanmıştı bile.

    -Ne zaman kendine geldin sen? Neden seslenmedin bana? iyi misin, nasıl hissediyorsun kendini? Çok korkuttun beni haberin var mı!?
    +Ya bir dur sakin ol, bir nefes al. Uyandım, çok acıkmışım kalkmak istedim, elimi öyle sıkı tutmuşsun ki ilk başta kalkmak istediğimden emin olmak için biraz düşündüm hatta. (tabi ben kızarırım burda çünkü bunu bilmesini istemezdim, ne derdi bilmiyordum çünkü)
    -B.. Ben... Yani, destek olmak için aslında yanlış anl...
    +Problem değil (gülümsüyordu) Hem bütün gece kendimi güvende hissetmiştim demek ki nedeni buymuş (hala gülümsüyor)

    Tabi ben ne diyeceğimi bilmiyorum bu esnada. Konu değişsin diye hemen kalktım, saçımı başımı düzelteyim diye ama ne gezer. Boynum öyle bir tutulmuş ki sanırsın kafamı olduğu şekilde sabitlemişler.

    Benden çıkan acıklı bir ses, Funda'nın "Noolduu" diyerek hemen yaklaşıp boynum ile ilgilenmesi, zamanın yavaşlaması, onun nefesinin yüzüme-boynuma-saçlarıma hükmetmesi... Daha fazla konuşamayacağım çünkü sonrası bende yok...

    +Can!.. Hey... CAAAAN!
    -H.. Hı? Noldu? (gözüm uzaklara dalmış bir vaziyette)
    +Nerelere daldın acaba, bir soru sormuştum.
    -Yok bişe dalmışım sadece, ne sormuştun ki?
    +On dakikadır boynuna masaj yapıyorum artık ellerim yoruldu, daha iyi misin diye sormuştum.

    On dakika mı!? Ne on dakikası ya!? Daha az önce ulaşmamış mıydı nefesi bana? Bir kaç saniye önce yani. Şaka mı yapıyor acaba, yoksa gerçekten zaman ışık hızına mı geçmişti?...

    -inanamayacağın kadar süper hissediyorum şu an teşekkür ederim (bir gülümsemişim var ya, ben şaşırdım öylesine coşkulu olmasına)
    +Oo, Can bey. Bakıyorum neşeniz yerinde. Uyumak iyi geldi sanırım.
    -Seni iyi görmüş olmak bana kendimi iyi hissettirdi. Dün akşam benim yaşadığım korkuyu yaşamış olsaydın anlardın beni.
    +Laf çarpmanın sırası değil, hadi gidelim kahvaltı yapalım ben çok acıktım karnım zil çalıyor (gözlerini kocaman açıp bakarken incelen ses tonuyla beraber çıktı bu kelimeler ağzından)
    -Tamam, bende acıkmışım zaten gidelim hadi.

    Gerekli işlemleri yaptık, kendisine dikkat edeceğinin sözünü aldıktan sonra yola koyulacak iken;
    +Merak etmeyin Sema hanım (Sema bizimle ilgilenen doktor hanım), ben kendime dikkat etmesem bile yanımda artık güvenebileceğim biri var. ikinci bir canım var artık, Can...
    Neeey? Ne dedin sen? Canım mı dedin? Bana mı? Yok artık abartma sende, kimse bana o şekilde hitap etmez çünkü kimse bana o kadar değer vermez. Ha severler tabi ama muhabbetim iyidir, şarkılarım güzeldir o yüzden severler. Canını emanet edecek kadar sevmezler ki...
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +8
    Size biraz Funda'dan bahsedeyim. Boyu yaklaşık 1.70 galiba, öyle ne çok zayıf ne kilolu. Yani tam kendine yakışan kilosunda, olsa olsa 60 civarıdır yani. Elleri cebinde oluyor genelde, pek denk gelmesem de bu duruma, bir şeyler anlatırken konuşmasına elleri de dahil oluyor. Mimikleri, bakışları, jestleri bu kadar uyum içinde olamaz bir insanın. Yürürken genelde gökyüzüne bakıyor. Morali bozuk olanlar genelde kendi içine kapanır başını öne eğer ve susarlar. Ama o farklı, yukarı bakıyor. Üzgünlüğüne dair bir surat ifadesi göremezsiniz ama anlarsınız bir şeyi olduğunu. Ellerini cebine sokar, omuzlarını yukarı kaldırır, kısa kısa hızlı adımlar atar. Bazen yürürken, attığı adıma doğru sallanır sağa sola. Kimse bu şekilde bir gizem yaratmamıştı. Bu şekilde derken, dışarı bir şey yansıtmayan yani. Gülümsüyor elbette, çok da yakışıyor ama pek sık görmedim gülümsediğini. Sadece bir şey söylerken yada bir durum içerisindeyken. Binlerce kötü durumun içinde tek bir güzel şey bulmuş gibi yani. Nadiren. Saçları ne düz ne de fazla dalgalı, kendime has bir tarzı var. Dağınık duruyor saçları ama cidden çok yakışıyor kendisine, paspal bir duruşu yok yani. Ev stili diyelim, dünya onun evi diyebiliriz bu durumda. Böyle, uzun uzun, hafiften denizi andıran dalgaları var saçlarının. Bu arada kahverengi saçları, kaşları, kirpikleri... Uzun uzun, ok gibi kirpikleri var. Açık iken kaşlarına uzanıyor, göz kırptıkça resmen rüzgar yaratıyor o kirpikler. Bir şeye dikkat ettim, bazen sağ kaşı havaya kalkıyor. Aynısını bende yaparım istemsiz olarak. Bazen farkına varır hemen düzeltirim yüzümün şeklini. Ama o fark etmemiş henüz çünkü şu anda bile sağ kaşı havada. inanamazsınız, mükemmel duruyor bu yüz ifadesi onda. Mesela bütün gece avuçlarıma olan, saatlerce izlediğim ellerinden bahsedeyim. Pürüzsüz elleri var. Tek kelime ile anlatmam gerekse, bu kelimeyi kullanırdım. Tırnakları uzun ve bakımlı, oje sevmediğini tahmin ediyorum çünkü yoktu. Yumuşacık, sıcacık eller...
    ···
    1. 1.
      0
      Güzele benziyor, ayraç.
      ···
  15. 15.
    +4
    Pelin.

    Eski sevgilim. Eski demek gelmiyor içimden aslında ama el mecbur. Geçmişte yaşayan, insanın içinde hatıralar bırakan biri işte. Hani insana dert olan derin yaraları açan insanlardan. Unutmak zor oluyor bazı şeyleri, yaşananları, yaşanması için kurulan hayalleri, o hayallerde ki mutlulukları... "UNUT!" dedi bana her şeyi. Hayallerimizi unut, asla ama asla gelmesin aklına. Kahkahalarımızı unut. Yüzümü unut mesela, adımı, sana nasıl baktığımı, Can'ım derken aslında sahiplendiğim için değil, bedenimi yaşatan canım olarak sevdiğimi unut. Ben unuttum, sen de unut Can. Unutmalısın. Kendin için, kendi iyiliğin için bana ve bize dair her şeyi unutmalısın ki ileriye bakasın...

    Kendi şehrimde yaşıyordum o zamanlar işte. Doğduğum, büyüdüğüm, karış karış ezbere bildiğim şehirde. Tek kelime etmedim bahsettiğim şeyleri söylediğinde. Bir eyvallah bile çekmedim açıkçası. Bir şey dememi de beklemezdi zaten, eminim. Uzun zaman duramadım zaten oralarda, çünkü her adımı hatıralarla doluydu. Her köşe başı, her park, her cafe... O zamanlar sadece ona söylerdim şarkılarımı, şimdi herkese anlatıyorum yaşadıklarımı şarkılarla şiirlerle. Ne düşünüyorlar bilmiyorum ama ben söylediğim şeyleri zihnimde uydurmuyorum. Her nota, her beste benim geçmişe dair günlüğüm. Ben eski defterleri karıştırıyorum, insanlar beni dinliyor. Ben acılarımı tekrar yaşatıyorum, insanlar acılarıma kadehler kaldırıyor. Dedim ya size, yeni insanların içinde olmak istiyorum diye, işte o insanların her birinde mutlaka ona dair bir şeyler bulabiliyorum. Kiminin yürüyüşü, kiminin taktığı tokası, kiminin saçlarını toplayış şekli... içimden geçmiyor değil bazen, keşke her insandan bir şeyleri alıp katabilsem birine ve o Pelin olsa diye. Sonra vazgeçiyorum. Biliyorum, aynı insana sahip olursam, aynı şekilde yine yalnız kalacağım. O yüzden, binlerce farklı insanda sevdiğim bir insanı bulmak daha güzel. Uzun uzun anlatırdım size Pelin'i ama dikkatimi dağıtan bir şey var. Biri. Funda...

    Yavaş yavaş anlıyorum ki, Funda ona asla ama asla benzemiyor. Tek bir hareketi bile, bakışı bile, konuşması, susması, gülümsemesi... Evet evet! Şimdi anlıyorum! Bu sebepten kendine çekiyor beni. Daha önce karşılaşmadığım biri, tanımadığım biri. Kesinlikle ama kesinlikle Pelin'den eser bulunmayan biri...
    ···
  16. 16.
    +3
    +Caaan, hadi ama seni bekliyorum daldın yine!..
    -Tamam tamam geliyorum..
    ···
  17. 17.
    +6
    Hastaneden ayrıldık ve artık gerçekten acıkmıştık çünkü konuşmalarımız dahi midemizden gelen sesleri bastırmaya yetmiyordu. Uzun zaman sonra dinlenmiş olmasından sebep herhalde ki, gece yüzünde görmek istediğim gülücükler yüzünde güller açtırıyordu sürekli.

    Fazla uzakta değildi zaten kahvaltı yapacağımız yer, pek sürmedi yani ulaşmamız. Geçtik cam kenarında bir masaya. Akşam ki soğuğa inat güneş çok güzel ısıtıyordu bizi ve her yer hala yemyeşil renkler ile bezenmiş haldeydi. Severim ben bahar havasını, kışa geliyorduk ama serin ve güzel bir hava vardı bugün. Kuş sesleri en güzel ezgilerdi kulağımıza gelen. Garson geldi, isteğimizin olup olmadığını sordu. Ben kahvaltıda tereyağını çok severim mesela. Sadece onu yerim ekmeğin üzerine sürüp. Biraz da tuz üzerine, eşsiz bir lezzet bana göre. Funda da aynısını istedi, belli ki hem merakından hem de bana eşlik etmek için. Güç toplaması gerekiyor, masayı donatmasını istedim garsondan. Bir kaç dakika içinde şahane bir kahvaltı sofrası vardı önümüzde. Ekmekleri kızartmalarını istemiştim ve sağolsunlar kırmadılar beni. Sıcacık ekmek üzerine sürdüm tereyağını ve hafif tuzladım. Pek huyum değildir ama Funda'ya ikram ettim ilk dilimi. Çocuksu bir heyecanla elimden almaktansa, benim elimde iken ısırdı ilk lokmasını. Şaşırdım, beklemezdim böyle bir hareketi. Gülümsedi bana bütün büyüleyiciliği ile. Mutlu oldum, gerçekten sanki yıllardır içimde atıp duran kalp bir başka ritimle atmaya başladı. Hani ben sıcak kanlıydım ya, o da öyleymiş meğer.

    Benim aklımdan çıkıp gitti bütün açlığım çünkü onu izlemeye dalmıştım. Bir elim yanağımda, masaya dayanmış şekilde seyrediyordum onun kahvaltı yapmasını. O kadar dalmış ki, bir ara çayını yudumlarken bana ilişti gözleri.

    +Sen neden yemiyorsun?
    -...
    +Can?
    -...

    Bir anda irkildim sonra, bir lokma ekmeğin üzerinde tereyağı ve çilek reçeli vardı gözlerimin önünde.

    +Bak böyle de çok güzel oluyor güven bana (gözleri gözlerime adeta ömürlük gülümsüyordu)
    -Hiç denemedim ama, sevmezsem darılmak yok bak
    +Aç bakalım ağzını (resmen bir bebeksi bakış)

    Onun elinden bir şeyler yiyordum. Daha önce hiç yapmamıştım böyle bir şey, farklı bir histi bu. Heyecanlandım. Hoşuma da gitmedi değil hani.

    -Bu kadar güzel olmasının sebebi bence reçel yada tereyağı değil (yüzümün kızarmaya başladığını hissediyordum çünkü bir sıcaklık geldi suratıma)

    Sadece gülümsedi. Ama öyle boş bir gülümseme değil. Omuzlarını kaldırdı, başını hafif öne eğerek gülümsedi. Anladım ki hoşuna gitmişti ve biraz da utangaçlık...

    Onu tanımak istiyordum ama nerden başlasam, ne sorsam bilmiyordum.

    -Neden Yıldız Tilbe şarkıları?
    +Efendim?
    -Kahvenin tadı, neden Yıldız Tilbe'nin şarkıları gibi?..
    +Çünkü deli dolu birinin acıları da var o şarkılarda...
    -Peki bugün de içecek misin bir kahve daha?
    +Bilmem... Şu an için öyle bir düşüncem yok gibi.
    -Gel benimle (birden masadan kalkıp elimi uzattım bana eşlik etmesi için)
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    +3
    O bilmiyordu henüz benim şarkılar söylediğimi. Sadece cafede çalışan biri olarak tanıyordu. Masadan uzaklaştık, mekânın orta taraflarında boş bir alan vardı. Ben önde, o arkada el ele o boş alana geldik.

    +Aklında ne var acaba? (büyük bir merak içeriyordu sorma şekli)

    Sarıldım ona. Evet evet, ben de şaşırdım bunu yapabildiğim için. Bir anlık cesaretle kendime çekip sarıldım. Neredeyse fısıldayarak söyledim ona bir şarkımı. Bir yandan dans ediyor, bir yandan şarkılar söylüyorduk ilk parçadan sonra. Kim bakardı, kim ne derdi, birileri var mıydı o an orada unuttuk, umursamadık. Deli dolu iki insan gibi, iki aşık, iki dost, iki kardeş gibi eğlendik o an. En son yoruldum artık dedi, bende öyleydim zaten ama değmez miydi devam etmeye? Nefes nefese kalmış olmamıza rağmen o kadar güzel kahkahalar atıyorduk ki gözlerimizin içine baka baka.

    Dünya durmuş muydu acaba? Yada zaman mı yavaş akıyordu her zamankinden? Duvarlar yok olmuştu bir baktım ki, her yer yeşillik, her yer mutluluk ve huzur nehirleri. Kuşlar bize eşlik eder, kelebekler pervane etrafımızda. Bulutlardan çiseleyen yağmur damlaları adeta yaşam sunmuştu o anda. Gözleri, dermanı olmadan her derde deva idi. Sustuk ikimiz de, sadece baktık. Gözlerimizin, yüzümüzün her ayrıntısına kadar inceledik. Alkış sesleri ile normalde döndü dünya. Kuşlar havalandı, kelebekler saklandı, duvarlar teker teker yerine oturmaya başladı. Zaman normal seyrinde akarken fark ettik orada birilerinin olduğun ama garipser gözlerle değil hayranlıkla bakıyorlardı bize.

    +Teşekkür ederim Can. Yeni bir hayat, yeni bir dünya, yepyeni bir can bağışladın bana... (Mutluluktan dolmuş gözlerle gözlerime bakarak)
    -Teşekkür ederim Funda. Baharlarıma hayat verdin, pınarlarıma sular serptin, gökyüzüme güneş oldun doğdun bir gece yarısı. (Sıkı sıkı sarılarak)

    Neden? Nasıl? Daha dün akşam üstü sadece bir kahve istemişti bu kız benden. Şimdi ne oldu da birbirimize hayat bağışlamış gibi hissediyoruz?
    ···
  19. 19.
    +5
    Acaba sadece kendimi mi kandırıyordum? itiraf etmekte zorluk çekiyor olabilir miydim? Aşık oluyor olamam değil mi? Hem, akşamdan sabaha bu mümkün olabilir miydi? ilk görüşte aşk diye bir şey de var oysa ki... Of, gerçekten kafam karıştı şimdi.

    Zaman...

    Uzun zaman...

    ihtiyacım vardı sanırım buna. Neden yıllarca işten başımı hiç kaldırmadığımı anlıyorum. Benim, ekgib kalan bir yanım varmış ve bu tamamlanıyor gibi. Ama korkuyorum, gerçekten korkuyorum. Bem uzun yıllar boyunca kendi kendime yetmiş, kimseyi sevmek gibi bir ihtiyaç hissetmemiş, en ufak sevgi zerresine dahi muhtaç olmamış biriydim ama...

    Ama bugün yaşadıklarım? Henüz daha üzerinden kısacık zaman geçmiş olan yaşadıklarım?..

    Funda... Güzel isim. Daha önceleri sadece bir kişide duymuştum bu ismi, ki zaten onunla da hiç muhabbetim yoktu, telaffuz etmemiştim hiç bu kadar fazla.

    Yüzüne bakıyorum, dün akşam ki hali ile alakası yok. Dün yaşamayı öğrenmiş bir ceset vardı karşımda, bugün ise asla can vermek istemeyip hep bu halde kalmak isteyecek biri. Hala sormam gereken şeyleri sormadım kendisine. Meraklar içerisindeyim ona karşı. En büyük soru işaretlerim onu gösteriyor cevap bekleyerek. Gecenin ay ışığı, gündüzün serin gölgesi, uzanıp dinlendiğim çimenlerin kokusu vardı onda. Bir dakika! Size bahsetmem gereken bir şey daha var ona dair. Kokusu...

    Bugün, az önce, kahvaltıda iken, dans ettiğimiz sırada, ona sarıldığım anda hayallere dalmama sebep olan en büyük etkenlerden biri idi kokusu. Mest eder insanı içine çektiği anda. Huzurun kokusu olur mu? Mutluluk dediğinde o koku gelir mi aklına? Keşke tüm evren Funda koksun der misiniz? Dersiniz... Bir kez farkına varsanız, emin olun daha fazlasını istersiniz. Ben şu an istiyorum çünkü.

    -Funda!
    +Efendim Can?
    -...
    +...
    -Fundaaa...
    +EFENDiiiiM (gülümsüyor)

    Kalp atar, atar da ritmi tavan yapar hani. Akar ya damarlarından her bir zerrene o kan, akar da can verir ya sana. Bakar ya gözler görmek istediği şeye, kulaklar istediğini duyar bütün gürültünün arasından. Ter basar insanı, titremeye başlar elleri, bacakları sanki artık onu taşımakta zorlanıyor gibi olur ya insanın. Koşar koşar nefes nefese kalırsın da hızlı hızlı aldığın havada ki oksijen başını döndürür ya fazla geldiği için. ister de koşamazsın ya bazen, elini uzatır da tutamazsın hani bir şeyi. Yaşamaya dahi mecalin kalmaz, bitsin artık bu gün, akşam olsun, batsın güneş, yorgunluk çöksün üzerime ki uyuyup bu sıkıntıdan kurtulayım dersin ya. Bir şeyi ya çok seversin ya da nefret edersin ya. Ya olsun, ya da asla karşıma çıkmasın dersin.

    -Funda bir şey söylemek istiyorum... istiyorum da, nasıl seçerim kelimelerimi, nasıl dile getiririm, nasıl söylerim bilmiyorum.
    +Dinliyorum, hem korkma benden daha adam yemiyorum ki (şapşal bir gülümseme takınır anında)
    -Bir fincan acı kahvenin telvesinde okudum seni dün akşam. Meraklandım, soramadım. Yanına gelmek istedim, vazgeçtim, yapamadım. Korktum mu? Hayır, korku değil. Anlamadığım bir şey var. Cevabını bilmediğim. Soramadığım. Sormaya cesaret etsem de doğru cümleyi kuramadığım bir sorum var. Neden Funda? Neden? Beni sana çekiyor oluşun için bana bir tek neden ver. Bir cümle, bir kelime bile yeter. istersen saatlerce en anlamsız cümlelerini savur bana. istersen sadece bakışınla anlat istediğini ağır ağır işle ruhuma. Neşelendim, hüzünlendim, büyülendim, heyecanlandım, korktum senin yanında ve yaşayabileceğim daha ne kadar duygu varsa akşamdan beri senin yanında yaşıyorum. Neden? Anlat bana bunu. Kimsin sen?
    +Can...
    -Efendim?
    +SENi SEViYORUM... (Dolu dolu gözlerle söyledi bunu bana ve lafı biter bitmez kemiklerimi sızlatarak öyle bir sarıldı ki)
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    +3
    -Ne!? Ne dedin sen!? Yanlış mı duydum? Kulaklarımın o kadar gürültü içinde duymak istediği şeyi duyduğundan şüpheliyim.
    +Doğru duydun Can. Funda... Dün akşam tanıdığın, gece boyu hasta yatağında yanından ayrılmadığın, zihnine yüzlerce soru işaretini eken Funda. Aşık sana. Deliler gibi...
    -Ama nasıl olur bu? (hayatta yaşadığım en büyük şoklardan birini ifade edercesine sordum)
    +Nasıl mı? Sen bilmezsin beni, tanımazsın, görmezsin, duymazsın. işi başından aşkın olan Can, şarkılarında, ezgilerinde, şiirlerinde yok olan Funda. Evet. Uzun zamandır tanıyorum seni. Hatta bu şehire, istanbul'a geldiğin ilk anlardan beri. O cafede işe başladığın, not defterinde parklarda yatmaya başladığın, denize karşı derin derin sigaranı içtiğin o ilk geceden beri tanıyorum seni. Uzaktan uzaktan, sessiz sedasız, kendi kendime seviyorum seni. içimde, derinlerde bir yerlerde yaşatıyorum seni. Karanlıklarımda, gök yüzümde, sokaklarımda, yağmurlarımın altında yaşatıyorum seni. Görmedin beni hiç dimi sen! Fark etmedin dimi bunca zaman! Bilmedin! Haberin dahi olmadı varlığımdan! Duymadın ki çığlıklarımı! Üç yıl boyunca her şiirini, her besteni, her adımını ezberledim. Her gece, sabahlara kadar seni dinledim. Seni izledim be adam! Seni özledim durmadan, sana hasret kaldım dokunmadan! Ne vardı da geldin buralara söyler misin!? Neden ilk geldiğin gün girdin o cafeye? Neden içtin söyler misin o zehir gibi kahveyi!? Ne vardı, o günden sonra neden bir daha asla ağzına sürmedin o kahveyi? Ben çok mu seviyorum hı!? Ben bayılıyor muyum o iğrenç kahve tadına?
    -Kahve?.. Hayatımda içtiğim ilk sade kahve. Otobüsten inip ayılmak için içtiğim, zar zor yudumladığım o kahveyi mi diyorsun sen?
    +O tabi geri zekalı başka ne olabilir ki? Yanında ben vardım sen o kahveyi içerken. Dibinde, bir adımdan daha yakın yerde. Ben. Funda! Ben o gün o dakika gördüm seni işte. Yazdın, yazdın. Saatlerce bir şeyler karaladın durdun o deftere! Gözüm ilişti bazen, acı dedin. Kahveden daha acı bu ayrılığın tadı. Ben daha bir fincan kahveye dahi dayanamazken nasıl dayanır yürek asla ama asla bir daha görüşmemeye... (hüngür hüngür ağlamamalıydın karşımda be) Merak ettim, takip ettim, peşine düştüm. Bu ceket. Bu siyah, eski deri ceket sana ne kadar yakışıyor diye düşündüm günlerce. Hiç dedim, hiç çıkarma onu üzerinden. Bu kadar yakışmaz sana başka bir şey. Saçın... Sakalın... Üç yıldır hiç kesmedin. Hep aynı kaldı. Hep seni tanıdığım gibi kaldın. Ben seni takip ederken sahillerde, sen ciğerlerine çekerken dumanı, hep acı kahve vardı benim elimde. Hep... Bir gün bile olsa o kahveyi içmeden geçirmedim. Anlamak istedim seni. Ne hissettiğini öğrenmek istedim.
    -Peki öğrendin mi? Anladın mı ne geçiyormuş aklımdan?
    +Anladım Allah'ın cezası anladım. Kahrolsun ki anladım. Üç yıl lan. Koskoca üç yıl peşindeydim. Yemedim. içmedim. Uyumadım. Adım adım arkandaydım. Ayrılmadım bir kez olsun. Sen sanıyor musun ki, akşam ki kahve, yüzümün hissizliği şans eseri. Yetti artık Can. Yetti bu kadarı. Daha fazla anlayamıyorum seni. Daha fazla derinlere inemiyorum. En dipteyim. En zifiri karanlıklarımdayım. Üşüyorum sensiz be adam. Ölüyorum be anlasana...
    Tümünü Göster
    ···