1. 1.
    0
    dün işten haksız yere çıkarılışımın ardından bu sırlarla dolu şirketin tüm bilgilerini paylaşma gereği duydum. emin olun duyduklarınız kanınızı donduracak cinsten...

    dünyada ve ülkemizde neler oluyor hiçbir şeyden habersiz yaşadığınız bu yer yüzünde aydınlığa ulaştıracak bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum

    hatta çok daha köküne, şirketin kurulduğu 1909 yılından itibaren anlatacağım ve bugünden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
    ···
  2. 2.
    0
    part 1

    şirket hırvatistanda kurulduğunda nicola tesla henüz 53 yaşındaymış. o yıllarda çok fazla amerika'dan çağrılıp gizli işlerde fikirleri alınırmış.

    ama tesla'nın herkesten gizlediği ufak oluşumu ascension adası'nda derinden derinden büyümeye çoktan başlamış.

    şirketin amacı doğaüstü güçler barındıran insanlar yetiştirmek ve onları insanlık yararına kullanmakmış.

    şirketin eski ortaklarından srđan aleksić ölmeden 3 yıl önce 1990 yılında yaptığım konuşma bu bilgileri edinmemde önemli rol oynadı. çünkü aleksic'in babası ve tesla o yıllarda çok sıkı dostlarmış.
    ···
  3. 3.
    0
    part 2

    neden bu şirketin temelleri ascension'da atıldı diye bir soru sordum alexic'e... acı acı tebessüm etti. şarap'tan bir yudum daha aldıktan sonra o çatallı sesiyle...

    alexic: nicola oradaymış...
    ben: anlamadım?

    alexic'in gözünden birkaç damla yaş geldikten sonra devam etti...

    alexic: bunu anlamanı beklemiyorum ama nicola, yüce isa göğe yükselirken oradaymış ve kendisini insanlara denizci olarak tanıttığı o yıllarda yaşadığını iddia etmişti. başlarda delirdiğini düşündük ama haklıymış evlat...
    ben: ama bu nasıl olur? isa göğe yükseldiğinde henüz 1500 yılındaydık!
    alexic: anlamanı beklemiyorum demiştim...
    ···
  4. 4.
    0
    part 3

    şirketin geçmişi ve kuruluşuyla ilgili detayları paylaşmaya devam edeceğim ancak öncelikle bu işe nasıl girdiğimi anlatmak isterim.

    1989 yılında üniversiteden yeni mezun olmuş ve aylak aylak iş bakmakla vakit geçiriyordum. uzun aylar bölümümle ilgili bir iş bulamayınca ve borçlar gırtlağa dayanınca beyazıt sahaflar çarşısında bir kitapçıda tezgahtar olarak işe başladım.

    başlarda herşey güzeldi. sabah gelip dükkanı açıyor, diğer dükkanlardakilerle selamlaşıyor, çay içip simit yiyordum. öğlene kadar hiç iş olmazdı. öğleden sonra öğrenciler gelir ve onları dükkana çekmek için şebeklik yapardım.

    bir gün o çıkageldi... yemyeşil gözlü, bembeyaz dişli, simsiyah saçlı bembeyaz tenliydi...

    yanıma doğru yaklaştığında sadece donuk gözlerle ona bakıyordum. nutkum tutulmuştu...

    kız: martin heidegger'i arıyorum...
    ben: kim, ne?
    kız: martin heidegger...
    ben: ta, ta tanımıyorum...
    kız: sen yenisin galiba?
    ben: e, evet 1 hafta oldu işe başlayalı...
    kız: ha anladım. martin heidegger, sein und zeit... kitabın adı

    dedi ve gülümsedi... şaşkın şaşkın ben de gülümsedim ve dükkana girip kitabı aramaya başladım. ona da bir çay söylemiştim, yenisine oturmak yerine eski kirli sandalyeye oturmayı tercih etmişti. gözlerini bana dikmişti.

    raflara bakarken kapının kapatıldığını duydum. arkamı dönüp kim olduğuna bakmak istediğimde 2 tane takım elbiseli ve güneş gözlüklü adamın kıza silah dayadıklarını gördüm...
    ···
  5. 5.
    0
    part 4

    2 takım elbiseli adam ilk görüşte aşık olduğum kıza silahı dayamış ve bilmediğim bir dilde birşeyler söylüyorlardı.

    ben ise korkudan elimdeki kitabı yere düşürmüştüm... ikisi birden gözünü bana dikmiş ve yine bilmediğim bir dilde bana birşeyler söylemişti. anlamamıştım...

    kız: dışarı çıkmanı istiyorlar.
    ben: ben, şey hayır seni böyle bırakamam. kim bu adamlar?
    kız: vaktimiz yok lütfen dışarı çık!
    ben: hayır, polis çağıracağım!
    kız: lütfen, cenk lütfen dışarı çık!

    adımı söylediğinde donup kalmıştım...

    ben: sen, adımı nereden biliyorsun?
    kız: çık dışarı lütfen...

    gözleri dolmuştu, yeşil gözlerine baktığımda ona güvenmem gerektiğini hissetmiştim ve dışarı çıktım.

    hemen komşulara durumu anlatmak istedim ancak tüm dükkanlar kapanmış, sahaflar çarşısına giriş kapısı da kilitlenmişti. rüzgar alabildiğine esiyordu. rüzgarda uçuşan bir sayfa gelip yüzüme yapışmıştı... sayfaya alıp baktığımda üzerinde "sein und zeit" yazdığını gördüm...
    ···
  6. 6.
    0
    part 5

    yüzüme yapışan kağıdı şaşkınlıkla katlayıp arka cebime koydum ve gizlice kapıya yaklaşıp ne konuştuklarını anlamaya çalıştım.

    sanırım yunanca konuşuyorlardı, hiçbir şey anlamıyordum.

    o sırada omzuma bir el dokundu, aniden korkarak arkamı döndüm. 7-8 yaşlarında yeşil gözlü kızıl saçlı bir kız çocuğuydu bana dokunan...

    ben: sen de kimsin?
    çocuk: ne konuştuklarını mı merak ediyorsun?
    ben: evet de sen kimsin?
    çocuk: şşş... dinle...

    ürkmüştüm, bugün burada gerçekten çok garip şeyler oluyordu ama korkunun da ecele faydası yoktu. çocuk kulağını kapıya dayadı ve...

    çocuk: bunun olduğuna emin misin?
    - evet eminim
    bakın azizem, bu çok tehlikeli, size zarar verebilir.
    - tanrı aşkına holger, bana kimse zarar veremez. ben bir azizeyim!
    o zaman karar sizin azize helena...

    çocuk: konuşmaları bitti
    ben: tüm bunlar ne demek oluyor, hiçbir şey anlamıyorum.

    çocuk yavaş yavaş yüzüme doğru keskin gözlerle bakmaya başlamıştı, ufak adımlarla üzerime geliyordu. sağ elini ayaklarının ucuna basarak alnıma koydu.

    çocuk: uyan.. uyan cenk... uyan!

    gözlerimi açtığımda yatağımdaydım. yaşadıklarımın gerçek olup olmadığını beynim henüz algılayamamıştı... ta ki kapı çalıp karşımda azize helena'yı bulana kadar...
    ···
  7. 7.
    0
    part 6

    ben: sen... helena?
    helena: içeri girebilir miyim?
    ben: tabi... gel

    helena uzun ve simsiyah saçlarını oturduğumuz masaya sermişti bile çoktan... bir süre uzunca dua ettikten sonra bir bardak sıcak süt rica etti.

    dolaptaki 1 haftalık sütümü ısıtıp bardağa boşaltırken, sütün bozuk olma ihtimali içten içe canımı sıkıyordu. nedense tadına bakmak hiç aklıma gelmemişti. sadece öylesine ısıtıverdim işte...

    ben: buyur, afiyet olsun
    helena: teşekkür ederim.

    sütten bir yudum aldı ve...

    helena: hiç şaşırmadın?
    ben: neye şaşırmadım?
    helena: seninle daha önce hiç karşılaşmamıza rağmen beni içeri davet ettin.
    ben: hayır, seninle karşılaşt...
    helena: dün gece rüyanda?
    ben: e, evet...

    sütten bir yudum daha aldı ve ayağa kalktı.

    helena: sen o'sun... seninle en kısa zamanda tekrar görüşeceğiz.
    ben: hey dur nereye gidiyorsun?
    helena: sadece kendine iyi bak, iyi beslen ve bozuk sütlerden uzak dur...

    öyle tatlı tebessüm etmişti ki hiçbir cevap veremeden öylece kapıdan çıkıp gitmişti.

    emin olduğum tek şey vardı ve bu da helena'yı son kez görmediğimdi...

    alexic ile konuşmama geri dönecek olursak... hayır, hayır bunu size anlatmak için tam olarak hazır değilim. belki sonra...

    helena gittikten sonra hayatımda olan değişiklikleri anlatayım en iyisi...
    ···
  8. 8.
    0
    part 7

    sabahları daha dinç uyanır olmuştum, günde 1-2 saatlik uyku fazlasıyla yeter olmuştu. neredeyse hiç yemek yemiyor ancak enerjimden en ufak bir şey kaybetmiyordum. tüm dükkanı her gün baştan aşağı temizliyor, kitapları alfabetik sıraya göre diziyor ve kendimi yormaya çalışıyordum.

    ancak hiçbir şey beni yormadığı gibi enerjim her geçen gün daha da artıyordu. artık alarmı kurmama da gerek kalmıyordu çünkü son 1 haftadır da hiç uyumuyordum.

    yalnız yaşadığım için bendeki bu değişikliği henüz fark edenler olmamıştı. sadece esnaf arkadaşlarım bu kadar enerjik olmamı aşık olmama bağlamışlardı.

    son 2 haftada tam 92 kitabı bitirmiştim. çok hızlı okuyordum, bütün işlerimi çok hızlı bir şekilde halledebiliyordum. hayat çok kolaylaşmıştı.

    hatırı sayılır uzunluktaki 6 kitabı gözümü kırpmadan 1 gün içinde bitirip, yeni gün ışıklarıyla bir başka seriye başlıyordum. o kadar çok şey öğreniyordum ki ayaklı bir kütüphane gibi olmuştum neredeyse...

    bir gün elime helena'nın istediği sein und zeit kitabı elime geçiverdi. hızlıca okumaya başladım. hatırlıyorum, dükkandaydım ve bir yandan da çayımı yudumluyordum.

    kapı açıldı...

    helena: dur!

    kitabı elimden hızlıca masaya bırakıp bir anda helena'nın yanına hızlıca gidiverdim.
    ···
  9. 9.
    0
    part 8

    ben: hoşgeldin...
    helena: artık vakti geldi
    ben: neyin vakti?

    o sırada yan komşu içeri girdi ve

    komşu: cam sileceğini alabilir miyim cenk?
    ben: tabi

    helena adama doğru yöneldi, yüzünde memnuniyetsiz bir tavır vardı, gözlerini devirdi ve...

    komşu: ben sonra da gelirim cenk, sonra görüşürüz
    ben: görüşürüz...

    şaşırmıştım...

    ben: neden böyle yaptın?
    helena: yaklaş...

    korkmaya başlamıştım ama ona 1 adım bile yakın olmak oldukça heyecan vericiydi, biraz düşündükten sonra ağır adımlarla yaklaşmaya başladım

    helena: gözlerimin içine bak...

    onun gözlerinin içine baktığımda geleceği gördüm, binlerce ölü insan gördüm, harap olmuş şehirler, binalar gördüm. savaşları ve kuraklığı... cehennemi yaşadım kısa bir süreliğine... yüzümden terler akıyordu... o sırada elimi tuttu

    helena: sen artık bizimle çalışacaksın cenk, başka bir dünyada kutsal bir hizmet için...
    cenk: n..ne işi bu? bu gördüklerim de neydi?
    helena: gelecekteki dünyayı gördün cenk ve sana ihtiyacımız var.
    cenk: ben, ben anlamıyorum...
    helena: dışarı çık ve etrafına bir bak...

    gözlerimi tedirgin bakışlarla helena'dan ayırıp dışarı doğru çıkmaya başladım. gördüklerim anlatılabilir cinsten değildi!
    ···
  10. 10.
    0
    part 9

    ... gözlerimi tedirgin bakışlarla helena'dan ayırıp dışarı doğru çıkmaya başladım. gördüklerim anlatılabilir cinsten değildi!

    çünkü insanın bir anda bambaşka bir dünyada bambaşka bir zaman diliminde olması çok da açıklanabilir bir durum değildi

    şaşkınlığımı gizleyememişken etrafı incelemeye başlamıştım.

    hayır, hayır uçan arabalar yoktu, uzay kostümü gibi elbiseler de yoktu... güzel ve normal bir yerdi burası. hatta oldukça yeşildi, tertemiz bir havası vardı, ıssızdı.

    insanlar elbiseye benzer birşeyler giymişlerdi ve oldukça sağlıklı görünüyorlardı, mutlulardı...

    çok uzaklardan bir denizin dalgalarının kıyıya vurma sesi geliyordu. oldukça huzurluydu, kendimi çok güvende hissediyordum.

    güneş çok yakıcı değildi, hafif çok hafif serin bir rüzgar esiyordu. insanlar henüz beni fark etmemişti...

    o sırada omzuma bir el dokundu, arkamı döndüm... masum bir tebessümle sahaflar çarşısında gördüğüm esrarengiz kız, tam karşımda bana gülümsüyordu

    kız: hoşgeldin
    ben: merhaba... burası mükemmel bir yer. helena nerede?

    kız gülümsedi...

    kız: tam karşında duruyor...
    ···
  11. 11.
    0
    part 10

    ben: na..nasıl yani? helena?
    helena: evet... gördüklerin seni şaşırtmasın ve sakın korkma...

    o sırada orta yaşlı bir adam geldi ve helena'yla ispanyolca birşeyler konuştular, anlamadım

    ben: ne dedi?
    helena: boşver, şimdi senin bir gezintiye çıkalım, dostlarımızı tanıştırayım...
    ben: hey, hey dur biraz... seni ilk gördüğümde yunanca konuşmaları tercüme etmiştin, şimdi de ispanyolca konuştunuz. türkçe'yi de gayet iyi biliyorsun?!

    helena yine gülümsedi...

    helena: mardolan'lar 122 dili bilir ve konuşabilir.
    ben: mardolan mı?
    helena: evet, sen de artık bir mardolan'sın... hadi gel benimle...

    artık bir mardolan'dım dediğine göre ama bir mardolan ne yapar nasıl bir ırktır henüz bilmiyordum.

    helena: ata binmeyi bilir misin?
    ben: hayır, hiç binmedim daha önce

    helena kısa bir süre duraksadı ve dönüp bana dedi ki

    helena: bu iyi birşey...
    ben: ata binmeyi bilmemek mi iyi birşey?
    helena: hayır... 1 saat önce kendi dünyanda kitapların arasındayken şimdi bambaşka bir yerdesin ve ben tanıdığından çok daha küçüğüm ama buna hiç şaşırmadın... bu iyi bir şey...

    evet, gerçekten de bu normal birşey gibiydi... hatta helena neden böyle bir açıklama yaptı anlamamıştım bile... çok fazla enteresan şey çok normal geliyordu. helena'nın matarasındaki sudan bir yudum alarak ata binmeye çalıştım...

    helena: dur... atın sol tarafından bineceksin, sağdan binilmez...
    ben: tamam...

    ata bindiğimde kendimi bir süvari gibi hissetmiştim, çok hazırdım. sanki ilk kez değil yüzyıllardır ata biniyor gibiydim. helena bu halimi görünce sevindi ve yola koyulduk...

    yolda başıma gelenleri duysanız buna inanmanızı bekleyemem ama anlatmak zorunda hissediyorum...
    ···
  12. 12.
    0
    part 11

    ormanın içinden hızla ilerlerken ileride bir kalabalık gördüm...

    ben: bunlar da kim?
    helena: bunlar heiwa'lar
    ben: heiwa'lar da kim?
    helena: sakin ol...

    heiwa'lılardan biri önümüzü kesti ve...

    adam: それを停止!
    helena: 何が問題なの?
    ben: ne konuşuyorsunuz?
    helena: şşş, sessiz ol
    adam: 彼は何を言ったの?
    helena: それは関係ありません。

    sonra heiwa'lı adam çok sinirlendi, arkasındaki onlarca adama yüksek sesle birşeyler söyledi

    adam: 殺す!
    ···
  13. 13.
    0
    part 12

    ben: sanırım kötü şeyler olacak...
    helena: bekle ve sakin ol...
    ben: adamlar kılıçları çıkardı helena nasıl sakin olayım!
    helena: bekle dedim sana...

    sonra helena hiç bilmediğim bir dilde birşeyler söyledi...

    helena: అది ఆపు! సెయింట్ HELENA నా పేరు!

    helena onlara ne dedi hiç bilmiyorum ama o sinirli adam gitti yerine bir köle geldi...

    adam: ヘレナは私たちを許して!
    helena: 却下された

    helena atın üzerinden göğe doğru yükselirken çeşitli dualar okuduğunu fark ettim. buraya geldiğimden beri ilk defa şaşırmıştım. gözlerimin önünde biri göğe yükseliyordu! allah'ım bu inanılmaz birşeydi, sonra o güzel küçük kız gitti yerine kin dolu nefret dolu biri geldi... heiwa'lıların üzerine şimşek yağdırırken ben ise atın üzerinden inmiş iki elimi kafamın arasına koyup olan bitenin bir an önce sonlanması için dua ediyordum.

    kısa süre sonra herkes ölmüştü... cesetlerin üzerinden yayılan ağır yanık kokusu, tüm ormanın temiz havasını öldürmüştü sanki...

    benim yolumu kesmemeyi buradaki herkes öğrenecek dedi helena ve küçük sevimli kız olarak yere doğru indi...

    hiçbir şey olmamışçasına yayılan ceset kokusunun içinden geçerken havayı içine çekerek benimle konuşmaya başladı...

    helena: gördüklerinden korkmaman gerektiğini söylemiş miydim?
    ben: e, e..evet
    helena: güzel... buranın biraz farklı olduğunu düşünebilirsin ama kısa sürede alışacaksın
    ben: sanırım...

    bir müddet daha atlarla yolculuktan sonra bir dere kenarına kurulmuş bir köye vardık. herkes helena'yı görünce ayağa kalktı ve sonrasında önlerinden geçerken diz çöktüler.

    bir çadırın içine girdi, "sen dışarıda bekle" dedi...
    ben: tamam ama ne kadar bekleyeceğim?
    helena: ben gelene kadar...

    o içeri girdiğinde etraftaki insanlar garip gözlerle beni süzmeye başladılar...

    içlerinden zayıf ve siyahi birisi yanıma geldi, etrafı kolluyordu, tedirgindi... birşeyler söyledi...

    çocuk: شما می دانید که؟
    ben: neyi biliyor muyum?

    kısa bir sessizlik oldu...

    farsça mıydı bu konuşulan? anlayıp nasıl cevap vermiştim...

    çocuk gülümsedi...

    çocuk: onunla da farsça konuşuyordun...
    ···
  14. 14.
    0
    panpalar acil iş çıktı sonra devam ederiz inşallah.
    ···