1. 1.
    +4 -3
    allah niye var aq
    ···
  2. 2.
    +2 -1
    Allah yok din yalan
    ···
  3. 3.
    +1
    kuranda neden namaz kılma şekilleri anlatılmamış ya da şöyle soruyum : namaz hakkında neden bir açıklama yapılmamış acaba arapların namaz kılma adetleri islamdan önce de olduğu için olabilir mi ? ya da arapların namaz denen şeyi taaa önceden beri bildiği için olabilir mi *
    ···
  4. 4.
    +1
    @6 yeterli cevap değil . peki hz muhafazide kim öğretti o namaz şeylerini * ayrıca araplar paganlardan sümerlerden alıntı yapmış olabilirlermi ? *
    ···
  5. 5.
    0
    @58 allah'ın cinsiyeti yoktur. allah'ın suretiniz biz göremeyiz hatta hayal edemeyiz. aynı şey sesi için de geçerli.
    ···
  6. 6.
    0
    başlık güncelleniyor.
    ···
  7. 7.
    0
    @1 güneş mi dünyanın etrafında dönüyor dünyamı güneşin etrafında.
    ···
  8. 8.
    0
    @39 yalan hadislerin olması tüm hadisleri reddetmeyi gerektirmez. Evet,bu söz bir hadis-i şeriftir. Muhtemelen bu mecazi bir sözdür, fakat halk hakikat anlıyor. Bilindiği gibi söz üç manada kullanılır: Hakikat, mecaz ve kinaye.

    Söz, söylendiği manada kullanılırsa "hakikat" olur.

    Söz, kendi manasından başka bir mana için söylenmişse ve kendi manasında kullanılmasına bir mani varsa "mecaz" olur.

    Bir şey hakiki manasıyla değil de, bu hakiki mananın aksi ile ifade olunuyorsa o söze "kinaye" denir.
    Asıl meseleye gelirsek; "Dünya öküzle balığın üstündedir." sözünde kastedilen mana nedir?

    Peygamber Efendimiz (asv) bununla şu üç manayı anlatmak istemiştir:

    Birincisi: Cenab-ı Hak yarattığı her mahluk için bir melaike vazifelendirmektedir. Bunlara "Müekkel Melekler" diyoruz. Dünyanın da iki tane müekkel melaikesi vardır ki, bunların isimleri "Sevr" ve "Hut"tur. Yani "Öküz" ve "Balık".

    ikincisi: On dört asır önce, yani Peygamberimiz (asv) ve sahabelerinin yaşadığı asırda, en önemli iki geçim kaynağı çiftçilikle avcılıktı. Bu şimdi de kısmen böyledir. Ziraatın sembolü öküz, avcılığın sembolü ise balıktır. işte, Peygamberimiz (asv) "Dünya öküzle balığın üstündedir." hadisiyle bu hakikate parmak basmış, insanların geçiminde en mühim iki kaynağı gayet beliğ bir tarzda ifade etmiştir.

    Üçüncüsü: Bilindiği gibi, tekniğin henüz yeterince gelişmediği devirlerde dünyanın durduğuna, güneşin döndüğüne inanılırdı. Halbuki zamanla bunun tersinin doğru olduğu kesin olarak anlaşıldı. Eski bilgilere inanan insanlara bu gerçeği doğrudan doğruya anlatmak kolay değildi. Böyle yapılsaydı, belki de birçok insanlar islam nurundan istifade edemeyeceklerdi. Resul-i Ekrem (asv), bir edebi sanat yaparak cevap vermiş ve o asrın insanlarını tatmin etmiştir.

    Dünya güneşin etrafında dönerken hayali on iki menzilden geçer. Biz bunlara "burçlar" diyoruz. Bu burçlardan ikisinin adı "öküz" ve "balık"tır. Peygamber Efendimize (asv) ayrı ayrı zamanlarda dünyanın ne üstünde durduğu sorulmuş, o da birinci defasında "öküzün", ikinci defasında "balığın" üstünde duruyor diye buyurmuştur. Bu cevaplarıyla, soru vakitlerinde dünyanın öküz ve balık burçlarından geçmekte olduğunu, fakat güneşin yerküresinin etrafında dönmediğini aksine yerküresinin güneşin etrafında döndüğünü de on dört asır önceden haber vermiştir.

    Peygamber Efendimiz (asv) mecazlı ve kinayeli bir sözle üç büyük hakikati en güzel şekilde dile getirmiş, hem o asırdaki, hem de daha sonraki asırlardaki muhataplarını tatmin etmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    0
    @39 Kur'an-ı Kerim'de bu anlamda "recm" ifadesi bulunmamaktadır. Bir ayette gaybı taşlamak" (el-Kehf, 18/22), başka bir yerde, "yıldızları Şeytanlar için atış taneleri yaptık" (el-Mülk, 67/5) ayetinde "atış taneleri" anlamında "rucûm" çoğul olarak gelmiştir. Zina edenin taşlanması Sünnet, ve icma delillerine dayanır.Hz. Peygamber'in evli olarak zina edene recm cezası uyguladığı, tevatüre ulaşan hadislerle sabittir. Temelde kıyasa göre evlilere de yüz değnek (celde) cezası uygulanması gerekirken, bu konudaki hadislerle amel edilerek recm cezası öngörülmüştür.

    Recm konusunda hükmü devam eden, fakat Kur'an ayeti olarak okunması neshedilen bir ayet de nakledilir. Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hz. Ömer'in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. "Cenab-ı Allah muhafazid (s.a.s)'i hak ile göndermiş ve O'na Kitab'ı indirmiştir. Recm ayeti de O'na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (s.a.s) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık". Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve Allah'ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah'ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır" (Müslim, Hudûd, 15).

    Hz. Ömer'in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: "ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin" (Mâlik, Muvatta', Hudûd 10; ibn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 132, 183). Hz. Ömer'in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, istanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097). Ömer (r.a)'in şöyle dediğini nakleder:

    "Eğer insanlar, Ömer Allah'ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, "ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri... " ifadesini Mushaf'ın haşiyesine yazardım" (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37).

    Hz. Peygamber'in recm cezasına uygulama örnekleri:

    1. işvereninin eşiyle zina eden bekâr işçiye yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, kadına ise recm uygulanmıştır.

    Ebû Hureyre ile Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.anhumâ)'dan nakledildiğine göre, zina eden kadının kocası ile, zina eden işçinin babası Resulullah (s.a.s)'e başvurarak bu konuda "Allah'ın kitabı" ile hüküm vermesini istemişlerdir. işçinin babası şöyle dedi:

    "Benim oğlum bu adamın yanında işçi idi. Onun hanımı ile zina etti. Bana, oğlum için recm gerektiği haber verildi. Ancak ben onun adına yüz koyunla bir cariye fidye verdim. Bu arada bilenlere danıştım, (oğlum bekâr olduğu için) ona yüz değnekle bir yıl sürgün cezası, bunun karısına ise recm cezası gerektiğini haber verdiler". Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

    Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ve koyunlar geri verilecek. Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek. Ey Üneys, sen de bu adamın karısına git. Eğer zinasını itiraf ederse, onu recmet". Üneys kadına gitmiş ve kadın suçunu itiraf etmiş, Hz. Peygamber'in emri üzerine de recmedilmiştir (Müslim, Hudûd, 25; Buhârî, Hudûd III, 38, 46, Vekâlet,13). Ebû Hanife'ye göre, yüz değnek yanında bir yıl sürgün, ayete ilâve niteliğinde olup, ayet inince bu ilâve kısım neshedilmiştir. Ancak islâm devlet başkanı böyle bir cezayı ta'zir cezası olarak verebilir.

    2. Zinasını dört defa ikrar eden Mâiz b. Mâlik (r.a)'in recmedilmesi.

    Mâiz b. Mâlik, Hz. Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi. Hz. peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Resulu! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu. Mâiz; "Zinadan" dedi. Hz. Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tesbit edemedi. Hz. Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu. Mâiz "Evet" cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi. Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Resulullah (s.a.s) "Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu. "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi" (Müslim, Hudûd, 22; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd.).

    3. Gâmidiyeli evli kadının zinadan dolayı recmedilmesi.

    Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz. Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu. Kadın "Evet" dedi. Hz. Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi. Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Müslim, Hudûd, 22, 23, 24; ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudûd, II). Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b. Velîd (r.a)'ın üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilir:

    "Ey Halid! yavaş ol. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim. Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru) yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu" Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir (Müslim, Hudûd, 23).

    4. Evli bulunan Yahudi erkeği ile Yahudi kadınının zina sebebiyle recmedilmesi. Abdullah b. Ömer (r.a)'tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber'e, zina etmiş bir yahudi erkeği ile bir yahudi kadını getirmişler. Allah elçisi, yahudilere, Tevratta ki zina hükmünü sormuştur. Yahudiler; "yüzleri karaya boyanır, sırt sırta hayvan üzerine bindirilip sokaklarda dolaştırılır" demişler. Tevrat getirilmiş, ancak okuyan yahudi genci recm ayetine gelince ceza kısmını parmağı ile kapatıp atlayınca durumu farkeden ve yahudi iken islâm'a giren Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber'e yahudinin Tevrat'ın üzerinden elini kaldırmasını emir buyurmasını istemiştir. Yahudi elini kaldırınca recm ayeti görülmüş ve her iki yahudi hakkında da evli olarak zina ettikleri için recm uygulanmıştır (Müslim, Hudûd, 26).

    Bera b. Azib (r.a)'ten nakledilen, iki yahudinin recmedilmesi olayı ise şöyledir: Hz. Peygamber'e, yüzü kömürle karartılmış ve dayak vurulmuş bir yahudi getirildi. Allah elçisi yahudilere evlilerin zinasının Tevrat'taki hükmünü sordu. Onlar, bu şekilde olduğunu söyleyince, bir yahudi bilginine "Sana, Tevrat'ı Musa ya indiren Allah aşkına soruyorum. Zina edenin Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu yahudi bilgini; Tevrat'ta recim var. Fakat zina eşraf arasında artınca, şerefli birini getirirlerse serbest bırakır, yoksul biri yakalanırsa onu recmeder olduk. Bu iki sınıfa eşit ceza için recmi terkettik, kömürle boyayıp, dayak vurmayı recmin yerine koyduk". Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allahım! Senin emrini onlar değiştirdikten sonra ilk uygulayan benim. Bunun üzerine emir verdi ve yahudi recmedildi" (Müslim, Hudûd, 28).

    Bazı islâm müctehidlerine göre ehl-i küfür, müslüman mahkemesine başvurursa, hâkimin mutlaka Allah'ın hükmü ile amel etmesi gerekir. Onlar bu konudaki muhayyerliğin neshedildiğini söylerler, Hanefiler ve imam Şâfiî'den bir görüşe göre bu esas geçerlidir. Ancak Ebû Hanife şöyle demiştir: "islâm mahkemesine inkârcı karı-koca birlikte gelirlerse aralarında adaletle hükmetmek gerekir. Yalnız kadın gelir, kocası razı olmazsa hakim hüküm veremez". Ebû Yusuf ve imam muhafazid'e göre ise hüküm verebilir (Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, istanbul 1978, VIII, 376).
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    0
    entrymde soru yokmuş uyanık şakirte bak hele. tamam sorayım o zaman yazdığım ayeti bir tanrının yazma ihtimali nedir sence
    ···
  11. 11.
    0
    @6 hadislerin doğruluğu kalmadı dünya balığın üstünde diye hadis var hadislere nasıl güvenebiliyosun bide recm ve muhafazidin 9 yaşındaki kızla cima sı hakkındaki görüşlerini alayım
    ···
  12. 12.
    0
    başlık güncelleniyor.
    ···
  13. 13.
    0
    başlık güncelleniyor.
    ···
  14. 14.
    +1
    kuranda namaz kılma şekli var arkadaşlar
    ···
  15. 15.
    0
    @31 Cüzî irade insanlar için açılan ilahî imtihanın en zorunlu bir unsurdur. Hiç bir insan iradesi dışında bir tarafa zorlanmaz. Bu sebepledir ki, çocuklar ve deliler imtihandan sorumlu tutulmamıştır. Aksi takdirde, Allah’ın adaletinden söz edilemez. Bu ise, Kur’an’da pek çok yerde vurgulanan islam inancına taban tabana zıttır.

    - Kur’an’da makamın iktizasına/söylenen sözün yerine göre, bazen Allah’ın küllî iradesine, bazen de insanın cüzî iradesine vurgu yapılmaktadır. Bu vurgu, oradaki ifadenin belağatını gösteren bir üslubun yansımasıdır. Cüzî iradenin söz konusu edildiği yerde, küllî irade de orada zımnen bulunduğu gibi, küllî iradenin vurgulandığı yerde de cüzî irade zımnen vardır.

    Örneğin Allah, inkârcıların tavırlarından son derece rahatsız olan Hz. Peygamberi (asm) teselli etmek için, hidayet ve dalaletin; hayır ve şerrin ancak Allah’ın yaratmasıyla mümkün olabileceğini vurgulamak üzere -mealen- şöyle buyurmuştur: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır”(Bakara, 2/7). Bu makam, bir teselli makamıdır, elçisinin zayıflığı, üzgünlüğü ve âcizliği karşısında Allah’ın mutlak kudretine, izzetine ve iradesine vurgu yapılmıştır. Allah’ın bunları böyle bir cezaya çarptırmasının gerekçesi ise, açıklanmamıştır. Ki bunun gerekçesi, onların kendi özgür iradeleriyle inkârda ısrar etmeleridir. Bir önceki ayetin sonunda “onlar iman etmezler” ifadesi bu gerekçenin ipuçlarını vermektedir. Yani, Allah onların özgür iradeleriyle iman etmemekte ısrar ettiklerini ve bundan sonra da -özgür iradeleriyle- küfürde devam edeceklerini ve buna azmettiklerini bilmekte ve bu hain niyetlerinin karşılığı olarak da kalplerini mühürlemek suretiyle onları cezalandırmaktadır.

    - Buna mukabil, insanların cüzî iradelerinin ön plana çıkartılması gereken yerde ise, Allah’ın küllî iradesi zımnen vardır. Örneğin Allah, Kur’an’ın hak ve hakikati ders veren bir kitap olduğunu hatırlattıktan sonra, elçisinin tebliğden başka bir sorumluluğunun olmadığını vurgulamak üzere –mealen- şöyle buyurmuştur: “De ki: işte Rabbiniz tarafından gelen gerçek. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin”(Kehf, 18/29). Halbuki, Allah dilemedikçe hiç kimse, kendi başına, ona rağmen bir iş yapamaz. inkârın da, imanın da icadî noktaları Allah’a aittir. insan, küfür veya iman ister, Allah da onları yaratır. işte burada, ilk örneğin aksine Allah’ın küllî iradesine açıkça vurgu yapılmamıştır. Çünkü belağatın muktezası budur.

    B) Allah her insanı, araştırdığı takdirde gerçeği belirleyecek, bulabilecek bir akla sahip kılmıştır.

    - islam’da hiç kimseye gücünün ötesinde bir sorumluluk yüklenmemiştir.

    - Kâinatın şahadetiyle sonsuz adaleti tahakkuk eden Allah kullarına asla zulmetmez.

    - Aklı olmayan, çocuk veya deli olan, Allah’ın vahiy mesajını alamayan veya algılama imkânından mahrum olanların sorumluluğu yoktur.

    - insandaki mevcut akıl ve zekâ değişik yollar içinde en doğruyu bulmaya yeterlidir. Mevcut şirk düzeni içerisinde hakikati bulmaya gayret eden sahabelerin iman etmesi, bu konuda önemli bir misal teşkil etmektedir.

    - Kişilerin kendi dini taassupları sebebiyle gerçeği araştırmayan, onu algılamaya çalışmayan, bu yanlışının sonucuna katlanacaktır.

    - Allah hak etmediği halde hiçbir kimseyi cehenneme atmaz. Ama hak etmediği halde bazılarını af edip cennetine alabilir.

    C) Kalp nasıl mühürlenir?

    - Bildiği üzere, mühürlenmek; zarf, kap, örtü ve kapı gibi şeylerde olur. insanların kalpleri de, ilimlerin ve bilgilerin zarfları ve kapları gibidir. Ne kadar anlayışlarımız varsa orada saklıdır. Kulak da bir kapı gibidir, duyulan şeyler oradan girer. Bilhassa geçmişteki, gelecekteki ve şimdiki gaybla ilgili haberler, kitaplardaki kavramlar duyma yoluyla bilinir. Şu halde kalbin mühürlenmesi, zarfın mühürlenmesine; kulağın mühürlenmesi, kapının mühürlenmesine benzer.

    - Peygamber Efendimiz (asm) hadislerinde şu meâlde buyurmuştur ki: "Günah ilk defa yapıldığı zaman kalpte bir siyah nokta yani kara bir leke olur. Eğer sahibi pişman olur, tövbe ve istiğfar ederse kalp yine parlar. Tövbe istiğfar etmez de günah tekrarlanırsa, o leke de artar, sonra arta arta öyle bir dereceye gelir ki, leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar ki artık cilalanma kabiliyetini kaybeder. Mutaffifîn sûresinde "Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas tutmuştur." (Mutaffifîn, 83/14) âyetindeki "rayn=Pas" da budur." (Kenzu’l-ummal, h. no. 10189)

    Bu hadis gösteriyor ki, günahlar devam ettikçe kalpleri bir kılıf gibi kaplar. işte o zaman, buna bir ceza olarak da Allah tarafından kalbine mühür vurulur. O salgın leke o kalbe basılıp tabedilir. Başlangıçta âharlı parlak bir yazı kağıdı üzerine dökülmüş, silinmesi mümkün olan bir mürekkep gibiyken, bundan sonra matbû ve silinmez bir hale gelir. Diğer bir deyişle, alışkanlıkla bir ikinci huy olur. Ne silinir, ne çıkar ve o zaman ne iman yolu kalır, ne de küfürden kurtulmaya çare. Bu mühürleme ve baskının kazanılması kuldan, yaratılması Allah'tandır. Dinî bakımdan bir günahta ısrar etmekle etmemenin farkı da bundandır.

    - Konunun özeti şudur: insanlar Allah’a ulaşmak istediğinde Allah ona karşılık verir ve doğru yoluna alır. Allah’ın kitabına karşı çıkan ve gerçeği görmek istemeyen bir insan da doğru yolu bulamaz, Allah da ona doğru yolu göstermez.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    üçüncüsü: bilindiği gibi, tekniğin henüz yeterince gelişmediği devirlerde dünyanın durduğuna, güneşin döndüğüne inanılırdı. halbuki zamanla bunun tersinin doğru olduğu kesin olarak anlaşıldı. eski bilgilere inanan insanlara bu gerçeği doğrudan doğruya anlatmak kolay değildi. böyle yapılsaydı, belki de birçok insanlar islam nurundan istifade edemeyeceklerdi. resul-i ekrem (asv), bir edebi sanat yaparak cevap vermiş ve o asrın insanlarını tatmin etmiştir.

    demişin de bir gibtir git panpa. hani el-emin idi. kime gücü yetmiyordu o zamanda. açık açık söyleyeydi kimden korkusu vardı.
    ···
  17. 17.
    0
    @39 Peygamberliğin gelişinden on yıl sonra, elli yaşındayken eşi Hz. Hatice’yi kaybeden Peygamberimiz (asm.) kendisine hem ev işleri ve çocuklarının bakımında yardımcı olacak, hem de islâm’a davet faaliyetlerinde destek olacak eşlere ihtiyacı vardı. Bunun için bir yandan yaşlı ve dul bir kadın olan Sevde’yi, öte yandan da en yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir’ in kızı Hz.Ayşe’yi istetti.

    Hz. Peygamberin bu isteği, vahyin başlangıcından on yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin Peygamberimizle evlendiği yaşın on yedi-on sekiz olduğu ortaya çıkar.

    Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli’ nin “Asr-ı Saadet” kitabında geçer. (ist. 1928. 2/ 997)

    Hz. Ayşe’nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma’nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma’dan bahsederken diyorlar ki:

    “Esma yüz yaşındayken, Hicretin 73. Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde yirmi yedi yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından on yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam on yedi yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber’den önce Cübeyr’le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.” (Hatemü’l Enbiya Hz. muhafazid ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210).
    ···
  18. 18.
    0
    Mesela babam iyi bir musluman londrada dogsa %5000 iyi bi hristiyan olacakti . Dogdugu yer bakimindan Sanslilar mi cennete girecek?
    ···
  19. 19.
    0
    @54 allah "ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim." buyurur. yani biz kullar allah'ı bilmek, onun karşısında tamamen aciz ve muhtaç olduğumuzu bilmek,ve bunu ibadetler vasıtasıyla nefsimize kabul ettirmekle yükümlüyüz.
    ···
  20. 20.
    0
    @50 Kadınların camiye gitmesi günah değil, erkekler varken gidip fitneye sebep olmaları günahtır. Bahsedilen durum gibi bir ihtiyaç olunca, erkekler dağıldıktan sonra, kadınlara ait bölümde namaz kılmalarında mahzur olmaz.
    ···