1. 26.
    0
    @19 maksatın ne olduğunu bilemezsin kelime oyunlarının yanlış olduğunu düşünüyorum
    ···
  2. 27.
    0
    davranışları ve ahlakı çok iyi bir ateist cehennemde sonsuza kadar yanacakken;
    neden kötü bir müslüman eninde sonunda cennete gidecek?

    not: müslümanım
    ···
  3. 28.
    0
    azhab 37-50-51-52-53 yorumla..
    ···
  4. 29.
    0
    Tahrim/4-5. (Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar. Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.

    Şu koskoca evreni, insanlığı, doğayı yarattığını iddia ettiğiniz allaha bir bakın! Allah yanına Cebrail'i, melekleri ve salih müminleri almış, muhafazid'in iki karısını tehdit ediyor. Tanrı kavramı ancak bu kadar ayağa düşürebilir.

    Tanrı değil çöpçatan sanki. muhafazid karılarını boşarsa tanrısı ona dul ve bakire eşler verebilirmiş. Yahu peşinden koşturduğunuz adam iki karısına söz geçiremiyor, tanrıyı kullanarak karılarını tehdit ediyor. Bir insan daha ne kadar alçalabilir, daha ne kadar düşebilir? Kutsal kitap diye inandığınız şey böyle boş laflardan oluşuyor işte.
    ···
  5. 30.
    0
    @20 allah birdir.o herşeyden büyük ve üstündür.o asla aciz değildir. eğer kendine eş ve denk bir tanrı yaratsaydı, yüceliğinden söz edilmezdi. haşa allah aciz olurdu.bu yüzden yaratabilir ama yaratmaz.
    ···
  6. 31.
    0
    @22 küfür en büyük günahtır. çünkü küfür, allah'ın varlığını ve dolayısıyla yüceliğini inkar etmektir. allah'ın sonsuz yüceliğini ve kesin olan varlığını inkar, sonsuz bir iftira ve aşağılamadır.bu yüzden hiçbir günah bu kadar büyük değildir.bu yüzden affedilmeyen tek günah küfür (şirk).ayrıca "islam, güzel ahlaktır." ve kimse kimsenin ne kadar ahlaklı olduğunu bilemez. ancak allah bilir.
    ···
  7. 32.
    0
    @23 37- Hatırla o zamanı ki, diyordun ona, o kendisine Allah'ı nimet verdiği, Allah ona zeka ve kabiliyet vermiş, senin nezdine sevketmiş, islam nimeti ile nimetlendirmişti. Senin de nimet verdiğin kimseye -Allah'ın yardımı ile kendisine türlü bağışlarda bulunduğun, kısaca azad edip hürriyet nimetine erdirdiğin kimseye- ki şimdi ismi gelecek olan Zeyd'dir. Yani Zeyd b. Hârise b. Şurahbîl, annesi Su'da binti Sa'lebe b. Abdi Âmirî, Benî Ma'n b. Tay'dendir. "El-isabe fî Marifeti's-Sahabe" isimli eserde hayat hikayesi şöyle yazılıdır: Zeyd b. Harise'nin annesi Su'dâ kendi kavmini ziyarete gitmişti. Zeyd de beraberinde idi. Cahiliye devrinde Benî Kayn b. Cisir süvarileri, Benî Ma'n evlerine baskın yaptılar. Zeydi kapıp aldılar, anlayışlı bir çocuk idi, Ukaz panayırına getirdiler, satılığa çıkardılar. Hakîm b. Huzam, halası Hatice hesabına dört yüz dirheme onu satın aldı. Hz. Hatice de Resulullah kendisi ile evlendiği zaman, onu Resulullah'a hibe etti, onu kaybetmiş olan babası Harise:

    "Zeyd'e ağladım, bilmem ne yaptı. Sağ mı, ümid olunur mu? Yoksa ecel önüne mi geçti?" diye başlayan acıklı beytler söylemiş, sonra Harise'nin kabilesi olan Kelb kabilesinden birtakım kimseler hacca gelmişler Zeyd'i görmüşler. Zeyd onlara kendisini tanıtmış, onlar da tanımışlar ve şu beyti aileme zütürün demiş:

    "Kavmime özlemlerimi bildiririm. Gerçi uzağım, çünkü Meşair'in yanında beytin civarında kalanlardanım."

    Gitmişler babasına bildirmişler ve yerini tarif etmişler. Bunun üzrine Harise ve kardeşi Ka'b onu kurtarmak için fidyesini alıp yola çıktılar. Mekke'ye geldiler. Peygamber (s.a.v.)'i sordular, Mescid'de olduğu söylendi. Yanına gittiler "Ey Muttalib'in oğlu, ey kavminin efendisinin oğlu! Siz Allah'ın şerefli Harem'inin civarında kalan kimselersiniz. Siz sıkıntı içinde olanları kurtarır, esirleri doyurursunuz. Biz sana senin yanındaki çocuğumuz için geldik. Bize lutfet ve ihsan et. Takdim edeceğimiz fidyesini kabul eyle. Serbest kalmasına yardım buyur" dediler. Resulullah "O kim" buyurdu. "Zeyd. b. Harise" dediler, bunun üzerine (yahut da başkası), "Haydin çağırın onu da muhayyer bırakın, eğer sizi tercih ederse, fidyesiz sizin olsun; yok eğer beni tercih ederse, vallahi ben, beni tercih edene karşı fidyeyi tercih etmem" buyurdu.

    Bunun üzerine Zeyd b. Harise'yi çağırdılar. Resulullah (s.a.v.) "Bunları tanıyor musun?" buyurdu. Zeyd: "Evet şu babam, şu amcam" dedi. Resulullah: "Ben de bildiğinim, sana olan davranışımı ve arkadaşlığımı gördün. Şimdi ya beni tercih et, ya onları." O zaman Zeyd dedi ki: "Ben sana karşı kimseyi tercih edemem. Sen benim hem babam, hem amcam yerinesin." Buna karşı babası ve amcası: "Yazık sana ey Zeyd, köleliği hürriyete, babana, amcana ve ehli beytine tercih mi ediyorsun?" dediler. Zeyd de: "Ben bu zattan öyle şeyler gördüm ki, ona karşı hiçbir kimseyi tercih edemem." diye cevap verdi. Resulullah bunu görünce, onu Hıcr'e çıkardı. Ve buyurdu ki: "Şahid olun Zeyd benim oğlumdur, bana varis olacak, ben de ona varis olacağım." Bunu görünce babası ile amcasının da gönülleri hoş oldu, memnun olarak dönüp gittiler."

    Bundan böyle ta islam'a gelene kadar "Zeyd b. muhafazid" diye çağırılırdı. Resulullah onu böyle oğul edindiği zaman halası Ümeyme binti Abdulmuttalib'in kızı Zeyneb binti Cahş'ı de daha sonra ona nikah etmişti. Ondan önce de azadlı cariyesi Ümmü Eymen'i onunla evlendirmiş, ondan oğlu Üsame doğmuştu. Sonra Zeyneb'i boşadığı zaman, onu, Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi ki, bu da anası tarafından Abdulmuttalib'in torunundan, yani Peygamberin hala çocuklarındandı. Bundan da Zeyd b. Zeyd ve Rukuyye doğmuştu, sonra Ümmü Gülsüm'ü de boşadı. Ebu Leheb'in kızı Dürey ile evlendi. Sonra onu da boşadı. Hz. Zübeyr'in kızkardeşi Hind binti Avvam ile evlendi. Buharî'de yer aldığı üzere ibn Ömer (r.anhüma) "Onları öz babalarına nisbet ederek çağırın" (Ahzab, 33/5) âyeti ininceye kadar Zeyd b. Harise'ye "Zeyd b. muhafazid" derdik diye haber vermiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 33.
    0
    @23 Zührî, "Biz Zeyd b. Harise'den önce müslüman olan bilmiyoruz" demiştir. Zeyd b. Harise "Bedr" ve ondan sonraki savaşlarda Resulullah (s.a.v.) ile birlikte bulunmuş ve nihayet Mute savaşında emîr , yani kumandan olarak şehit olmuştur. Resulullah (s.a.v.) onu seferlerinin bazısında Medine'de yerine bırakmıştır. Bera b. Azib'den rivayet olunduğuna göre, Zeyd b. Harise: "Ya Resulullah Hamza ile aramızda kadeşlik sözleşmesi yaptık." demiştir. Hz. Aişe'den rivayet olunur ki "Resulullah (s.a.v.) Zeyd b. Harise'yi herhangi bir seriyyede (düşman üzerine gönderilen küçük süvari müfrezesi) gönderdiği zaman mutlaka onu kumandan yapardı. Ve eğer sağ kalmış olsaydı, onu halife bırakırdı." Buharî'de rivayet olunduğu üzere Seleme b. Ekvâ (r.a.) demiştir ki: "Peygamberle birlikte yedi gazâ ettim. Resulullah, onu bize kumandan yapardı."

    Zeyd'in katıldığı seriyyeler: Önce Karede, sonra Hamum, sonra, Iys, sonra Mutrıf, daha sonra sırasıyla, Hısma, Kurza seriyyeleri olmuş, daha sonra Mute savaşında kumandan olmuş ve bu savaşta ellibeş yaşında iken şehid olmuştur. Kur'ân'da ondan başka hiçbir sahabi ismiyle söylenmemiştir. Yine Buharî'de ibn Ömer (r.anhüma)dan rivayet olunduğu üzere, Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "O, yani Zeyd, gerçekten kumandanlığa layıktır. Ve gerçekten en çok sevdiklerimdendir."

    Tirmizî ve başka muhaddislerin rivayeti ile Hz. Aişe demiştir ki: "Bir sefer Zeyb b. Harise Medine'ye geldi, Resulullah benim odamdaydı, geldi kapıyı çaldı, Resulullah kalktı, ona sarıldı ve öptü."

    Bir de ibnü Ömer (r.anhüma) şöyle demiştir: Ömer, Üsâme'ye benden daha çok maaş bağladı. Kendisine sordum. O, Resulullah'a senden daha sevgili idi, babası da Resulullah katında senin babandan daha sevgiliydi dedi.

    işte Zeyd böyle çeşitli yönlerden Allah'ın ve Resulü'nün nimetine ermiş bir zat idi. Burada bunun bu niteliklerle nitelenmesi, nimetin değer ve şükrünü bilecek güzel niteliklere sahip olduğunu tescil ile, gönüldekini kendisine olduğu gibi söylemek için çekinecek bir taraf olmadığına bir dikkat çekmektir. Yani senin, böyle senden nimet görmüş bir kimseye karşı çekinmene hiçbir sebeb yokken diyordun ki Eşini bırakma, kendi yanında tut. Yani Zeyneb'i boşama. Burada tefsirler bu konudaki rivayetlerin arasına şöyle bir paragraf eklemişlerdir: Güya Resulullah (s.a.v.) Zeyneb'i Zeyd'e nikâhladıktan bir zaman sonra, tesadüfen gözü ona ilişmiş, birdenbire güzelliği gönlünde yer etmiş de "Gönülleri çeviren Allah'ı tesbih ederim" demiş. Zeyneb de tesbihi işitmiş Zeyd'e söylemiş, Zeyd intikal etmiş ve bunun üzerine Zeyneb'le beraberliği uygun görmeyerek Resulullah'a gelmiş: "Ben eşimden ayrılmak istiyorum" demiş. Resulullah (s.a.v.)de: "Ne var, ondan seni şüpheye düşürecek bir şey mi oldu?" buyurmuş. Zeyd: "Yok. Vallahi ben ondan hayırdan başka bir şey görmedim. Fakat şerefli bir aileden gelmesi dolayısıyla kendisini benden büyük görüyor." demiş. Ve o zaman Resulullah "Hanımını kendine sıkı tut" buyurmuş. Ansızın görülen bir güzelin güzelliğini son derece temiz ve ince bir biçimde duyup takdir ederek yaratanın yaratıcılık gücünü tesbih ve tenzih ile ilan etmekte peygamberlerin ismet (günah işlememe) özelliğine aykırı hiçbir durum olmadığından, bu hikayenin gerçekten olmuş olmasını varsaymakta aslında bir sakınca yoktur. Bununla birlikte birtakım hırıstiyan yazarların dedikodu aracı yapmak istedikleri bu hikaye, Hadis ilmi bakımından, gerçekten olmuş bir olay değildir. Bir kere rivayet açısından sahih hadis kitaplarında, sahih bir yol ve sened ile rivayet edilmemiştir. Sonra dirayet, yani hadisin mânâsı açısından, Zeyneb'in güzelliğini Resulullah'ın henüz yeni görüp anlamış olması aklen kabul edilemez. Zira Zeyneb Resulullah'ın yakın akrabasından olmakla, ta çocukluğundan beri görüp bildiği ve özellikle tesettür edilmemiş bulunduğu için vücud güzelliğini yakından tanıyageldiği bir kadın iken, bunu ilk olarak bu defa görülmüş beğenilivermiş diye anlatmak kendi kendini yalanlayan bir hikayedir. Doğrusu Resulullah Zeyneb'i önceden biliyordu ve bildiği için onu evlat gibi sevdiği Zeyd'e nikah etmiş idi. Fakat Zeyneb onurlu bir kadındı. Zeyd'i kölelikten azad edilmiş olduğundan dolayı kendine denk sayamamış, ona varmak istememişti. Sırf Resulullahın emrine itaatla ona varmış, fakat gereği gibi ısınamamıştı. Ara sıra Peygamber'e akrabalığından dolayı şerefli olması ve asaletiyle övünerek Zeyd'e karşı büyüklenmek istiyordu. Gerçekten kumandanlığa layık olarak yaradılmış olan Zeyd buna bir süre sabretti ise de Resulullaha varıp Zeyneb'den ayrılmak istediğini arz eyledi. Resulllah (s.a.v.)da bunu nefsinde uygun gördüğü halde, birdenbire müsade etmeyip dedi ki: "Hanımını kendine sıkı tut." Ve Allah'tan kork. Yani kadını boşamanın, önemsiz bir mesele olmadığını, Allah katında sorumluluk getiren bir iş olduğunu düşün, çünkü "Yani Allah katında helallerin en çirkini boşamadır." Bu nasihatlar güzel, fakat böyle derken içinde de Allah'ın meydana çıkaracağı bir şey gizliyordun. Boşamasını uygun görüyordun, yahut onu nikahlamayı düşünüyordun da söylemiyordun. Taberî'de Süfyan b. Uyeyne kanalıyla Ali b. Hüseyn'den rivayet edildiğine göre, Allah, peygamberine bildirmişti, Zeyneb ilerde Resulullah'ın hanımlarından birisi olacaktı. Böyle iken Zeyneb'den şikayete geldiği zaman, ona hanımını kendinde tut demişti. Çünkü o halde halkı da sayıyordun. Zeyd'in hatırını sayıyor ve insanlar dedikodu ederler diye çekiniyordun. Oysa Allah'ı sayman daha uygundu. Eğer korkacak bir şey varsa, halkı hiç hesaba almayarak yalnız Allah saygısını duyasın. Yani sırf gizlemek sakıncalı değildir. Allah için korkacak, Allah'ın emrine aykırı olacak bir şey olsaydı, sade Allah korkusuyla gizlemek de sakıncalı değildi. Fakat Allah için korkacak bir durum yok iken sırf insanlardan korkarak gizlemek veya Allah korkusuyla birlikte bir de halk korkusu gözetmek, işte hatırlatmanın sebebi budur. Halktan hiç korkmayarak yalnız Allah korkusunu gözetmek gerekti. Çünkü Allah'ın ilahi mesajını tebliğ eden peygamberler açıklanacağı üzere Allah'tan başka kimseden korkmazlar. "Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar." (Ahzab, 33/39). Deniliyor ki Peygamber'e karşı en şiddetli âyet bu "içinde Allah'ın meydana çıkaracağı bir şey gizliyordun" âyetidir. Hz. Aişe der ki: "Resulullah (s.a.v.) Allah'ın kitabından bir şey gizleseydi bu âyeti gizlerdi." "içinde de Allah'ın meydana çıkaracağı bir şey gizliyordun." "insanlardan çekiniyordun, oysa Allah'dan çekinmen daha uygundu." Demek ki bu ayet bu şekilde Resulullah'ın doğruluğuna ve pek yüksek olan huşu ve takvasına da açık bir delil oluyor. Zeyd ondan tamamen ilişiğini kesince, yani senden nimet elde etmiş olan Zeyd, sonunda o hanımı olan Zeyneb'den muradına erince, onu tutmak istemeyip boşadı ve iddeti çıktı. Ona hiçbir şekilde bir ihtiyacı kalmadı ve bu şekilde Zeyneb açıkta mahrum kaldı. O zaman biz onu seninle evlendirdik, yani senin çekinmene rağmen nihayet onunla evlenmeni sana emrettik. Demek ki Peygamber insanlara karşı söylemekten bile kaçındığı bir fiilin açıktan açığa yapılmasına emir almış bulunuyordu. Şüphe yok ki bu onun iman ve kesin inancını ortaya çıkaran büyük bir imtihandır. Fakat bu ne için böyle oluyordu? Ne idi? Bu evlendirmede ümmet için önemli bir hüküm hikmeti vardı. Şöyle ki Oğulluklarının, hanımlarında ilişkilerini kestikleri zaman, müminler üzerine bir darlık olmaması hikmeti için. Zira sûrenin başında geçtiği üzere, siz oğulluk edinmekle yüce Allah onları gerçekten sizin oğullarınız edivermemiştir. Şu halde, Nisa Sûresi'nde "Öz oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz haram edildi." (Nisa, 4/23) buyruğuna uygun olarak, öz oğulların hanımları ile nikâhlanmak haram edilmiştir, diye oğullukların hanımlarını da gerçekten onlar gibi saymak gerekmez. Bir kimsenin oğul edindiği evlatlığının hanımını boşayıp iddeti çıktığı zaman, o adamın onunla evlenmesi şer'an caizdir, bunda hiçbir sakınca yoktur. işte cahiliyet devrinde kökleşmiş olan bu adetin bu darlığın islam'da kaldırılması için, ilâhî hikmet Peygamber'in bizzat kendisinde tatbikini gerektirmiş ve bu hikmet için o evlenme emredilmiştir. Allah'ın buyruğu yerine getirilmiştir. Onun için bu emir de yerine getirilmiş, Peygamber evlenmiş, Zeynep de Peygamber'in hanımı olmuştur. Bu şekilde bu evlenmenin meşru olduğu tatbikatla gösterilmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 34.
    0
    -içerik gizlenmiştir.-
    Tümünü Göster
    ···
  10. 35.
    0
    başlık güncelleniyor.
    ···
  11. 36.
    0
    allah kur'an'da "istemediğimiz kişileri müslüman yapmayız, istediklerimizi imana getiririz gibi" bir şey belirtiyor. tam olarak bu şekilde değil ama buna benzer bi anlam vardı. bu durumda istenmeyen kişiye karşı bi haksızlık yapılmıyor mu?
    ···
  12. 37.
    -1
    @24 e cevap versene oç
    ···
  13. 38.
    0
    @31 Cüzî irade insanlar için açılan ilahî imtihanın en zorunlu bir unsurdur. Hiç bir insan iradesi dışında bir tarafa zorlanmaz. Bu sebepledir ki, çocuklar ve deliler imtihandan sorumlu tutulmamıştır. Aksi takdirde, Allah’ın adaletinden söz edilemez. Bu ise, Kur’an’da pek çok yerde vurgulanan islam inancına taban tabana zıttır.

    - Kur’an’da makamın iktizasına/söylenen sözün yerine göre, bazen Allah’ın küllî iradesine, bazen de insanın cüzî iradesine vurgu yapılmaktadır. Bu vurgu, oradaki ifadenin belağatını gösteren bir üslubun yansımasıdır. Cüzî iradenin söz konusu edildiği yerde, küllî irade de orada zımnen bulunduğu gibi, küllî iradenin vurgulandığı yerde de cüzî irade zımnen vardır.

    Örneğin Allah, inkârcıların tavırlarından son derece rahatsız olan Hz. Peygamberi (asm) teselli etmek için, hidayet ve dalaletin; hayır ve şerrin ancak Allah’ın yaratmasıyla mümkün olabileceğini vurgulamak üzere -mealen- şöyle buyurmuştur: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır”(Bakara, 2/7). Bu makam, bir teselli makamıdır, elçisinin zayıflığı, üzgünlüğü ve âcizliği karşısında Allah’ın mutlak kudretine, izzetine ve iradesine vurgu yapılmıştır. Allah’ın bunları böyle bir cezaya çarptırmasının gerekçesi ise, açıklanmamıştır. Ki bunun gerekçesi, onların kendi özgür iradeleriyle inkârda ısrar etmeleridir. Bir önceki ayetin sonunda “onlar iman etmezler” ifadesi bu gerekçenin ipuçlarını vermektedir. Yani, Allah onların özgür iradeleriyle iman etmemekte ısrar ettiklerini ve bundan sonra da -özgür iradeleriyle- küfürde devam edeceklerini ve buna azmettiklerini bilmekte ve bu hain niyetlerinin karşılığı olarak da kalplerini mühürlemek suretiyle onları cezalandırmaktadır.

    - Buna mukabil, insanların cüzî iradelerinin ön plana çıkartılması gereken yerde ise, Allah’ın küllî iradesi zımnen vardır. Örneğin Allah, Kur’an’ın hak ve hakikati ders veren bir kitap olduğunu hatırlattıktan sonra, elçisinin tebliğden başka bir sorumluluğunun olmadığını vurgulamak üzere –mealen- şöyle buyurmuştur: “De ki: işte Rabbiniz tarafından gelen gerçek. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin”(Kehf, 18/29). Halbuki, Allah dilemedikçe hiç kimse, kendi başına, ona rağmen bir iş yapamaz. inkârın da, imanın da icadî noktaları Allah’a aittir. insan, küfür veya iman ister, Allah da onları yaratır. işte burada, ilk örneğin aksine Allah’ın küllî iradesine açıkça vurgu yapılmamıştır. Çünkü belağatın muktezası budur.

    B) Allah her insanı, araştırdığı takdirde gerçeği belirleyecek, bulabilecek bir akla sahip kılmıştır.

    - islam’da hiç kimseye gücünün ötesinde bir sorumluluk yüklenmemiştir.

    - Kâinatın şahadetiyle sonsuz adaleti tahakkuk eden Allah kullarına asla zulmetmez.

    - Aklı olmayan, çocuk veya deli olan, Allah’ın vahiy mesajını alamayan veya algılama imkânından mahrum olanların sorumluluğu yoktur.

    - insandaki mevcut akıl ve zekâ değişik yollar içinde en doğruyu bulmaya yeterlidir. Mevcut şirk düzeni içerisinde hakikati bulmaya gayret eden sahabelerin iman etmesi, bu konuda önemli bir misal teşkil etmektedir.

    - Kişilerin kendi dini taassupları sebebiyle gerçeği araştırmayan, onu algılamaya çalışmayan, bu yanlışının sonucuna katlanacaktır.

    - Allah hak etmediği halde hiçbir kimseyi cehenneme atmaz. Ama hak etmediği halde bazılarını af edip cennetine alabilir.

    C) Kalp nasıl mühürlenir?

    - Bildiği üzere, mühürlenmek; zarf, kap, örtü ve kapı gibi şeylerde olur. insanların kalpleri de, ilimlerin ve bilgilerin zarfları ve kapları gibidir. Ne kadar anlayışlarımız varsa orada saklıdır. Kulak da bir kapı gibidir, duyulan şeyler oradan girer. Bilhassa geçmişteki, gelecekteki ve şimdiki gaybla ilgili haberler, kitaplardaki kavramlar duyma yoluyla bilinir. Şu halde kalbin mühürlenmesi, zarfın mühürlenmesine; kulağın mühürlenmesi, kapının mühürlenmesine benzer.

    - Peygamber Efendimiz (asm) hadislerinde şu meâlde buyurmuştur ki: "Günah ilk defa yapıldığı zaman kalpte bir siyah nokta yani kara bir leke olur. Eğer sahibi pişman olur, tövbe ve istiğfar ederse kalp yine parlar. Tövbe istiğfar etmez de günah tekrarlanırsa, o leke de artar, sonra arta arta öyle bir dereceye gelir ki, leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar ki artık cilalanma kabiliyetini kaybeder. Mutaffifîn sûresinde "Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas tutmuştur." (Mutaffifîn, 83/14) âyetindeki "rayn=Pas" da budur." (Kenzu’l-ummal, h. no. 10189)

    Bu hadis gösteriyor ki, günahlar devam ettikçe kalpleri bir kılıf gibi kaplar. işte o zaman, buna bir ceza olarak da Allah tarafından kalbine mühür vurulur. O salgın leke o kalbe basılıp tabedilir. Başlangıçta âharlı parlak bir yazı kağıdı üzerine dökülmüş, silinmesi mümkün olan bir mürekkep gibiyken, bundan sonra matbû ve silinmez bir hale gelir. Diğer bir deyişle, alışkanlıkla bir ikinci huy olur. Ne silinir, ne çıkar ve o zaman ne iman yolu kalır, ne de küfürden kurtulmaya çare. Bu mühürleme ve baskının kazanılması kuldan, yaratılması Allah'tandır. Dinî bakımdan bir günahta ısrar etmekle etmemenin farkı da bundandır.

    - Konunun özeti şudur: insanlar Allah’a ulaşmak istediğinde Allah ona karşılık verir ve doğru yoluna alır. Allah’ın kitabına karşı çıkan ve gerçeği görmek istemeyen bir insan da doğru yolu bulamaz, Allah da ona doğru yolu göstermez.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 39.
    -1
    ya bune amk taşşak mı geçiyosun kardeşim gibtirgit burdan
    ···
  15. 40.
    +1
    kuranda namaz kılma şekli var arkadaşlar
    ···
  16. 41.
    0
    başlık güncelleniyor.
    ···
  17. 42.
    -1
    amk çocugu ya işine gelen sorulara cevap veriyor bin @24e cevap versene ayrıca verdiğin cevapları da gibeyim gibtir git burdan.
    ···
  18. 43.
    0
    başlık güncelleniyor.
    ···
  19. 44.
    0
    @6 hadislerin doğruluğu kalmadı dünya balığın üstünde diye hadis var hadislere nasıl güvenebiliyosun bide recm ve muhafazidin 9 yaşındaki kızla cima sı hakkındaki görüşlerini alayım
    ···
  20. 45.
    0
    entrymde soru yokmuş uyanık şakirte bak hele. tamam sorayım o zaman yazdığım ayeti bir tanrının yazma ihtimali nedir sence
    ···