-
1.
+56 -19bu yazı disizi sayesinde;Tümünü Göster
1) tanrı var mı?
2) dinlerin doğruluk payı var mı? varsa hangisi doğru?
3) uzaylıların varlığı
4) piramitlerin sırrı
5) teknolojinin gelişim ve ilerleme konusundaki istikrarı
6) türkiye'nin geleceği
7) dünyanın geleceği
8) kapitalist sistemin ömrü
gibi birçok soruya yanıt bulabileceksiniz. yazıyı ben yazacağım, sizden iki ricam var,
özet geç dememek ve yazının kaynağını sormamak.
okuyup okumamakta ve hatta beğenmemekte tabi ki serbestsiniz.
şimdilik diyeceklerim bu kadar, bu 8 sorunun cevabını gerçekten merak ediyorsanız 01.31'de bu başlıkta olun. ilgi göstermeniz, entry yazmanız şart değil.
--içindekiler--
(bkz: #20239283)
--içindekiler--
--özet--
tanrı ve din: tanrı var ama dinler yalan
tanrı: dinlerde anlatıldığı gibi olmama ihtimali yüksek. bigbang'e sebep olan bir tür enerji olabilir.
uzaylılar ve piramitler: dünyada hayatı uzaylılar başlattı. piramitleri uzaylı dediğimiz canlılar yaptı. gelişmekten çok geriye gittiğimiz için bizi sallamıyorlar.
teknoloji: üretimini hep mikroçip mantığı üzerinde devam ettirdiği için, teorik anlamda olduğu yerde sayıyor denilebilir.
türkiye ve dünyanın geleceği: medya insanların düşünmesini engelliyor. türkiye ilerde işleri yoluna koyacak ve diğer ülkeler türkiye ile anlaşmak zorunda kalacak.
bilim: genelde insanlığa hizmet etse de, başımıza bela olan birçok virüsün laboratuvar ortamında üretilebilmesine de sebep oluyor.
kapitalizm: çökmesi, abd'nin çökmesine bağlı. kaynaklar bitse bile, kapitalizm kullandığı bankacılık gibi sistemler sayesinde varlığını devam ettirebilecek. kaldı ki toprak yok olmadıkça üretimin bitmesi de imkansız. abd çöktüğünde oyun biter. abd'nin çökmesi de, paranın değerinin beklenenden çok azalması, dolayısıyla sürekli para basmanın getirdiği piyasadaki para bolluğunun kontrol edilemez hale gelmesiyle alakalı.
matematik: evren, matematik üzerine kurulu bir sistemdir. saçma veya mantıklı bir çok olayın matematiksel karşılığı vardır.
paralel evren ve zaman: (bkz: #19934944)
amerika birleşik devletleri: (bkz: #20238777)
--özet--
bu konuda yazılan herşeyi, sahip olduğunuz inanç, siyasi ideoloji veya diğer manevi değerleri bir süreliğine görmezden gelerek okumanız rica olunur.
tanrı ve din
insanlık, gelişim süreci boyunca varlığının sebebini iradesi nedeniyle sürekli sorgulayan bir varlıktı.
etrafında olup bitenler, doğa olayları ve değişimlerin gerçekleşmesi, bu sorgulamayı daha da arttırdı.
ilk insanlar, şimşeğin çakmasından tutun da, geceyle gündüzün değişimine kadar her olayda farklı bir yaratıcı tasvir ettiler.
ancak, bu tasvirler maalesef ki varsayımdan öteye gidemedi.
çünkü, tanrı denilen olgu/varsayım, insanlarla hiçbir zaman iletişime geçmedi.
tanrı'nın bu muammalığı, insanlardan bazılarının, aslında tanrı diye birşey olmadığı düşüncesine kapılmasına neden oldu.
toplumlar içten içe bu düşünceyi benimserken, zaman içinde yoldan çıkmaya, başka bir deyişle birbirlerine zarar vermeye başladılar. toplumların yoldan çıkması veya birbirlerine zarar vermesi, yine aynı toplumdan olan duyarlı insanları rahatsız etmeye başladı. eski dönemlerde şuanki gibi devlet otoritesinin yerleşmemiş olması, insanları haksızlık yapma ve zarar verme konusunda neredeyse teşvik eder gibiydi. böyle bir durumda yapılacak tek şey, aslında yeryüzünde varlığımızdan beri içimizde saklı olan doğaüstü korkuyu kullanıp, toplumları tekrar eski mutlu hallerine geri döndürmekti: din.
dinler bir süreliğine de olsa, insanları hata yapmaktan alıkoyabildi. toplumların özlerini kaybetme konusundaki her çabası,
bu toplumların içinden zeki ve duyarlı insanların çıkmasına da sebep oluyordu.
çoğunlukla "peygamber" adı verilen bu insanlar, kendi toplumlarını güzel ahlak mantığı doğrultusunda hata yapmamaları için çabalayan insanlardı.
yukarda yazılanlar, herkesin tahmin edebildiği, belli bir düşünceyle varılabilecek sonuçlardır.
fakat, burada genelde gözden kaçan küçük bir ayrıntı, bütün bu düşünceleri yıkmaya yetecek kadar etkili:
insanlığa böylesine yön veren bu dinler, neden hep ortadoğu'dan çıkmıştır?
bu küçük ayrıntı, birçoğumuzun dikkat etmesine karşın, pek de önemsenmeyen ama derin açıklamalar gerektiren bir konudur.
dünyada sadece ortadoğu halkları mı tabiri caizse yoldan çıkmıştı da, bütün peygamberler ortadoğu ve özellikle arap toplumuna gönderiliyordu?
"ilahi dinler" adı altında bahsettiğimiz bütün dinlerin çıkış kaynağına dikkat ettiğimizde, bu dinleri toplumlara empoze edenlerin tamdıbının yahudi halklarından ya da yahudi soyudan gelen insanlar olduğunu görürüz.
yahudilik kavramı, tahmin ettiğimiz din kavramından da öte, ırklaşma mantığı taşıyan bir kavramdır.
varlıklarından bu yana, bu toplum hep kontrolü kendi ellerinde tutmak, daha doğrusu kontrol etmek istemişlerdir.
dinlerin çıkış sebebi de, insanlığı kontrol etmek, onlara "gereken" şekilde yön vermekten ibarettir.
"ilahi" sıfatı taşıyan bütün dinlerde bu gerçeklik payı vardır ve bilindiği gibi, yerel dinlerin çıkış sebebi de çoğunlukla doğal olayların etkisinde kalınarak yapılan "tanrı" tasvirlerinden öteye geçememiştir.
insanlık tarihi boyunca isa ve musa'nın varlığına dair hiçbir kanıtın bulunamaması, başka bir şüpheyi de beraberinde getirdi:
bu peygamber dediğimiz insanlar gerçekten yaşamış mıydı?
şimdiye kadar hiçbir kanıtın bulunamaması nedeniyle, bu insanların aslında hayal ürünü veya diğer bir anlatımla sembolik karakterden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
toplum düzenlerinin bozulmasından endişelenen, dönemin birkaç idealist insanlarının, böyle sembolik karakterler yaratarak insanları istedikleri gibi kontrol edebildikleri gerçeğine varırız.
yaşadığı kanıtlanan tek "peygamber"in muhafazid olduğuna dair birçok kanıt vardır.
ancak, muhafazid'in yaydığı din de kasıtlı olarak hristiyanlık ve museviliğe dayanıyordu.
isa ve musa'nın gerçekten varolduğunu ve tanrı'nın elçileri olduğundan bahseden bu din, muhafazid'in yanına küçük yaşta gelen selman-ı farisi'nin büyük katkılarıyla oluşturulmuştur.
selman-ı farisi, islam'dan önce yaygın olan iki dini de, konuştuğu papazlar hahamlar sayesinde öğrenebilmişti.
muhafazid adında "bir peygamber"in varlığını öğrendikten sonra evinden kaçarak yollara düşen küçük yaştaki bu çocuk, çektiği onca sıkıntı sonucunda muhafazid'in yanına varabilmişti.
selman-ı farisi muhafazid'i bulmamış olsaydı belki de şuan islam adında bir din olmayacaktı ya da asırlar önce tarihe karışmış olacaktı.
sonuç itibariyle, bütün dinlerin insan aklının ürünü olduğunu söylemek mümkün.
ancak, "yoktan varedilemeyiş" prensibi itibariyle, tanrı'nın varlığının kesin olduğunu söyleyebiliriz.
peki, dinler güzel ahlakı emretmesine rağmen neden insanlık halen savaşıyor, halen döküyor?
bunun sebebi de aslında yine insanlıkla ilgili.
toplumlar yoldan çıktıkça, yeni bir din oluşturma yoluna gidildi ve birden fazla dinin varlığı sebebiyle, bir süre sonra dinlerin de özü bozuldu. farklı inanç sahibi insanlar, kendi inançlarının doğruluğuna inanmak zorunda bırakıldı ve diğer inanca sahip insanlara karşı, dinin yetkili kıldığı insanlar tarafından kasten düşmanlık oluşturuldu.
-ölümden sonra hayat-
tanrı'nın varlığının kesinliği, ölümden sonra hayatın varlığı ihtimalini de beraberinde getirdi.
çünkü, dinlerin etkisinde kalan insanlık, yaptıkları hatanın ilahi bir adaletle cezalandırılacağına inandırılmıştı.
buna da kısaca değinmek gerekirse, ölümden sonra hayatın varolma ihtimali konusunda bile hiçbir bulguya rastlanmamıştır.
cennet, cehennem gibi bütün dinlerde bahsedilen nihai son, insanları sözümona doğru yolda tutabilme maksatlıydı.
insanları iyiliğe teşvik edip, kötülükten uzak tutma maksadı taşıyan bu tasvirler ve ölümden sonra hayat olup olmayacağı konusundaki muammalık, dinlerin varolmasını ve günümüze kadar gelmesini sağladı.
ölümden sonra hayat, şuanki bilimin geldiği nokta yeterli görülmesi sonucunda değerlendirilirse, dinlerde anlatıldığı gibi gerçek değildi ve hatta gerçeklik payının bulunma ihtimali bile yoktur.
tanrı'nın varlığı, evrendeki belli bir manevi dengenin de doğal olarak varolmasını sağlıyor.
kısacası, hesaplar açıldığı yerde, yani burada kapanıyor.
bugün birine iyilik veya kötülük yaptığımızda, ertesi gün aynı etkide bir iyiliği veya kötülüğü farklı insanlardan ya da etkilediğimiz insanlardan buluyoruz.
şimdiye kadar iyi veya kötü, bütün yaptıklarınız ve hayatta bu noktaya gelmenize sebep olan olaylar hakkında bir liste oluşturabilseydiniz, bunun şaşırtıcı gerçeğiyle karşı karşıya kalabilirdiniz.
çünkü, tanrı denilen varlık, evrende belli bir manevi denge yaratmıştır ve insanlara verdiği irade sonucunda onları yaptıklarıyla serbest bırakmıştır.
herşeyin bir tür dengesi vardır ve bu, ilahi adalet dediğimiz kavramın gerektirdiği bir gerçekliktir. -
2.
+21 -3teknolojiTümünü Göster
varolmamızdan bu yana, akıl sahibi olmamızın getirisiyle hayatımızı kolaylaştırmaya çalışan canlılar olduk.
pratik olma, ilerleme ve diğer toplumlarla rekabet etme isteği, bizi bugünkü durumumuza kadar getirdi. ancak, bu ilerleme her ne kadar iyi gibi görünse de, bildiğiniz gibi bir süre sonra kazandığımız güçle birbirimizi yok etmeyi istemeye başlayacağız.
teknolojinin istikrarı, görünürde de artarak devam edecektir.
"görünürde" dememin sebebi, aslında teknolojinin halen olduğu yerde saymasıyla alakalıdır.
teknolojinin ilk ve son ilerlemesi, mikroçiplerin icadından ibarettir.
çünkü, üretilen bütün ürünler, bir tür küçültme mantığıyla geliştirildiler.
bu yüzden "teknolojinin ilerlemesi", teoride pek de mümkün görünmedi.
örneğin, televizyon icat edildi ancak, televizyon da mikroçiple çalışan bir cihaz ve her geçen gün daha farklı türleri ortaya çıktı. ince ekranlısı, renklisi, arttırılmış görüntü kalitesi gibi farklı özellikleriyle, bize teknolojinin sürekli geliştiği izlenimi verdiler. ama bunların hepsi, hep aynı mantıkla üretilen cihazlardı.
ve bu cihazı üretenler, şuanki noktaya geleceğimizi çoktan tasarlamışlardı.
biz teknolojinin ilerlediğini düşünürken, onlar daha çok para kazanma telaşındaydı.
ve sahip oldukları bilgiyle, yine durağan bir mantığa sahip olan mikroçip teknolojisini küçültmek ve cihazların aşama aşama farklı sürümlerini piyasaya sürerek daha fazla para kazanmak istiyorlar.
renksiz televizyonun ilk icat edildiği dönemde, aslında renkli televizyonun prototipi çoktan üretilmişti.
renksiz televizyonun yeteri kadar satıldığı ve bu sürümden yeteri kadar para kazanıldığına ikna olan üreticiler, sürümün renklisini de piyasaya sürdüler.
şöyle düşünelim, bir cihazın tüm özelliklere sahip olarak piyasaya sürülmesi ne anlama gelir?
o cihazdan sadece bir kereliğine para kazanmak anldıbına gelir.
ancak aynı mantıkla, her defasında biraz daha geliştirilmişini piyasaya sürerseniz, bu mantık sayesinde defalarca para kazanırsınız.
mikroçipler, çoğunuzun bildiği gibi, 1 ve 0 diye tabir edilen rakamlara göre çalışırlar.
her mikroçipte, kapasitesini belli eden birçok devre bulunur. bu devreler, elektrik akımının diğer devlere büyük bir hızda iletilmesini ya da iletilmemesini sağlayarak cihazın çalışmasını gerçekleştirirler.
1 sayısıyla bahsedilmek istenen, devrenin kapalı olması durumudur.
devre kapalı olunca, o devreye varabilen elektrik akımı, devrenin kapalı olması sayesinde diğer devreye ulaşabilir.
0 sayısıyla bahsedilmek istenen, devrenin açık olması durumudur.
devrenin açık olması demek, bu devreye kadar gelen elektrik akımının, bahsettiğimiz açık devre yüzünden öbür devreye geçememesi, dolayısıyla işlemin orada sonlanması demektir.
bilgisayarların çalışma mantığı, 1 ve 0 olarak bahsettiğimiz sayılarla alakalı olduğu için, matematikte -liseliler öğrenmiştir ama pek bilmezler- 2'lik taban diye bahsedilen sistem sayesinde diğer sayıların gösterilmesi ve kullanılmasını sağlar.
örneğin, 15 sayısının 2'lik tabandaki karşılığı,
1111 olmak üzere, hafızada 4 byte'lık yer kaplar.
konuyu toparlarsak, teknoloji aslında hep aynı mantık üzerinde, aynı cihazların farklı şekillerde/özelliklerde üretilmesi sebebiyle durağan şekildedir ve üretilen onca cihaza rağmen ilerlediğini söylemek, teorik olarak mümkün değildir. -
3.
+9türkiye ve dünyanın geleceğiTümünü Göster
insanlık tarihinde 16 devlet kurarak, varlığını kabul ettirip, 17. devletini kurmak zorunda olan türk ulusu, son kurduğu devletini mümkün olduğunca ayakta tutmaya çalışıyor.
şu meşhur "iç ve dış düşmanlar" jargonuyla, gençlerini herkese kin kusarak yetiştirip, güya varlığını devam ettirmeye çalışan türkiye cumhuriyeti, aslında uluslararası alanda gitgide yalnız kaldığını, sırf bu sebeple bile tarihe karışabileceği ihtimalini görmezden geliyor.
gençlik olarak bizim bu konuda şuan yapabileceğimiz birşey yok.
ancak, gelecekte farkında olmamız gereken bazı konular var.
bunlardan en önemlisi, sürekli geyiği çevrilen "devletler arasında dostluk olmaz, menfaatler olur" gerçeğidir.
bizler yapımız gereği duygusal bir ulus olduğumuz için, yüzümüze gülen herkesi dost sanabiliyoruz.
aslında kaybetmemizin en önemli sebebi bu diyebiliriz.
insani özelliklerimizi diğer toplumlar gibi kaybetmediğimiz için, her defasında vicdanımızın esiri oluyoruz.
bu maalesef bize zarar veriyor. atalarımızın neler başardığını, birileri bize yanlış anlatıyor ya da doğrusunu anlatmaktan çekiniyor.
çünkü bu "birileri", bizi bizden daha iyi biliyor. kendi başımıza kaldığımızda neler başarabileceğimizi bizden daha iyi biliyorlar. tabi ki bu, "herkes bize düşmandır" tezini doğrulamaya yetmez. olağan şartlar altında zaten herkes birbiriyle dosttur.
örneğin, fransa ile ingiltere şuan gerçekten dost gibi görünüyorlar ancak, yarın birbirleriyle savaşmayacakları ihtimalini hiçbirimiz kesinlik olarak öne süremeyiz.
yine yukarda bahsettiğim gibi, ingiltere fransa ile ne kadar dostsa, bizimle de o kadar dost olduğuna emin olabilirsiniz.
dünya artık tarihte kalan olayları istemese de unuttu ve yeni olaylarla varlığını sürdürmeye çalışıyor.
osmanlı'nın yaptıkları yüzünden avrupa'nın bizden nefret ediyor olması ihtimali de, bu anlamda geçerliğini yitirmekte.
bahsettiğimiz avrupa devletleri, ne kadar kurduğu birlik sayesinde ortak gibi görünseler de, ilk fırsatta birbirlerini ortadan kaldıracaklarına emin olabilirsiniz. biz duygusal insanlar olmamız sebebiyle, bu devletlerin birleşip sadece bizden nefret ettiğini düşünüyoruz. emin olun, herkes birbirinden aynı oranda nefret ediyor.
diğer bir konu da, batılı ülkelerden geri kalmış olmamız.
dünya tarihinde ilginç ama basit bir gerçek var ki, o da dünyanın 2 kutuptan ibaret gibi görünüyor olmasıdır.
bir dönem doğu devletleri ileriyken, diğer dönem batı devletleri ilerleme kaydediyor.
şuan, batının hüküm sürdüğü bir dönemde yaşıyoruz.
bütün bunlar demek oluyor ki, sonraki dönemde doğu devletleri ilerleme kaydedecektir.
ancak, bunun yakın zamanda olacağını söylemek çok zor.
peki türkiye doğu ülkesi mi?
bu sorunun cevabının kesinlikle hayır olduğunu söyleyebiliriz ancak, türkiye batı ülkesi de değildir.
konumu itibariyle türkiye, hiçbir kutuba dahil olmayan, diğer bir deyişle ayrı bir dünya olan ve ayrı bir dünya yaratabilecek potansiyelde bir ülkedir.
bu potansiyeli, geçen zaman içerisinde daha iyi değerlendirebileceğiz.
yeri gelmişken, bir kehanette de bulunalım.
türkiye ile ilgili yapılan analizler, şuanki gençliğin yaşayabileceği ileri bir dönemde, türkiye'nin süpergüç olabileceğini söylüyor. bazılarınız, hayat şartlarına zor uyum sağladığımızı, bunun nasıl gerçek olabileceğini sorabilir.
türkiye, potansiyelinin fazla olması sebebiyle, her ne kadar bizi sallamıyor gibi görünseler de gücünü ispat eden bütün ileri ülkelerin dikkatini çeken bir ülke.
kimse, bir diğerinin ilerlemesini istemiyor. dolayısıyla bundan en çok da türkiye etkileniyor.
medya, insanlarımızın düşünmesini kasten engelliyor. günübirlik eğlencelerle ve onlarca saçmalıklarla aklımızı doldurmamıza sebep oluyor. en önemlisi de, gerçekleri görmemize engel oluyor.
medya organları sayesinde insanlarımıza empoze edilen, "umutsuzluk" bilinci, insanlarımızı hayattan bezdirme noktasına kadar getirdi. diğer bir deyişle medya bugün için başarılı oldu.
"türkiye kötüye gidiyor, hükümet ülkeyi parsel parsel satıyor, işsizlik hatsafhada, açlık sınırı arttı" gibi onlarca haberin tek amacı, insanlarımızı gündelik hayat telaşı içinde gerçeklerden uzaklaştırmaktan başka birşey değildir.
bir ülkeyi süpergüç yapabilecek en önemli unsur, sahip olduğu gençliktir.
bu potansiyele sahip olduğumuza sanırım hepimiz hemfikiriz.
o halde, diğer konularda da başaramayacağımızı söylersek hata etmiş oluruz.
tahminler gösteriyor ki, türkiye'nin başına 2020'li yıllarda idealist bir başkan(buraya dikkat) sayesinde, atatürk'ün de bahsettiği "turan ülküsü" dediğimiz olayın gerçekleşmesini sağlayacak.
birçok türk devletini aynı çatı altında toplayabilecek olan türkiye, dünyadaki bütün dengeleri altüst edebilecek olmasından dolayı, göründüğü gibi pek de iyi olaylara sebep olmayacak.
diğer halkları etkisi altına alıp, o halklarının zenginliklerini sömürmek isteyen ülkeler, türkiye'nin bu birliği gerçekleştirmesinden -tahmin ettiğiniz gibi- rahatsız olacak ve belki de bazılarımızın "bir türlü gerçekleşmiyor" dediği 3. dünya savaşı, beklenildiği düzeyde, topla tüfekle de gerçekleşecek.
türkiye'nin türk birliğini kurması, dünya tarihinde kanlı ama yeni bir sayfa açılmasına sebep olacaktır. -
4.
+8 -1kardeş sen tanrı olayında kalsaydın iyiydi teknolojide daha da tuhaflaştın yer yer saçmaladın. bi kere ne demek teknloji ilerlemedi. mesela;Tümünü Göster
"""renksiz televizyonun ilk icat edildiği dönemde, aslında renkli televizyonun prototipi çoktan üretilmişti."""" bu ciddi iddialarından bi tanesi ama kanıtı nerde. bende uydururum o zaman bişeyler. kanıtlayamadığın bilgi doğru olsa bile doğru değildir.
amk dur ben az özet geçiyim.
canlılık tarihinde çok önemli bir nokta ateşin kullanılmasıdır. enerjinin kontrolüne, doğanın kontrolüne insan bu aşamada başlamıştır. --homo sapiens değiller ama ben insan diyom-- teknolojinin başlangıcı da diyebilirsin. diller bile ateşin yanında çok genç kalıyor.(bahsettiğim dil 1 milyon yl öncede insansıların yaptığı homurdanma ve sembolik işaretlerle anlaşma değil, bildiğimiz dil) insansılar ateşi 500bin yıl önce kontrol edebilmeye başlamış. ama ilk ateş kullanımı (tesadüfen ateşi elde etmiş olabilirler) 1milyon yıldan geriye gidiyor.bu sayılar tabi ki tam doğru değerler değil bilinen tahmini değerler.
şimdi bakalım ateşin ilk kullanımıyla insanın istediği zaman kullanabildiği, yaygın bir unsur olması arasında geçen süre yaklaşık 1 milyon yıl rakama bak amünüyüm. hadi diyelim elimizdeki bilgilerde yanlışlık var oynatalım. yine yüzbinlerce yıllık bi süreç.
sonra dilin gelişimine bakıyoruz. dil insanlık tarihindeki en ciddi icattır. insanların kurduğu ilkel iletişimlerle sistemli diller arasında yine milyon yıl var. e amk işte bu teknoloji. yavaşlığı görüyosun di mi?
gelişemiyoruz. ama dil oluşunca bi kez benim zihnime gelen bi fikir senin zihnine de yansıyabiliyor. ilk sistemli diller 100bin yıl önce ortaya çıktı ama insan uygarlığının tarihine bak 10bin yıl.
bak hala yavaş ama her yeni buluş hızlandırıyor bizi. süreç daha da azaldı. sonra ne oldu 500 yıl önce ateşli silahlar ortaya çıktı. artık güç buydu. ve ne oldu küçük krallıklar, derebeylikler yıkıldı(lisede hep böyle denir hatırınıza çabuk gelsin diye aynısını kullandım). artık bir devlet örgütlenmesi çok fazla toprağa hakim olabiliyordu.
500 yıl önce olan bir diğer gelişme kitapların yani kısaca bilginin insanlara çabuk ulaşmasını sağlayan matbaa sistemi kuruldu. e tabi cahil bırakılan insanlar bilgiye ulaşınca devrimler, reformlar yaptılar. zihinsel gelişim sağladılar. din güç kaybetmeye işte bu anda başladı. bilim işte bu son 500 yılda gelişmeye başladı. ve şu anda sahip olduğumuz bütün teknoloji son 500 yılda sağlandı ve sen teknoloji gelişmiyo diyosun. yuh amk.
daha sonra coğrafi keşiflerle sınırsız kaynağa beleşe ulaşan avrupa doğu karşısında büyük güç kazandı. otomasyona, mekaniğe geçildi. kapitalizm güçlendi. sömürülen işçiler ortaya çıktı. komünizm fikri kapitalizme alternatif olarak sunuldu, tutmadı. işte bu son 200 yıl deli gibi ilerlediğimiz yıldır. ortamın dıbına koyduk resmen. hem fikirsel hem eylemsel anlamda.
işte bu arada önemli gelişme kayıt cihazlarıydı. videolar, fotolar vs. daha sonra insanlık tarihinin en önemli icatlarından biri yapıldı. sanal alem ve sanal alemde paylaşım. internetle artık istediğin anda istediğin bilgiye ulşabiliyorsun ve her türlü ihtiyacını netten karşılayabiliyorsun. her şeyimiz sanal oldu. insanlar arasındaki yüzyüze ilişki azaldı.
çiplerden sen bahsetmişsin zaten.
işte netin icadı ve telekomünikasyonun gelişmesiyle beraber insanlık yeni bir döneme girdi. bu dönem ne kadar uzun sürer bilmiyorum ama dinlerin gücünü kaybedeceği dolayısıyla kapitalizmin güç kaybedeceği yepisyeni bir ekonomik sisteme geçileceği söylenebilir.
hatta ve hatta eğer insanlık dünya dışından kaynak bulamazsa para bile evet şu anda güç olan para bile ortadan kalkabilir. tabi bunlar ihtimal. geleceğe yönelik tahmin yapmak kolay değil.
ekstra bişiler söylemek gerekirse insan nüfusu gerçekten çok fazla dolayısıyla insn nüfusunda azaltmalara gidilebilir. bu daha çok lab ortamında evrimleştirilen virüslerle yapılabilir. tabi muallakler korkuyo çok güçlü bi virüs ortaya çıkarırlarsa kendileri de yanacak. belki şu anda arada bi ortaya çıkan virüsler bunlardır. ki bence %100 böyle ama kanıtım yok sonuçta atıp tutamam amk.
daha çok şey var. daldan dala geçiyo konu ama bu kadar yeter çok acıktım laaaan! -
5.
+6bilimTümünü Göster
teknolojinin gelişimi, insanlığın ilerlemesine büyük bir katkı sağlasa da, yeterli olamadı.
çünkü, insanlık kendi hayatını kolaylaştırmak dışında, biyolojik konularda da ilerleme kaydedip, modern hayatın temellerini atma ihtiyacı hissetti.
bilindiği gibi atom, maddenin en küçük yapı birimi.
peki, doğada neden birbirinden farklı maddeler ve dolayısıyla atomlar var?
doğadaki bu çeşitliliğin en önemli sebebi, şüphesiz manyetizmadır.
bu konuyu anlayabilmek için, öncelikle doğada sadece bol miktarda ama tek cins madde ve tek cins atom olduğunu varsayalım.
yeryüzünün her yerinde bolca bulunan bu maddenin, farklı etkileşimlere maruz kalarak değişime uğradığını, sonuç itibariyle de zamanla farklı maddelerin oluştuğunu düşünün.
bu değişimdeki güneşin etkisi yadsınamaz bir gerçekliktir.
ve bu değişim, tahmin edemeyeceğimiz uzunlukta bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.
milyonlarca yıllık değişimde, sayısını bilemediğimiz türde maddeler/atomlar ortaya çıkmış, bununla beraber teknolojinin gelişimiyle de bu maddeler işlenerek insanlığın hizmetine sunulmuştur.
örneğin, tadını aldığımız şekerin oluşumu-pancardan bahsedersek-, yeraltındaki yağ birikiminin güneşin toprağa uyguladığı yakıcı etki sonucunda pişmesiyle oluşmuştur.
aynı şekilde, petrol de onbinlerce yıl önce ölmüş hayvan kalıntılarının, toprak altında birikmesiyle günümüzde kullanılabilir hale gelmiştir.
diğer bütün maddelerin, bu ve buna benzer etkileşimlerle farklılaştığını düşünebiliriz.
peki, bahsettiğimiz bu "bol miktarda tek madde" neydi?
"bigbang" denilen büyük patlama sonucu, güneşten kızgın bi alev şeklinde kopan dünyanın, zaman içinde dönüşümünü tamamlayıp, canlı yaşdıbına uygun hale gelmesiydi.
ya da, canlı türlerinin, zaman içinde dünyanın kendi oluşturduğu kurallara biyolojik olarak uyum sağlayabilmesiydi.
nefes alıp vermek zorunda olmamız, oksijene ihtiyaç duymamız, bu nedenledir.
bilimsel gelişmeler hız kazandıkça, insanlık daha modern hayata kavuşabilme imkanı buldu.
ateşin icadından, kansere çare bulunmasına kadar gelinen noktada bilimin önemi büyüktür.
ateşin yanmasını sağlayıp devam ettirebilmek teknolojik, ateşin bulunması ise bilimsel bir gelişmedir.
bilim, her ne kadar insanlığa hizmet etse de, bilginin gücüyle kendini tanrı sanan insan, bilimi bir tür silah olarak kullanmayı da ihmal etmedi.
son zamanlarda insanlığın başına bela olan birçok hastalık, laboratuvar ortamında geliştirilen virüslerden ibarettir.
bundan yıllar önce, lokal bir etkiyle insanlara zarar veren virüsler üretilirken, artık dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan hastalık, teknoloji ve ulaşım imkanlarının kolaylığı nedeniyle dünyanın başka bir yerine ulaşabiliyor.
yıllar öncesinde verem adı verilen hastalığın, insanlığın sayısını azaltmak için geliştirilen virüslerden en basiti olanını söylemek mümkün.
ancak, verem virüsünün "modası" geçince, bu virüs tedavülden kaldırıldı denilebilir.
tedavülden kaldırma işlemi de, yine bu virüsü geliştirenlerin, panzehiri piyasaya sürme şeklinde gerçekleşti.
çok eski yıllarda, abd'ye yerleşip devlet kurmaya çalışan yeni nesil avrupalılar, amerika kıtasındaki yerlilerin varlığından rahatsız olunca, su çiçeği virüsünü geliştirdiler.
abd olarak bağımsızlıklarını kazandıktan sonra sıra, kıta yerlilerinden kurtulmaya gelmişti.
yerlilere "yardım" adı altında dağıtılan battaniye, yiyecek ve giyeceklere su çiçeği mikrobu enjekte edildi.
bu hastalığın üretildiği ilk yıllarda, vücudun bağışıklık kazanamaması nedeniyle, hastalığa yakalanmak ölümcül bir sonuca sebep oluyordu.
ve bu şekilde, belki de tarihin ilk bilimsel soykırımı gerçekleştirildi. abd yerlilerin büyük bir kısmından kurtuldu.
yakın zamana tekrar dönersek, sars adı verilen bir tür hastalığın, insanlığın canına okuduğunu çoğumuz hatırlarız.
bu hastalık, şiddetli öksürüklerin sonucunda hastalığa yakalananları öldürmekle "görevliydi".
sars virüsü, çin laboratuvarlarında geliştirildi ve ilk kez çin'de ölümlere başladı.
çaresi henüz tam olarak bulunamadı, araştırmalar halen devam ediyormuş.
biraz daha yakın zamanımızda, kuş gribi denilen bir virüs ortaya çıktı. öncelikle avrupa ülkelerinde görülen bu virüs, yanıbaşımıza kadar gelmekle kalmayıp, birçok vatandaşımızın da ölümüne sebep oldu.
bu virüs de israil laboratuvarlarında, deneme amaçlı geliştirilen bir virüstü.
burada asıl amaç, insanları öldürmek değil, virüsün yayılma hızını test etmekti.
daha yakın zamanımızda, domuz gribi denilen bir hastalığın adını duymaya başladık.
domuz gribi de tıpkı kuş gribi gibi ölümlere sebep oldu.
panzehiri halen "bulunamadı". kimlerin geliştirdiği konusundaysa hiçbir bulgu yok.
kırım kongo kanamalı ateş hastalığından haberdar olduk. bu hastalık, kene ısırması yoluyla insan vücuduna bulaşıp, ölümlere sebep oluyordu. virüs israil laboratuvarlarında geliştirildi.
amaçsa, yayıldığı yerlerde ölümlere sebep olmaktı.
bu konuda bir rivayet de, israil'in bir çeşit hava yolu dağıtımıyla, genetiği değiştirilmiş bu hastalıklı keneleri, bazı ülkelerin üzerinden bıraktığıyla ilgiliydi. insanlarımızın bir kısmı, milliyetçiliğin getirdiği nefret duygusuyla beraber bunun doğru olabileceğini düşündü. bir kısmımızsa, bunun bir tür hayal olabileceğini kabullendi.
yıllardır "çare"si bulunamayan, aids hastalığına sebep olan hiv virüsüyse rus laboratuvarlarında geliştirildi.
insanlara cinsel yolla bulaşan bu virüsün 2 farklı türü vardı:
1) bulaştığı vücuda doğrudan etki etmek
2) bulaştığı vücudu öldürmeyecek şekilde kullanarak, yayılımı sağlamak(taşıyıcı)
virüsün çalışma mantığı şu şekildeydi:
vücuda cinsel yolla bulaştıktan sonra virüs, kendisine en uygun yeri bulup, etrafındaki hücreleri zamanla emri altına alıp yeterli miktarda hücreyi elegeçirdikten sonra, kendisiyle beraber infilak ettiriyordu.
bu virüsün, diğer tüm hastalıklara oranla, şimdiye kadar geliştirilmiş en güçlü virüs olduğunu söyleyebiliriz.
hücrelere beyin tarafından verilen emirleri iptal ederek, kendisine bağladıktan sonra zamanla çoğalma gibi bir programlama mantığının da, bilgisayar ortamında gerçekleştirilebileceğini hepimizin tahmin edebildiğini düşünüyorum.
rusya, bu hastalığı hedef olarak belirlediği ülkelere, hayat kadınları vasıtasıyla gönderiyordu.
taşıyıcı tür virüs enjekte edilen bu kadınlar, "hedef" ülkelere gönderilip, fuhuş yoluyla yayılmayı sağlıyordu.
aids hastalığının çaresi halen bulunamadı. ve bu hastalık, maymun genlerinden alınan bir çeşit hayvan hastalığının virüsünün geliştirilmesi sonucu ortaya çıktı.
bilim her geçen gün, insanlığa hizmet etmek için araştırmalarını devam ettirse de, bu tür olaylarla insanlığa istemdışı zarar verdiği gerçeğini de gözardı edemeyiz.
belki bütün bunların komplo teorisi olduğunu düşünüp kendimizi rahatlatma yoluna gitmek isteriz, bütün bunların yalan olduğunu, paranoyak bir beyin tarafından üretilen düşünceler olduğunu kabul edip, gerçek olmadıklarını varsaymak isteyebiliriz.
ama gerçek olan şu ki, bazı gelişmiş ülkeler bilimi bir tür silah olarak kullanmaya devam ediyor ve bilim ilerle(til)meye devam ettikçe de, daha ölümcül virüslerle başetmek zorunda kalacağımızı şimdiden tahmin etmemiz zor değil gibi görünüyor.
edit: son zamanlarda çıkan en son hastalık, batı nil hastalığıydı.
batı nil virüsü, ilk kez yunanistan'da görüldü. kimlerin geliştirdiği bilinmemekle birlikte, yakın zamanda ülkemize uğrayacağından şüphemiz olmasın. -
6.
+6 -1tanrıTümünü Göster
yeryüzünde hayata sıfırdan başladığımızdan bu yana hep muamma oldu. varlığına inandı kimimiz, dinlerin etkisinde kaldı. kimimizse varlığını reddetti, bu reddedişin hiçbir mantığa sığmayışına rağmen.
öncelikle şunu söylemek gerekir ki, inanmak genetik bir gerçekliktir.
atalarımızdan bu yana bize aktarılan genlerin etkisi, inanma konusunda büyük önem taşıyor.
ancak inanmak, hiçbiryerde göremediğiniz, hissedemediğiniz bir varlığa tapınmayı gerektirdiğinden, zaman içinde düşüncelerimiz değişebiliyor. çoğumuz, dinlerin gerçekliğini halen kabul ederek o'na inanıyoruz.
tanrı'ya inanma mantığı bu şekildeyken, inançsızlık da farklı şekillerde varlığını devam ettiriyor.
dinlere olan inançsızlığın en önemli gerçeği, tanrı'nın varlığına olan inancından kopmuş insanların bu dünyada maddi bir rahatlığa kapılıp gitmiş olmasıdır.
aynı şekilde, dini inancı sağlam insanlara dikkat edildiğinde de, bunun tam tersinin olduğunu, dinibütün insanların genelde maddi anlamda zor bir hayat yaşıyor olduğunu farkederiz.
bu konulardaki iki uç noktanın en önemli sebebi, insanlığın içgüdüsel olarak rahata olan düşkünlüğünden ibarettir.
herhangi bir dine olan inançsızlığını, dünya hayatındaki mutluluğu yüzünden kaybeden insanlar nasıl rahatlık yüzünden bu ekgibliği hissetmiyor gibi görünse de(buraya dikkat), diğer tarafta zor bir hayat yaşayan dinibütün insanın da aynı şekilde rahata olan zaafı önemli rol oynamakta.
dinibütün insanlarımız, inançlarında vaat edilen, ortasından şaraplar akan huzur dolu bir cennet hayaliyle inançlarına sımsıkı sarılarak hayatın zorluklarına sabretmeye çalışıyor.
burada, dinlerin en büyük etkisinin, insanları manevi yönden rahatlatma şeklinde olduğunu söyleyebiliriz.
peki, düşünüldüğü ya da benimsendiği gibi tanrı var mı?
dünya, bigbang sayesinde varoluşundan bu yana, büyük dönüşümler sonucunda canlı hayatına uygun bir yer haline geldi.
dünyanın bu dönüşümleri sağlayabilmesi, tabi ki güneşin çekim etkisinde kalabiliyor olmasından dolayıydı.
dünya dönüşümünü tamamladı, birçok canlı yaşama imkanı buldu, bazı canlılar dönüşümlere(büyük oranda iklimsel değişikliklere) ayak uyduramayıp doğadan silindi.
dünya dönüşümünü güneş sayesinde sağlayabildi, ancak dünyanın güneşten ayrılmasını sağlayan patlamanın kaynağı neydi?
bu kısım, tanrı'nın varlığına belki de en büyük delildir.
çünkü, "etki-tepki" mantığına göre, hiçbir olay, belli bir etkiye maruz kalmadan gerçekleşmez.
dünya astronomik imkanlar nedeniyle bugününe gelebildi ama dünyadaki bu hayatın gerçekleşmesinin kaynağı olan bigbang'in sebebi, tanrı'nın varolduğu ya da varolmuş olabileceği ihtimalini gözönünde bulundurmamıza neden oluyor.
neden varolmuş olabileceği dedik, tanrı öldü mü?
tanrı dediğimiz olgu(kimimize göre varsayım ya da yokluk), dinler sayesinde hep adaleti sağlayan, dünya hayatını düzene sokan ve bazı insanlarla-ki bunlara çoğumuz peygamber diyoruz- bir şekilde iletişime geçen bir varlık olarak tasvir etmek zorunda kaldık.
demek istediğim, belki de tanrı dediğimiz bu güç, sadece o patlamaya sebep olan güçlü bir enerjiden ibaretti.
tanrı'yı sadece insan hayatını düzene sokan birşey gibi düşünürsek, dinlerin etkisinden kurtulamadığımızı da kabul etmemiz gerekir.
diğer bir ihtimal de, tanrı'nın evreni ve dolayısıyla dünyayı yaratıp, bu sistemi uygun hale getirip olanları izliyor olmasıyla ilgili.
böyle bir durumda da "tanrı nasıl ortaya çıktı, tanrı'yı ortaya çıkaran neydi" benzeri paradokslar ortaya çıkıyor.
ikinci ihtimalin doğruluğunun kanıtlanması durumunda, tanrı'nın nasıl ortaya çıktığını bulmak da takdir ederseniz ki fizik/kimya profesörlerinin işidir. zannediyorum bizi ilgilendiren kısım bu değil.
ancak şöyle birşey var, "etki-tepki" mantığı belki de sadece bu evrende geçerli olan bir mantıktır.
ve sınırlı duyulara ve mantığa sahip olduğumuz için, "yoktan varolabilme" gibi kaba bir tabirle isimlendirebileceğimiz bu mantığı anlayamıyoruzdur.
ancak dinlerin hiçbiri, bazı sebeplerle ve insan zekasının sayesinde ortaya çıkarılma sebebi içerdiğinden, bu gerçeklikleri sorgulamayı "günah" adı altında yasaklamış, sorgulayanları da tanrı'nın ağzıyla "lanetlemiş" gibi teşhir etmiştir.
düşünmek, irade sahibi her canlının hakkıdır. aynı şekilde, herhangi bir dine bağlanmak da irade sahibi varlıkların sorumluluğundadır. bunlara kesinlikle müdahale edemeyiz.
ancak, "ilahi" dediğimiz ve dünyanın her yerinde büyük etki gösteren bu dinler, ne yazık ki günümüz dünyasında artık yetersiz kalıyor. inançsızlığın artmasının en büyük sebebi bu ve emin olun ki bu dini bir şekilde insanlara empoze edenler, dünyanın bu noktaya geleceğini yeteri kadar tahmin edememişlerdi.
islam'da kıyamet alametleri adı altında bahsedilen, "inançsızlığın artması" durumu, muhafazid'in ve dolayısıyla selman-ı farisi'nin yürüttüğü mantık çerçevesinde mümkün olabilmiştir. ancak modernliği tahmin edememiş olmalılar ki, islam da diğer dinler gibi geçerliğini yitirmeye başladı.
örneğin, dünyanın varlığı konusunda kutupları hiç hesaba katmayan bu din, ibadet etme olayını kabe'ye yönelerek gerçekleştirmek bahseder. oysa bütün "ilahi" dinler, evrensel olduklarını iddia ederler.
aynı şekilde, islam'da ibadet şekli olarak namaz kelimesinin kaynağı, hintçe'deki "namasté"(yanlış olabilir) kelimesinden türemiştir. hintliler güneş tam tepede olduğu zaman ibadet ederlerken, muhafazid kendi dininde, güneş tam tepedeyken ibadet etmenin yasak ve hatta günah olduğunu söylemiştir.
sebebiniyse, "kafirlere benzemeyelim" şeklinde yorumlamıştır.
islam'ın çıkış kaynağı, islam'dan önce araplar'ın kabe'de bulundurup taptıkları, lat menat ve uzza isimli üç büyük putun başında bulunan en büyük put olan "al-ilah" isimli puttur.
muhafazid bu isme basit bir değişiklik uygulayıp kullandı.
bu basitliğin sebebiyse, insanların hep al-ilah ismine alışmış olmasından ileri geliyor. insanları islam'a kolayca kazandırabilmek ve aynı zamanda da yeni bir inanç sistemi getirebilmek için, bu basit değişikliği uygun gördü.
şimdi insanların al-ilah diye benimsediği tanrı inancı yerine, "benim tanrım'ın adı ananas'tır" deseydi, takdir edersiniz ki yeteri kadar yoldaş bulamazdı. zaman içinde bu din de kaybolurdu, hem de muhafazid hayattayken.
bir başka olay da, muhafazid'in çokça karıştırılan cinsel hayatıyla ilgiliydi.
3 karısından en küçük olanı aişe'nin yatağında yatmayı tercih ederken diğer eşlerinin "neden bizimle de kalmıyorsun" diyişine sinirlenip, "cebrail ben aişe'nin yatağındayken bana uğruyor, sizin yatağınızdayken değil" diyerek olayı bir şekilde kendi mantığına çevirebilmiştir.
nasıl hristiyanlık bir tür güneş diniyse, islam da bir tür ay dinidir. ay'ın islam'da ne kadar kutsal sayıldığını en az benim kadar bildiğinizi varsayıyorum. bu kutsallığın sebebiniyse, araplar'ın şiire ve dolayısıyla romantizme olan düşkünlüğünden kaynaklandığını tahmin etmek zor değil.
hristiyanlık'tan bahsetmeye gerek görmüyorum çünkü, hristiyanlık, dönemin birkaç din addıbının bir araya gelip, çok eski tarihlerde inanılan dinlerden arakladığı birçok hikayenin birleştirilip oluşturulduğu bir din olmaktan öteye gidemedi.
merak edenler, horus'u araştırabilir. zeitgeist'ta da bahsedilmişti bundan.
sonuç itibariyle, dinler cehaletten ve yoksulluktan beslenen inanç sistemleridir ve, dine olan inançsızlığın temelinde de rahat yaşama içgüdüsü yoğunluğunu artırarak devam ettirmektedir.
ölümden sonra hayatın doğruluğu da ne yazık ki imkansızdır. çünkü, şuan kurulan sistem, her türlü eleştiriye rağmen yeteri kadar adaleti sağlamaktadır.
tanrı vardır ancak, o'na ulaşabilmenin dinlerle mümkün olduğunu söylemek, bu gerçekler doğrultusunda mümkün değildir.
önemli olan, hiçbir canlıya hiçbir şekilde zarar vermeden yaşayabilmektir.
edit: mal adam paylaşmıştı olan bitenden. konuyla alakası olduğundan(videonun son dakikaları) hoşuma gitti:
http://www.youtube.com/watch?v=iC_EPy8Ac3g -
7.
+4matematikTümünü Göster
insanlık yerleşik hayata geçişinin ilk zamanlarından beri hayatı kolaylaştırma çabasından vazgeçmemiş, sonucunda da bazı mantıksal kavramlarla bu çabasının karşılığını alabilmiştir. bunlardan en önemlisi olan matematik, gerçekte olmayan karakterlerle doğadaki sistemin anlaşılmasını sağlarken, aynı şekilde buluşların tasarımını da kolaylaştırmaktadır.
matematiğin icadı diyebileceğimiz olayın, yazının icadından sonra gerçekleştiği tahmin ediliyor.
iki aşamadan oluşan bu bilim dalı, düz mantıkla miktar üzerinden sonuca varabilen ve ilk aşamaya göre biraz daha felsefi mantık içeren yüksek matematik şeklinde günümüze kadar gelişerek ulaşmıştır.
ilk aşamasını liseliler dahil hepimizin bildiğini varsayıyorum.
2. aşamasıysa bazı çevrelerce kabul görmeyen mantıklar içermesinden dolayı haddinden fazla eleştirilen bir yapıya sahip.
ve bu aşama, ilkiyle çelişkili sonuçlara varmasından dolayı sadece bir kısmının öğretimi yapılmaktadır.
örneğin, yüksek matematik denilen 2. aşamada 1+1 = 3 sonucu gayet normalken, ilk aşamada bu kabul görmemektedir.
1+1 = 3 olmasını şu şekilde düşünebiliriz:
2 arkadaşın ortak bir sıkıntısının olduğunu varsayalım. arkadaşlardan biri bir çözüm yolu öneriyor, diğer arkadaş da başka bir çözüm yolu öneriyor, sonra ikisi ortak bir çözüm yolu buluyor. toplamda 2 arkadaş 3 çözüm yoluna ulaşabiliyor.
burada kullanılan mantığın diğer adı, bilindiği gibi sinerjidir.
2. aşama matematiğin, türev, integral gibi olan kısımları ilk aşamayla örtüşebildiğinden öğretiminde bir sakınca görülmemektedir.
burada asıl sorun, matematiğin felsefeyle değerlendirilmesinde yatmaktadır.
matematiği somut kavramlarla ifade etme amacı taşıyan realistlerin gözden kaçırdığı konu, matematiğin de felsefenin de soyut olmasıdır.
bu iki düşünce sistemi, aslında birbirleriyle kesinlikle zıt değerler içermemesine rağmen, matematiğin somut uygulamalarda da kullanılıyor oluşu, matematik ve felsefeyi birbirinden ayrı tutmayı zorunlu kılıyor.
felsefe gerek düşünce sistemi olarak, gerekse bahsettiği konuların soyutluğu nedeniyle matematikten farklı bir düşünce sistemi haline gelmiştir.
felsefe sandalyenin gerçekten varolup olmadığını tartışırken, matematik sandalyenin yapım şeklini, nicel özelliklerini ve hatta kullanılırlığını araştırabilmesi yönünden felsefeden daha ileri boyutlarda değerlenme imkanı kazanmıştır.
evren matematiksel kurallar üzerine kuruludur. dolayısıyla aldığımız nefesten tutun da attığımız adıma kadar herşeyin matematiksel bir karşılığı mutlaka vardır. matematik üzerine kurulu bir sistemde de takdir edersiniz ki tesadüfe genel anlamda yer yoktur. ancak bununla birlikte, tesadüfün tesadüf olabilme ihtimali de matematiğin uzmanlık alanına girer(olasılık kavramı).
diğer bir anlatımla, matematik soyut kavramlarla somut kavramları oluştururken, felsefe her iki anlamda da soyutlukla ilgilenir.
örneğin papatya yapraklarının sayısı tek sayıdır ve bu olay matematiğin ilgi alanına girer.
ancak felsefi açıdan baktığımızda, herşeyin başlangıçla bitişinin aynı olabileceği gibi sonuçlara bile varırız. meşhur papatya falında ilk yaprağı hangi deyişle(seviyor/sevmiyor) çekersek, sonuca da o deyişle varırız.
saçma gelebilecek buna benzer birçok örnekte de felsefi kavramlardan bahsedilebilir. bir işe hangi ruh haliyle başlarsak o sonuca varırız, karamsarlığımızın sebebi, karamsar olmamızdandır vs. yargılara varmamız, matematiğin de desteğiyle oldukça kolaydır.
diğer bir örnekle, yıldızların dağılımı, birbirlerine çapraz şekildeymiş gibi görünür. matematiğin 3 boyutlu kavramlarla değerlendirilmesinden yola çıktığımızda, sadece bu olaydan bile dünyanın biraz eğik olduğunu çıkarabiliriz.
aynı şekilde, bozuk parayı fırlattığımızda hangi önyüzüyle fırlattıysak, kısa mesafe fırlatışımızda o önyüzün gelmesi matematiksel mantığın doğal bir sonucudur.
felsefe destekli matematiğin diğer bir varsayımı, şimdiye kadar düz mantıkla öğrendiğimiz bütün gerçeklikleri kabullenmeyecek kadar uçuk sonuçlar da çıkarabilir.
en büyük sayı 0 olduğu söylendiğinde, çoğu zaman gülüp geçebilecekken, felsefenin mantığa uygun yargılarıyla bunun mümkün olabileceğini kavrayabiliriz.
felsefe, kendi içinde farklı akımlarla, herşeyin yoktan varolduğu(işin tanrı boyutu çok ayrı) konusunu matematiksel terimlerle de bu şekilde sorgulayabiliyor.
en büyük sayı 0'dır, yoktan varolduk ve sondan başa doğru gidiyoruz...
bütün sayılar 0'dan türetilmiştir. nihai son dediğimiz olay da matematiğin bitişi diye tabir ettiğimiz fakat aslında matematiğin başlangıcına denk gelen olaydır. sayılar büyüdükçe başa dönüyoruz. belki bu yüzden insanlık binlerce yılda bir silbaştan yapıp ilk haline dönüyordur ve tekrardan aynı şekilde ilerleme kaydetmek zorunda kalıyordur.
bütün bunlar tabi ki ihtimal dahilindedir.
sonuç itibariyle, matematik diğer bilimlerle olan etkileşimini felsefeyle sadece sınırlı düzeyde tutabilmekte ve felsefi açıdan yapılan matematiksel değerlendirmeler, çoğu zaman varsayımdan öteye gidememektir.
doğa matematiksel mantıkla, özellikle ilk aşamaya göre işleyen somut bir sistemdir. olayın felsefi boyutundaysa, bundan çok farklı sonuçlara ulaşabilmek mümkün olabilmektedir. -
8.
+4olum faal gezegen ne demek lan :D akıllı yaşam formu bulundurmak mı kasıt?Tümünü Göster
yazının tanrı ve dinle alakalı kısmını okudum. tamamen zıt düşünmüyoruz. varlığın olması bir takım işaretler verir bize. ama sonuçta maymundan evrilmiş bi canlıyız.(evrim teorisi maymundan geldiğimizi söylemez diyecek olan muallakler susun lan) daha bu evreni anlamlandırmaya çalışıyoruz algılarımızla. açıkçası algılayamadığımız bir alan --- ccc metafizik ccc---hakkında konuşmak zütlüktür, liseliliktir. ateizmle teizmi aynı kefeye koymuyorum ama. sonuçta açıklayamadığımız ve belki de hiç açıklanamayacak bir alanın varlığını kabul etmek ve kendi fantezilerine göre orayı yorumlamaktansa o alanı yok kabul etmek çok daha mantıklıdır, pragmatistiktir. * *
dinler zaten kültür oluşturan canlıların başvurabileceği en akıllıca yöntem. siyasetin, iktidarın icatlarından bir tanesi. aynı zamanda ateistler için hayatta hissedilen (özellikle liseliyken hissedilebilir) anlamsızlık, ulan boşa mı yaşıyoruz hissi kısaca sisifosun hikayesi durumu için de inanılmaz güzel bir savunmadır. yani dinler hem iktidarların güç sahiplerinin kitleleri kontrol etmesini sağladığı gibi bireylerin de kafalarındaki soru işaretlerini çözdüğü için bu kadar popüler olmuş ve tutunmuştur.
ancak dinler insanlığa sunulmuş ve en yakın olanı 15 asır önce güncellenmiş sistemlerdir. (bahailik gibi islam tabanlı işletim sistemlerini pardon inanç sistemlerini saymıyorum.) ancak hala çoğu insan dinler yüzünden kandırılabiliyorduuuu ki. insanlığın en büyük icatlarından olan sanal alem yaratıldı. ve sanal alemde bilgi paylaşımının mümkün hale gelmesinden (internet) sonra bilgi insandan uzak tutulamadı. mesela tr bazlı bakarsak kuran ayetleri internette didik didik incelendi. insanlar kimlikleri gizli olduğu için cesurca yorumlar yaptılar ve işin aslını gördüler.
dünyada 3-5-10 yaşında ölen bebeler yani daha liseli bile olamadan ölen insanlar varsa bu zaten ölüm sonrası yaşama darbe vuran çok ciddi bi durumdur tabii ki anlayana. işte bu açıklanamayan alanda çok önemli bi problem ortaya çıkıyor.
albert camış'ta buna vurgu yapıyor. eğer ölüp yok olacaksak ne gibime yaşıyoz biz gardaaaş diyor. bu çok ciddi bi konu. hatta katırısayılır felsefeciler derki intihar meselesi en ciddi felsefi meseledir der. yaaaaaa.
bu konu çok ciddi ama ben şahsen ölümden sonra hayat olmadığını düşünüyorum. elimdeki doneler;
-eylemlerimiz bizim kontrolümüzde değil, genetiğimiz * ve içinde bulunduğumuz çevre karar veriyor eylemlerimize.
-küçük bebeler ölüyo amk.
-occamın orasını burasını kestiği ustura. bu usturayı çok severim gereksiz, kanıtsız fikirleri koparıp atar.
özet : ölümden sonra hayat yok. küçük insan beynimizin anlayamayacağı şeyler dönüyo. hiç bulaşmayın buralara kız arkadaşınızı elleyin. sonuçta boşuna mı en sosyal canlıyız dimi sizi muallakler siziii. -
9.
+7 -4entry @1'e sığmadığı için buradan devam ediyorum.Tümünü Göster
uzaylılar ve piramitler
tarihimizden bu yana, yine varolan irademizin sebebiyle, doğaüstü varlıklar tasvir edip onları kişileştirme ve hatta tapınma gibi huylara sahip olduk. aslında, nereden geldiğimizin cevabı da burada saklıydı.
bulunduğumuz galakside, dünya dışında hiçbir gezegenin faal olmamasının nedeni neydi?
sahip olduğumuz zarar verme içgüdüsü, bunun belki de ilk sebebidir.
şuan "insan" adını verdiğimiz canlı türü şeklinde hayatımızı devam ettirirken, milyonlarca yıl önce farklı şekillerde ama yine irade sahibi olarak varlığımızı sürdürüyorduk.
reenkarnasyondan bahsetmiyorum, öyle birşey hiç olmadı.
bahsettiğim, zaman içinde değişim aşaması geçirdiğimiz, bir anlamda evrim geçirdiğimizdi.
bulunduğumuz galaksideki gezegenler, bir zamanlar tahmin edilebileceği gibi faaldi.
ancak bahsettiğim zarar verme içgüdüsü, o gezegenlerin sönmesine ve yok olmasına neden oldu.
evrende yüzbinlerce galaksinin olduğunu günümüz teknolojisinde bulabiliyorsak, bu galaksilerin hiçbirinin boş olmadığını, en azından bir zamanlar faal olabileceği gerçeğiyle karşı karşıya kalırız.
samanyolu galaksisinden bir önceki galakside farklı bir yaşam formu olarak devam eden insanlık, bilim ve teknolojide zaman içinde muazzam bir ilerleme kaydetti. ancak bu ilerleme, oralardaki hayatın yok olmasına sebep oldu.
gücüne güç katabilen her canlı varlık gibi, orada hayatını sürdüren "insan"lar da bir süre sonra gelişmiş silahlarıyla birbirlerini yok etmek istediler. bu türlerden kalanlarıysa, bir şekilde kendisinden bir sonraki galaksiye kaçarak yeni bir hayat başlattılar.
bir zamanlar gezegen olarak kabul ettiğimiz ancak artık -nedense- kabul edilmeyen plüton'da varlıklarını devam ettirmek istediler.
tarih yine tekrrür etti ve insan iradesinin getirdiği ilerleme içgüdüsüyle orada da güçlenip çoğaldılar. bir süre sonra yine birbirlerine düşman oldular.
bu tekerrür etme olayı, diğer gezegenlerde de yaşanması sonucunda, dünyada hayatın başlamasına kadar süregeldi.
son olarak mars'ta birbirini yiyen "insanlık"tan kalanlardan bazıları, buraya gelerek yeni bir hayat başlatmak istediler.
piramitlerin varolma sebebi de, bu konuyla alakalıdır.
sahip olduğumuz şuanki teknolojiden oldukça ileri teknolojiye sahip olan farklı gezegenin irade sahibi canlıları,
burada kendilerine uygun yaşam koşulları inşa ettiler.
diğer galaksilerde de muhtemelen aynı olaylar yaşandı ancak, bu tür irade sahibi canlı topluluklarından her birinin, diğer toplulukların da varolabileceğini düşünmesine hiçbir engel yoktu.
fakat, zaman içinde yine birbirimize zarar vermeye başladık ve ömrümüz kısaldı, genetik özelliklerimizi kaybettik.
yine de bazı özelliklerimiz halen varlığını koruyor.
örneğin, 2 farklı cinsiyetimiz bulunmasına rağmen, 8 farklı kan grubumuzun bulunması, bizi istemeden de olsa başka gezegenlerden hatta başka galaksilerden gelip buraya yerleşmiş olabileceğimiz ihtimaline itiyor.
uzaylı dediğimiz diğer galaksilerde yaşayan canlıların, zaman zaman buraya uğrayıp hiçbirşey yapmadan gittiklerini okuyoruz gazetelerde.
neden insanlarla iletişime geçebilecek oldukları halde bunu yapmıyorlar?
bunun muhtemel sebebi, bizim ilerlemekten çok geri gitmemizle, belli başlı düşüncelere bağlık kalıp ilerleyememizle alakalıdır. açıkçası, bizi muhattap kabul etmiyorlar diyebiliriz.
çünkü, bizimle iletişime geçtiklerinde, onları düşman olarak görebileceğimizin farkındalar ve onlar yine muhtemelen bize zarar vermemek için ortalığı karıştırmak istemiyorlar.
sürekli görünüp görünüp gitmelerinin sebebiyse, bize bilim adamı-fare mantığını çağrıştırabilir.
bir bilim addıbının, peyniri bulmasını istediği fareyle konuşmaya çalışması bize ne kadar mantıksız geliyorsa, uzaylıların da bizimle konuşması durumu emin olun onlara o kadar mantıksız geliyor.
birgün gerçekten insan olduğumuzun ve hepimizin aslında diğerimizden hiçbir farkımızın olmadığı gerçeğinin farkına varıp, ilerleme kaydedebilirsek, onlar da bizimle iletişime geçmekten çekinmeyeceklerdir. -
10.
+4 -1çok ciddi söylüyorum bu kadar yazıyı okursanız 1 gram hakkım varsa helal etmiyorum.
lan bu kadar şey okunur mu dıbına sokim ya -
11.
+3@184 kapitalizimin temeli olan tüketmek, herşey tükenebilir. yani kapitalizimde tükenicek. tüketmenin sonu olmadığını düşünebilirsin, tüketicek madde sınırlandığında deliler gibi tüketme lüksümüz kalkıcakdır bunun cevabı. sistem dünyayı tüketmeden, sistemi bizim tüketme ihtimalimiz için savaşıyoruz şuanda zaten.
özet böyle geçilir. -
12.
+31) var.
2) müslümanlık
3) var
4)züte girebilecek şekilde olmaları
5) artarak devam
6) 2134 yılında yıkılacağız
7) 3789 dünyanın sonu
8) 2356 dünya komün sisteme geçecek
beyler cevapları cemaatten aldım yanlış yok -
13.
+2ahahahahahahahahahahahahaheeeehehehehehehohohohohohoho
fena gitmiyodun ama uzaylılar ve piramitler kısmında sıçtın kanka. gerçeklerden ayrıldın bilimkurguya döktün işi dıbınasokum.
occamın usturası bütün yazdığın yazıyı yazıcıdan çıkartır. uygun ebatlarda keser, kıvırır ve zütüne sokar.
bi de ufoları ciddi mi sanıyon olm sen :D daha bi tane ufo gören varmı amk. ha ama şu var piramitlerde bi hiyeroglif vardı adam helikoptere benzer bişi çizmiş o doğruysa senin bütün yazından daha önemli bi done. 2dir done diyorum hiç hoşuma gitmedi lan noluyo bana aq.
nese bi de teknoloji okuyum ama bu kısmı hiç beğenmedim kanka. -
14.
+21) tanrı var mı?
kesin sonuç veren gaydir
2) dinlerin doğruluk payı var mı? varsa hangisi doğru?
hiçbiri
3) uzaylıların varlığı
neden olmasın
4) piramitlerin sırrı
leylek31
5) teknolojinin gelişim ve ilerleme konusundaki istikrarı
sınırsız
6) türkiye'nin geleceği
gelecek ???
7) dünyanın geleceği
gelince bakarız
8) kapitalist sistemin ömrü
sonsuz değil -
15.
+2gelince yaz kanka ben yiyecek bişeyler bakacam evde. yazılarımı okuyun ln boşa mı yazdım.
-
16.
+2bilimden bahsetmemişiz lan, onu da yazalım yarın.
ölümsüzlüğün keşfiyle ilgili birşeyler söylemek lazım. -
17.
+2reserved
not: gelince bana pm at -
18.
+2özet geç abi
-
19.
+7 -5e ulan ben cevap vereyim ne uğraşıyosunuz;
1) var
2) var.tek bir yaratıcı var.din farkmaz.
3) o da var.
4) piramit şeklinde olmaları
5) her soru bir başkasını doğrurur. sürekli gelişim
6) görücez.
7) bakıcez.
8) kaynaklar tükenene kadar.
tamamdır. kasmaya gerek yok.
lan bu soruların çoğu göreceli zaten anten. -
20.
+2olum dinimden saptırcan lan beni bu kadar mantıklı konuşma
-
hastalıklı şizodan kurtulmamız şerefine
-
yeni üstünlük belirtisi açıldı beyler
-
30 yaşındayım nickli arkadaşa birkac sorum var
-
babamın ve abimin
-
ya bu dem partili nasyonal ne salak amk
-
560 lirası olan yazar pkk lı
-
tanrıçam seninle böyle olabilirdik
-
adam şaka maka 185 kere silkişmiş
-
560 binin çaylak açılmış
-
beyler film önersenize yaaa
-
tehlikeli tanricaya yarroşumu attım
-
560k çaylak yedi diye sövüyor modlara
-
30 yaşındayım birine bakir dediği anda biz
-
ne oldu paşinyan
-
bir alttaki başlığı inceliyorum da
-
yargıtaydan işid militanlarına özel af
-
utanmıyonuz mu lan 30 yaşında adama çuğu atmaya
-
2025 planlarım
-
hayatım doğu avrupada geçti
-
2000li yılların başında hiç 1 yerde kamera yoktu
-
wow hanım size medeni olarak soruyorum
-
ben bu hayatı yasayamadim
-
nasyonal hem kürtsün hem bakirsin
-
nasyonalin hemşeriler bayram gezmesinde
-
tanrıça ablanızda raad 1 buçuk külo mancık vardır
-
tehlikeli tanrıça gelmiş
-
ksalşjflşsajfljsalfjaslf
-
eee 560 efendi
-
acaba bankaları dolandırsam mı
-
okuduğunu anlama oranı
- / 3