+1
1. : ‘Sineklerin Tanrısı’: Sosyal Kimlik Kuramı
Robbers Cave deneyi, Oklahoma devlet parkında 11 yaşındaki erkek çocuklardan oluşan iki grupla yapılmıştır. Deney, insanların nasıl kolayca grup kimliğine adapte olduğunu ve grubun dışındakilere önyargı ve düşmanca tavırlar göstererek dejenere olduğunu gösteriyor.
Araştırmacı Muzafer Sherif 3 seri deney yapmıştır. ilkinde gruplar ortak bir düşmana karşı bir araya getirilir. ikinci olarak gruplar araştırmacılara karşı bir araya gelir. Son olarak da deneyde gruplar birbirlerine karşı pozisyonda olurlar.
2. Standford Hapishane Deneyi: Gücün Etkisi
Çok eleştiri alan bu deneyde araştırmacılar insanın kalbindeki şeytani derinlikleri su yüzüne çıkartmış ve kısa bir süre sonra deney sonlandırılmıştır.

Pgibolog Philip Zimbardo, katılımcılarını ‘mahkum’ ve ‘gardiyan’lar olmak üzere iki gruba ayırır. Deney Standford Üniversitesi’nin bodrum katında oluşturulan yapay bir hapishanede gerçekleştirilir. Mahkumlar önce tutuklanıp, tüm giysileri çıkarılarak aranmış, saçları traş edilmiş ve diğer suistimallere maruz kalmıştır. Gardiyanlara ise jop verilir.
Mahkumlar ikinci günde isyan eder ve buna karşın gardiyanların yanıtı hızlı ve şiddetli olur. Çok geçmeden, gardiyanlar kendi rollerini diğerlerini kışkırtarak ve suistimal ederek tamamen benimser, mahkumlar ise daha uysal ve itaatkar davranır.
Bu deney insanların şeytani eğilimlerini doğrulayan bilimsel kanıtlardan biridir. Deneyin 14 gün sürmesi tasarlandığı halde, artan şiddet sebebiyle 6 günde bitirilmiştir.
3. Otoriteye itaat: insanın Zalim Olma Kapasitesi

1963’te pgibolog Stanley Milgram, insanlara zarar verilmesi emredildiğinde insanların otoriteye olan itaat eğilimlerini test etmek için bir deney düzenler. Dünya halen ikinci Dünya Savaşında Almanya’da korkunç şeylerin nasıl gerçekleştiğini merak ediyor. Milgram’ın denekleri ‘öğretmen’ ve ‘öğrenciler (deneyden haberdar oldukları gizlenir)’ olarak ikiye ayrılır. Öğretmenler yanlış cevapladıklarında öğrencilere elektrik şoku verirler. Daha kötüsü, onlara yanlış cevaba devam edildiğinde şokun artırılması söylenir.
Başka bir odada olduğu için görünmeyen fakat çığlıkları ve haykırışları duyulan öğrencilere rağmen (aslında hepsi sahte), labaratuvar görevlileri emrettiklerinde öğretmenler daha şiddetli şok vermeye devam eder. Hatta öğrencilerin bilincini kaybettikleri söylendiğinde bile devam ederler! Sonuç? Sıradan insanlar otoritenin emirleri doğrultusunda her türlü etik ve ahlak dışı şeyler yapabilir hale gelebiliyor.
4. Uyum: Yalan Söyleyen Gözlerine inanma
Grup dinamikleri ve önyargılarını ele alan sosyal kimlik kuramı pgibologları, grup üyelerinin aralarındaki uyumu sağlamalarının ne kadar doğal olabileceğini incelediler. 1951 yılında Solomon Ash, bireysel yargının grup tarafından ne kadar etkilenebileceğini belirlemeye koyuldu.
Test esnasında üniversite öğrencilerinden, kesin yanlış cevap veren (rol yapan) diğer katılımcıların ardından bir karar vermeleri istendi. Sonuçta katılımcıların yarısı kendilerine sıra geldiğinde aynı yanlış cevabı verdiler. Katılımcıların %25’i yanlış cevap verenlerin egemenliğini reddederken sadece %5’i herzaman kalabalığı takip etmiştir. Bulgulara göre insanların üçte biri doğru bildiklerini görmezden gelip grubun ısrar ettiği yanlışı seçiyor. Bir kişi grubun etkisi altındayken sizce başka neler yapabilir?
5. Kendimize Karşı Yalancılık: Bilişsel Uyumsuzluk (Cognitive Dissonance)
Biri insanların kendi hislerini, inançlarını ve arzularını görmezden gelmede ya da kendilerine yalan söylemede (ve bununla paçasını kurtarmada) oldukça iyi olduğu konusunda şüphelenmeye başlamış olmalı. 1959’da pgibologlar; bir kişi kendi deneyimlerini ne kadar görmezden gelebilir, hatta doğru olmadığını bilmesine rağmen karşısındakini ikna etmeye yardım edebilir mi diye görmek istedikleri için yalanın seviyesi üzerine bir deney tasarladılar.
insan kapasitesinin bilişsel uyumsuzluğu sürdürmesi, iyi dizayn edilmiş birçok deney sayesinde doğrulanmıştır. Bu kapasitenin bir gruba katılma ve uyma, kendi değer ve inançlarımızın diğerlerininkiyle desteklenme isteğiyle bağlantısı var. Belki bu eğilimleri bilerek, kendi yalanlarımıza fazla inanmaktan kaçınmayı öğrenebiliriz.
6. Hafıza Manipülasyonu: Ne Gördüğünü Gerçekten Biliyor Musun?
1974’te araştırmacılar hafızanın güvenilirliğini ve gerçeklerin manipüle edilip edilmediğini test etmek içinbir deney hazırladılar. 45 kişi araba kazasına dair bir film izlediler. Bu kişilerden dokuzundan arabanın ‘çarpma’ anında ne kadar hızlı gittiğini değerlendirmeleri istendi. Diğer gruptan dördüne hemen hemen benzer bir soru soruldu fakat çarpma kelimesinin yerine ezmek , çarpışmak, vurmak ve değdi kelimeleri kullanıldı.
‘Çarpma’ kelimesini içeren sorular için arabaların hızları, ‘değdi’ kelimesini içerenlere göre 10 mil daha hızlı olarak değerlendirildi. Bir hafta sonra katılımcılara kırılan camlar (kazanın daha ciddi olduğunun göstergesi olarak) ve filmde olmamasına rağmen kırılan camı hatırlamalarını daha çok kolaylaştıracak diğer kelimeler kullanıldı. Tek bir betimleyici kelimenin bile hafızamızdaki bir olayı degiştirebilmesi oldukça etkileyici gözüküyor!
7. Sihirli Hafıza Numarası: 7
Pgibolog George Miller 1956 yılında, 7 rakdıbının zihinde bilgi tutarken ya da gazete okurken anahtar sayı olduğunu iddia etti. Kimi zaman daha çok kimi zaman da daha az; fakat rakam herzaman 7 civarındaydı. Miller bunun üzerine kısa süreli hafızada tutulabilecek sayının ‘sihirli’ 7 olduğu (+/- 2) kurdıbını geliştirdi.
Yakın dönemdeki çalışmalar insanların grup şeklinde bilgileri kısa süreli hafızada tutabildiklerini (normalden daha fazla bilgiyi içerebildiği halde) ve bunların da 7 rakamıyla ilişkili olduğunu (+/- 2) buldular. Belki de insanların kültürel inanç sistemlerinde 7’nin özellikle önemli olmasının nedeni budur!
8. Kitle Paniğinin Anatomisi: Dünyalar Savaşı
Orson Wells 1938 yılında H.G. Wells’in War of the Worlds adlı romanının bir adaptasyonunu radyoda yayımladı. Bu durum, yayını dinleyen yaklaşık 6 milyon kişiden 3 milyonu için paniğe sebep oldu. Princeton pgibologları daha sonra New Jersey sakinlerinden 135’iyle radyo yayınına verdikleri tepki üzerine görüşme yaptı.
Endişelenen insanların büyük bir çoğunluğu -en eğitimlileri bile- yayının geçerliliğini asla test etmemiş ve sadece radyo yayını olduğu için (otoriter güç) itimat etmişler. Günümüzde bu kadar kolay kanmayacağımızı düşünebiliriz, fakat çok da emin olmayın. Medyanın duygularımız ve isteklerimiz üzerindeki manipülasyonu düşünün!
9. Pazarlık Masası: Tehditler işe Yaramaz
Neyse ki, bireylerin davranışları, grupların davranışsal ‘norm’larından daha az yanıltıcı ve daha az şiddetli. Bireyler ve gruplar arasındaki diplomasi sahasında, insanlar diğerlerinden istedikleri ya da ihtiyaç duydukları imtiyazı almaya çalışırlar. Genellikle mübadele etmekten vazgeçmezler. Araştırmacılar Morgan Deutsch ve Robert Krauss 1962’de insanlar arasındaki anlaşma sanatına ilişkin iki faktörü incelediler: iletişim ve tehtid.
Ekonomiyle ilgili bu karışık deney sonucunda, ister tek taraflı ister iki taraflı koalisyonlarda karşılıklı ilişkiler kurmanın her grup için daha yararlı olduğu bulundu. Kapitalist rekabetçiler için tam olarak heyecan verici bir durum olmasa da şu anki ekonomik durumda iyileşme süreci için bu deneyin sonucunun akılda tutulması faydalı olabilir.
10. Risk Davranışı: ihtimal Teorisi
Riskli durumlarda karar verme davranışıyla ilgili çalışmaları, araştırmacı Daniel Kahneman ve Amos Tversky’ e nobel kazandırdı. Teori, ekonominin tahmin edici modellerinde ve pazarlama kampanyalarında kullanılıyor.
Aslında herşey çerçeveyle ilgili. insanlar bir durumun nasıl sunulduğuna bağlı olarak farklı davranışlar sergileyebiliyor. Örneğin, kaybetme durumunda daha çok risk alabiliyorlar. Tam tersine, kazanabileceklerini düşündükleri durumlarda daha az risk alma davranışı gösteriyorlar. Garip bir şeklilde tahmin edilenden zıt bir işleyiş var.
Tümünü Göster