0
@66 nın nisa 11 sorusuna cevap vol 2
eğer ölenin çocuğu varsa vasiyeti yerine getirildikten ve borcu ödendikten sonra artakalacak malının altıda birerlik bölümü anasına ve babasına düşer. eğer çocuğu olmaz da ana-babasını mirasçı olarak bırakarak ölürse anası mirasının üçte birini alır. eğer ölenin kardeşleri varsa mirasının altıda biri annesine verilir. ana-babanızın mı, yoksa evlatlarınızın mı size daha hayırlı olacaklarını bilemezsiniz.
bunlar allah tarafından belirlenmiş miras paylarıdır. hiç kuşkusuz allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir.
ayetlerin akışı, varislerin paylarını belirlemeye geçmeden önce yetimlerin malını yemekten sakındırmaya dönüyor. bu sefer kalpleri iki güçlü dokunuşla uyarmak için dönüyor bu konuya. i̇lki, babalık merhametinin, zayıf zürriyete karşı duyulan fıtri şefkatin ve hesaba çeken ve gözeten yüce allah’ın korkusunun kaynağına dokunuştur. i̇kincisi de, korkunç bir somut sahnede ateşten duyulan korkunun, alevden yayılan ürpertinin yerine dokunuştur.
“arkalarında güçsüz çocuklar bırakıp ölecek olsalar çocuklarının hali nice olur diye kaygı duyanlar yetimlere haksızlık etmekten korksunlar. allah’tan sakınsınlar ve doğru konuşsunlar.”
“yetimlerin mallarını haksız biçimde yiyenler, midelerini ateşle doldurmaktan başka birşey yapmıyorlar. zaten kudurmuş alevlerin içine atılacaklardır.”
i̇şte böyle ayet-i kerime ilk dokunuşu kalplerin içine küçük zürriyetlerine karşı ince duygulara sahip babaların kalplerine yapıyor. bunu da zürriyetlerini, kanadı kırık, ne acıyanı ne de koruyanı bulunmayan bir durumda tasvir ederek gerçekleştirmektedir. böylece babalarını yitirdikten sonra kendilerine teslim edilen yetimlere karşı şefkat duygularının harekete geçirilmesi amaçlanmaktadır. çünkü onlar, kendilerinden sonra zürriyetlerinin, kendilerine emanet edilen şu yetimler gibi sağ kalanlardan kime teslim edileceğini bilemezler. bu arada yüce allah’tan korkmaları tavsiye edilmektedir. belki yüce allah onların küçüklerine de takva sahibi, titiz ve şefkatli birini veli kılar. ayrıca mallarını ve eşyalarını gözettikleri gibi onları terbiye edip gözetirken yetimlere doğru söz söylemeleri de tavsiye edilmektedir.
i̇kinci dokunuşa gelince… bu, korkunç bir tablodur. karınlardaki ateş tablosu… ve en sonunda varılacak yerdeki korkunç alev tablosu. çünkü bu mal ateştir. ve onlar da bu ateşi yiyorlar. kuşkusuz onlar sonuçta ateşe varacaklardır. bu, karınları ve derileri kavuran bir ateştir. i̇çi de dışı da ateştir bunun. bu ateş somuttur. nerdeyse karınlar ve deriler hissedecek. öyle ki karınları ve derileri yakışını gözler görür gibi oluyor.
kuşkusuz kur’an’ın bu hükümleri, kat’i ve köklü işaretleriyle müslüman ruhlarda yapacağını yapmıştır. onları cahiliye tortularından kurtarmıştır. onları kuvvetle sarsmış, üzerlerinden bu tortuları gidermiştir. kalplerine korku, titizlik, takva ve yetimlerin malına dokunmaktan -evet dokunmak- sakınma duygularını yerleştirmiştir. yetimlerin mallarında, yüce allah’ın şu güçlü ve derin işaretleri bulunan ayetlerde sözünü ettiği ateşi görüyorlardı. bu yüzden yetimlerin mallarına dokunmaktan çok korkuyorlardı. bu korkularında da oldukça mübalağalı davranıyorlardı.
ata b. said yoluyla, said b. cübeyr’den o da i̇bn- abbas’tan (allah o’ndan razı olsun) şöyle rivayet edilir: “yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler…” ayeti indiğinde yanında yetim bulunan kimseler hemen yemeğini yetimin yemeğinden, içeceğini içeceğinden ayırdılar. yetim için birşey hazırlayıp bekletirlerdi. o da yerdi ya da bozulurdu. bu onların zoruna gitti. bunu gidip resulullah’a (salât ve selâm üzerine olsun) anlattılar. bunun üzerine yüce allah şu ayeti indirdi:
“sana yetimler hakkında soru sorarlar. de ki; `onların durumlarını düzeltmek hayırlı bir iştir. eğer kendileriyle bir adada yaşıyorsanız, onlar artık kardeşlerinizdir. allah kimin işleri bozucu ve kimin düzeltici olduğunu iyi bilir. eğer allah dileseydi sizi zora koşardı…” (bakara suresi; 220)
bunun üzerine yemeklerini yemeklerine, içeceklerini içeceklerine kattılar.”
kur’an’ın metodu bu vicdanları şu aydın ufuklara böyle yükseltiyordu. onları böylesine olağanüstü bir şekilde cahiliye karanlığından arındırıyordu.
mi̇ras ni̇zami
şimdi miras düzenine gelmiş bulunuyoruz. bu da yüce allah’ın anne-babaya yönelik çocuklarına ilişkin bir tavsiye ile başlıyor. bu tavsiye de gösteriyor ki, yüce allah, çocuklar konusunda anne-babadan daha merhametli, daha iyiliksever ve daha adildir. ayrıca bu düzenin tümden allah tarafından olduğunu da göstermektedir. çünkü anne-baba ve çocukların, akraba ve yakınlarının arasında hükmeden odur. ona başvurmaktan, tavsiye ve hükmünü uygulamaktan başka seçenekleri yoktur onların. daha önce değindiğimiz gibi bütün surenin açıklama ve kapsamıyla uğraştığı “din”in anlamı budur. böylece miras konusunda genel bir ilkenin belirlenmesine başlamaktadır ayet. “mirasınızın bölüştürülmesi sırasında allah size erkeklere, kızlarınınkinin (kadınların) iki katı kadar pay vermenizi emreder.”
sonra bu büyük gerçeğin ve genel ilkenin gölgesinde ayrıntılara ve payların dağıtılmasına geçmektedir. bu ayrıntılar iki ayeti kapsamaktadır. birincisi varislerin usul (babadan yukarısı) ve furu (çocuktan aşağısı) olmalarına ilişkindir. i̇kincisi de evlilik ve (ölenin usul ve furunun bulunmaması durumu) durumlarına özgüdür. sonra surenin son ayetinde kelâle (yeri gelince değineceğiz)’nin bazı durumlarını tamamlamak için mirasa ilişkin geri kalan hükümler gelmektedir.
surenin sonunda yer alan aşağıdaki ayetlerde bu iki ayete bağlıdır.
“senden fetva isterler. onlara de ki; geride ne ana-baba ve ne de çocuk bırakmaksızın ölen kimsenin mirasının nasıl bölüşüleceği hakkında allah size şu hükmü öneriyor: eğer geride çocuk bırakmaksızın ölen erkeğin kız kardeşi varsa mirasının yarısı kız kardeşine düşer fakat kendisi, çocuk bırakmaksızın ölen kız kardeşinin mirasının tamdıbını alır. eğer adamın iki kız kardeşi varsa bunlara mirasın üçte ikisi verilir. eğer hem erkek hem de kız kardeşleri varsa erkeğin payı, kızın payının iki katı olur. allah şaşırmayasınız diye, size hükmünü böyle açıklıyor. allah herşeyi bilir.” (ai-i i̇mran suresi; 176)
şu üç ayet feraiz ilminin -yani miras ilminin- temel esaslarını içermektedir. ayrıntılara gelince bazısını resulullah’ın (salât ve selâm üzerine olsun) uygulaması belirlemiştir. geri kalanını da fakihler, temel esaslar uyarınca içtihat yoluyla belirlemişlerdir. burada konunun ayrıntı ve uygulamasına girme imkanı olmadığından ve esasında yeri de fıkıh kitapları olduğundan -fi zılâl-il kur’an’da bu hükümlerin yorumu ve kapsadığı i̇slâm metodunun temellerinin değerlendirilmesiyle yetiniyoruz.
“mirasınızın bölüştürülmesi sırasında allah size, erkeklere, kızlarınınkinin (kadınların) iki katı kadar pay vermenizi emreder.”
bu başlangıç -daha önce de anlattığımız gibi- bu feraizin döndüğü temeli ve kaynaklandığı merciyi göstermektedir. yüce allah’ın çocuklar konusunda anne babadan daha merhametli olduğunu gösterdiği gibi. çünkü o bir şeyi farz kılıyorsa bu, anne-babanın onlar için istediğinden daha iyidir.
her iki anlam da birbirine bağlıdır ve birbirini tamamlamaktadır.
kuşkusuz tavsiye eden, farz kılan ve mirası insanlar arasında bölüştüren yüce allah’tır. nitekim herşeyi tavsiye edip farz kılan ve bütün rızıkları insanlar arasında bölüştüren de o’dur. düzen, şeriat ve kanunlar allah’tan alınır. i̇nsanlar hayatlarının belli başlı konularında -mallarının, geride bıraktıklarının, zürriyetleri, çocukları arasında bölüştürülmesi gibi- allah’a başvurmalıdırlar. i̇şte din budur. o halde hayatlarıyla ilgili tüm konularda sadece allah’a başvurmadıkları sürece insanların dini yoktur. bu işlerden herhangi biri için -büyük veya küçük diğer bir kaynağa başvurdukları sürece orada i̇slâm’dan söz edilemez. orada şirk var, küfür var ve i̇slâm’ın köklerini insanların hayatından söküp atmak için geldiği cahiliye var.
yüce allah’ın tavsiye ettiği, farz kıldığı ve insanların hayatında hükmettiği herşey -bunlar arasında, mallarının ve geride bıraktıkları şeylerin zürriyetlerinin ve çocuklarının arasında bölüştürülmesi gibi en özel işlerine ilişkin hükümler de olmak üzere- kendi kendilerine paylaştıklarından ve zürriyetleri için seçtiklerinden daha iyi ve daha yararlıdır. i̇nsanların, “biz kendimiz seçeriz ve bizim yararımıza olanı en iyi biz biliriz” demeye hakları yoktur. çünkü bu -batıldan da öte- küstahlıktır, büyüklenmedir, allah’a karşı bilgiçlik taslamadır. küstah cahillerden başkasının yeltenemeyeceği b
Tümünü Göster