1. 1.
    0
    sadec benim entryler: http://ccc.incisozluk.cc/...in/@magaradan+yeni+geldim

    not:daha demin çaylak yedim hangi huur çocuğu çaylak yaptıysa neden onuda anlamdım

    anlatacaklarım bizim köyün oralarda geçiyor, vakti zamanında "yüzü olmayan cinler"in istilasına uğramış, hatta sırf bunun için bir şeyhin meşhur duası var, herkesçe bilinir, bu cinler artık ahaliye dokunamaz, ama ara ara görünüp durur.

    asıl hikayeyi anlatmadan evvel bi kaç örnek anlatayım, bu cinlerin genel özelliklerini de kapmış olursunuz.

    birincisi, bu cinler genelde suya yakın yerlerde bulunuyormuş, o yüzden uzun bi müddet millet evinde abdest alıp sabah namazına gitti, sabah camiye gidebilen tek bir adam vardı o dönem, hakkatan korkusuz bir herifti, önce onun başına gelenleri kısaca anlatayım.
    bu adam üç gibi gidiyor normalde camiye, abdestini alıyor, caminin sobasını yakıyor ve milleti bekleeye başlıyor. o gün gidiyor şadırvana, giriyor içeri, bi bakıyor komşunun karısı çıplak. direk adamın tarifiyle anlatıyorum "saçlarını memelerinin önüne sarkıtmış" meme uçları görünmüyor. kafasını da öne eğmiş. adam sinirleniyor tabii, ne geziyorsun burda edepsiz, allahın evine böyle çıplak gelinir mi! diye bağırıyor, kadın oralı olmuyor, hişt sana diyorum diyor kadın yine bakmıyor. en son sinirlenip kadının üzerine doğru yürüyor, tam dibine bi giriyo kadının, kadın kafayı kaldırıyo suratı yok. adam bomboş olduğunu görüyo suratın, ilk başta anlamıyor, sonra korkuyla dönüp kaçmaya çalışıyor
    ···
  2. 2.
    0
    adam tam dönüyor geriye kaçacak elektrikler gidiyor, ayağı da suyun içine giriyor, ölecek gibi oluyor o anda, bağıramıyor ama kitleniyor. bu sırada ciddi ciddi altına sıçıyor korkudan, ağlamaya başlıyo sonra, anne filan diye bağırıyor (atmış yaşında, iki tane adam öldürmüş bi heriften bahsediyoruz) elektrik geliyor bi anda tekrar, sağa sola bakacak oluyor ki sular acayip dalgalanmış, tavana kadar su olmuş her taraf, bunun da her yeri su, ama kadın ortalıkta yok. millet gelene kadar kalkmıyor oradan, aynı şekil duruyor. yaklaşık bir hafta boyunca konuşamıyor adam, sonra dile gelip mevzuyu anlatıyor. adam bana bunu anlattığında olayın üzerinden bir yıl geçmişti (altına sıçma mevzsunu da bunu o halde bulan cemaatin diğer üyeleri anlatmıştı)
    ···
  3. 3.
    0
    buna benzer ikinci hikayeyi de direkt dayım anlatmıştı, sadece dayım değil tabii, köy ahalisinin geri kalanı, bunu da anlattıktan sonra ana hikayeye geçerim.

    bu arada bahsettiğim köyün ilginç bi özelliği var, neredeyse her tarafını sular çevreliyo,-du işin aslı, artık o köy kalmadı, baraj yapılınca barajın altında kaldı. ama şöyle düşünün sağından solundan iki tane dere akıyordu, köyün olduğu yer bayağı genişti ama köye giriş ve çıkışlar dar bi yerden olurdu, köyün çıkışından bi kaç kilometre sonra da dereler birleşirdi zaten.

    neyse, dayımın başından geçen olay:
    ···
  4. 4.
    0
    dayım bu girişlerden birinden köye doğru yürüyor, o sırada suratı öteki tarafa dönük bi adam görüyor, eğilmiş, derelerden birinden içeriye doğru akan suyla bataklığa dönüşmüş bi yerin başında abdest alıyor. dayım da ona doğru gidiyor, adamı uyarmak istiyor böyle pis sudan abdest alınmaz, gel köyün içine gidelim camiden abdest al diye.
    ···
  5. 5.
    0
    yaklaşıyor "hacı" diyor "burdan abdest alma gel gidelim caminin oraya" hacı ilk başta buna hiç bakmıyor bile, abdest almaya devam ediyor. dayı mevzuyu çakmıyor tabii, "hacı böyle kabul olmaz namazın, gel gidelim" diyor. hacı yine o tarafa bakmıyor ama "benimle uğraşma efendi, sen yoluna git ben sana dokunmayacağım" diyor. dayı hafiften tırsıyor ama hala ısrarcı, "hacı senin için söylüyrum gel istersen benim evimde alırsın abdesti, sıcak su var" diyor
    ···
  6. 6.
    0
    hacı kafayı bi anda 180 derece çeviriyor, gövde aynı şekil, bunun da yüzü yok komple ama bir tek ağız var, "efendi yoluna git sana dokunmayacağım" diyor. bizim dayı "allaaaaaaaah" diye bağırarak köye doğru koşmaya başlıyor, meydana varınca milleti yanına çağırıyorlar, beraber gidip bakıyolar ki yıllardır orda olan bataklık kurumuş. zütleri bi miktar daha gevşiyor.
    ···
  7. 7.
    0
    Öldüler.
    Dere kenarında çamaşır yıkarken, mutfakta yemek yaparken, ahırda inekleri sağarken, tarlada çapa yaparken, sokakta ciksek oynarken ve hasta yataklarında yatarken öldüler. Birer birer, havanın bu griliğinden anlam çıkarmış gibi bilgiç bir edayla, yüzlerinde anlamış bir şaşkınlıkla öldüler. Şahadet bile getiremeden, ansızın hep beraber öldüler. Ölümleri, sadece ölümlerini değil, hapsedilişimizi de müjdelemişti.
    ···
  8. 8.
    0
    Onların ölümüyle beraber, köyün etrafı bir anda kaybolmuş, uzaklarda görünen dağlar daima uzaklarda görünür olmuştu. Tarlaların ötesine, derenin ötesine, Allahın belası köprünün ötesine geçemiyorduk. Koskoca köye bir lanet inmiş, kadınları öldürüp erkekleri bir boşlukta hapis bırakmıştı. O kadar korkmuştuk ki, ağlayamıyorduk.
    Bu korkutucu ağırlıktan ilk kurtulan imam Sadık Efendi oldu.
    ···
  9. 9.
    0
    “Ölüleri gömeceğiz, ondan sonra bu belaya bir çare bulacağız, Allah’ın inayetiyle hepimiz kurtulacağız. Kalkın yerinizden, sokaklardan, evlerden, derenin kenarından, tarlalardan bütün ölüleri toplayın!” Hepsini topladık, hepsini yıkadı, hepsini gömdük, hepsi için bir Yasin okudu. Hepsi için ayrı ayrı, tüm erkekler, yalnız kalan kardeşler, ağabeyler, babalar ve kocalar olarak Fatiha okuduk. Hala korkudan ellerimiz titriyordu. “Ölüleri gömmek iyi geldi” dedi biri “Sanki şimdi biraz daha ölüler”
    ···
  10. 10.
    0
    Sonra hep beraber mezarlıktan çıkıp köyün meydanına döndük. Büyük, yaşlı fakat hala yeşil bir ağaç vardı. Ne zamandır oradaydı, kim dikmişti kimse bilmezdi. Belki köyden bile eskiydi. Yaprakları güneşi, gövdesi rüzgârı ve kökleri toprağı severdi. Duruşundaki azamet, bizi her türlü beladan korumaya yeteceğine inandırdı. Gittik, etrafında oturduk. Birbirimizden ayrılmaktan korkuyor, fakat bunu birbirimize söylemiyorduk. Bu kadar anormal bir durumda bile birbirimize erkeklik taslıyorduk. Erkek olmanın laneti belki de asıl buydu.
    ···
  11. 11.
    0
    imam, yanında birkaç kişiyle evine gitti, kitaplarının tamdıbını getirdi. Aramızda bu tarz durumlara aşina olabilecek bir tek o vardı. Söylediği hiçbir şeye itiraz etmedik. Ağzının içine bakıyor ve korkuyorduk. “Birbirinizden ayrılmayın, gece olunca aramızdan dört kişiyi nöbetçi bırakacağız, herkes beraber yatacak, ben de burada sizinle beraber olacağım, sakın hayvan pisliklerine, küllere ve suya yaklaşmayın. Bu olsa olsa cinlerin işidir, tetikte olun, gece en tehlikeli zamandır” dedi. Söylediklerini dinledik ve itaat ettik, korkuyla geceyi bekledik, gündüzün güveni, içimizde bir yerlerde hala bir umut kalmasını sağlıyordu.
    Gece olmadı. Gündüze umut bağlayanlar, biz, gündüzün aslında gündüz hüviyetinde olmadığını anladık. Gündüze emanet ettiğimiz umudumuz, onunla beraber kayıplara karıştı.
    ···
  12. 12.
    0
    Ertesi gün, yahut ertesi gün olduğunu tahmin ettiğimiz bir gün, topluca tekrar mezara gittik Sadık efendi’nin emriyle. Her birimiz tekrar Fatiha okuyacak, birkaç defa da Yasin okuyacaktık. Böylece hiç değilse ölülerin ruhlarını rahata erdirecektik. Mezara gittik, ölüler yerli yerindeydi, hava kapalı, mezarlığın kapısı açıktı. Uzakta, imam efendi nin mezarının üzerinde, sağa doğru eğik, bedeninin üzerinde emanet gibi duran bir kafaya sahip, yüzünün sadece dudakları olan, gözsüz, kulaksız, burunsuz birini gördük. Adama benziyordu, birbirimize sokulup imam efendinin arkasına geçtik,
    ···
  13. 13.
    0
    ilerledik adamın kırık boynu bize döndü, dudakları kenarlara doğru genişledi, gözleri olsaydı, bunun bir gülüş olduğunu söyleyebilirdik. Bu haliyle yüzünün her tarafını kaplayan deriyi buruşturan, soğuk ve iğrenç bir ifadeydi bu. Kendinden emin ve tiksindiriciydi. imam efendi, tir tir titreyerek duaları sıraladı, karşımızdaki varlık konuşmaya başladı: “Sakin ol imam efendi, buraya sizi korkutmaya değil, sizinle konuşmaya geldim” yerimizden kıpırdamaya korkar bir haldeydik, dönüp arkamıza bakmak istiyorduk ama bu bize imkansız geliyordu. Bekledik.
    ···
  14. 14.
    0
    “Size, çırpınmanın bir anlamı olmadığını, burada kapana kısıldığınızı ve o okuduğunuz kitapların bir işe yaramayacağını söylemeye geldim” dedi. Birkaç saniye girdi araya, kalabalık sadık efendinin arkasında, ne olacağını bilmeden, tuhaf yaratığa bakıyordu. Sadık efendi, yeniden cesaretini toplayarak:
    “Sus hilkat garibesi, şeytan uşağı! Biz Allah dostuyuz, arkamızda Allah var, sizin gibi imansız garibelere yenilecek değiliz!” dedi yüksek sesle. Kalabalık, bir anda, başka çaresi olmayan bir hayvanın saldırısı gibi Allah u ekber diye bağırdı. Kalabalığın korkusu biraz geçmiş de olsa, yaratık etkilenmemiş gibiydi. Hatta gülümsemesi daha da genişledi:
    ···