/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 26.
    0
    Up up up up
    ···
  2. 27.
    0
    Up up up up
    ···
  3. 28.
    +7
    Gerçek Dostlar (alıntıdır ve favorimdir )

    Çok samimi iki dost ve arkadaslardi. Fakat bir tanesi çok kurnaz, atilgan ve hareketli, digeri ise çok saf , dürüst ve sessizdi.

    Bir gün kurnaz olan arkadas , diger arkadasin yanina giderek islerinin bozuldugunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kirmaz ve elindeki bütün parayi arkadasina verir. Arkadasi bu parayla islerini düzeltir.

    Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadasinin yanina gider ve arkadasinin evlenmek üzere oldugu nisanlisini çok begendigini ve kendisine vermesini ister.
    Arkadasi çok sasirir, ne diyecegini bilemez.
    Fakat aralarinda o kadar kuvvetli bir sevgi vardir ki arkadasina hayir diyemez,
    nisanlisini arkadasina verir.

    Zaman içinde Saf olanin isleri bozulur ve birden arkadasi aklina gelir...
    (ben ona gibistiginda iyilik yapmistim diyerek) arkadasinin is yerine gider ve
    kendisine çalismasi için is vermesini ister. Arkadasi ona is vermez.
    Bizimki pismanlik ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadasina kizamaz.

    Bir gün sokakta dolasirken yanina hasta ve yasli bir adam yaklasir Fakir oldugu için ilaç alamadagini söyler. Bizimki yasli adamcagiza acir, istedigi ilaçlari alir ve
    adamcagiza verir. Kisa bir süre sonra yasli adamin öldügünü duyar
    Yasli adam çok zengindir ve bütün mirasini kendisine birakmistir.

    Saf adam artik zengindir. Biraz da sevdigi dostuna olan kirginligiyla dostunun is
    yerinin karsisinda bir ev alir ve oraya yerlesir.

    Bir gün evinin kapisini dilenci bir kadin çalar. Yasli kadin çok aç oldugunu,
    kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düsünmeden kadini içeri alir karnini doyurur, Kimsesi olmadigini ögrendigi kadina ; Kendisinin de yanliz oldugunu söyler ve bu evde birlikte yasiyalim sen evin islerini ve yemekleri yaparsin der. yasli kadin hiç düsünmeden kabul eder. Bir süre sonra yasli kadin bizimkine, kendine uygun bir kiz bulup evlenmesini söyler,
    Bizimki böyle bir kizi nasil ulaşacagini, kendisinin tanidigi olmadigini söyler.
    Yasli kadin ona uygun bir kiz tanidigini ve kendisiyle görüstürebilecegini söyler.
    Görüsmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve dügün davetiyeleri basilir.

    Bizimkisi kirgin oldugu halde çok samimi dostunu yinede unutamamistir ...

    Biraz da geldigi konumu görmesi açisindan samimi arkadasina da davetiye gönderir
    Dügün günü gelir çatar . Saf adam dügün salonunda bir seyler söylemek istegiyle mikrafonu alir ve baslar yasadiklarini anlatmaya ;

    "Eskiden çok sevdigim bir dostum vardi . Bir gün isleri bozulunca benden borç para istedi. elimdeki bütün parayi verdim. Evlenmek üzere oldugum nisanlimi çok begendigini söyleyerek benden istedi.Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. Islerim bozuldugunda onun fabrikasina gittim ve çalismak için kendisinden is istedim. Bana is vermedi.Çok üzüldüm, ama yinede arkadasima kizmiyorum Çünkü biz gerçek dosttuk."

    Bu konusma üzerine kurnaz olan arkadasi daha fazla dayanamaz mikrafonu eline alir ve baslar konusmaya;

    "Benim de bir zamanlar çok sevdigim bir dostum vardi. Islerim bozuldugunda kendisinden para istedim, bütün parasini bana verdi. Sonra ondan nisanlisini istedim, üzülerek nisanlisini da verdi . Nisanlisini istememin nedeni o kadinin arkadasima layik olmamasiydi . (Hayat kadiniydi ) Kendisi çok saf oldugu için arkadasimi o kadindan bu sekilde kurtardim.
    Isleri bozuldugunda gelip benden is istedi, Arkadasimi kendi emrimde çalistiramazdim, o yüzden is vermedim Günün birinde karsilastigi yasli adam benim babamdi. Babam ölmek üzereydi, onu arkadasimin yanina ben gönderdim ve mirasini ona ben biraktirdim. Evine gelen dilenci kadin benim annemdi Ona bakip iyi yasamasini saglamak için gönderdim. Su anda evlenmekte oldugu kisi de benim kiz kardesim.
    Onu arkadasimla evlenmesine ben ikna ettim.

    Herşey senin içindi...
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      baya eskidir bu videosuda vardır bilenler bilir
      ···
      1. 1.
        0
        Aynen kardeşim
        ···
  4. 29.
    +1
    ZEHiR

    Uzun yıllar önce Çinde Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. ikisininde kişiliği tamamen farklıdır buda onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır.

    Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev onun ve kayınvalidesi ile arada kalan esi icinde cehennem haline gelmistir.
    Artık birşeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatcıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ilaç hazırlar ve bunu 3 ay boyunca hergün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek , böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kadına kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.

    Sevinç içinde eve donen Li-Li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular . Hergün en güzel yemekleri yaparak kaynanasının tabağına azar azar zehiri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diyede ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalideside çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu.
    Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hissetti yaptiklarından pişman bir vaziyette baharatcı dükkanının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı, Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu. Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-Li ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı.
    Sevgili Li-Li dedi ;
    Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gercek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkca oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz dedi.

    Eski bir Çin atasozu şöyle der ;
    Gül veren elde gül kokusu kalır.

    Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.
    ···
  5. 30.
    +1
    Okuyan varmı ???
    ···
    1. 1.
      0
      okuyorum devam et
      ···
  6. 31.
    +1
    ÜÇ SORU
    Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım."
    Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan etti.
    Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. ilk soruya cevap olarak; kimileri her hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam zamanında yapılabilir". Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş olayları izleyerek en lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler. Bu defa başka bilginler de kral neler olup bittiğine ne kadar ederse etsin, tek bir kişinin her hareket için en uygun vakte karar vermesinin imkansız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tespitte ona yardım edecek bir bilge kişiler konseyi kurması gerektiğini söylediler. Fakat bu defa da başka bilginler; "Bir konseyin önünde beklemesi imkansız bazı şeyler vardır, bu işlerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir kişi anında karar verebilir" dediler. "Buna karar vermek içinse neler olacağını önceden bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin doğru vaktini bilmek isteyen, sihirbazlara danışmalıdır. ikinci soruya da aynı şekilde türlü türlü cevaplar geldi. Kralın en fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli kişiler bazılarına göre danışmanlar; bazılarına göre papazlar; bir kısmına göre hekimler; daha başka bir kısmına göre ise savasçılardı.
    Üçüncü soruya, yani en önemli işin ne olduğu konusuna gelince; bazıları dünyadaki en önemli şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta ustalaşmak; daha başkaları da dinî ibadet dediler. Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi.Ama halâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya karar verdi.
    Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanına sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü. Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti. Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu. Kral yanına gelip şöyle dedi. "Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını sormak için geldim. Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl ögrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir? En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim isler nelerdir?"
    Münzevi kralı dinledi, ama cevap vermedi. Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti.
    "Yoruldunuz" dedi kral, " Küreği bana verin de biraz dinlenin."
    Münzevi, "Sağolun" diyerek küreği krala verip yere oturdu. Kral bir süre kazdıktan sonra durup sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap vermedi; bu defa ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve şöyle dedi: "Biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım."
    Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya devam etti. Bir saat geçti, bir saat daha... Güneş, ağaçların ardından batmaya başladı; sonunda kral küreği toprağa saplayıp şöyle dedi: "Ey bilge kişi, senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime gideyim".
    Münzevi,"Buraya koşarak birisi geliyor"dedi,"bakalım kim?"Kral arkasına döndüğünde bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düstü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi. Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hana soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa
    taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı. Kral, koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı; kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti. Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta uzanmış ve canlı gözlerle dikkatle kendisine bakan yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı. Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle.
    Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi.
    "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum" dedi adam. "Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düsmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusulaya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni."
    Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu; onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi, ayrıca mallarını iade edeceğine de söz verdi.
    Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp münzeviyi aradı.
    Gitmeden önce, sormuş olduğu sorulara cevap vermesini bir kez daha rica etmek istiyordu. Münzevi dışarda, bir gün önce kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumlarını ekiyordu. Kral ona yaklaştı ve söyle dedi: "Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum!" yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam eden münzevi, gözlerini kaldırıp krala baktı ve, "Cevabınızı aldınız" dedi. "Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi. "Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu tarhları kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti; en önemli kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı."
    "Bundan sonra şu gerçeği unutmayın:
    Tek önemli vakit vardir, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyecegini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."
    Tümünü Göster
    ···
  7. 32.
    +2
    Geldim panpalar

    SEViYORUM DiYEBiLMEK

    15 yıl kadar önceydi. Tommy'yi ilk o gün görmüstüm."inancin tarihi" dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı'ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana, imalı imalı
    "Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyormusun, hocam?" dedi...
    "Hayir" dedim, yumusakça...
    "Yaa.." dedi...
    "Oysa senin bu derste Tanri'yı pazarladığını sanıyordum hocam...
    " Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
    "Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak, bir gün, eminim."
    Tommy omzunu silkip yürüdü. Mezuniyetten sonra izini kaymetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana... Ölümcül kansere yakalanmıştı... Odama girdiğinde zayıflamış, çökmüştü. Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü. Ama gözleri hala pırıl pırıldı
    "Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi...
    "Sana bir sey sorabilir miyim?" dedim...
    "Tabii" dedi... "Ne öğrenmek istiyorsun?... "
    "Sadece 24 yasinda olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir sey?... "
    "Daha kötüsü olabilirdi. 50 yaşında olmak, kafayı çekmek ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak sanmak gibi... " Sonra niye geldiğini anlattı...
    "Okulun son günü sana Tanrı'yi bulup bulamayacağımı sormuş, "Hayır" yanıtı alınca şaşırmıştım. Sonra "Ama o seni bulur" dedin... iste bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söyleyince, Tanrı'yi aramayı ciddiye aldım birden. Habis ur diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca sabahlara kadar dualar etmeye başladım. Hiçbir sey olmadı... Bir sabah uyandığımda, ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim, aniden. Ömrümün geri kalan vaktini, Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi seylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm...
    "En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmektir. Bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine "Seni seviyorum" diyemeden gitmektir demiştin. Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım. işe en zorundan başladım. Babamdan...
    Oğlu yanına geldiğinde babası gazete okuyormuş... "Baba seninle konuşmam lazım" demiş, Tommy.. "Peki konuş oğlum.." "Yani çok önemli bir şey... "
    Babası gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı... "Neymis o bakalım?.." "Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim.." Tommy gülümsedi, arkasını anlatırken.. Babasının elinden yere düşmüş gazete.. Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış.. Tommy'ye sarılmış ve ağlamış. Sabaha kadar konuşmuşlar.. Babası ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde... "Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam etti Tommy... "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri şeyleri anlattılar.. Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece.. Ölümün gölgesi üzerime düşünce kalbime acıyordum, bana aslında çok daha yakın olması gereken insanlara.. Nefes aldı Tommy.. "Bir gün baktım.. Tanrı orada hemen yanıbaşımda duruyor. Ona yalvardığım zaman bana gelmemisti. Onun kendi programı vardı. Kendi bildiği gibi yapıyordu.. Gerçek olan şu ki, haklıydın.. Ben onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelmiş beni bulmuştu."
    "Tommy" dedim, "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa.. Sen Tanrı'yi bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz... Ama hayatını sevgiye açarsan o gelir seni bulur... Bunu anlatıyorsun farkında mısın?. " Devam ettim.. "Tommy bana bir iyilik yapar mısın?. Bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?... "
    Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün. Ölümle hayatı sona ermemişti tabii şekil değiştirmişti. Büyük bir adım atmıştı sadece... inanmaktan, görmeye geçmişti. Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk.
    "Söz verdiğim derse gelemeyeceğim. Çok halsiz ve bitkinim hocam" demisti.
    "Anlıyorum Tommy!.."
    "Benim yerime onlara sen anlatırmısın hocam?.. Sen anlatırmısın. Herkese, bütün dünyaya benim için anlatır mısın?.."
    "Anlatırım Tommy" dedim.. "Anlatırım, merak etme!.."
    insanlara "Seni Seviyorum" demek için, ölümü beklemenize gerek yok... Şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz. Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin... Hem... şimdi başlamazsanız, belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir... Ben basladım bile..

    "Sizi öyle seviyorum ki!.."
    Tümünü Göster
    ···
  8. 33.
    +1
    iÇiMiZDEKi SiHiR

    Los Angeles lakers takımıyla Philadelphia 76 takımı NBA şampiyonluğunda yedi maçlık bir seride çarpışıyorlardı. Altıncı maçta Lakers takımının büyük ve güçlü oyuncusu kareem Abdul Jabbar ayak bileğinden sakatlandı ve migreni tuttu. Şampiyonluk finalinde oynamak üzere Philadelphia'ya gidemeyecekti.

    Bu, Lakers takımı için çok kötü oldu. Bütün oyuncular şampiyon olma umutlarını yitirdiler lakers takımının başantrnörü bir düzenleme yapmaya karar verdi. kaybetmemeleri gerekiyordu. Onca maçı yapıp bu noktaya geldikten sonra kazanmalıydılar.

    Antrenör Pat Riley 20 yaşındaki acemi bir oyuncuyu savunmadan ortaya getirdi. 1.90'lık savunma oyuncusu için bu yeni düzenleme zaten yeterince zordu ve kendisinden yaklaşık 10 cm daha uzun boylu ve çok sert oynayan Darryl Dawkins'e karşı oynayacağını anlayınca iyice ürktü.

    O genç ve acemi oyuncunun adı earvin "Magic" Johnson 'dı ve gece o maçta sihrini gösterdi. Tam 42 sayı yaptı ve lakers takımını zafere zütürdüğü için En Değerli Oyuncu ünvanını aldı.

    Earvin "Magic" Johnson içimizdeki sihre çok güzel bir örnektir. Gereksinim doğduğu zaman hepimizin içindeki o sihir kendini gösterebilir.
    ···
  9. 34.
    0
    Up up up up
    ···
  10. 35.
    0
    Up up up up
    ···
  11. 36.
    0
    Up up up up
    ···
  12. 37.
    0
    Up up up o
    ···
  13. 38.
    0
    Up up up up
    ···
  14. 39.
    +1
    Doğuştan Kör..

    Ingiltere'de Brooklyn köprüsünde bri bahar günü kör bir adam dilencilik yapiyormuş. Dizlerinin üzerindeki tabelada ise büyük harflerle DOĞUŞTAN KÖR yazılı imiş.

    Köprüden geçen bir çok insan bu acıklı manzaraya rağmen dilenciye para vermeden köprüden geçip giderken bir reklamcı durumu görmüş. Dilencinin dizleri üzerindeki DOĞUŞTAN KÖR yazılı tabelayı eline almış, arkasını cevirip bri şeyler yazdıktan sonra tekrar dilencinin dizelerine bırakmış.

    Ve ne olduysa o yazıdan sonra olmuş... Köprüden geçen ve tabeladaki yeni yazıyı okuayn herkes dilencinin önündeki şapkaya para atmaya başlamış.

    Reklamcının yazdığı o tek cümle dilencinin şapkasının para ile dolup taşmasını sağlamış. Ne mi yazmış reklamcı tabelaya:

    "GÜZEL BiR BAHAR GÜNÜ, AMA BEN BAHARI GÖREMiYORUM.."
    ···
  15. 40.
    0
    Up up up o
    ···
  16. 41.
    0
    Up up up
    ···
  17. 42.
    +2
    Kahve

    Bir zamanlar her şeyden sürekli, şikayet eden, hayatın ne kadar berbat
    olduğundan yakınan bir kız vardı.

    Hayat, ona göre, çok karmaşık ve sürekli savaşmaktan, mücadele
    etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu
    karsısına.

    Yine kızın bu yakınmaları karsısında, mesleği aşçılık olan babası ona
    bir hayat dersi vermeye niyetlendi.

    Bir gün onu mutfağa zütürdü üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin
    üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir
    patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini
    koydu.. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı
    Kızıda hiçbir şey anlamadı, bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda
    karsIlaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.

    Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar
    bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına
    cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki ateşi
    kapattı.

    Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. ikincisinden
    yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki
    kahveyi bir fincana boşalttı.

    Kızına dönerek sordu:

    - Ne görüyorsun ?
    - Patates, yumurta ve kahve !! diye alaylı bir cevap verdi kızı.

    Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun. Kız denileni
    yaptı;ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.

    Ayni şekilde, yumurtayıda incele. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın
    katılaştIğını gördü.

    Sonunda kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni
    yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı.

    Ama yinede bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:

    Bütün bunlar ne anlama geliyor baba ?

    Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de ayni
    sıkıntıyı yasadıklarınıª, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını
    anlattı. Ama her biri bu sıkıntının karsısında farklı tepkiler
    vermişlerdi. Patates daha ince sert, güçlü ve tavizsiz
    görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamaları ve güçten düşmüştü.
    Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğu içindeki sıvıyı
    koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş ve
    katılaşmıştı.

    Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde
    kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya
    tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

    Sen hangisisin? diye sordu kızına.

    Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin ?

    Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi kalbini mi
    katılaştıracaksın? Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her
    olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat
    katmasına izin mi vereceksin?
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      çok iyiymiş ben bunu entry yapacağım sıkıldığımda açar okurum.
      ···
  18. 43.
    0
    Up up up
    ···
  19. 44.
    0
    Up up upu
    ···
  20. 45.
    0
    Up up up
    ···