/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +16 -5
    Panpalar bazıları alıntı ve bazıları kendimden olmak üzere başlıkta yazdığım gibi ilginç hayat hikayeleri yazacağım up ve suku gelirse başlayacağım
    ···
  2. 2.
    +7
    Gerçek Dostlar (alıntıdır ve favorimdir )

    Çok samimi iki dost ve arkadaslardi. Fakat bir tanesi çok kurnaz, atilgan ve hareketli, digeri ise çok saf , dürüst ve sessizdi.

    Bir gün kurnaz olan arkadas , diger arkadasin yanina giderek islerinin bozuldugunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kirmaz ve elindeki bütün parayi arkadasina verir. Arkadasi bu parayla islerini düzeltir.

    Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadasinin yanina gider ve arkadasinin evlenmek üzere oldugu nisanlisini çok begendigini ve kendisine vermesini ister.
    Arkadasi çok sasirir, ne diyecegini bilemez.
    Fakat aralarinda o kadar kuvvetli bir sevgi vardir ki arkadasina hayir diyemez,
    nisanlisini arkadasina verir.

    Zaman içinde Saf olanin isleri bozulur ve birden arkadasi aklina gelir...
    (ben ona gibistiginda iyilik yapmistim diyerek) arkadasinin is yerine gider ve
    kendisine çalismasi için is vermesini ister. Arkadasi ona is vermez.
    Bizimki pismanlik ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadasina kizamaz.

    Bir gün sokakta dolasirken yanina hasta ve yasli bir adam yaklasir Fakir oldugu için ilaç alamadagini söyler. Bizimki yasli adamcagiza acir, istedigi ilaçlari alir ve
    adamcagiza verir. Kisa bir süre sonra yasli adamin öldügünü duyar
    Yasli adam çok zengindir ve bütün mirasini kendisine birakmistir.

    Saf adam artik zengindir. Biraz da sevdigi dostuna olan kirginligiyla dostunun is
    yerinin karsisinda bir ev alir ve oraya yerlesir.

    Bir gün evinin kapisini dilenci bir kadin çalar. Yasli kadin çok aç oldugunu,
    kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düsünmeden kadini içeri alir karnini doyurur, Kimsesi olmadigini ögrendigi kadina ; Kendisinin de yanliz oldugunu söyler ve bu evde birlikte yasiyalim sen evin islerini ve yemekleri yaparsin der. yasli kadin hiç düsünmeden kabul eder. Bir süre sonra yasli kadin bizimkine, kendine uygun bir kiz bulup evlenmesini söyler,
    Bizimki böyle bir kizi nasil ulaşacagini, kendisinin tanidigi olmadigini söyler.
    Yasli kadin ona uygun bir kiz tanidigini ve kendisiyle görüstürebilecegini söyler.
    Görüsmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve dügün davetiyeleri basilir.

    Bizimkisi kirgin oldugu halde çok samimi dostunu yinede unutamamistir ...

    Biraz da geldigi konumu görmesi açisindan samimi arkadasina da davetiye gönderir
    Dügün günü gelir çatar . Saf adam dügün salonunda bir seyler söylemek istegiyle mikrafonu alir ve baslar yasadiklarini anlatmaya ;

    "Eskiden çok sevdigim bir dostum vardi . Bir gün isleri bozulunca benden borç para istedi. elimdeki bütün parayi verdim. Evlenmek üzere oldugum nisanlimi çok begendigini söyleyerek benden istedi.Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. Islerim bozuldugunda onun fabrikasina gittim ve çalismak için kendisinden is istedim. Bana is vermedi.Çok üzüldüm, ama yinede arkadasima kizmiyorum Çünkü biz gerçek dosttuk."

    Bu konusma üzerine kurnaz olan arkadasi daha fazla dayanamaz mikrafonu eline alir ve baslar konusmaya;

    "Benim de bir zamanlar çok sevdigim bir dostum vardi. Islerim bozuldugunda kendisinden para istedim, bütün parasini bana verdi. Sonra ondan nisanlisini istedim, üzülerek nisanlisini da verdi . Nisanlisini istememin nedeni o kadinin arkadasima layik olmamasiydi . (Hayat kadiniydi ) Kendisi çok saf oldugu için arkadasimi o kadindan bu sekilde kurtardim.
    Isleri bozuldugunda gelip benden is istedi, Arkadasimi kendi emrimde çalistiramazdim, o yüzden is vermedim Günün birinde karsilastigi yasli adam benim babamdi. Babam ölmek üzereydi, onu arkadasimin yanina ben gönderdim ve mirasini ona ben biraktirdim. Evine gelen dilenci kadin benim annemdi Ona bakip iyi yasamasini saglamak için gönderdim. Su anda evlenmekte oldugu kisi de benim kiz kardesim.
    Onu arkadasimla evlenmesine ben ikna ettim.

    Herşey senin içindi...
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      baya eskidir bu videosuda vardır bilenler bilir
      ···
      1. 1.
        0
        Aynen kardeşim
        ···
  3. 3.
    +4
    ben de kendi hikayemi yazmak istedim.
    mal gibi yaşadım, yarısını sarhoş yaşamışımdır zaten.
    hatırlamadığım olay sayısı hatırladıklarımdan fazladır.
    dünya yansa yıkılsa gibimde olmaz. halen de böyle devam ediyor.
    işte bu kadar.
    ···
    1. 1.
      0
      Allah ölüm hariç herşeyin bir çaresini vermiştir üzülme be kardeşim
      ···
      1. 1.
        0
        üzülen kim ne? niye üzüleyim anlamadım?
        ···
      2. 2.
        +1
        Ne bileyim uzuluyon zannettim
        ···
      3. 3.
        +1
        şaka gibi adamsın lan ama acı olan gerçek olman.
        ···
      4. diğerleri 1
  4. 4.
    +4
    Yoksul Çiftçi(GeRCeK Bi HaYaT)

    iskoçya'da yoksul mu yoksul bir çiftçi yaşardı. Fleming 'idi adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acılı bir ölümden kurtardı. Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini.

    Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum dedi.

    Yoksul ve onurlu Fleming ; Kabul edemem! diyerek ödülü geri çevirdi.

    Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü.

    Bu senin oğlun mu? diye sordu aristokrat.

    Çiftçi gururla Evet! dedi.

    Aristokrat devam etti ; Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.

    Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming'in oğlu Londra'daki St. Mary's Hospital Tıp Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adını penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreye yakalandı.

    Onu ne mi kurtardı? Penisilin!

    Aristokratın adi : Lord Randolp Churchill'idi...

    Oğlunun adı ise : Sir Winston Churchill.

    Kurtaran doktor : Çiftçinin oğlu Sir Alexander Fleming.

    Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın.

    Hiç acı çekmemiş gibi sevin.

    Hiçbir şey beklemeden verin.

    Karşılığını mutlaka bir gün alırsınız...
    ···
    1. 1.
      0
      winston churchill katildir ama fleming e laf yok
      ···
  5. 5.
    +4
    IZDIRABIN ACILIGI

    Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden
    şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz
    almaya gönderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan
    çırak döndügünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir
    bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın
    söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri
    tükürmeye başladı. "Tadi nasil?" diye soran yaşlı
    adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi. Usta
    kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı
    çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına zütürdü
    ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden
    su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının
    kenarlarından akan suyu koluyla silerken ayni soruyu
    sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi
    genç çırak. "Tuzun tadını aldın mi?" diye sordu yaşlı
    adam, "hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine
    yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının
    yanına oturdu ve şöyle dedi: "Yaşamdaki izdıraplar
    tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Izdırabın miktari
    hep aynidir. Ancak bu izdırabın acılıği, neyin içine
    konulduğuna bağlıdır. Izdırabın olduğunda yapman
    gereken tek şey, ızdırap veren şeyle ilgili hislerini
    genişletmektir.

    Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl
    olmaya çalış... "
    ···
    1. 1.
      +2
      alın bu adamı burdan samanyolunda işe başlasın şukuladım pampa
      ···
  6. 6.
    +4
    TUZLU KAHVE

    Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika bir şeydi.. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki..
    Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.. delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.. "Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.. "Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.." Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı.. Kahveye tuz!.. delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi.. delikanlı anlattı:

    "Çocukken deniz kenarında yasardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.."

    Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının.. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. içini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri.. Kız da konuşmaya başladı.. Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak.. Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii.. Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kasık tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü..

    40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.. Şöyle diyordu, satırlarında.. "Sevgilim, bir tanem.. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. ilk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun..? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Simdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok.. iste gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."

    Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında bir gün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey" diye soracak oldu..
    Gözleri nemlendi kadının..
    "Çok Tatlı!.." dedi..
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      bir kaşık tuzu bir kasık tuz diye okudum amk hikaye guzel kap şukunu
      ···
  7. 7.
    -3
    MARANGOZ

    Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. işveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki. Müteahhit iyi isçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir isçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!..
    işini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı.
    - "Bu ev senin" dedi,
    - "sana benden hediye."
    Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı!
    ···
  8. 8.
    +2
    Kahve

    Bir zamanlar her şeyden sürekli, şikayet eden, hayatın ne kadar berbat
    olduğundan yakınan bir kız vardı.

    Hayat, ona göre, çok karmaşık ve sürekli savaşmaktan, mücadele
    etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu
    karsısına.

    Yine kızın bu yakınmaları karsısında, mesleği aşçılık olan babası ona
    bir hayat dersi vermeye niyetlendi.

    Bir gün onu mutfağa zütürdü üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin
    üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir
    patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini
    koydu.. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı
    Kızıda hiçbir şey anlamadı, bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda
    karsIlaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.

    Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar
    bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına
    cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki ateşi
    kapattı.

    Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. ikincisinden
    yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki
    kahveyi bir fincana boşalttı.

    Kızına dönerek sordu:

    - Ne görüyorsun ?
    - Patates, yumurta ve kahve !! diye alaylı bir cevap verdi kızı.

    Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun. Kız denileni
    yaptı;ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.

    Ayni şekilde, yumurtayıda incele. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın
    katılaştIğını gördü.

    Sonunda kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni
    yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı.

    Ama yinede bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:

    Bütün bunlar ne anlama geliyor baba ?

    Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de ayni
    sıkıntıyı yasadıklarınıª, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını
    anlattı. Ama her biri bu sıkıntının karsısında farklı tepkiler
    vermişlerdi. Patates daha ince sert, güçlü ve tavizsiz
    görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamaları ve güçten düşmüştü.
    Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğu içindeki sıvıyı
    koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş ve
    katılaşmıştı.

    Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde
    kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya
    tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

    Sen hangisisin? diye sordu kızına.

    Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin ?

    Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi kalbini mi
    katılaştıracaksın? Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her
    olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat
    katmasına izin mi vereceksin?
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      çok iyiymiş ben bunu entry yapacağım sıkıldığımda açar okurum.
      ···
  9. 9.
    +2
    PARAŞÜTÜNÜZÜ KiM KATLIYOR

    Carlos Plump Birleşik Devletler deniz kuvvetlerinde genç subaylara öğretmenlik yapıyordu. Vietnam’da jet pilotu olarak savaşmıştı. 76. uçuşu sırasında uçağı yerden havaya fırlatılan bir füzeyle vurulmuş, ancak son anda uçaktan atlamış, paraşütle yere inmişti. Ne var ki komünistlerin eline esir düşmüş, 6 yılını bir hapishanede geçirdikten sonra tekrar ülkesine dönmüştü. Şimdi genç öğrencileriyle bu paha biçilmez deneyimlerini paylaşıyordu.
    Bir gün, bir lokantada eşiyle birlikte yemek yerken yakındaki masada bir adam kendisine yaklaştı ve ”Siz Yüzbaşı Plumpsınız değim mi?” dedi. Plump’ın cevap vermesine fırsat vermeden konuşmasını sürdürdü adam;
    “Vietnamda Kitty Hawk savaş gemisinde savaş pilotuydunuz. Uçağınızı vurmuşlardı.”
    Bütün bunları nereden biliyorsun diye sordu Plump şaşkınlıkla
    Adam hemen cevap verdi;
    Sizin paraşütünüzü katlamıştım. Bir taraftan eliyle ustaca katlama hareketleri yaparken “Umarım paraşütünüz hemen açılmıştır” dedi. Plump minnettarlıkla, “elbette” dedi, “katladığın paraşüt açılmasaydı, bugün burada olamazdım.” Adam tevazu ile Plump’ın elini sıkıp müsaade istedi ve yerine oturdu.
    Plump o gece uyuyamadı. Hep adamı düşündü. Bir paraşütün katlanma biçimi bir pilotun ölüm kalım meselesi olacak kadar incelikli bir işti. Bir jet pilotu olarak bu detayı hiç düşünmemişti. Kim bilir Kitty Hawk’ta kaç kez yüz yüze gelmişlerdi de sıradan bir memur olarak görmüştü adamı. Sözüm ona, bir jet pilotunun yaptığı ile sıradan memurların yaptığı işler kıyaslanır şeyler değildi! Hep sıradan biri gibi görmüş olmalıydı adamı. Hayatında yeri olmayan önemsiz bir dekor gibi. Çok büyük bir ihtimalle ona bir “Merhaba” demeyi bile çok görmüştü.
    Saatlerce onun yaptığı işi düşündü. Yüzlerce paraşütün iplerini birbirinden itina ile ayırışını, kumaşı inceden inceye katlamasını hayal etti. Elinin her hareketinde hiç tanımadığı birinin hayatını ellerinde tuttuğunu fark etti.
    Ertesi gün dersine şu beklenmedik soruyla başladı Plump: “Paraşütünüzü kim katlıyor?” Bir süre susup cevap bekledi. Anlaşılan o ki, herkes kendi işine odaklanıyor, kendi işinin detaylarında kritik katkıları olan insanları hesaba katmıyordu.
    Hepimizin hayatımızın her anında kullandığımız bir paraşüt vardır. Bizi hayatta tutan, öz güvenimizi sağlayan, ayaklarımızı yere sağlamca bastıran ya da havada asılı kalıp öteleri görmemizi sağlayan nice küçük fakat önemli detayın arkasında kimler var acaba.
    Hayır, hayır; jet pilotu olmanız ya da savaşıyor olmanız gerekmiyor elbet bu soruya muhatap olmak için. Simdi sokakta huzurla yürürken biri basit bir soru sorulabilir size:
    “Pantolonunuzu kim ütülüyor?”
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    +2
    Geldim panpalar

    SEViYORUM DiYEBiLMEK

    15 yıl kadar önceydi. Tommy'yi ilk o gün görmüstüm."inancin tarihi" dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı'ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana, imalı imalı
    "Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyormusun, hocam?" dedi...
    "Hayir" dedim, yumusakça...
    "Yaa.." dedi...
    "Oysa senin bu derste Tanri'yı pazarladığını sanıyordum hocam...
    " Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
    "Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak, bir gün, eminim."
    Tommy omzunu silkip yürüdü. Mezuniyetten sonra izini kaymetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana... Ölümcül kansere yakalanmıştı... Odama girdiğinde zayıflamış, çökmüştü. Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü. Ama gözleri hala pırıl pırıldı
    "Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi...
    "Sana bir sey sorabilir miyim?" dedim...
    "Tabii" dedi... "Ne öğrenmek istiyorsun?... "
    "Sadece 24 yasinda olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir sey?... "
    "Daha kötüsü olabilirdi. 50 yaşında olmak, kafayı çekmek ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak sanmak gibi... " Sonra niye geldiğini anlattı...
    "Okulun son günü sana Tanrı'yi bulup bulamayacağımı sormuş, "Hayır" yanıtı alınca şaşırmıştım. Sonra "Ama o seni bulur" dedin... iste bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söyleyince, Tanrı'yi aramayı ciddiye aldım birden. Habis ur diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca sabahlara kadar dualar etmeye başladım. Hiçbir sey olmadı... Bir sabah uyandığımda, ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim, aniden. Ömrümün geri kalan vaktini, Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi seylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm...
    "En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmektir. Bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine "Seni seviyorum" diyemeden gitmektir demiştin. Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım. işe en zorundan başladım. Babamdan...
    Oğlu yanına geldiğinde babası gazete okuyormuş... "Baba seninle konuşmam lazım" demiş, Tommy.. "Peki konuş oğlum.." "Yani çok önemli bir şey... "
    Babası gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı... "Neymis o bakalım?.." "Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim.." Tommy gülümsedi, arkasını anlatırken.. Babasının elinden yere düşmüş gazete.. Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış.. Tommy'ye sarılmış ve ağlamış. Sabaha kadar konuşmuşlar.. Babası ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde... "Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam etti Tommy... "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri şeyleri anlattılar.. Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece.. Ölümün gölgesi üzerime düşünce kalbime acıyordum, bana aslında çok daha yakın olması gereken insanlara.. Nefes aldı Tommy.. "Bir gün baktım.. Tanrı orada hemen yanıbaşımda duruyor. Ona yalvardığım zaman bana gelmemisti. Onun kendi programı vardı. Kendi bildiği gibi yapıyordu.. Gerçek olan şu ki, haklıydın.. Ben onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelmiş beni bulmuştu."
    "Tommy" dedim, "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa.. Sen Tanrı'yi bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz... Ama hayatını sevgiye açarsan o gelir seni bulur... Bunu anlatıyorsun farkında mısın?. " Devam ettim.. "Tommy bana bir iyilik yapar mısın?. Bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?... "
    Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün. Ölümle hayatı sona ermemişti tabii şekil değiştirmişti. Büyük bir adım atmıştı sadece... inanmaktan, görmeye geçmişti. Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk.
    "Söz verdiğim derse gelemeyeceğim. Çok halsiz ve bitkinim hocam" demisti.
    "Anlıyorum Tommy!.."
    "Benim yerime onlara sen anlatırmısın hocam?.. Sen anlatırmısın. Herkese, bütün dünyaya benim için anlatır mısın?.."
    "Anlatırım Tommy" dedim.. "Anlatırım, merak etme!.."
    insanlara "Seni Seviyorum" demek için, ölümü beklemenize gerek yok... Şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz. Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin... Hem... şimdi başlamazsanız, belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir... Ben basladım bile..

    "Sizi öyle seviyorum ki!.."
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    +1
    iÇiMiZDEKi SiHiR

    Los Angeles lakers takımıyla Philadelphia 76 takımı NBA şampiyonluğunda yedi maçlık bir seride çarpışıyorlardı. Altıncı maçta Lakers takımının büyük ve güçlü oyuncusu kareem Abdul Jabbar ayak bileğinden sakatlandı ve migreni tuttu. Şampiyonluk finalinde oynamak üzere Philadelphia'ya gidemeyecekti.

    Bu, Lakers takımı için çok kötü oldu. Bütün oyuncular şampiyon olma umutlarını yitirdiler lakers takımının başantrnörü bir düzenleme yapmaya karar verdi. kaybetmemeleri gerekiyordu. Onca maçı yapıp bu noktaya geldikten sonra kazanmalıydılar.

    Antrenör Pat Riley 20 yaşındaki acemi bir oyuncuyu savunmadan ortaya getirdi. 1.90'lık savunma oyuncusu için bu yeni düzenleme zaten yeterince zordu ve kendisinden yaklaşık 10 cm daha uzun boylu ve çok sert oynayan Darryl Dawkins'e karşı oynayacağını anlayınca iyice ürktü.

    O genç ve acemi oyuncunun adı earvin "Magic" Johnson 'dı ve gece o maçta sihrini gösterdi. Tam 42 sayı yaptı ve lakers takımını zafere zütürdüğü için En Değerli Oyuncu ünvanını aldı.

    Earvin "Magic" Johnson içimizdeki sihre çok güzel bir örnektir. Gereksinim doğduğu zaman hepimizin içindeki o sihir kendini gösterebilir.
    ···
  12. 12.
    +1
    ÜÇ SORU
    Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım."
    Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan etti.
    Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. ilk soruya cevap olarak; kimileri her hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam zamanında yapılabilir". Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş olayları izleyerek en lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler. Bu defa başka bilginler de kral neler olup bittiğine ne kadar ederse etsin, tek bir kişinin her hareket için en uygun vakte karar vermesinin imkansız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tespitte ona yardım edecek bir bilge kişiler konseyi kurması gerektiğini söylediler. Fakat bu defa da başka bilginler; "Bir konseyin önünde beklemesi imkansız bazı şeyler vardır, bu işlerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir kişi anında karar verebilir" dediler. "Buna karar vermek içinse neler olacağını önceden bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin doğru vaktini bilmek isteyen, sihirbazlara danışmalıdır. ikinci soruya da aynı şekilde türlü türlü cevaplar geldi. Kralın en fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli kişiler bazılarına göre danışmanlar; bazılarına göre papazlar; bir kısmına göre hekimler; daha başka bir kısmına göre ise savasçılardı.
    Üçüncü soruya, yani en önemli işin ne olduğu konusuna gelince; bazıları dünyadaki en önemli şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta ustalaşmak; daha başkaları da dinî ibadet dediler. Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi.Ama halâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya karar verdi.
    Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanına sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü. Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti. Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu. Kral yanına gelip şöyle dedi. "Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını sormak için geldim. Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl ögrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir? En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim isler nelerdir?"
    Münzevi kralı dinledi, ama cevap vermedi. Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti.
    "Yoruldunuz" dedi kral, " Küreği bana verin de biraz dinlenin."
    Münzevi, "Sağolun" diyerek küreği krala verip yere oturdu. Kral bir süre kazdıktan sonra durup sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap vermedi; bu defa ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve şöyle dedi: "Biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım."
    Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya devam etti. Bir saat geçti, bir saat daha... Güneş, ağaçların ardından batmaya başladı; sonunda kral küreği toprağa saplayıp şöyle dedi: "Ey bilge kişi, senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime gideyim".
    Münzevi,"Buraya koşarak birisi geliyor"dedi,"bakalım kim?"Kral arkasına döndüğünde bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düstü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi. Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hana soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa
    taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı. Kral, koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı; kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti. Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta uzanmış ve canlı gözlerle dikkatle kendisine bakan yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı. Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle.
    Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi.
    "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum" dedi adam. "Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düsmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusulaya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni."
    Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu; onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi, ayrıca mallarını iade edeceğine de söz verdi.
    Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp münzeviyi aradı.
    Gitmeden önce, sormuş olduğu sorulara cevap vermesini bir kez daha rica etmek istiyordu. Münzevi dışarda, bir gün önce kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumlarını ekiyordu. Kral ona yaklaştı ve söyle dedi: "Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum!" yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam eden münzevi, gözlerini kaldırıp krala baktı ve, "Cevabınızı aldınız" dedi. "Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi. "Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu tarhları kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti; en önemli kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı."
    "Bundan sonra şu gerçeği unutmayın:
    Tek önemli vakit vardir, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyecegini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +1
    ZEHiR

    Uzun yıllar önce Çinde Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. ikisininde kişiliği tamamen farklıdır buda onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır.

    Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev onun ve kayınvalidesi ile arada kalan esi icinde cehennem haline gelmistir.
    Artık birşeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatcıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ilaç hazırlar ve bunu 3 ay boyunca hergün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek , böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kadına kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.

    Sevinç içinde eve donen Li-Li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular . Hergün en güzel yemekleri yaparak kaynanasının tabağına azar azar zehiri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diyede ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalideside çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu.
    Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hissetti yaptiklarından pişman bir vaziyette baharatcı dükkanının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı, Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu. Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-Li ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı.
    Sevgili Li-Li dedi ;
    Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gercek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkca oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz dedi.

    Eski bir Çin atasozu şöyle der ;
    Gül veren elde gül kokusu kalır.

    Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.
    ···
  14. 14.
    +1
    Doğuştan Kör..

    Ingiltere'de Brooklyn köprüsünde bri bahar günü kör bir adam dilencilik yapiyormuş. Dizlerinin üzerindeki tabelada ise büyük harflerle DOĞUŞTAN KÖR yazılı imiş.

    Köprüden geçen bir çok insan bu acıklı manzaraya rağmen dilenciye para vermeden köprüden geçip giderken bir reklamcı durumu görmüş. Dilencinin dizleri üzerindeki DOĞUŞTAN KÖR yazılı tabelayı eline almış, arkasını cevirip bri şeyler yazdıktan sonra tekrar dilencinin dizelerine bırakmış.

    Ve ne olduysa o yazıdan sonra olmuş... Köprüden geçen ve tabeladaki yeni yazıyı okuayn herkes dilencinin önündeki şapkaya para atmaya başlamış.

    Reklamcının yazdığı o tek cümle dilencinin şapkasının para ile dolup taşmasını sağlamış. Ne mi yazmış reklamcı tabelaya:

    "GÜZEL BiR BAHAR GÜNÜ, AMA BEN BAHARI GÖREMiYORUM.."
    ···
  15. 15.
    -1
    rezervoir
    ···
  16. 16.
    +1
    Okuyan varmı ???
    ···
    1. 1.
      0
      okuyorum devam et
      ···
  17. 17.
    +1
    Haydi panpalar şuku lar ve rezler gelsin bakalım
    ···
  18. 18.
    +1
    Stv besinci boyut terk amk
    ···
  19. 19.
    -1
    Up up up
    ···
  20. 20.
    +1
    TIKANDI BABA

    Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.
    Tıkandı Baba, çay getir!..
    Tıkandı Baba, kahve getir!..
    Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.
    – Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
    – Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.
    – Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.
    Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
    Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, herbirinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.
    Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.
    Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve:
    “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.
    Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:
    “Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altına bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş.
    Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis.
    – “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya.
    Taze baklava, güzel baklava!
    Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.
    Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş.
    Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut:
    “Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:
    – “Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş.
    – Geldi sultanım!
    – Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
    – Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.
    Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
    “Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına zütürmüş.
    “Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş;
    “Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış.
    “Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine zütürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş.
    Padişahın adamları ’peki’ deyip adamı alıp Üsküdar’a zütürmüşler.
    Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler.
    Baba, “niçin?” demiş. Askerler:
    “Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.
    “Ne olacak şimdi” demiş.
    “Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş.
    Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. işte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

    ^”VERMEYiNCE MABUD (ALLAH) NEYLESiN SULTAN MAHMUT”…
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      rez rez rez
      ···