0
istanbul, ihsan K.
SABAH VE GECE
Saat sabahın altısıydı ve gün yavaş yavaş çıkıyordu piyasaya. Aylardır saatini geceden ayarlayıp gün doğumuna şahitlik ediyordu ihsan. Öylesine zengin ve cömert bir dünyamız vardı ona göre. Şehri tepeden gören banktan kalkmadan evvel, ikinci el ceketinin sol cebine koyduğu sigara paketini çıkarıp bir sigara yaktı. Sonra sahip olduğu şeylere karşı saygıdeğer bir kişilik olarak neler yaptığı sorguladı. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Sahip olduğu bir güneş vardı ki ona çıplak gözle bakamamayı çok seviyordu. Tükettiği havayı günde bir kez aklına getirir, yiyip içtiklerini nimet olarak adlandırır, gezdiği gördüğü bütün manzara sergilerinin bir ressamı olduğuna inanırdı. Sigarası ağzında elleri ceplerindeyken hava henüz aydınlanmamıştı. Hafif bir sis atmosferi buğuluyor, ona kendini rüyadaymış gibi hissettiriyordu. Üzerinde krem rengi kışlık ceketi, kahverengi pantolonu ve giyimiyle uyumlu yeni ayakkabılarıyla sabahı şık ve hoş kokularını sürünmüş olarak karşılıyordu. Sigarasının yarısına geldiğinde o hep oturduğu, şehri tepeden gören banka tekrar oturdu. Büyükçe kafasını sol avucunun içine yasladı ve kendini rüyadaymış gibi hissetmeye devam etti. Şükür ki birazdan yağacak olan yağmuru sezmiş ve kırmızı şemsiyesini de yanına almıştı. Saat 08:00 otobüsüne yetişebilmesi için henüz vakti boldu. Şimdi şemsiyesini açtı ve bankta sabahın ve günün ilk sigarasını yağmurun altında, sisli havada onu seyredenler için güzel bir kare olabilir diye düşünerek içti.
Bıyıklarını uzatmaya başlayalı yirmi gün olmuştu fakat sakallarını makineyle alıyor böylelikle hem kendini olgun gösteriyor hem de o hiç sevmediği sinekkaydı tıraşını olurken bir yerini kanatmıyordu. Önünden her sabah spora çıkan iki orta yaşlı adam geçti. ikisine de başını her zamanki gibi salladı. Cep telefonunu kontrol etti, kimse aramamış, kullandığı operatör dün gece kendisi uyurken faturasının son ödeme tarihini hatırlatan bir mesajı saat 21:30’da göndermişti. Oturduğu sitedeki market saat 07.30’da açılacak ve bugün gazete alırken yaptığı gibi hangi gazetenin manşeti hoşuna giderse onu alacaktı. Ama önce egzoz kokusu kendini yenileyen havaya bulaşmamışken, arabaların, otobüslerin, klaksonların, telefonların, çığlıkların, kalabalıkların uğultusu hayata dağılmamışken, henüz yalnızlığını kendine itiraf edebiliyorken anın kıymetini bilmeli diye düşünüyordu. Gözlerini kısarak az sonra uyanmaya başlayacak olan şehri süzdü. Semt henüz yeni yeni yerleşime açılıyordu. Oturduğu sitenin tam karşısında ise meşhur müteahhittin yapıları göz alıcı ve moderndi. iki site arasında kalan alçak ovalık yerde müstakil evler, bu müstakil evlerin etrafında da çeşitli dükkanlar, butikler ve alışveriş merkezleri vardı. Oturduğu bankın sağ çaprazındaki tepede yine çeşitli şirketlerin yaptırdığı lüks siteler mevcuttu. Bunlardan bazılarının ışığı hiç sönmez, diğerlerinin ışıkları ise sadece gece geç vakitlerde yanardı. Hava ihsan’ın karşıdaki alışveriş merkezinin tepesindeki reklam panosunu okuyabileceği kadar aydınlıktı, o kadar. Güneş büyük binaların sırtından gösteremeyecekti bugün kendini. Çünkü bugün sisle, yağmurla sansürleyecekti gün doğumunu doğa. Hayır, doğa kelimesi tahta gibi kuru ve cansız geliyordu ona. Bütün bu hadiselerin bir görülmeyen perdesi, bu perdenin de arka tarafı olması gerekli diye geçirdi aklından. Ama dilinde başka sözcükler vardı. ‘Öyle ya da böyle ihsan, sen yapayalnız bir insansın’ dedi. Sigarasının söndüğünü fark edip sol tarafındaki çöp kutusuna ıslanmamak için şemsiyesini kendine göre ayarlayarak attı. Kendini düşündü. Bir başına, iki odalı kiralık bir evde hala annesinin gönderdiği parayla kendini geçindirmeye çalışan üniversite ikinci sınıf öğrencisiydi. Henüz kendini kimseyle paylaşmamıştı. Elini ceketinin sol cebine zütürüp bir sigara daha çıkarttı.
Tümünü Göster