Bu entry silinmiştir
-
1.
03 bin en fazla 10 bin yok daşşaklı tanıdıklarım var diyorsan 20 bine kadar çıkar
-
2.
-1Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, güzel şehirlerin birinde, Ensar adında bir çocuk yaşarmış. Küçük Ensar, isminin manasından mıdır bilinmez, yardımlaşmayı, muhtaçlara yardım etmeyi çok severmiş. Mahallede herkes onu bu özelliği ile bilirmiş. Öyle ki Ensar’ın babası bir sokağa çıkmayagörsün... Bütün mahalle, onun oğluna övgü yağdırır, böyle hayırlı bir evlat yetiştirdiği için ona teşekkür eder, elini öpermiş. Ensar’ın, ihtiyacı olan herkesin yardımına koşması, anne-babasının mahalledeki teyzeler ve amcalarca saygı görmesine sebep olmuş. Yardıma koşmak dediysek, aslında öyle zor işler de değilmiş hani. Her çocuğun güle oynaya yapabileceği ama yapmadığı şeylermiş Ensar’ın iyilikleri. Marketten dönen bir ablasının poşetlerini taşımak, karşıdan karşıya geçmekte güçlük çeken bir teyzesinin koluna girmek, gözleri görmeyen bir amcasının market ihtiyacını gidermek... gibi işler. Ensar iyiymiş, hoşmuş; ama onun anne ve babasını çok mu çok üzen bir huyu varmış: Yemek seçmek. Annesi, oğlu için her gün türlü türlü yemekler hazırlıyormuş ama Ensar bunların çoğuna burun kıvırıyormuş. Anne Meryem ve eşi Ercan Bey oğullarına “Ben bunu yemem” dediği yemeklerin nimet olduğunu her defasında anlatıyorlarmış ama Ensar onları duymuyormuş. Meselâ, bu yakışıklı çocuk, ağzına patlıcan sürmezmiş. Evde patlıcan yemeği piştiğini öğrenince hemen suratını asar, “Yapa yapa bunu mu yaptın?” diyerek annesini üzermiş. Zavallı kadın, oğlunun bu huyundan vazgeçmesi için çok çabalamış ama... Patlıcan, bamya, kereviz, karnabahar ve daha nice sebzeyi hiç yemeyen bu yardımsever çocuk, ailece yedikleri bir akşam yemeğinde, tencereden bir ses geldiğini işitmiş. “Benim uykum geldi sanırım” deyip önemsememiş küçük çocuk bu sesi. Ama aynı sesi tekrardan işitince, hızlıca tencerenin kapağını açmış. Oğlunun bu hareketini gören Meryem Hanım, “Nihayet öğütlerim işe yaradı, Ensar patlıcan yiyecek herhalde, çok şükür” diye mırıldanmış. Ve hemen elindeki kepçeyi tencereye daldırmış. Ensar, patlıcanın sesini üçüncü kez işitince, “Kulaklarıma inanamıyorum” diye haykırmış. Baba Ercan Bey ve eşi Meryem Hanım, Ensar’a ne duyduğunu sorunca, “Hiiiiç” diyerek cevap vermiş Ensar. Sonra bu koca “Hiç”in yanına, annesine patlıcan yemek istemediğini ilave etmiş.-Hey sana diyorum sana. Korkma, sana zarar vermeyeceğim.-Sen konuşan patlıcan mısın? Ben ilk defa konuşan sebze görüyorum. Hem sebzelerin konuşabildiğini de bilmiyordum.-Evet ben konuşabiliyorum. Seninle birazcık konuşabilir miyiz yakışıklı çocuk? Sorularının cevabını vereceğim. Yalnız sessiz olmalısın, anne-baban bizi duymamalı.-Hı, hı. Konuşabiliriz sevgili patlıcan. Çocuklarının biri ile konuşuyormuşçasına başını sallamasına, dudaklarını oynatmasına bir türlü anlam veremeyen Meryem Hanım ve eşi bunu düşünmeyi bırakıp, koyu bir sohbete dalmış. Meryem Hanım ile Ercan Bey’in sohbete daldıklarını fark eden patlıcan başlamış söze:-Sana diyorum yakışıklı sana.-Ne diyorsun? N”oldu? Hem sen nasıl konuşuyorsun? Yemekler konuşmaz ki.-Evet, yakışıklı bey doğru söylüyorsun, normalde sebzeler, yemekler konuşmaz. Ama ben bugünlük Sebze ve Meyve işleri Başkanlığı’ndan seninle konuşabilmek için özel izin aldım.-Öyle bir başkanlık mı var?-Siz bilmezsiniz bu başkanlığı. Orada her gün meyve ve sebze görevlilerinin getirdiği raporlar kalabalık bir grup tarafından dikkatlice incelenir ve gerekli işlemler yapıldıktan sonra yüksek bir dolaba kaldırılır. O raporlarda gün be gün insanların hangi yiyecek ve içecekleri tükettiği yazılıdır. Senin tükettiğin yiyeceklere, tükettiğin içeceklere baktım. Sonra derhâl yanına gelip seninle konuşabilmek için izin aldım. Sağ olsun başkan izin verince de, annenin kulağına bugün ali nazik yemeği pişirmesini fısıldadım.-Ve sonra tencereye girdin, benim yanıma geldin. Peki benden ne istiyorsun sevgili patlıcan?-Senden ne istiyorum? Güzel soru sordun Ensar’cığım. Senden isteğim tek şey beni biraz daha dinlemen.-Benim ismim patlıcan. Morgiller şehrinin Pat ilçesinde doğduğum için annemler hem doğduğum yerle tanınayım diye, hem de uzun ömürlü olayım diye adımı “Patlıcan” koymuş. Anne ve babamı çok küçük yaşta kaybettim. O ikisinin ardından on yıldan fazla gözyaşı döktüm, onların bu erken ölümünü kabullenemedim, kabullenmek istemedim. Döktüğüm gözyaşlarından dolayı tadım biraz acımsıdır, buruktur. Biliyor musun Ensar, ben bu yaşıma kadar hep ağladım; çünkü hem annem yok hem babam. Tam bu acım hafifledi derken; bu sefer de başka sebepler ağlatmaya başladı beni. -Neden ağlıyorsun ki? Nedir o sebepler?-Ağlıyorum, çünkü çocuklar beni kuzenim patates kadar sevmiyor. Patates kızartmasını hemen her çocuk çok seviyor, ya beni? Sevgiden, ilgiden mahrum kalmak ağlatıyor beni. Anneler beni pişirdiği gün çocuklar burun kıvırıp “ıyy” diyor, ama patates pişirince “oleeey” deyip seviniyorlar. Benim suçum ne söyler misin Ensar? Annesiz, babasız olmak mı? Sarı renkte olmamak mı? iki gözü yaş dolu patlıcanın sözleri bitmemişti ki, Meryem Hanım oğluna dönerek: “Oğlum, deminden beri bakıyorum da öyle oturuyorsun, bir şey yediğin yok. Sofrayı kaldırıyorum o halde.” deyip, pat diye ağzını kapamış patlıcanlı tencerenin. Haliyle sesi duyulmaz olmuş, dertli patlıcanın. “Ama, ama” diye mırıldanmış Ensar, ama olan olmuş bir kere. Meryem Hanım’ın tencereyi kapamasıyla küçük çocuğun gözlerinden de yaşlar boşanmış, az önce konuştuğu patlıcanınki gibi. Anne Meryem Hanım, elindeki tencereyle mutfağa yönelince, Ensar durdurmuş annesini. “Anneciğim bana biraz o yemekten koyabilir misin, çok güzel koktu, canım çekti.” Böyle diyen ve şapur şupur ali nazik yemeği yiyen oğullarını, annesi bir yanağından, babası öbür yanağından öpmüş. Bu mutlu aile, afiyetle yedikleri bu güzel akşam yemeğinden sonra, güle oynaya dondurmalarını kaşıklamış...Tümünü Göster
- 3.
-
4.
048bin kazanıyorum
-
5.
0@4 Bir yaz günü aslan su içip serinlemek amacıyla bir su başına gelmiş. O sırada yabandomuzu da suya eğiliyormuş. Aslan:- Çekil bakalım da suyumuzdan içelim, " demiş.- Ne demek çekil?, demiş yabandomuzu. Biz hayvan değilmiyiz? Bizde su içmez miyiz? Amma şey asıl sen çekil!"Sen çekil, hayır sen çekil... " derken işi dövüşe çevirmişler. Nasıl bir dövüş? Kıyasıya, kırasına, öldürüp ölmecesine! Kan ter içinde kalmışlar. Ayrılıp bir solukluk dinlenmede ne görsünler? Tepedeki ağaçlara akbabalarla kara kargalar konmuşlar:"Aman birbirlerini hemen öldürseler de leşleri bize kalsa... " diye bekleşmiyorlar mı?Hem aslanda hem yabandomuzunda şafak sökmüş:"Aman, kavgayı dövüşü boş verelim! Eski dostluğumuza dönelim. Bu akbabalarla kara kargalara yem olmayalım, iyisi budur... "Demişler, yollarına gitmişler.(Dövüşüp sövüşmek iyi mi? Barış içinde yaşamak varken üstelik... Dövüşenler için son her zaman kötüye varır, bir kazanç getirmez.)
-
6.
0Polisler daha fazla kazanıyor amk
-
7.
0ortalama 3 bin daha ötesi yok. çok geniş bi çevresi olsa ün yapsa paranın dıbına kor tabi
-
8.
0hukuk okuyorum eğer bir partiyle bağlantılı olarak çalışırsan 15 bin civarı alırsın
-
9.
02100 liraya hukuk bürosu adı altında amelelik yapanları da görmek mümkün
-
10.
02 bin 3 bin dediğiniz adalet okuyanlardır en az 10 bin alırsın
lan amk hemşire bile 2 buçuk alıyo avukat mı 2 alacak andavallar -
11.
0amk yakın bir tanıdığım marmara hukuk mezunu yaşı oldu 32 33 gibindirik bir hukuk bürosunda çalışıyor maaşıda 2600
-
12.
0bacısını giber paranın
-
13.
0Eski zamanlarda, insanlar ilim öğrenmek için çok çalışırlar, her türlü güçlüklere katlanırlardı. Küçük yaşlarında köylerinden, ailelerinden ilim öğrenmek için ayrılırlar, yıllarca onlardan uzaklarda zor şartlar altında yaşarlardı. Seyyid Abdulkadir’in de küçük yaşta içine öğrenme arzusu düşmüş, bunun çarelerini aramaya başlamıştı. Sonunda dayanamadı, annesine gelerek; -Anneciğim, ilim öğrenmek için Bağdat’a gitmek istiyorum... dedi. Annesi ise; -Senden ayrılmaya gönlüm razı olmuyor. Ancak seni de Allah yolundan alıkoymak istemem. Annesi Abdulkadir için yol hazırlıkları yaptı. En sonunda da oğluna lazım olur diyerek, 40 altını kaybetmemesi için bir kese içinde yeleğinin koltuk altına dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak şöyle dedi; -Sana son olarak nasihatim şudur ki, eğer beni ve Allah’ı memnun etmek istiyorsan asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma. Allah her zaman ve her yerde doğruların yardımcısıdır. Seyyid Abdulkadir annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat’a giden bir kervana katılarak yola çıktı. Hemedan yakınlarında dar bir geçide girdiklerinde kervanda bir bağrışma koptu. Eşkıyalar kervana saldırmışlardı. Bir anda bütün sandıklar yere yıkıldı, eşyalar yağma edilmeye başlandı. Haydutlar kervandakilerin neyi var neyi yoksa hepsini alıyorlardı. Eşkıyalardan biri de Abdulkadir’in yanına geldi. Onun fakir haline bakarak şaka olsun diye; -Söyle bakalım senin neyin var fakir çocuk? Abdulkadir; -Yalnız 40 altınım var, diye cevap verdi. Haydut önce şaşırdı sonra gülmeye başladı. inanamadı ve tekrar sordu; -Doğru mu söylüyorsun? Abdulkadir: -Evet, doğru söylüyorum, 40 altınım var. Eşkıya meraklandı. Abdulkadir’i elinden tutup reislerine zütürdü. Durumu reislerine anlattı. Haydutların başı; -Senin 40 altının varmış, doğru mu bu? Abdulkadir; -Evet doğru. Reis; -Söyle bakalım. Onu nereye sakladın? Abdulkadir; -Hırkamın içinde koltuğumun altında saklı. Bunun üzerine haydutlar hırkasının içinde, koltuğunun altında saklı bulunan 40 altını bularak reislerine verdiler. Herkes çok şaşırmıştı. Reis hayretle sordu; -Peki evladım, sen niçin üzerinde altın olduğunu söyledin? Eğer bize söylemeseydin onları bulamazdık. Abdulkadir; -Ben annemden ayrılırken, asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Arkadaşınız senin bir şeyin var mı diye sorunca, altınlarım olduğunu söyledim. 40 altın için verdiğim sözden döneceğimi mi zannediyorsunuz? Bu sözleri duyan haydutların reisi çok şaşırdı ve derin bir düşünceye daldı. Sonra etrafındakilere dönerek; -Yazıklar olsun bizlere. Bu çocuk kadar olamadık. Bu çocuk annesine verdiği sözünden dönmemek için her şeyini veriyor. Bizler ise Allah’a söz verdiğimiz halde, hiçbir zaman verdiğimiz sözlerde durmadık. O’nun yapma dediklerini yaptık yarın Allah’ın huzuruna çıktığımızda halimiz nice olacak? Sonra şöyle devam etti: -Sizler şahit olun. Şuanda bu çocuk benim kötü yoldan dönmeme sebep oldu.Şimdiye kadar yaptığım bütün günahlarım için pişman olup tövbe ediyorum. Bundan sonra iyi bir insan olup, Rabbim’in sevmediği işleri yapmayacağım. Reislerine çok bağlı olan haydutlar hep bir ağızdan; -Reisimiz, biz senden ayrılmayız.Sen hangi yolda yürürsen biz de o yolda yürürüz diyerek hepsi birden pişman olup tövbe ettiler. Kervandaki insanlardan ne aldılarsa hepsini geri verdiler ve bir daha haydutluk yapmayacaklarına söz verdiler. Seyyid Abdulkadir ise yoluna devam ederek Bağdat’a ulaştı. Orada ilim tahsiliyle meşgul oldu. Kısa bir zaman içinde çok ünlü bir alim oldu. Binlerce insanın Kötülüklerden vazgeçip iyi birer insan olmalarına vesile olduTümünü Göster
-
14.
0@12 haklı.
Kendi buronu acinca aylık paranın amina korsun