-
6.
0gözlerimi açtım, kulağıma ilişen kısık sesli ağlama ve yalvarma sesleri. hemen irkilip kalkmayı denedim fakat samanlıkların arasında sıkışıp kalmıştım. zaten kalkabilsemde elimden ne gelebilirdi. önce durumu anlamak
istercesine kıstım gözlerimi ve küçük bir aralıktan neler olduğunu izlemeye çalıştım. karşı komşumuz Hakkı amcaydı. iyi de ne yapıyordu orada? ağlayan kimdi? daha fazla kıstım gözlerimi, daha fazla, daha fazla...
bir çırpınmayla gördüm selini. başta dövüyor sandım. fakat bu yakınlık dövmek olamazdı. kıpırdamamaya çalışıyor hatta nefes bile almıyor olabilirdim. her zaman yüzüne gülümsediğimiz Hakkı amca bir eliyle
kızının boğazından tutuyor diğer eliyle göğüslerini okşuyordu. selin bir yandan ağlamaklı bir yandan yalvarırcasına sesler çıkarsada, fayda etmiyordu. o sabah çocukluğun ve dünyanın etrafımda dönmediğini anladığım
ilk sabahtı. sessizce çıktım samanlıkların arasından, yerden koca bir çivi aldım avcumun içine. yavaştım, çok yavaş. o sırada aklımda dönen binbir senaryo ile başbaşaydım. gücüm yeter miydi? sonucu ne olabilirdi?
parmak uçlarımda adım adım yaklaşırken selinle göz göze geldik. elbisesi ayaklarının ucunda, sırtı duvara yaslanmış, bedeninde koca bir adam ve gözlerinden damla damla yaş akıyordu.
yüzünde utanç, yüzünde çaresizlik. tüm korkaklığıma rağmen o an karar vermiştim ve artık sonucu umrumda değildi yapacaklarımın. usulca yaklaşırken bir ses geldi karşı bahçeden. bu ses selinin annesinden geliyordu.
duyar duymaz sağımda duran mazot varilinin arkasına saklanmış adeta yok olmuştum.
'ah selin! çamaşırları neden yıkamaya zütürmedin?' babası hızlı bi şekide çekti pantolonunu yukarı ve suratındaki tedirginlikle koşar adımla uzaklaştı ahırlıktan.
işte bu ses bir kurtuluştu selin için. benim için mi? sadece başlangıç...
okuyanlar rez alsın beyler ben bi sigara yakıp geliyorum -
5.
0eski bir barakaydı, demiri, selini ve çocukluğumu hatırladığım ilk yer. yarısı kamıştan yarısı çamurdan inşa edilmiş hatta yağmur yağdığında bütün o çamuru yüzümüzde hissettiğimiz yokluktaydık. kıyafetlerimizi evin 200 metre
ilerisinde bulunan, suyunun nerden geldiğini bile bilmediğimiz bir derede yıkardık. bacaklarımız dize kadar toz, toprak.. selin; sarı saçlı buğday tenli bazen bir deniz gibi mavi bazende bir yosun kadar yeşil gözleri olan
sevimli ve sessiz biriydi. bilirsiniz herkesin bir çocukluk aşkı vardır. benim çocukluk aşkımsa selindi.
bizim oralarda tek yaşıtım selin ve demir olduğu için onlara mecburdum. neyse, birazda selinin babasından bahsetmek gerekirse
asık suratlı, uzun burunlu ve kirli sakallı bir adamdı. çocukluk sezgisi diyelim, onu hiç sevmezdim.
kaçınılmaz şeyler; bir farenin peyniri kemirmesini izlemek gibidir.
zordu o günler, nasıl anlatırım bilmiyorum. annenizi ve babanızı çok seviyorsanız fakat aynı orantıda onlardan şiddet görüyorsanız, zordur.
haftanın 7 günü anne ve babamdan şiddete maruz kalırdım. bazı geceler dayak yemeden uyuyabilmek için zamanımı karşı komşunun ahırlığında geçirirdim.
11 yaşlarında siyah saçlı ela gözlü sert bir mizaca ve aynı orantıda zayıflığa sahip zavallı bir çocukluğum vardı. ta ki ahırlıkta uyandığım o sabaha kadar.. -
4.
0Tutar umuduyla rezimi aliyorum yuzumu kara cikartma
-
3.
0ananı gibim başlığa başlayışından kesin yeni kayıt dedim tutmadı ilk defa
-
2.
+1Bro arabayı park ediyorum şuraya
-
1.
0öncelikle selamın aleyküm beyler. hikayeme başlamadan önce şunları belirteceğim. bugünlere gelebilmek için çok zor süreçlerden geçtim. anlattıklarıma inanıp inanmamak size kalmış, zorla inanın diye dayatamam ama en azından geçirdiğim bu zor süreçlere saygı duyarsanız sevinirim. başlıyorum.
insanlar sakin olmam gerektiğini söylüyor. aksine hayatımda hiç bu kadar sakin olmadığımı ve yüzlerine baktıkça, onların sakin olması gerektiğini düşünüyorum.
biraz sonra sert bir rüzgarın ipten tüm çamaşırları düşürdüğü gibi yere düşeceğim. bunu biliyorum, çünkü kendimi tanıyorum. bi an yanlışlıkla yere düşerken
saçlarımın bozulduğunu ve ben toprağa gitmeden önce sakallarımı kazıdıklarını hayal ettim. bunu yapmamam gerek farkındayım. ama olmuyor...
bir şey diğerlerinden
farklı gibi. sevgili tanrım, bu da nerden çıktı?
kafama değen demir parçası yada parmaklarımın soğukluğu dışında hissettiğim bir şeyler var. bu bir bilinç altı oyunu mu? yada bir bulmaca mı çözüyorum?
sahiden burası neresi?
gider ayak kafama takılan bu hissiyatı çözmeye çalışmak nedendir?
sanki hafızam beynimin en uzak hücresinde kendisini hapsetmişçesine mahkum. önümde bir puzzle var ve elimde son parçası, yerini bulamıyorum.
sene 1991. sonbaharın son sabahı.
başlık yok! burası bom boş!