1. 51.
    0
    gelme artik neye yarar?
    ···
  2. 52.
    0
    bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
    birinciliği beyaza verdiler

    özdemir asaf reyiz
    ···
  3. 53.
    +1
    bu devirde herkes hep ben der
    kimisi gönülden kalender
    yaşam dediğin böyle işte
    altını şer, incisi ker

    dağılabilirsiniz
    ···
  4. 54.
    0
    daha uyumadınız mı çocuklarını kestiklerim
    ···
  5. 55.
    +1
    durma göğe bakalım- turgut uyar
    ···
  6. 56.
    0
    yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
    bir dakika araba yerinde durakladı.
    neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
    gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
    gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
    ulukışla yolundan orta anadolu'ya.

    ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
    yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
    gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
    arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
    önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
    sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
    ellerim takılırken rüzgârların saçına
    asıldı arabamız bir dağın yamacına.
    her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
    yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
    bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
    uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
    başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
    gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
    serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
    son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
    nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
    yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.

    gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
    yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
    ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
    sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
    arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
    bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
    tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
    uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
    kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
    uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
    bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
    geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
    karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
    sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
    ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
    bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
    alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
    atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
    bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
    toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
    bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
    gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
    bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
    göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
    şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
    her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
    gitgide birer ayet gibi derinleştiler
    yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
    yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
    üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
    fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
    aygın baygın maniler, açık saçık resimler...

    uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
    kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
    birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
    bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
    ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
    raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
    "on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
    baba ocağından yar kucağından
    bir çiçek dermeden sevgi bağından
    huduttan hududa atılmışım ben"

    altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
    gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
    artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
    ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
    araya gitti diye içlenme baharına,
    huduttan zütürdüğün şan yetişir yârına!...

    ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
    soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
    ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
    arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
    bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
    höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
    yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
    bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
    biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
    iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
    sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
    geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
    ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
    önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
    bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
    burada son fırtına son dalı kırıyordu...
    yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
    savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
    karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
    kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
    gönlümde can verirken köye varmak emeli
    arabacı haykırdı "işte araplıbeli!"
    tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
    biz menzile vararak atları çektik hana.

    bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
    kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
    çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
    kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
    gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
    çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
    bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
    kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

    "gönlümü çekse de yârin hayali
    aşmaya kudretim yetmez cibali
    yolcuyum bir kuru yaprak misali
    rüzgârın önüne katılmışım ben"

    sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
    güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
    bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
    ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
    uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
    bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
    gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
    başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

    "garibim namıma kerem diyorlar
    aslı'mı el almış haram diyorlar
    hastayım derdime verem diyorlar
    maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"

    bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
    korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
    ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
    bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
    az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
    post verenler yabanın hayduduna kurduna!..

    arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
    "hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
    gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    dedi: "hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

    yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
    bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
    gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.

    aradan yıllar geçti işte o günden beri
    ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
    çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
    ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
    dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
    ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
    ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
    Tümünü Göster
    ···
  7. 57.
    0
    birhan keskin'in tüm şiirleri
    ···
  8. 58.
    +1
    Sevgileri yarınlara bıraktınız
    Çekingen, tutuk, saygılı.
    Bütün yakınlarınız
    Sizi yanlış tanıdı.

    Bitmeyen işler yüzünden
    (Siz böyle olsun istemezdiniz)
    Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
    Kalbinizi dolduran duygular
    Kalbinizde kaldı.

    Siz geniş zamanlar umuyordunuz
    Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
    Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
    Geçeceği aklınıza gelmezdi.

    Gizli bahçenizde
    Açan çiçekler vardı,
    Gecelerde ve yalnız.
    Vermeye az buldunuz
    Yahut vaktiniz olmadı.

    yazmak zor geldi copy paste
    ···
  9. 59.
    0
    @48 güzel panpa
    ···
  10. 60.
    0
    sen elmayı seviyorsun diye elmanında seni sevmesi şart mı amk
    ···
  11. 61.
    0
    Bir akşam ilk olarak ağladım,
    Bekar odamın penceresinde.
    Hani ev bark? Hani çoluk çocuk?
    Ne geçti elime bu hayatın
    Meyhanesinde, kerhanesinde?
    Yatağım her gece böyle soğuk.
    Saadet bu ömrün neresinde?
    ···
  12. 62.
    +1
    Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
    Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
    Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
    Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

    Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
    Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
    in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
    Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

    içimde damla damla bir korku birikiyor;
    Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
    Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
    Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

    Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
    Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
    Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
    Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

    Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
    Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
    Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
    Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

    Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
    iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
    Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
    Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

    Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
    Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
    Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
    Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

    Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
    Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
    Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
    Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

    Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
    Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
    Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
    Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
    Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
    Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
    Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
    Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

    ikinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
    Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
    Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
    Onu da, hangi diyar olsa zütürürsünüz.

    Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
    Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
    Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
    Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

    Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
    Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
    Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
    Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

    Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
    Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
    Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
    Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

    Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
    Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
    Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

    Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
    Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
    Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
    Tümünü Göster
    ···
  13. 63.
    +1
    Yüz yıl oldu
    Yüzünü görmeyeli
    Belini sarmayalı
    Gözünün içinde durmayalı
    Aklının aydınlığına sorular sormayalı
    Dokunmayalı sıcaklığına karnının
    Yüz yıldır bekler beni
    Bir şehirde bir kadın
    Aynı daldaydık
    Aynı daldaydık
    Aynı daldan düşüp ayrıldık
    Aramızda yüz yıllık zaman
    Yol yüz yıllık
    Yüz yıldır alacakaranlıkta
    Koşuyorum ardından
    ···
  14. 64.
    0
    reserved
    ···
  15. 65.
    0
    bana bir şimşek çak
    ortalık fena karanlık
    yüreğim örtülüyor
    ağır bir dalgınlığa genişliyorum
    durmadan değişen o mevsimde
    dağlarda kalın
    omuz omuza bulutlar
    çok fena kalabalık
    ellerim çıplak
    bana bir şimşek çak
    kötü bir tuzaktayım
    bilmem ne yapsak
    aklımda fikrimde onlar
    yaşlı ve genç
    erkek ve kadın
    korkularıma tutsak

    bana bir şimşek çak
    içim içime sığmıyor artık
    vahim bir çağrışımdan
    daha vahimine atlamaktayım
    bana bir şimşek çak
    belki fena halde
    yanılmaktayım
    o ince kız çocuğu
    gün doğmadan her sabah
    bir hapisaneden bir nezarethaneye
    kelepçeli zütürülüyor
    dudakları titrek
    gözlerinde buğu
    bilmem ki nasıl anlatayım
    bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek
    bir de o
    adını bile bilmediği
    kıvırcık saçlı'devrimci'öğrenciyi
    fakülte kapısında vurulmuş
    yağmurun altında
    çıplak
    bana bir şimşek çak
    çok yanlış anlaşılmaktayım
    hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor
    içimdeki zemberek
    boşandı boşanacak
    yaşamak mı gerek
    yoksa unutmak mı
    şaşırmaktayım
    galiyef yoldaş ne olacak
    galiyef yoldaş sibirya sürgünü
    sanki yalın bir bıçak
    kayarak
    bir kırlangıç hızıyla
    bulutların arasından
    karanlığın böğrüne saplanacak

    galiyef yoldaş ne olacak
    galiyef yoldaş sibirya sürgünü
    elinde bir mektup eski yazıyla
    artık yüzünü bile unuttuğu
    karısından
    burnunda sadece kokusu var
    ilkbahar kadar müşfik
    sonbahar kadar yumuşak
    galiyef yoldaş ne olacak
    avrasyada hala mazlumların uğultusu
    kısa bozkır atlarının nallarından
    gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor
    azadlık mermileridir
    çekirdekleri çelik
    cehennem gibi sıcak

    bana bir şimşek çak
    sala veriliyor görünmez minarelerden
    izmir de istibdat'ı yaşamaktayım
    bir yangın soluğu sokak içlerinden
    kordonboyunda muzaffer atlılar
    fahrettin paşanın süvarisi
    bana bir şimşek çak
    yolumu aydınlatacak
    gazi'nin gözlerinden
    mavi bir şimşek
    kuva-yı milliye mavisi
    aynı emaneti taşımaktayım
    'hürriyet ve istiklal benim karakterimdir'
    çünkü hain sinsi ve korkak
    aynı düşmana karşı
    savaşmaktayım
    ···
  16. 66.
    0
    ŞENLiK DAĞILDI BiR ACI YEL KALDI BAHÇEDE YALNIZ
    O MAHUR BESTE ÇALAR MÜJGAN’LA BEN AĞLAŞIRIZ
    GiTTi DOSTLAR ŞÖLEN BiTTi NE ESKi HEYACAN NE HIZ
    YALNIZ KEDERLi YALNIZLIĞIMIZ DA SIRALI SIRASIZ
    O MAHUR BESTE ÇALAR MÜJGAN’LA BEN AĞLAŞIRIZ

    BiR YANGIN ORMANINDA PÜSKÜRMÜŞ GENÇ FiDANLARDI
    GÜNEŞTEN IŞIK YONTARLARDI SERT ADAMLARDI
    HOYRATTI GÜLÜŞLERi AYDINLIĞI ÇALKALARDI
    GiTTiLER AKŞAM OLMADAN ORTALIK KARARDI

    BiTMEZ SAZLARIN ÖZLEMi DAHA SONRA DAHA SONRA
    SONRANIN BiLiNMEZLiĞi BiR BOYUT KATAR Ki ONLARA
    SiMSiYAH BiR TESELLi OLUR BELKi KALANLARA
    GECELER UZAR HAZIRLIK SONBAHARA.

    Attila ilhan
    ···
  17. 67.
    0
    GÜNEŞi iÇENLERiN TÜRKÜSÜ
    Bu bir türkü:-
    toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    Bu bir örgü:-
    alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    Ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    Ben de söyledim o türküyü!

    Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    Sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik!.
    Kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    Alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    Bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    işte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    Sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    Neş'emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!

    Ölenler
    döğüşerek öldüler;
    güneşe gömüldüler.
    Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
    Kalın tuğla bacalar
    kıvranarak
    ötüyor!
    Haykırdı en önde giden,
    emreden!
    Bu ses!
    Bu sesin kuvveti,
    bu kuvvet
    yaralı aç kurtların gözlerine perde
    vuran,
    onları oldukları yerde
    durduran
    kuvvet!
    Emret ki ölelim
    emret!
    Güneşi içiyoruz sesinde!
    Coşuyoruz,
    coşuyor!..
    Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
    mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!



    Toprak bakır
    gök bakır.
    Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
    Hay-kır
    Haykıralım!




    Nâzım HiKMET
    Tümünü Göster
    ···
  18. 68.
    0
    @51 @52 çok mutsuz şiirler amk .
    ···
  19. 69.
    0
    @53 süper panpa
    ···
  20. 70.
    0
    @55 dandik
    @56 idare
    @57 dandik
    ···