türkiye´de olmasi normal gözükebilecek, fakat sanatci ya da sanatla ilgili olan her insanin büyüttügü ve büyütmek zorunda oldugu olay. bunun en basit sebebi de sanatcinin bireysel varliginin ve yasama hakkinin tehlike altinda olmasi. cünkü sanat denen sey, insanin sosyal yasama gectiginden itibaren yemek yemek, su icmek, uyumak, dinlenmek, geziye cikmak ya da arkadaslik kurmak gibi gündelik hayatinda yer verdigi temel kavramlardan birisi. eger biz bugün sosyal bir toplumuz, vahsi hayvan diiliz diyorsak sanati hayattan silip atamayiz. bunu cin´de kültür devrimi zamaninda mao yapti, bir kac sene icinde bütün ülkede binlerce intihar vakasi yasandi. türkiye´de herkesin sanat düskünü, galeriden konsere kosan uzman olmasina gerek yok. ama türkiye´de sanatin varligi, dincisinden ateistine, zengininde fakirine herkesin ama herkesin yasamini, dogrudan ya da dolayli olarak etkiliyor. bu benim görüsüm filan degil, gercek, aslinda aciklamaya da gerek yok.
simdi söyle bir durum var ortada. ister bana saf de, ister laikci ulusalci eliter ateist de, ister türkiye´den haberi yok konusuyo de, ister kötüle. ilk olarak söyle bir bakiniz veriyorum:
(bkz:
das weisse band - eine deutsche kindergeschichte)
seyretmeyenler icin bu filmin olayi, 2. dünya savasi faşist almanyasinda yetiskin olan kusagin hangi toplum yapisi icinde cocuklugunu gecirmis olduguyla ilgilenmesi.
birincisi, ben kendi aileme ve yakinlarina baktigimda, cumhuriyet yillarinda ve az sonrasinda yetismis, belli bir modernlesme (bak batililasma demiyorum, modernlesme diyorum) sürecini beraberce asmis, degisimi tamamiyle icine sindirebilmis ve bati özentiligiyle yakindan uzaktan alakasi olmadan zaten uygar oldugunun bilincinde, bunu yasam tarzi olarak belirlemis ve bunu oldugundan daha büyük bir sekle sokmayan bir kusak vardi türkiye´de. diger yanda da en azindan 50-60 senedir ve özellikle özal döneminden beri bati tarzi tüketimin dibine vurmus, deli gibi kuzey amerikan genclik kültürüne bulanmis, ama bir yandan da bati ülkelerinin ezdigi, hor gördügü, dalga gectigi bir topluma sahibiz. ulan ben 32 yasima geldim, türkiye´nin gencligi filan diilim, benim yasimda her hangi bir amerikaliyla iki muhabbet ettigimde ilk farkettigimiz sey, cocukken tamamen ayni televizyon dizilerini seyretmis, ayni markalari giymis, ayni fast food zincirinde yemek yemis olmamiz. ama amerikali bu durumu herhangi bir avrupaliyla yasayamaz, cünkü avrupadaki adam bu tüketim tarzina maruz kalmamistir hayati boyunca. özellikle istanbul´u avrupa sehri olarak kabul ettigimizde, avrupa´da hic bir sehirde, bu derecede amerikan tarzi bi yasam göremezsin. bu kusak ayni zamanda ilk olarak bahsettigim kusagin hayat tarzini mitlestirmis bir devlet sistemi altinda yetismis bir kusak. türkiye´nin gericilik adina son on yildir yasadigi degismenin sebebi, hem tüketim sevdasi yüzünden parcasi olmaya calistigi, hem de mitolojiye dönüstürülmüs cumhuriyet yillarinin baskisiyla kendini parcasi olmak zorunda hissettigi bir sey tarafindan devamli dislanan, disari atilan bir toplumdur.
ben kendimden örnek vereyim, kücükken mahallede futbol oynamak isterdim ama yanlis hatirlamiyorsam yasin sülün vardi karsi apartmanda, buradan selamlarim, o ve arkadaslari mahallede oldugu sürece hic bi takimda oynatmazlardi beni. bu yüzden kimseyle oynayamayinca adam gibi top oynamayi da ögrenemedik. bu yüzden de senelerce nefret ettim futboldan. ta ki bi gün yurtdisina okumaya gittim, orda üniversite takimina baktim, adamlar olgun ve rahat, keyfine oynuyolar, yanlis pas verdik mi kasmiyolar, ben de rahatladim, kiskancligi nefreti biraktim, futbol oynamaya basladim. türkiye´deki durum da bence bu, fakirlikle zenginlikle dinle alakasinin disinda bir cesit kiskanclik. bir kisim istedigi gibi yasayabiliyor, bir kisim yasayamiyor, bu yüzden de yasatmiyor. bu bireysel olarak bin kere yasanmis bisey türkiye´de, ben kendim de ergenlik zamaninda uzun sactan, kilik kiyafetten dolayi küfür yedim, dayak yedim ve dayak atmak zorunda kaldim. ama bu olayin digerlerinden farki, boyutu ve her kim tarfindan olursa olsun organize edilmis olmasi. organize olmasi ve cok kisi tarafindan gerceklestirilmis olmasi demek, spontan degil, planli ve devami gelebilecek olmasi, belli bir hedefi, amaci olmasi demek.
bir de zaten siddet kullanmak demek, hele kendisine benzememesinden dolayi siddet kullanmak demek, akil ve rasyonalitenin gelismemis olmasi, ani güdüler yüzünde kolayca ates alip fiziksellesmek demek. eline aldigi levyeyi baskasinin kafasina gecirdigi anda bunun sonuclarinin ne olabilecegini muhakeme edememek demek. bunu yapana ne gerizekali, ne hayvan ne de huur cocugu diyebilirsin. buna edilecek bir küfür, takilacak bir isim yok cünkü bundan daha adisi olmadigi icin tanimlamaya yetecek bir kelime yok. ben de kücükken futbol oynayanlara gicigim diye bütün basketcileri toplayip kazmayla sopayla dalmiyodum. bu da bu kadar basit.
olayla ilgili söyle bi durum da var. tophaneyi iyi bilmem, galerileri de tanimiyorum, türkiyedeki sanat ortamlariyla da cok icli disli degilim ama non stop galerisinin web sitesine baktim. tamamen bagimsiz, off space bir mekan olmasa da bana asiri eliter ya da mainstream bir mekan gibi gelmedi bana. eger istanbul´da bi gentrification muhabbetinden bahsedilebiliyorsa ve cihangir gibi semtlerin son senelerdeki degisimi gerceklesebilmisse, bu türkiye´deki hem bagimsiz sanatcilarin ve alternatif kesimin, hem de semt sakinlerinin sagduyusu ve samimiligiyle olabilmis demektir. bir sergi acilisina giden insan, sokakta ickisini sigarasini icebilir, yoldan gecen herhangi birisinden rahatsiz olabilir, korkabilir, gicik olabilir ve bunun üzerine tartisabilir, ama ne laf atar ne de taciz eder. eger bunu yapmissa da olay istedigi kadar dolmus birikmis olsun, 40-50 kisilik sopali biber gazli grup tarafindan saldiriya ugramaz. en azindan bana mantiksiz geliyor.