1. 50.
    0
    @5 "herkes bir kıtalık şiir"
    işte burda yazıyor amk...
    ···
  2. 49.
    0
    inciler parlıyo gökyüzünde
    kalbim seni arıyo ak yüzünde
    inci sözlük dede arıyor gel lütfen
    benim dedem ölmüs dön lütfen
    ···
  3. 48.
    0
    nereye yazıyoz lan
    ···
  4. 47.
    0
    am züt meme
    ver şukumu muallak
    vermessen giber ananı
    olurum abazan lise amı
    ···
  5. 46.
    0
    Dedim eğil gibimin önüne
    Emmeye başla öttür benim kuşu yine
    Domaldı önüme olmaz dedi kahpe
    Eteği kaldırdı vur dedi daracık züte

    Ben yazdım binler çalıntı değil amk
    ···
  6. 45.
    0
    han duvarları

    yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç sakladı
    bir dakika araba yerinde durakladı
    neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
    gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
    gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
    ulukışla yolundan orta anadolu'ya
    ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
    yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
    gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
    arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
    önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
    sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

    ellerim takılırken rüzgarların saçına
    asıldı arabamız bir dağın yamacına,
    her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
    yalnız arabacının dudağında bir ıslık
    bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
    uykuya varmış gibi görünen yılan yollar.
    başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
    gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
    serpilmeye başladı bir rüzgâr ince ince,
    son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
    nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
    yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
    gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
    yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
    ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali
    sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
    arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
    bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
    tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
    uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
    kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
    uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

    bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
    geçiyordu araba yola benzer bir sudan
    karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
    sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
    agır agır önümden geçti deve kervanı,
    bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
    alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
    atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
    bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
    toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
    bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
    gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
    bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
    göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
    şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
    heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
    gitgide birer ayet gibi derinleştiler
    yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
    yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
    üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
    fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
    aygın baygın maniler, açık saçık resimler...

    uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
    kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
    birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
    bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
    ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
    raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;

    "on yıl ayrıyım kınadağı'ndan
    baba ocağından yar kucağından
    bir çiçek dermeden sevgi bağından
    huduttan hududa atılmışım ben"

    altında da bir tarih. sekiz mart otuz yedi...
    gözüm imza yerinde başka ad görmedi
    artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
    ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
    araya gitti diye içlenme baharına,
    huduttan zütürdüğün şan yetişir yarına!

    ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
    soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk
    ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
    arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
    bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
    höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
    yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
    bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
    biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
    iki dağ ortasında boğulan bir geçide
    sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
    geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
    ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
    önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
    bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
    burada son fırtına son dalı kırıyordu
    yaylımız tükenirken yolları aynı hızla
    savrulmaya başladı karlar etrafımızda
    karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
    kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
    gönlümde can verirken köye varmak emeli
    arabacı haykırdı "işte araplıbeli!"
    tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
    biz menzile vararak atları çektik hana.

    bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
    kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
    çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
    kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
    gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
    çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
    bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
    kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor:

    "gönlümü çekse de yarin hayali
    asmaya kudretim yetmez cibali
    yolcuyum bir kuru yaprak misali
    rüzgarın önüne katılmışım ben"

    sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
    güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
    bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
    ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
    uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık
    bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
    gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım
    başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

    "garibim namıma kerem diyorlar
    aslı'mı el almış haram diyorlar
    hastayım derdime verem diyorlar
    maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"

    bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
    korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
    ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
    bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı!
    az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
    post verenler yabanın hayduduna kurduna!

    arabamız tutarken erciyes'in yolunu,
    "hancı, dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
    gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    dedi:
    "hana sağ indi ölü çıktı geçende!"

    yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
    bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
    gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.

    aradan yıllar geçti, işte o günden beri
    ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,
    çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
    ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
    dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
    ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
    ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...

    faruk nafiz çamlıbel
    Tümünü Göster
    ···
  7. 44.
    0
    tutun kızlar tutun birleşsin eller
    çalın sazlar çalın kırılsın teller
    dönün kızlar dönün kıvrılsın beller
    uzun siyah saçlar tel tel dökülsün.
    ···
  8. 43.
    0
    doga da kosup oynarken
    bi amcık bagırdı yandan
    gittim baktım ne var diye
    gel gib dedi inlete inlete
    ···
  9. 42.
    0
    kukulu kızın kukusu

    memo fik doğrusunda diyar diyar gezerken
    toz topraklı yolları tabanıyla ezerken

    gezdiği diyarlarda güzel dilberler bulup
    şahane damlarına kötlerine fik sokup

    arzusunca domaltmak hayali kuruyordu
    sık sık otuzbir için molaya duruyordu

    yine durdu bir ara, semayı seyre daldı
    dam hayali kurarak fiki eline aldı

    attırırken sarsıldı heyecanından o an
    bin güvercin uçuştu yaslandığı ağaçtan

    memo kuşlara bakıp iç çekti derin derin
    dedi kendi kendine "dam ürkek bir güvercin,

    az yanaşsam hemencik kanatlanıp uçuyor,
    değil fike tünemek, kafasına sıçıyor!.."

    o böyle söylenince bütün kuşlar dağıldı
    yalnızca bir tanesi süzülerek alçaldı

    pır pır ederek kondu barrağının başına
    sakin huylu memo'yu çevirerek şaşkına

    kuşa çok benzese de kuş muş değildi fakat
    bildiğimiz damcıktı kanatlı bu mahlukat

    memo dedi "herhalde sen benim kısmetimsin
    kendini fiktirmeden söyle bana sen kimsin?.."

    kanatlı dam bir süre ses çıkarmadan sustu
    sonra ötermiş gibi cıvıl cıvıl konuştu:

    "kendimi fiktirmeyi nasıl isterim bilsen
    lakin yapmamam için var malesef bir neden

    eğer zamanın varsa, tanıtırken kendimi
    anlatayım da dinle hüzünlü hikayemi

    eskiden bir kız vardı, çok severdi barrağı
    i̇smi kukulukız'dı, kukusu tek varlığı

    her önüne gelene kukuyu fiktirirdi
    her fiki tereddütsüz, kukuya ittirirdi

    ona fik sokan herkes kukusuna bayıldı
    kukusunun şöhreti kırk diyara yayıldı

    bir gün kırk iki dağın ardından bir cin çıktı
    bu çirkin korkunç cinin tek arzusu damcıktı

    bir anda dağlar aşıp kızın yanına geldi
    kukulukız'ın damı o an kuruyuverdi

    'domal ben de fikeyim' dedi korkutucu cin
    'geldim buraya kadar sana fik sokmak için'

    lakin dam kurumuştu cinin çirkinliğinden
    fikilmek gelmiyordu damcığın hiç içinden

    yine de kız korkudan domaldı yavaş yavaş
    titrekçe fısıldadı: 'tut barrağını, yanaş'

    cin kıllı avucunu donuna soktuysa da
    tutamadı fikini, bakakaldı kukuya

    domalık kötte kuku şöyle bir kıpırdandı
    kuş oldu kanatlandı, uçarak havalandı

    kukulukız çaresiz boyun eğmişti cine
    amma kukunun yoktu tahammülü fikine

    dam kuş olup kaçınca cin öfkeden kudurdu
    geçti kukusuz kızın karşısına oturdu

    dedi 'madem sen benden kukunu esirgedin
    herkese fiktirdiğin ddıbını fiktirmedin

    o halde artık kimse fikemesin kukunu
    senden haber kesilsin unutsunlar kokunu

    bundan sonra damından daim ayrı olasın
    fikfik seni bulmasın fikten ayrı kalasın'

    cin bunları söyledi ortalıktan yok oldu
    ayak bastığı yerde bir kule peydah oldu

    bu kulede ne kapı ne de pencere vardı
    boyu desen nerdeyse beş yüz arşın kadardı

    kızcağız hapis kaldı kulenin külahında
    göremedi gün yüzü sonraki hayatında

    nice yiğit er kişi kuleye tırmandılar
    'hey, kukulu! kukulu!' diyerek bağırdılar

    külahın derunundan duyuldu bazen bir ses
    'kukumu istiyorum' diyen zayıf bir nefes

    ve lakin hiç birisi muvaffak olamadı
    kızı çıkarmak için bir delik bulamadı

    i̇şte ben bu öyküde bahsi geçen kukuyum
    korkudan üzüntüden halen bak kupkuruyum

    kukulukız kukusuz, kukusu ise susuz
    barrak yolu gözleriz tamamiyle umutsuz... "

    memo sordu "hey kuku, bu dev kule nerdedir?"
    kuku dedi "çimenlik çift tepeli yerdedir"

    memo sordu "hey kuku, o cinden kurtarırsam
    memo'ya da kukuyu fiktirirsin sanırsam?"

    kuku dedi "bir kurtar beni cinden kuleden
    ondan sonra bırakma sakın beni fikmeden

    her kim kukulukız'ı kukuya kavuşturur
    fikini dama sokar memeyi ovuşturur

    kukulukız hazırken zaten her türlü fike
    kurtaran kişi doymaz kukudan fike fike

    lakin kolay iş sanma kızı ordan kurtarmak
    işten bile değildir bu yolda mefta olmak... "

    memo dedi "gidelim, biz kuleye varalım
    kukulu bir kız varsa fikimizi banalım"

    damcık kanat çırparak havada ilerledi
    memo dama bakarak yolunu belirledi

    fikfik arzusu ile çabucak yol aldılar
    upuzun bir menzile tez vakitte vardılar

    ulaştıkları vakit kulenin tam dibine
    memo dedi "hey kuku, uç hele gök yüzüne

    i̇ncele bir çevreyi yukarıdan bakarak
    söyle bana var mıdır etrafta uzun kavak?"

    kuku uçup seyretti etrafta ağaçları
    dedi "bir yıl uzakta gördüm ben kavakları"

    memo yalın ayakla yürüdü tam bir sene
    kavaktan yüz dal kesti döndü tekrar geriye

    kulenin mevkisine bir yıl sonra varınca
    dikti yüz fidan dalı kulenin etrafınca

    altı ay uzaktaki dereden su taşıdı
    yazın kan ter içinde daşşağını kaşıdı

    suladı fidanları tez boy atsınlar diye
    ellerini ısıttı kışın sıcak fikiyle

    çimenlik tepelere oturup bahar vakti
    attırıp çimenlere bol bol otuzbir çekti

    kuku onu seyretti hiç bir şey anlamadan
    tam sekiz bahar ve yaz geçip gitti aradan

    sekizinci sonbahar birazcık sert başladı
    dumanlı fırtınalar ortalığı kapladı

    hızlı rüzgar estikçe kavaklar sallandılar
    eğilip bükülerek kuleye yaslandılar

    rüzgarın girdapları kuleyi sarmaladı
    kavakların dalları kuleyi tırmaladı

    rüzgar bir o taraftan bir bu yandan esince
    kavakların dalları birbirine geçince

    ağaçlar duvarları her yandan kavradılar
    sanırsın ki kuleyi tutup avuçladılar

    yekvücut kavaklara adeta kuvvet doldu
    kule rüzgar önünde artık zorlanır oldu

    memo dedi "hey kuku, git de külaha tüne
    yakın artık kavuşman kukulu'nun kötüne"

    kuku gidip konunca kulenin külahına
    sarsılmaya başladı kule onun altında

    kuku ne olduğunu henüz anlıyamadan
    atmıklar boşandılar kulenin kafasından

    koskocaman dev kule oluk oluk attırdı
    cümle çevre ormanı atmık ilen batırdı

    barrak gibi kulenin attırışı bitince
    beş yüz arşınlık boyu bir arşına inince

    ortada bir kız kaldı atmıklara bulanmış
    ayrı olan kukusu damcığına yamanmış

    bir de cin çimenlerde uzanmış yatıyordu
    attırış sonrasında anlamsız bakıyordu

    kukulukız dedi ki "şimdi gördüm herşeyi
    ancak anlayabildim kuledeki gerçeği

    çimenlik ikiz tepe cinin daşşaklarıymış
    hapsolduğum şu kule onun dev barrağıymış

    ne mutludur ki bana esaretten kurtuldum
    artık pek nemli olan kukuma da kavuştum!.."

    memo dedi "kukulu, kukun bana söz verdi
    'beni kurtarır isen fikersin beni' derdi"

    kukulukız memo'yu hiç işitmedi bile
    meşguldü çirkin cinin iri barrağı ile

    bir yandan dev barrağa durmuş domalıyordu
    bir yandan da seslice şöyle bağrınıyordu:

    "çimenlik ikiz tepe cinin daşşaklarıymış!
    hapsolduğum şu kule onun dev barrağıymış!

    görseydim çirkin cinin şu kocaman fikini
    reddetmezdim elbette o vakit fikfikini!

    amma halen geç değil, ona hep domalayım!
    şu güzelim kukumu hep ona vurdurayım!.."

    aşık memo anladı, sözler tutulmayacak
    otuzbircinin fiki dama sokulmayacak

    uçarı bir kukunun takılıp kanadına
    fikfik arzulayarak gelmişti bu diyara

    bulduğu fikfik yine başkasının fikfik'i
    onun payına düşen otuzbirdir tabi ki

    i̇sterdi ki barrağı kanatlı bir fik olsun
    uçarak kendisine uçan damcıklar bulsun

    böyle böyle düşünüp sıvazladı fikini
    cinle kızı seyredip çekti otuzbirini

    dedi "memo, bak yine gitmenin vakti geldi
    başka yerde otuzbir çekmenin vakti geldi
    Tümünü Göster
    ···
  10. 41.
    0
    avrupa.
    ···
  11. 40.
    0
    needlework the way, never you betray
    life of death becoming clearer
    pain monopoly, ritual misery
    chop your breakfast on a mirror
    ···
  12. 39.
    0
    am got meme beyler bu ne ya
    ···
  13. 38.
    +1
    vuvuzelam gümüşten
    maça geldim varoştan
    afrika cocuguyum
    30 santim dogustan
    ···
  14. 37.
    0
    la@37 bnım sıır tam sukuluk vermıon sukuyu ayıp valla
    ···
  15. 36.
    0
    beyler devam edin, "1 kıtalık şiir" yazanları eksilemeye gelmiştim
    ···
  16. 35.
    0
    Ülkücüyüz biz
    Hepinizi giberiz
    Böler toplarız çarparız
    ccc 40 yapar ccc

    ccc 40. yılımız kutlu olsun ccc
    ···
  17. 34.
    0
    sonbaharda düşer yapraklar,
    her mevsim kalkık yannanlar,
    şu fani dünyada 31 dir tek gerçek,
    gönük isterdi her kız verecek...
    ···
  18. 33.
    0
    1 kıtalık şiir
    ···
  19. 32.
    0
    Bize kâfir demiş müfti efendi
    Tutalım ben diyen ana müselmân
    Varıldıkta yarın rûz-ı cezâya
    ikimiz de çıkarız anda yalân
    ···
  20. 31.
    0
    aşık yanıktır mahlasım
    en güzel ay bence kasım
    ne kadar hödük olsam da
    aslında çok hassasım
    ···