-
151.
+4kimler okumakta ses verin panpalar görmem gerek okuyanları?
-
152.
+4birkaç sokak ötede indik volkan'ın arkadaşının kullanmış olduğu kamyonetten. volkan kamyonetin arkasından şu kağıt toplayan çocukların kullanmış olduğu çuvallı iki tekerli, iki kollu bir demirden el arabası indirdi kamyonetin arkasından. bizi aracıyla getiren çocuğa teşekkür ettik ve uğurladık. sırt çantasını elindeki kağıt arabasının içindeki çuvala koydu volkan.
- abi yeri biliyorsunuz, ben önden gidiyorum,
diyerek arkasına bakmadan aracın olduğu sokağa doğru hareketlendi volkan. muratla bir süre bekledik ve arkasından biz de o tarafa doğru hareket ettik. -
153.
+1muzafferler'in mağazasını ve aracını uzaktan görebilecek, volkan'ı rahatlıkla izleyebilecek bir çocuk parkı vardı yakınlarda, ilk gittiğimde keşfetmiş olduğum. muratla oraya geçtik sokak lambalarının aydınlatamadığı karanlık köşesine.
volkan mesaj attı telefonuma bir ara. "abi, bu civarların çöplerini bir gezeyim, etrafı kolaçan etmem gerek" şeklinde. istemsiz gülümsedim, "çakal herif" diyerek.
fısıltı ile konuşuyorduk muratla gerektiğinde. uzaktan bir köpek havlaması geldi kulağıma. öksürerek sokaktan geçen bir adam, sessiz sakin geçip gitti yoluna farkımızda olmaksızın. saatler ilerliyordu. ve ben oldukça sabırsızlanıyordum sağ salim bu işi halledebilmek için.
gece saat 01.30 sularında tekrardan döndü volkan aracın bulunduğu sokağa. elindeki arabayla araca yaklaşırken ıslıkla bir şeyler çalıyordu kendince.
"yazımı gışa çevirdin bak gözümde yaşa leyla", tüylerim diken diken.
"lan volkan şimdi sırası mı oğlum!... " diye iç geçirdim.
tam aracın yanında durdu volkan. türküyü duyuyoruz biz, iyi de çalıyor namussuz!..
sonra birden yere oturdu ayakkabılarının bağcıklarıyla oynamaya başladı. sağı solu kolaçan ediyordu bir o yana bir bu yana bakarak volkan. -
154.
+1kimsenin olmadığından emin olduktan sonra kalkıp çuvalının içinden takip cihazını çıkardı volkan. heyecandan kalbim durmak üzereydi. sorun çıkmadan şu işi bir tamamlasaydık.
volkan, aracın ön sol lastiğinin bulunduğu çamurluğun iç kısmına elindeki tornavida ile bir şeyler yaptı ilk önce. sanırım cihazı monte edeceği kısmı ayarlıyordu. 10 dakikalık çalışma ile bu hazırlığını bitirdi. o esnada caddenin öbür tarafından bir araç ışığı vurdu bizden tarafa doğru. tepesindeki siren lambalarını görür görmez anladım bunun bir polis aracı olduğunu. çok telaşlandım.
volkan'ı aramama fırsat kalmadan kendi de aracı fark etmişti zaten. hemen toparlanıp yüksek sesle ıslığını çalarken alet edevatları çuvala atıvermişti insan üstü bir soğukkanlılıkla. "ben olsaydım anında yakayı ele vermiştim" diye düşündüm kendi kendime.
polis aracı tam da volkan'ın yanında durdu. heyecanımız had safhadaydı. nefesimiz kesilerek olan biteni gözden kaçırmamaya gayret ediyorduk muratla. araçlarından inen polislerle volkan arasında bizim de duyabileceğimiz şekilde bir konuşma geçti.
- ne yapıyorsun bu saatte burada? diye hiddetli bir ses tonuyla başladı söze polislerden biri.
- abi, çöp topluyorum, ekmek param bu biliyorsunuz!..
telsiz sesleri karışıyordu araya bazen konuşmaları duyamıyorduk. bir an önce oradan uzaklaşması için bastırıyordu polis. volkan,
- ama ayağımı burktum az önce koşarken. az oturmam gerek burada abi.
polisler, fazla gecikmemesi koşuluyla kabul edip, geri araçlarına binmeye başladılar. en büyük korkum, polislerden birinin çuvala bakmaya çalışmasıydı. allah'tan korktuğu başıma gelmedi. hareket eden polis aracının siren ışığı, bulunduğumuz parkın karanlık köşesini mavi-kırmızı aydınlatarak geçip gitti önümüzden. derin bir nefes aldık.
volkan, yarım kalan işi için yine uzandı aracın önüne. ve 5 dakika içinde işini tamamladı ve yanımıza geldi kendinden emin adımlarla.
- abi işlem tamam, gidebiliriz artık.
bizi bırakan arkadaşına, tekrar bizi almasını rica etmek için telefon açtı. saat 03.00 sularında eve dönmüştük sağ salim. -
155.
0okuyanlar var mı?
-
156.
0geldim beyler devam ediyorum.
-
157.
0olay çok ani olmuştu. kimse ne olduğunu anlayamadı. akşam eşref bey, holding binasından çıkıp eve dönmek üzere makam aracına binmek üzereyken, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce kurşun yağmuruna tutulmuştu.
sevcan, arayıp haberi verir vermez soluğu eşref bey'in kaldırıldığı hastanede aldık. biz geldiğimizde eşref bey hala ameliyattaydı. sevcan ve annesi beni görünce göz yaşları içerisinde sarıldılar. ilk hezeyanı atlattıktan sonra bir köşede tedirgin halde bekleyen şoförün yanına gittim. olayın nasıl olduğunu anlattı.
siyah bir aracın içerisinden 7-8 el ateş edilmişti akşam iş çıkışında. şoför de can havliyle kendini yere atmış ve kurşunlara hedef olmaktan şans eseri kurtulmuştu. apar topar olay yerinden uzaklaşan saldırganların kim olduğu henüz belli değildi. acil müdahale doktorlarının ameliyattan önce aldıkları röntgene göre üç kurşun isabet etmişti. biri karın bölgesine, iki tanesi de ayaklarına. hemen ameliyata alınmıştı. polis ekipleri olay yerinde incelemelerine başlamışlardı.
tedirgin bir bekleyiş sürerken sevcan özellikle çok bitkin haldeydi. murat ile volkan diğerleri ile ilgilenirlerken, ben sevcan'ı alıp hastane avlusuna çıkardım "gel benimle" diyerek. -
158.
+1birer bardak çay aldım ve bir banka oturduk sevcanla. tedirginliği almak için babasının hayati tehlikesi olmayan bölgelerden mermi yarası aldığını, kolay geçecek bir ameliyatla bunu da atlatacağını söyleyerek rahatlatmaya çalıştım.
aklımdan geçen tek şey, bu saldırıyı kimin yapmış olabileceğini sevcan biliyor muydu acaba yoksa bilmiyor muydu?
ben muzaffer ile doğrudan alakalı olduğunu biliyordum ama bakalım sevcan bu konuda ne düşünüyordu?
- çocuk yaştan beri babam tehdit mektupları ve telefonları alırdı. hepsini gülerek karşılardı ve bize hiç umursamıyormuş gibi anlatırdı. hiç bu kadar ciddi bir saldırı olmamıştı şimdiye kadar. kimin bunu yapmış olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok serhan.
o esnada telefonu çaldı sevcan'ın. arayan muzaffer'di. telefonda ona son durum hakkında bilgiyi verdikten sonra kapattı telefonu. sıcağı sıcağına,
- muzaffer neden gelmedi sevcan?
diye sordum.
- henüz ayağa kalkıp gelebilecek durumda olmadığını bildirdi özür dileyerek.
- tamam sevcan anladım.
ama belki de onun tahmin etmiş olabileceğinden daha farklı ve daha fazlasını anlamış bulunuyordum.
bu iş muzaffer'in başının altından çıkmaydı. -
159.
+2ameliyat yaklaşık 4 saat sürmüştü ve başarılı bir operasyonla tüm mermi çekirdekleri çıkarılmıştı. yine de temkinli konuşuyorlardı doktorları. 48 saat süre ile yoğun bakımda gözetim altında tutulacaktı. ertesi gün mahşer kalabalığı olacaktı eminim hastane önünde. olayı duyan yakın akraba ve tanıdıklar hastaneye sökün etmeye başlamışlardı bile.
gece sabaha kadar ayrılmadık hastaneden. murat ile volkan sağ olsunlar, çocuklar her şeye koşuyorlardı. su, çay-kahve servisleri, hazır yiyecekler gelip gidiyordu hastanede bekleyenlere.
benimse tek derdim sevcan. sürekli bir içeri, bir dışarı gidip geliyorduk.
sevcan'ı rahatlatmak için çaba sarfetmiş olduğum sohbetlerde aslında aklım tamamen kullanmış olduğum teselli sözlerinde değildi. muzaffer suskunluğunu bozmuştu. iki düşüncesi olabilirdi muzaffer'in.
bir; sevcan'a bu olayın kendi başı altından çıkmadığı konusunda o kadar güveniyor olmalıydı ki, bu saldırıya cüret etmişti.
iki; sevcan'ı o kadar da umursamıyordu.
belki her ikisi de. ama her ne olursa olsun, bu dayak olayının altında kalmayacağını adım gibi biliyordum.
ve maalesef gerçekleşti. -
160.
+1muzaffer'in sevcan'ı sevdiğinden de şüphe ediyordum. çünkü sohbetlerimizin birinde muzaffer'in tüm arkadaşlarıyla tanışmak istediğini anlatmıştı bana. ve kendisi de tanıştırmıştı hemen hemen tüm arkadaş çevresiyle. muzaffer için empati yaptığımda ise ne kadar çok insan tanırsa kendisi için o kadar iyi demekti. potansiyel müşteri portföyünü bu şekilde oluşturuyordu demek ki. bu da muzaffer'in üniversite öğrencileri arasında ortam edinebilmek için sevcan'ı kullandığı görüşünü tam destekliyordu.
ayrıca muzaffer'in hastaneye gelemeyecek kadar kalkamaması da benim için şimdilik bir avantajdı. bu herifle bir gün, bir yerlerde karşılaşacaktım ama ne zaman, nasıl ve hangi şartlar altında olacağını bilmiyordum. pek te önemli değildi açıkçası benim için. olsa da olur, olmasa da olurdu.
adam beni merak ediyordu ama ben kendini takip. ankara'daki gözaltılardan haberi muhakkak olmuştu. biliyordu ki enselenirse, bu sefer işi hiç te kolay olmayacaktı. bense, yeterli derecede bilgi ve kanıtları topladığım takdirde, bekletmeksizin bu delilleri polisle paylaşıp muzaffer için gereğinin yapılmasını sağlayacaktım. ama sevcan'ın tehlikesiz bir şekilde gerçekleri öğrenmesini sağladıktan sonra. ve planım yalnız muzaffer için değil, onunla işbirliği yapan her kim varsa onların da adalet önüne çıkmalarını sağlamaktı. hiç unutur muyum abdullah amca'nın o gözyaşlarını? -
161.
+1 -1sabahın gün doğuşunu sevcanla birlikte seyretmek... acıların paylaşıldığı bir gecenin sonunda yine rutin ama harikulade bir gün doğuşu.
üzüntüyle karışık huzurun verdiği alaca bulaca bir ruh iklimi.
sevcan, kanada'da okuyan abisinin o gün istanbul'da olacağını söylediğinde, "olması gereken de buydu zaten" diye mırıldanıyordum kendi kendime.
- babanın durumundan dolayı geliyor değil mi sevcan, haber vermiştiniz kendisine?
- hayır hayır! haber vermedik, normal bir dönüş planıydı bu, yaz tatilini geçirmek için bir müddet burada olacak. tesadüfen olayın üzerine gelmiş oluyor.
- kaçta burada olacak abin?
- öğleden sonra 14.00 gibi uçağı atatürk havalimanı'na inecekmiş. beraber karşılamaya gidelim mi serhan abimi?
- elbette neden olmasın.
tüm moral bozukluğuna rağmen gülümsemeyi ihmal etmedi sevcan bu cevabıma. -
162.
+1sabahın ilk saatlerinden sonra tahmin ettiğim gibi akın akın insanlar sökün ettiler hastaneye. bürokratlar, iş adamları, çalışan personelleri, iyi-kötü eşref bey'i tanıyan ve olayı duyan herkes oradaydı. doktoruyla özel görüşenlerin, hastane çıkışı gazetecelere demeç verenlerin ardı arkası kesilmiyordu.
tüm bu yaşanan gelişmeleri uzaktan ibretle seyrediyor, sadece kendi kendime tebessüm ediyordum. çünkü çoğu samimiyetten uzak sadece oraya boy göstermeye, hava atmaya gelenlerdi. "çok görmemek lazım" dedim içimden. herkesin yaşam tarzı, olaylara bakış açısı farklı farklı.
sevcan, kalabalık insan selinin içerisinde adeta boğulmuş gibiydi, gözümden kaçmadı. hemen yanına gidip, olayı kendisine anlattırmaya ve abuk subuk sorular sorup moral bozmaya çalışan bir grup insanın önünden çekip aldım onu. gözlerden uzak bir hastane kafeteryası keşfetmiştim geceden, oraya oturduk biraz soluklanması için.
- herkese cevap vermeye kalkarsan halin nice olur sevcan? bırak milletin merakını, sorup dursunlar, ilgilenme bile!..
derken gücenmişlik ifademi takındım. bitkin bitkin başını "evet" anlamında sallayıp,
- sanırım haklısın, millete laf anlatmaktan gına geldi vallahi.
çaylarımızı yudumlarken vakit hayli yaklaşmıştı. volkan'a telefon açıp şoförü bulmasını, hastanenin ana giriş kapısında bizi beklemesini söyledim. 10 dakika sonra araç hazırdı. sevcanla birlikte havaalanının yolunu tuttuk. -
163.
0araçla yolda giderken, sevcanla tek tük konuşuyordum, çünkü aklım abisine verilecek olan üzüntülü haberdi. çocuk, her şeyden habersiz ülkeye dönüyordu ve bir anda babasının silahlı saldırıya uğradığını, hastanede yoğun bakımda olduğunu öğrenecekti.
sevcan sanki bu düşüncelerimi, beynimi okumuşçasına,
- serhan, ahmet abim'e babamın durumunu nasıl söylemem gerekir, lütfen fikir ver yardım et bana!..
- aman sevcan, hayatımda kaç defa böyle kötü haber verdim ki ben allahaşkına, inan hiç bilmiyorum,
derken aslında kaytarmak için böyle söylüyordum. çünkü her an abisine durumu söyleme görevini bana yükleyebilirdi. yoksa babamın vefat ettiği gün, yakın akrabalarıma ben vermiştim acı haberi, çok iyi biliyordum bunun omuzlarıma basan o ağırlığını.
ama yine de sevcan'ı bu konuda yalnız bırakamazdım.
- sevcan, bırak bunun için "nasıl söyleyeceğim, ne yapacağım" telaşına girme daha çok gerilirsin. zamana bırak, o an zaten kendiliğinden gelişir herşey, sıkma canını,
demekle yetindim.
havaalanına kadar başka konuşmadık. -
164.
0saat 13.45 gibi dış hatlar çıkışın önündeydik. ahmet'i beklemeye başladık ve ikimizde de tarifi imkansız bir gerginlik vardı. ben sigara üstüne sigara yakıyordum ki tavır gecikmedi sevcan'dan. her zaman karıştığı gibi,
- içme diyorum sana şu zıkkımı, bu kadar içme!.. canına yazık serhan!.. yoksa beni sevmiyor musun? çabuk kurtulup benden ve bu dünyadan gitmek mi istiyorsun?
son cümlesinin sonlarına doğru tavrı yumuşuyor ve gülümseyerek söylüyor bunu...
ah sevcan ah!.. aslında kelimelerinin anlatmak isteyip te tam olarak anlatamadıklarını, o derinden gülümseyen bir çift göz nasıl da anlatıyor?!.. hayranım sana! -
165.
+2yarım saatlik bir bekleyişten sonra, yolcuların çıkış kapısından sökün ettikleri anda, sevcan ayakuçlarına kah basarak, kah başını sağa sola kaydırarak, sabırsızlıkla çıkanları gözden geçiriyordu. benimse kalbim çarpıyordu heyecandan.
birkaç dakika sonra ağzı tıkabasa dolu bir sırt çantasıyla, sağ elinde tekerlekli bir bavul sol elinde spor çantası olan, sade mütevazi giyimli, temiz yüzlü, zayıfça ve orta boylu bir gencin boynuna "abiiiii!.." diyerek atıldı sevcan. ve atılmasıyla ağlamaya başlaması bir oldu. bense olduğum yerde kaskatı kesilmiş abi kardeşi izliyordum. kesseler akmazdı kanım.
çocuk olağan bir karşılama olmadığını hissetmiş olmalıydı ki, bir anda bembeyaz kesildi. herhalde içten sıkıca bunun için sarılamadı tam olarak kardeşine. sevcan'ın boynundan çözülmesini bekler bir hali vardı. bu süreç uzayınca da,
- sevcan!.. ne oldu bir durum mu var?!..
tedirgin dolu bir ses tonu olduğunu farkettim. sevcan abisinden ayrılırken,
- aracımıza geçelim anlatacağım abi!.. hasan abi bizi bekliyor arabada. gel seni serhanla tanıştırayım abi. bak serhan bu abim ahmet. abi bu da serhan. en yakın dostum, arkadaşım, sırdaşım, canyoldaşım!..
derken, sanki abisinin merakını geçici de olsa örtbas etmeye çalışır bir hali vardı. ahmetle tokalaşırken,
- memnun oldum, hoşgeldiniz
dedim. çocuk çok soğuk bir tavırla,
- ben de memnun oldum, hoşbulduk,
diye mırıldandı. -
166.
0araçta ben öne oturdum, abi kardeş arkadalardı. hal hatır muhabbetleri kısa kesildi. ahmet, hemen neler olup bittiğini anlatmasını istedi kızgınca sevcan'dan. o da ağlayarak, bir gün önce olanları anlattı tüm detaylarıyla.
- tam da zamanında geldin abi,
diyerek tamamladı konuşmasını. önde oturduğum için çocuğun sessizliğini yorumlayamıyordum. zaten hastaneye de gelmiştik artık. acele hareketlerle indik araçtan ve hastaneye giriş yaptık. ahmet'in annesiyle olan duygusal karşılaşması da çok can yakıcı oldu. tüm ailenin bir arada olması o anın tek tesellisiydi. -
167.
+1akşama doğru, ahmet'in gelip te durumu öğrenmesi ile yaşamış olduğu şok ve şaşkınlık, yavaş yavaş yerini kabullenilmişliğe bırakmıştı. eşref bey'in müşahade altından kurtulması için 24 saat daha geçmesi gerekiyordu.
volkan ile murat'a hastanede kalmalarını rica edip, ahmet ve sevcanla birlikte hastanenin yakınlarında bir lokantaya akşam yemeğine gittik. sevcan'ın annesine de ısrar ettik ama gelmek istemedi.
yemekte, sevcan abisine benimle hangi şartlar altında tanıştığını ve arkadaşlığımızın ne derecede kuvvetli olduğunu bir bir anlattı abartısız. ahmet'in havaalanından hastaneye kadar gelişteki bana karşı olağan o soğukluğu, yerini içtenliğe bırakmıştı. havasından geçilmez sanırdım hep böyle yurtdışında eğitim alanları çoğunlukla. ama yemekteki samimiyeti ve mütevaziliği bana,
- işte sevcan'ın kardeşi ahmet!.. adam gibi adam!..
dedirtti. -
168.
0murat ile volkan'dan sonra sırtımı dayayabileceğim gözü pek bir adam varsa, o da ahmet'ti. neden derseniz akıl üstü bir sezgi bu, açıklamam mümkün değil.
elbette ki muzaffer'in gerçek yüzünü ahmet'le paylaşıp paylaşmamakta kararsızdım. ama sonuçta babası, annesi durumu bilirken, ahmet'in bu durumdan bihaber olması abesle iştigal olurdu. bu sebeple, olayların gerçek yüzünü ahmet'e aktarmak için en uygun zamanı beklemek gerekecekti.
ve büyük ihtimal, dördüncü güç olarak aramıza katılacaktı ahmet, muzaffer'in al aşağı edilmesi savaşımıza. ahmet'in, sevcan'ın hayatında olan muzaffer'den haberi vardı sadece. kendisi kanada'ya gittikten sonra başlamıştı arkadaşlıkları. sadece telefon görüşmelerinde, sevcan'ın anlattığı kadarıyla tanıyordu muzaffer'i.
ancak, babasının başına gelenlerden sonra bir şok daha bekliyordu ahmet'i habersizce.
bir yap-boz'un parçalarını tamamlamak gibidir zaten hayat. kimi zaman ağır, kimi zaman hızlı, bazen kafa karıştır, bazen çok basit. -
169.
0beyler yarıda kesmek yok hiç kimse merak etmesin hikaye tamamlanacak
-
170.
0birazdan kaldığımız yerden devam edeceğim panpalar
-
kayra 40 yaslarda ısıtme kaybı yasıcaksın
-
bikerisinde yokluktan breaking bad
-
acaba kayraya bi zenci tecavüz etse
-
trabzonu doğradılar
-
atatürk kendisi bile bugünü görse
-
kaan kurala acayip sinir oluyorum
-
kayra kac dkya yeni hesap acip gelir
-
beyler doğuda damada ve geline takılan altınların
-
islamda sünnet olmak mecbur mu
-
dün öğrenciler geldi
-
çakra patlatmak
-
endonezya bali ucuz diolar la
-
3 trilyona araba önerisi
-
basketbola atan kazanır kuralı gelmeli
-
her tarafta buhu
-
bu kayranın vücudu muydu la
-
sonundaa aldım be
-
cogu ünlü ayın dolunay oldugu zamanlar
-
neden playstation joystiklerine sensor koymuyorlar
-
mersobahis
-
züt deliklerinin süper sıkı ve girmesi çok zor
-
dennis buroyla bir ani
-
moderatorler kendine
-
et yemeyen erkek geydir
- / 1