-
1.
+2Öksürürken ciğerlerimden çıkarsın her defasında
Göz kapaklarımın limanında dinlenirdim resmine bakarak
Aklımı kaybettikçe seni bulmam tesadüf mü
Ben seni isteyerek affettim bilmem Rabbim affeder mi
Ellerin ihaneti tutar yüzün başka kirli sakala deyiyor artık
Sorun şu fazlalığın kafamda istesende geri alamazsın
Beni sensizliğe davet ettinde geri cevirdim mi
Gücüm yettiği kadar bilirdin bu canda senindi bir zamanlar
Heba olmuş kaderim seninle nasıl paklaşır şimdi
Şu karların eridiği gibi erirdim şehvetten değil aşkımdan
Her gece yatmadan önce her sabah aç karnımın şifası
içimde var olduğunu bilmen bile sana güç verirken
içinde olmamam beni yer bititirirdi
Fakat sen onunla sevişirdin her akşam
Ben her gece sen mesayisindeyken
Sen her bensizlik tatilinde rüyalardasın
Acıları her zaman tek başıma yaşarım
Sen güneşdin nasıl da giderken kararttın yıldızları
Dönsen faydası olmayacak beni yaşamışken başka birinde
Benimde seni yaşadığım yer hayaller rüyalar olmuş
Görüşsek ne olur sevdiğimiz kraterler bitince
Belki çocuklarımız tanışır günün birinde
Bana eskisi gibi bakmak isteyeceksin kıskancından
Benim hayatımı adayacağım kadını yanımda görünce
Sana şimdiki kadar bakabilirim
Bu son yazılar son haykırıştı
Koparttım kendi benliğimi tüm gücümle. -
2.
+2Çok mu kafa yordunuz, yazarken mısraları?
Şair mi oldunuz lan, huur çocukları?? -
3.
0böyle uzun yazıları kimse takmaz ama...Tümünü Göster
Biliyorum kafanın içini kemiren aç lağım faresinin neler dediğini. Biliyorum demesem de, oldukça hissedebiliyorum bunu, evet sevgim hissettiriyor bana bunu. Evet aramızda bir yaş farkı var ve ben bunu inkar edecek kadar saf biri değilim. Bu kafandaki fısıltı dönüp dönüp dolaşıyor ve tam önümde, tüm gururuyla, ucu görünmeyen bir tuğla duvar misali dimdik dikiliyor. Bir daha tekrar edeceğim sanırım, şartlar beni duygularımı bu kadar açık seçik ifade etmeye zorluyor. Ve evet, çırılçıplak hissediyorum bu kelimeler ağzımdan dökülürken, yıllarca hasret duymuşçasına vahşice soyuyorsun kıyafetlerimi. Ünü yayılmış cihana, kavuşmaları ebedi ayrılıkları olan masum bülbülün o efsanelere konu olmuş “en canlı ve en güzel” gülü sevdiği gibi, hatta daha fazlasıyla, hastalıktan bitap düşmüş ve yenilgiyi kabullenmiş kuru ağaç yaprağının, toprağa, sonsuzluğa hasretiyle bir ve bütün olmuşçasına muazzam bir tutkuyla seviyorum seni. Ve bu doymak bilmez aç canavarın, bu kılıksız ve şekilsiz duygunun gücünün yetmediği bir şey var mı? Pekâlâ, bu düşünce duvarının karşısında pısırık ve korkakça hal ve tavırlarım, ruhsal çökkünlüğümde bana bir baston dayanak noktası oluyor. Evet, aramızdaki bu tuğla duvar, kavuşmamızı sonsuza dek engelleyecekmiş gibi duruyor. Peki ya yar, sorarım sana. Bu aramızdaki yaş, bir mesafe değil midir? Öncelikle söyleyeyim, ben rakamlar ile ölçülen mesafelerden korkmam. Ama diyeceksin, bu, tren vagonunda açık pencereden dışarıda akan görüntüleri seyreder iken, yıldızlı gece manzarasının ve sonsuz gökyüzünü yılbaşı ağacı misali süslemiş yıldızların verdiği huzur ile şişede kalmış son yarım bardak içkiyi keyifle yudumlarken rahatça aşabileceğin bir mesafe değil. Veyahut ateşler, işkence seansları, insanı yıldıran azaplar ve sonlu bir kötülük yolu da değil. Bu mesafe, bir tarafından öbür tarafına gidilecek cinsten bir şey değil. Bunu söylesen de ben sana soracağım, ya bu mesafe sonsuzluk ki aşılamaz, ya da aslında yoktur! Belki de bu sadece bazı hayattan bezmiş ve yeni eğlenceler arayan yaşlıların oturup düşündükleri ve icat ettikleri, gençlere zorla zevk için uygulattıkları upuzun ve de bir o kadar gereksiz olan bir fermanın bir parçasıdır! Hayır değildir dersen, ben de sana aynen şunu diyeceğim, madem karşımda sonsuzluk dikiliyor, madem bu tuğla duvar aşılmamak üzere sonsuzluğa uzanmış, benim sonsuz aşkım nerede? Tam yanımda onuru ile dimdik dikilmekte. Bir sonsuzluk öbürünü aşabilir mi? Matematikçiler buna hayır diyecektir sanırsam, pekâlâ iki artı iki beş edemez diyenler de onlar ve kalın kafaları değil mi? Bil ki sadece bazı çok özel anlarda, var olmaması gereken bir beşinci elma, sihirli biçimde o masalarda beliriyor, ve yine onuru ile dimdik dikiliyor, ve haykırıyor, “hayır, çok üzgünüm, yanlış hesapladınız. Bu masada, beş tane sapasağlam, kıpkırmızı elma duruyor!” ve sonsuzluk sonsuzluğu aşıyor. Aşk, lağım faresinin acınası duvarını yıkıyor ve “ben”, karşımda “seni” görüyorum. Tüm ihtişamınla… Ah bu muazzam hisleri ne yazık ki kelimelere dökemiyorum zira ellerim tir tir titriyor bu heyecandan. Sana tüm hayranlığım, tüm tükenmez aşkım ile dolu dolu bakıyorum, aşkım sayesinde, doyamıyorum, nasıl bakmaktan bıkarım ki sana ve muazzamlığına? Sonsuzluk sanki tek bir bedende vücud bulmuş gibi muhteşemliği saçıyorsun etrafına. Günler, aylar, yıllar hatta sonsuzluk bu kutsallığa tam anlamıyla varmama nedense yetmiyor. Hangi kadehi tercih etsem de bir türlü bu varildeki şarabı bitiremiyorum, her bardakta daha da güzelleşiyorsun ve yapmamam gereken lanetli eylemi yapıyorum, seninle ve o çehredeki iki çift kutsallık kuyusuyla göz göze geliyorum. O masmavi azaba sonsuza dek katlanmak üzere adımlarımı ilk basamaklara atıyorum, kutsalsın sen, rengârenk bir iyilik selisin, her şeyin en güzeli, delinin yapacağı cinsten bir işsin, sen sevgilisin. O dudağından çıkacak-ah ne güzel bir çift kıpkırmızı gül idir onlar!- bir takım kelimelere muhtaç kalmış kurtuluşum ve de ebedi hayatım. Zavallıyım, sonsuzluğu aşıp gelmişim karşına, fakat karşında çaresizce kalakalmışım, dizlerimin üzerinde-ki tir tir titrerlerken- o asıl soruyu son kez sormuşum kendime, ey yar acaba ben sana layık mıyım? -
4.
0ReGhxfhjc
başlık yok! burası bom boş!