-
1.
0kölemsin
-
2.
0ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
-
3.
+1
-
4.
0adamın hasıdır 10 numara bi yazardır
-
5.
0ananzaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa... xd
-
6.
0babanzaaaaaaaaaaaaaaaaaaa... xd
-
7.
0kızkardeşinzaaaaaaaaaaaaaaaaaaa... xd
-
8.
0teyzen zaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa... xd
-
9.
0halanzaaaaaaaaaaaaaaaaaaa... xd
-
10.
0yengenzaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa... xd
-
11.
0liselizaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa... xd
-
12.
0zaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
-
13.
0azzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz
-
14.
0dfgfddfdsfdfdsfd
-
15.
0bir avuç ittihatçi kalintisi ve onlarin birkaç on bin kisiyle sinirli bagnazTümünü Göster
takipçisi, bir ülkenin gündemini ve istikbalini ablukaya aliyor.
ayak'lar ve bas'lar
bu ülkenin bir beyaz adam gerçegi vardir efendiler. beyaz adam bu ülkenin
kamburu, bas belâsidir.
onlar kendi halkini ve o halkin degerlerini sevmezler. çünkü onlar, tipki
kendi kimliginden utanip, adini henry diye degistiren ve kafasinda rölöve
sapka, sirtinda blazerle çarliston dansi yaparak kendini sahici batili
zannetmeye çabalayan son çin imparatoru pu-yi'ye benzerler.
anadolu halklari yakici günesin, kavurucu sogugun, açligin, hastaligin
pençesinde kivranirken, payitahtta çöreklenmis olan ve kendilerine
bahsedilmis imtiyazlar sanki damarlarindaki "asil" kanin tanri tarafindan
gönderilmis ödülüymüs gibi, tüm anadolu'ya ve onun bin yillik degerlerine
magrur nazarlar firlatarak, balolarda, plajlarda, kokteyllerde ve dahi
gibiyönetim mahkemelerinde narsizmlerini kabarttilar onlar.
papaganlar gibi besteci, yazar, film, rejisör, terminoloji ezberlediler ve
sandilar ki, ne kadar malumat ezberlersen o kadar bilinçlisin.
islâmiyet'i, hatta budizm'i, hinduizm'i, tasavvuf'u, asya'yi, afrika'yi, tüm
mazlum ülkeleri ve onlarin halklarini ve de o halklarin degerlerini yok
saydilar. emperyalistin degerlerine simgibi sarilarak anti-emperyalist
takilmayi becerebilen görülmemis bir insan türü olusturdular bu iki
yüzlülükleriyle.
bu ülkenin en dogmatik, en ezberci, en dar kafali, en tahammülsüz kesimi
olduklari halde kendilerinde nedense hep demokratlik ve bilimsellik
vehmettiler.
onlara göre biz sirf ahmakliktan tahilla beslenen ve kol kalinliginda tak
siçan bir barbarlar sürüsüydük. sanki viyana senin, paris benim gezme tozma,
fink atma sansimiz vardi da, ilkelligimizden diyarbakir'da, gümüshane'de
yasamayi seçmistik.
bize "sinif bilinci"ni ögretirken bile asagilayarak ve "alt tabaka"
oldugumuzu her firsatta hatirlatarak yaptilar bunu.
düzen degisecekti, ama onlarin ayricalikli konumu degismeyecekti. padisah
sofrasindan kalkip mustafa kemal sofrasina, oradan kalkip cemal gürsel
sofrasina, oradan kalkip turgut özal sofrasina, oradan kalkip...
tek bir sartlari vardi, kim gelirse gelsin, onlar hep orada olacaklardi.
kimileri çerkez bilmemne pasanin torunuydu, kimileri arnavutluk hanedaninin
ipten kaziktan kurtulmus son ferdi, kimileri padisahin taharetçibasisinin
evlâtligi. ortak yönleri, bu topraga ve bu halka yabanci oluslariydi.
besleme bir azinliktilar. onlar hiç yoksullugu ve ezikligi tanimamislardi,
ipleri kusaklarina denk yasamislardi hep ve daima öyle kalmaliydilar.
gazeteler onlarin tekelindeydi, matbaalar, radyo istasyonlari, subay
gazinolari, lojmanlar, bogaz kiyilari, moda burnu, prens adalari, nisantasi,
beyoglu, suadiye ve tüm mutena semtleri ve meyhaneleri istanbul'un, onlarin
dedelerine bahsedilmisti. biz (ve ceddimiz) ancak kapici, boyaci, müsdahdem
olarak girebilirdik bu kösklerin, konaklarin, kültür saraylarinin
kapilarindan.
demokrasiyi bile onlar lutfetmisti bize, yüzümüz tutup isteyememistik.
nasil demokrasi isteyecektik ki, kiçimizda don yokken?
allah için, sövalye ruhluydu bazilari; lûtfettiler sosyalist oldular bizi
"kurtarmak" için. hapislerde yattilar, iskence gördü çogu, çileler çektiler,
yoksullastilar zamanla, çok bedel ödediler. ama yine de degismedi huylari,
açliktan nefesleri kokarken bile bizim "avam" kendilerinin "asil"
olduklarini unutmadilar.
"aaah! ayaklar bas oldu, baslar ayak!" dediklerini duymaya basladik gib gib.
"ayak kim, bas kim?" sormaya utandik, sanki ayak olmayi biz seçmisiz gibi.
dostlarimiz, mozart, haydin, çaykovski
türkü sevmezler onlar, opera ve bale severler.
halki sevmezler onlar, "halki kurtarma" fikrini severler.
kendileri opera ve bale sevmekle kalmaz, asagilaya asagilaya bize de
ezberletmeye çalisirlar bu tercihlerini.
biliyor muydunuz bir vakitler istanbul'da sehir hatlari vapurlarinin kadiköy
ile köprü arasinda devasa hoparlörlerden ravel'in bolero'sunu çala çala
gidip geldiklerini?
bir zamanlar saz sairlerinin sazlarinin jandarma marifetiyle kirildigini
biliyor muydunuz? türkülerin yasaklandigini? eski tas plaklarin radyoevinin
iç avlusunda çagdaslik adina yakildigini.
efendilerimiz, çekilesi kulagimizi "çagdas" müzige alistiracaklardi.
fikrimizi soran kimdi ki? tanrilar bizi yontmaya karar vermislerdi bir kez.
ve onlar inaniyorlardi ki, hepimiz çok sesli müzik dinler, vals yapar, bilek
kalinliginda degil de serçe parmak kalinliginda siçarsak, "uygar" olacagiz.
bu konuda bizim ne düsündügümüzün hiç önemi yoktur.
tanrimizla alay ederler (çünkü onlar "çagdas"tir); ama biz kendimiz gibi bir
fanî olan mustafa kemal'i degil elestirmek, onlarin emrettigi siddette
benimsemez ve övmezsek, ensemizde boza pisirirler.
dedim ya, onlar "çagdas"tir; biz kara kafali kalabalik.
çocuklarinin adlari genellikle devrim, evrim, ülkü falandir onlarin.
bazi kelimeler var ki onlarin dillerine persenk ettikleri ve kolumuzu büke
büke ezberletmeye çalistiklari, iste o kelimeleri ne zaman isitsem kinova
gibi kafa derim kasiniyor.
laik, çagdas, cumhuriyet, irtica, aydinlanma, köy enstitüsü...
bu kavramlarin kendisine degil, bunlarin üstünden yapilan demagojiye sinir
oluyorum. ne zaman sohbeti dönüp dolastirip, kendi icadi olan "irtica"
evhamina getirse beyaz adam ve tezini kabul ettirmek için abansa, kan
beynime siçriyor, inan olsun ki pataklayasim geliyor.
çünkü kendi halkini zenci gibi gören, onun, yeme içme aliskanligindan,
aksanina, türkülerine, örfüne, töresine, hatta yoksullugundan mütevellit
hirpaniligine "ilkellik" damgasini vuran, anadolu konusundaki ufku
pendik'ten öteye gidemeyen, kapicisinin oy verdigi partinin birinci parti
olusunu "irtica" diye adlandiran, kararname zoruyla mektepli kizlara sort
giydirip, sonra da bati efendi hazretlerine dönüp, "bakiniz, çagdaslastik"
diyebilen, hem emperyalistten aferin bekleyip hem de solcu-milliyetçi
geçinen, inananlarin basörtüsünü bile "çagdaslik" adina yasaklama hakkini
kendinde bulabilen, zorba, saygisiz, çig, tepeden inmeci ve sizofren bir
insan türüdür beyaz türk.
"harran'da oksford vardi da biz mi okumadik?" diye soran ibo'yu çok daha
sahici, çok daha inandirici buluyorum.
kendi yabancilasmasini topluma dipçik ya da demagoji zoruyla benimsetmeye
çalisan ve bunu "gelisme" diye adlandiran bu yoz oligargib katmana ve onun
dayattigi kaliplara bas kaldiriyorum.
gel ciguli, benim güzel kardesim, gel müslüm, gel kibariye, gel agziyla kus
tutsa kendini beyaz türk'e begendiremeyen rahmetli ahmet kaya, gelin
hepiniz, kara kafali sefil halkin bagrina bastigi ayak takimi taifesi...
sizin kargacik burgacik türkülerinizde, egitimsiz, detone sesinizde, rasgele
notalarinizda kendi yalin hakikatimi buluyorum.
yoksulluktan okuyamamis türkücüye "mozart konser verse gider misin?" diye
tuzakli sorular soran kara yürekli despotlara ezdirmem sizi.
tamam, evimde hiç birinizin kaseti yok, ben Jethro Tull ve Deep Purple
dinlemeyi yegliyorum; ama bu köklerimden kopmuslugumu sizin sahiciliginizden
üstün saymiyorum hiç degilse. haddimi biliyorum.
aslina bakarsaniz, ben de bir beyaz türk'üm. ve umarim dogru yolu bulurum.
belki de bulamam. böyle parçalanmis kalirim. ama yine de o despotlara
ezdirmem sizi.
o despotlar ki, dedelerine bahsedilmis imtiyazlari kendi erdemleri sanirlar.
ve o despotlar ki, her daim muktedir kalabilmek adina kardesi kardese
kirdirirlar.
bir avuç simarik, saygisiz, kendini begenmis zipirdan ibarettirler, kaç
yasina gelirlerse gelsinler, hep öyle kalirlar, koskoca toplumu kendilerine
benzetmeye çalisir, bunu da devrimcilik sanirlar. -
16.
0bir avuç ittihatçi kalintisi ve onlarin birkaç on bin kisiyle sinirli bagnazTümünü Göster
takipçisi, bir ülkenin gündemini ve istikbalini ablukaya aliyor.
ayak'lar ve bas'lar
bu ülkenin bir beyaz adam gerçegi vardir efendiler. beyaz adam bu ülkenin
kamburu, bas belâsidir.
onlar kendi halkini ve o halkin degerlerini sevmezler. çünkü onlar, tipki
kendi kimliginden utanip, adini henry diye degistiren ve kafasinda rölöve
sapka, sirtinda blazerle çarliston dansi yaparak kendini sahici batili
zannetmeye çabalayan son çin imparatoru pu-yi'ye benzerler.
anadolu halklari yakici günesin, kavurucu sogugun, açligin, hastaligin
pençesinde kivranirken, payitahtta çöreklenmis olan ve kendilerine
bahsedilmis imtiyazlar sanki damarlarindaki "asil" kanin tanri tarafindan
gönderilmis ödülüymüs gibi, tüm anadolu'ya ve onun bin yillik degerlerine
magrur nazarlar firlatarak, balolarda, plajlarda, kokteyllerde ve dahi
gibiyönetim mahkemelerinde narsizmlerini kabarttilar onlar.
papaganlar gibi besteci, yazar, film, rejisör, terminoloji ezberlediler ve
sandilar ki, ne kadar malumat ezberlersen o kadar bilinçlisin.
islâmiyet'i, hatta budizm'i, hinduizm'i, tasavvuf'u, asya'yi, afrika'yi, tüm
mazlum ülkeleri ve onlarin halklarini ve de o halklarin degerlerini yok
saydilar. emperyalistin degerlerine simgibi sarilarak anti-emperyalist
takilmayi becerebilen görülmemis bir insan türü olusturdular bu iki
yüzlülükleriyle.
bu ülkenin en dogmatik, en ezberci, en dar kafali, en tahammülsüz kesimi
olduklari halde kendilerinde nedense hep demokratlik ve bilimsellik
vehmettiler.
onlara göre biz sirf ahmakliktan tahilla beslenen ve kol kalinliginda tak
siçan bir barbarlar sürüsüydük. sanki viyana senin, paris benim gezme tozma,
fink atma sansimiz vardi da, ilkelligimizden diyarbakir'da, gümüshane'de
yasamayi seçmistik.
bize "sinif bilinci"ni ögretirken bile asagilayarak ve "alt tabaka"
oldugumuzu her firsatta hatirlatarak yaptilar bunu.
düzen degisecekti, ama onlarin ayricalikli konumu degismeyecekti. padisah
sofrasindan kalkip mustafa kemal sofrasina, oradan kalkip cemal gürsel
sofrasina, oradan kalkip turgut özal sofrasina, oradan kalkip...
tek bir sartlari vardi, kim gelirse gelsin, onlar hep orada olacaklardi.
kimileri çerkez bilmemne pasanin torunuydu, kimileri arnavutluk hanedaninin
ipten kaziktan kurtulmus son ferdi, kimileri padisahin taharetçibasisinin
evlâtligi. ortak yönleri, bu topraga ve bu halka yabanci oluslariydi.
besleme bir azinliktilar. onlar hiç yoksullugu ve ezikligi tanimamislardi,
ipleri kusaklarina denk yasamislardi hep ve daima öyle kalmaliydilar.
gazeteler onlarin tekelindeydi, matbaalar, radyo istasyonlari, subay
gazinolari, lojmanlar, bogaz kiyilari, moda burnu, prens adalari, nisantasi,
beyoglu, suadiye ve tüm mutena semtleri ve meyhaneleri istanbul'un, onlarin
dedelerine bahsedilmisti. biz (ve ceddimiz) ancak kapici, boyaci, müsdahdem
olarak girebilirdik bu kösklerin, konaklarin, kültür saraylarinin
kapilarindan.
demokrasiyi bile onlar lutfetmisti bize, yüzümüz tutup isteyememistik.
nasil demokrasi isteyecektik ki, kiçimizda don yokken?
allah için, sövalye ruhluydu bazilari; lûtfettiler sosyalist oldular bizi
"kurtarmak" için. hapislerde yattilar, iskence gördü çogu, çileler çektiler,
yoksullastilar zamanla, çok bedel ödediler. ama yine de degismedi huylari,
açliktan nefesleri kokarken bile bizim "avam" kendilerinin "asil"
olduklarini unutmadilar.
"aaah! ayaklar bas oldu, baslar ayak!" dediklerini duymaya basladik gib gib.
"ayak kim, bas kim?" sormaya utandik, sanki ayak olmayi biz seçmisiz gibi.
dostlarimiz, mozart, haydin, çaykovski
türkü sevmezler onlar, opera ve bale severler.
halki sevmezler onlar, "halki kurtarma" fikrini severler.
kendileri opera ve bale sevmekle kalmaz, asagilaya asagilaya bize de
ezberletmeye çalisirlar bu tercihlerini.
biliyor muydunuz bir vakitler istanbul'da sehir hatlari vapurlarinin kadiköy
ile köprü arasinda devasa hoparlörlerden ravel'in bolero'sunu çala çala
gidip geldiklerini?
bir zamanlar saz sairlerinin sazlarinin jandarma marifetiyle kirildigini
biliyor muydunuz? türkülerin yasaklandigini? eski tas plaklarin radyoevinin
iç avlusunda çagdaslik adina yakildigini.
efendilerimiz, çekilesi kulagimizi "çagdas" müzige alistiracaklardi.
fikrimizi soran kimdi ki? tanrilar bizi yontmaya karar vermislerdi bir kez.
ve onlar inaniyorlardi ki, hepimiz çok sesli müzik dinler, vals yapar, bilek
kalinliginda degil de serçe parmak kalinliginda siçarsak, "uygar" olacagiz.
bu konuda bizim ne düsündügümüzün hiç önemi yoktur.
tanrimizla alay ederler (çünkü onlar "çagdas"tir); ama biz kendimiz gibi bir
fanî olan mustafa kemal'i degil elestirmek, onlarin emrettigi siddette
benimsemez ve övmezsek, ensemizde boza pisirirler.
dedim ya, onlar "çagdas"tir; biz kara kafali kalabalik.
çocuklarinin adlari genellikle devrim, evrim, ülkü falandir onlarin.
bazi kelimeler var ki onlarin dillerine persenk ettikleri ve kolumuzu büke
büke ezberletmeye çalistiklari, iste o kelimeleri ne zaman isitsem kinova
gibi kafa derim kasiniyor.
laik, çagdas, cumhuriyet, irtica, aydinlanma, köy enstitüsü...
bu kavramlarin kendisine degil, bunlarin üstünden yapilan demagojiye sinir
oluyorum. ne zaman sohbeti dönüp dolastirip, kendi icadi olan "irtica"
evhamina getirse beyaz adam ve tezini kabul ettirmek için abansa, kan
beynime siçriyor, inan olsun ki pataklayasim geliyor.
çünkü kendi halkini zenci gibi gören, onun, yeme içme aliskanligindan,
aksanina, türkülerine, örfüne, töresine, hatta yoksullugundan mütevellit
hirpaniligine "ilkellik" damgasini vuran, anadolu konusundaki ufku
pendik'ten öteye gidemeyen, kapicisinin oy verdigi partinin birinci parti
olusunu "irtica" diye adlandiran, kararname zoruyla mektepli kizlara sort
giydirip, sonra da bati efendi hazretlerine dönüp, "bakiniz, çagdaslastik"
diyebilen, hem emperyalistten aferin bekleyip hem de solcu-milliyetçi
geçinen, inananlarin basörtüsünü bile "çagdaslik" adina yasaklama hakkini
kendinde bulabilen, zorba, saygisiz, çig, tepeden inmeci ve sizofren bir
insan türüdür beyaz türk.
"harran'da oksford vardi da biz mi okumadik?" diye soran ibo'yu çok daha
sahici, çok daha inandirici buluyorum.
kendi yabancilasmasini topluma dipçik ya da demagoji zoruyla benimsetmeye
çalisan ve bunu "gelisme" diye adlandiran bu yoz oligargib katmana ve onun
dayattigi kaliplara bas kaldiriyorum.
gel ciguli, benim güzel kardesim, gel müslüm, gel kibariye, gel agziyla kus
tutsa kendini beyaz türk'e begendiremeyen rahmetli ahmet kaya, gelin
hepiniz, kara kafali sefil halkin bagrina bastigi ayak takimi taifesi...
sizin kargacik burgacik türkülerinizde, egitimsiz, detone sesinizde, rasgele
notalarinizda kendi yalin hakikatimi buluyorum.
yoksulluktan okuyamamis türkücüye "mozart konser verse gider misin?" diye
tuzakli sorular soran kara yürekli despotlara ezdirmem sizi.
tamam, evimde hiç birinizin kaseti yok, ben jethro tull ve deep purple
dinlemeyi yegliyorum; ama bu köklerimden kopmuslugumu sizin sahiciliginizden
üstün saymiyorum hiç degilse. haddimi biliyorum.
aslina bakarsaniz, ben de bir beyaz türk'üm. ve umarim dogru yolu bulurum.
belki de bulamam. böyle parçalanmis kalirim. ama yine de o despotlara
ezdirmem sizi.
o despotlar ki, dedelerine bahsedilmis imtiyazlari kendi erdemleri sanirlar.
ve o despotlar ki, her daim muktedir kalabilmek adina kardesi kardese
kirdirirlar.
bir avuç simarik, saygisiz, kendini begenmis zipirdan ibarettirler, kaç
yasina gelirlerse gelsinler, hep öyle kalirlar, koskoca toplumu kendilerine
benzetmeye çalisir, bunu da devrimcilik sanirlar. -
17.
0bir avuç ittihatçi kalintisi ve onlarin birkaç on bin kisiyle sinirli bagnazTümünü Göster
takipçisi, bir ülkenin gündemini ve istikbalini ablukaya aliyor.
ayak'lar ve bas'lar
bu ülkenin bir beyaz adam gerçegi vardir efendiler. beyaz adam bu ülkenin
kamburu, bas belâsidir.
onlar kendi halkini ve o halkin degerlerini sevmezler. çünkü onlar, tipki
kendi kimliginden utanip, adini henry diye degistiren ve kafasinda rölöve
sapka, sirtinda blazerle çarliston dansi yaparak kendini sahici batili
zannetmeye çabalayan son çin imparatoru pu-yi'ye benzerler.
anadolu halklari yakici günesin, kavurucu sogugun, açligin, hastaligin
pençesinde kivranirken, payitahtta çöreklenmis olan ve kendilerine
bahsedilmis imtiyazlar sanki damarlarindaki "asil" kanin tanri tarafindan
gönderilmis ödülüymüs gibi, tüm anadolu'ya ve onun bin yillik degerlerine
magrur nazarlar firlatarak, balolarda, plajlarda, kokteyllerde ve dahi
gibiyönetim mahkemelerinde narsizmlerini kabarttilar onlar.
papaganlar gibi besteci, yazar, film, rejisör, terminoloji ezberlediler ve
sandilar ki, ne kadar malumat ezberlersen o kadar bilinçlisin.
islâmiyet'i, hatta budizm'i, hinduizm'i, tasavvuf'u, asya'yi, afrika'yi, tüm
mazlum ülkeleri ve onlarin halklarini ve de o halklarin degerlerini yok
saydilar. emperyalistin degerlerine simgibi sarilarak anti-emperyalist
takilmayi becerebilen görülmemis bir insan türü olusturdular bu iki
yüzlülükleriyle.
bu ülkenin en dogmatik, en ezberci, en dar kafali, en tahammülsüz kesimi
olduklari halde kendilerinde nedense hep demokratlik ve bilimsellik
vehmettiler.
onlara göre biz sirf ahmakliktan tahilla beslenen ve kol kalinliginda tak
siçan bir barbarlar sürüsüydük. sanki viyana senin, paris benim gezme tozma,
fink atma sansimiz vardi da, ilkelligimizden diyarbakir'da, gümüshane'de
yasamayi seçmistik.
bize "sinif bilinci"ni ögretirken bile asagilayarak ve "alt tabaka"
oldugumuzu her firsatta hatirlatarak yaptilar bunu.
düzen degisecekti, ama onlarin ayricalikli konumu degismeyecekti. padisah
sofrasindan kalkip mustafa kemal sofrasina, oradan kalkip cemal gürsel
sofrasina, oradan kalkip turgut özal sofrasina, oradan kalkip...
tek bir sartlari vardi, kim gelirse gelsin, onlar hep orada olacaklardi.
kimileri çerkez bilmemne pasanin torunuydu, kimileri arnavutluk hanedaninin
ipten kaziktan kurtulmus son ferdi, kimileri padisahin taharetçibasisinin
evlâtligi. ortak yönleri, bu topraga ve bu halka yabanci oluslariydi.
besleme bir azinliktilar. onlar hiç yoksullugu ve ezikligi tanimamislardi,
ipleri kusaklarina denk yasamislardi hep ve daima öyle kalmaliydilar.
gazeteler onlarin tekelindeydi, matbaalar, radyo istasyonlari, subay
gazinolari, lojmanlar, bogaz kiyilari, moda burnu, prens adalari, nisantasi,
beyoglu, suadiye ve tüm mutena semtleri ve meyhaneleri istanbul'un, onlarin
dedelerine bahsedilmisti. biz (ve ceddimiz) ancak kapici, boyaci, müsdahdem
olarak girebilirdik bu kösklerin, konaklarin, kültür saraylarinin
kapilarindan.
demokrasiyi bile onlar lutfetmisti bize, yüzümüz tutup isteyememistik.
nasil demokrasi isteyecektik ki, kiçimizda don yokken?
allah için, sövalye ruhluydu bazilari; lûtfettiler sosyalist oldular bizi
"kurtarmak" için. hapislerde yattilar, iskence gördü çogu, çileler çektiler,
yoksullastilar zamanla, çok bedel ödediler. ama yine de degismedi huylari,
açliktan nefesleri kokarken bile bizim "avam" kendilerinin "asil"
olduklarini unutmadilar.
"aaah! ayaklar bas oldu, baslar ayak!" dediklerini duymaya basladik gib gib.
"ayak kim, bas kim?" sormaya utandik, sanki ayak olmayi biz seçmisiz gibi.
dostlarimiz, mozart, haydin, çaykovski
türkü sevmezler onlar, opera ve bale severler.
halki sevmezler onlar, "halki kurtarma" fikrini severler.
kendileri opera ve bale sevmekle kalmaz, asagilaya asagilaya bize de
ezberletmeye çalisirlar bu tercihlerini.
biliyor muydunuz bir vakitler istanbul'da sehir hatlari vapurlarinin kadiköy
ile köprü arasinda devasa hoparlörlerden ravel'in bolero'sunu çala çala
gidip geldiklerini?
bir zamanlar saz sairlerinin sazlarinin jandarma marifetiyle kirildigini
biliyor muydunuz? türkülerin yasaklandigini? eski tas plaklarin radyoevinin
iç avlusunda çagdaslik adina yakildigini.
efendilerimiz, çekilesi kulagimizi "çagdas" müzige alistiracaklardi.
fikrimizi soran kimdi ki? tanrilar bizi yontmaya karar vermislerdi bir kez.
ve onlar inaniyorlardi ki, hepimiz çok sesli müzik dinler, vals yapar, bilek
kalinliginda degil de serçe parmak kalinliginda siçarsak, "uygar" olacagiz.
bu konuda bizim ne düsündügümüzün hiç önemi yoktur.
tanrimizla alay ederler (çünkü onlar "çagdas"tir); ama biz kendimiz gibi bir
fanî olan mustafa kemal'i degil elestirmek, onlarin emrettigi siddette
benimsemez ve övmezsek, ensemizde boza pisirirler.
dedim ya, onlar "çagdas"tir; biz kara kafali kalabalik.
çocuklarinin adlari genellikle devrim, evrim, ülkü falandir onlarin.
bazi kelimeler var ki onlarin dillerine persenk ettikleri ve kolumuzu büke
büke ezberletmeye çalistiklari, iste o kelimeleri ne zaman isitsem kinova
gibi kafa derim kasiniyor.
laik, çagdas, cumhuriyet, irtica, aydinlanma, köy enstitüsü...
bu kavramlarin kendisine degil, bunlarin üstünden yapilan demagojiye sinir
oluyorum. ne zaman sohbeti dönüp dolastirip, kendi icadi olan "irtica"
evhamina getirse beyaz adam ve tezini kabul ettirmek için abansa, kan
beynime siçriyor, inan olsun ki pataklayasim geliyor.
çünkü kendi halkini zenci gibi gören, onun, yeme içme aliskanligindan,
aksanina, türkülerine, örfüne, töresine, hatta yoksullugundan mütevellit
hirpaniligine "ilkellik" damgasini vuran, anadolu konusundaki ufku
pendik'ten öteye gidemeyen, kapicisinin oy verdigi partinin birinci parti
olusunu "irtica" diye adlandiran, kararname zoruyla mektepli kizlara sort
giydirip, sonra da bati efendi hazretlerine dönüp, "bakiniz, çagdaslastik"
diyebilen, hem emperyalistten aferin bekleyip hem de solcu-milliyetçi
geçinen, inananlarin basörtüsünü bile "çagdaslik" adina yasaklama hakkini
kendinde bulabilen, zorba, saygisiz, çig, tepeden inmeci ve sizofren bir
insan türüdür beyaz türk.
"harran'da oksford vardi da biz mi okumadik?" diye soran ibo'yu çok daha
sahici, çok daha inandirici buluyorum.
kendi yabancilasmasini topluma dipçik ya da demagoji zoruyla benimsetmeye
çalisan ve bunu "gelisme" diye adlandiran bu yoz oligargib katmana ve onun
dayattigi kaliplara bas kaldiriyorum.
gel ciguli, benim güzel kardesim, gel müslüm, gel kibariye, gel agziyla kus
tutsa kendini beyaz türk'e begendiremeyen rahmetli ahmet kaya, gelin
hepiniz, kara kafali sefil halkin bagrina bastigi ayak takimi taifesi...
sizin kargacik burgacik türkülerinizde, egitimsiz, detone sesinizde, rasgele
notalarinizda kendi yalin hakikatimi buluyorum.
yoksulluktan okuyamamis türkücüye "mozart konser verse gider misin?" diye
tuzakli sorular soran kara yürekli despotlara ezdirmem sizi.
tamam, evimde hiç birinizin kaseti yok, ben jethro tull ve deep purple
dinlemeyi yegliyorum; ama bu köklerimden kopmuslugumu sizin sahiciliginizden
üstün saymiyorum hiç degilse. haddimi biliyorum.
aslina bakarsaniz, ben de bir beyaz türk'üm. ve umarim dogru yolu bulurum.
belki de bulamam. böyle parçalanmis kalirim. ama yine de o despotlara
ezdirmem sizi.
o despotlar ki, dedelerine bahsedilmis imtiyazlari kendi erdemleri sanirlar.
ve o despotlar ki, her daim muktedir kalabilmek adina kardesi kardese
kirdirirlar.
bir avuç simarik, saygisiz, kendini begenmis zipirdan ibarettirler, kaç
yasina gelirlerse gelsinler, hep öyle kalirlar, koskoca toplumu kendilerine
benzetmeye çalisir, bunu da devrimcilik sanirlar. -
18.
0bir avuç ittihatçi kalintisi ve onlarin birkaç on bin kisiyle sinirli bagnazTümünü Göster
takipçisi, bir ülkenin gündemini ve istikbalini ablukaya aliyor.
ayak'lar ve bas'lar
bu ülkenin bir beyaz adam gerçegi vardir efendiler. beyaz adam bu ülkenin
kamburu, bas belâsidir.
onlar kendi halkini ve o halkin degerlerini sevmezler. çünkü onlar, tipki
kendi kimliginden utanip, adini henry diye degistiren ve kafasinda rölöve
sapka, sirtinda blazerle çarliston dansi yaparak kendini sahici batili
zannetmeye çabalayan son çin imparatoru pu-yi'ye benzerler.
anadolu halklari yakici günesin, kavurucu sogugun, açligin, hastaligin
pençesinde kivranirken, payitahtta çöreklenmis olan ve kendilerine
bahsedilmis imtiyazlar sanki damarlarindaki "asil" kanin tanri tarafindan
gönderilmis ödülüymüs gibi, tüm anadolu'ya ve onun bin yillik degerlerine
magrur nazarlar firlatarak, balolarda, plajlarda, kokteyllerde ve dahi
gibiyönetim mahkemelerinde narsizmlerini kabarttilar onlar.
papaganlar gibi besteci, yazar, film, rejisör, terminoloji ezberlediler ve
sandilar ki, ne kadar malumat ezberlersen o kadar bilinçlisin.
islâmiyet'i, hatta budizm'i, hinduizm'i, tasavvuf'u, asya'yi, afrika'yi, tüm
mazlum ülkeleri ve onlarin halklarini ve de o halklarin degerlerini yok
saydilar. emperyalistin degerlerine simgibi sarilarak anti-emperyalist
takilmayi becerebilen görülmemis bir insan türü olusturdular bu iki
yüzlülükleriyle.
bu ülkenin en dogmatik, en ezberci, en dar kafali, en tahammülsüz kesimi
olduklari halde kendilerinde nedense hep demokratlik ve bilimsellik
vehmettiler.
onlara göre biz sirf ahmakliktan tahilla beslenen ve kol kalinliginda tak
siçan bir barbarlar sürüsüydük. sanki viyana senin, paris benim gezme tozma,
fink atma sansimiz vardi da, ilkelligimizden diyarbakir'da, gümüshane'de
yasamayi seçmistik.
bize "sinif bilinci"ni ögretirken bile asagilayarak ve "alt tabaka"
oldugumuzu her firsatta hatirlatarak yaptilar bunu.
düzen degisecekti, ama onlarin ayricalikli konumu degismeyecekti. padisah
sofrasindan kalkip mustafa kemal sofrasina, oradan kalkip cemal gürsel
sofrasina, oradan kalkip turgut özal sofrasina, oradan kalkip...
tek bir sartlari vardi, kim gelirse gelsin, onlar hep orada olacaklardi.
kimileri çerkez bilmemne pasanin torunuydu, kimileri arnavutluk hanedaninin
ipten kaziktan kurtulmus son ferdi, kimileri padisahin taharetçibasisinin
evlâtligi. ortak yönleri, bu topraga ve bu halka yabanci oluslariydi.
besleme bir azinliktilar. onlar hiç yoksullugu ve ezikligi tanimamislardi,
ipleri kusaklarina denk yasamislardi hep ve daima öyle kalmaliydilar.
gazeteler onlarin tekelindeydi, matbaalar, radyo istasyonlari, subay
gazinolari, lojmanlar, bogaz kiyilari, moda burnu, prens adalari, nisantasi,
beyoglu, suadiye ve tüm mutena semtleri ve meyhaneleri istanbul'un, onlarin
dedelerine bahsedilmisti. biz (ve ceddimiz) ancak kapici, boyaci, müsdahdem
olarak girebilirdik bu kösklerin, konaklarin, kültür saraylarinin
kapilarindan.
demokrasiyi bile onlar lutfetmisti bize, yüzümüz tutup isteyememistik.
nasil demokrasi isteyecektik ki, kiçimizda don yokken?
allah için, sövalye ruhluydu bazilari; lûtfettiler sosyalist oldular bizi
"kurtarmak" için. hapislerde yattilar, iskence gördü çogu, çileler çektiler,
yoksullastilar zamanla, çok bedel ödediler. ama yine de degismedi huylari,
açliktan nefesleri kokarken bile bizim "avam" kendilerinin "asil"
olduklarini unutmadilar.
"aaah! ayaklar bas oldu, baslar ayak!" dediklerini duymaya basladik gib gib.
"ayak kim, bas kim?" sormaya utandik, sanki ayak olmayi biz seçmisiz gibi.
dostlarimiz, mozart, haydin, çaykovski
türkü sevmezler onlar, opera ve bale severler.
halki sevmezler onlar, "halki kurtarma" fikrini severler.
kendileri opera ve bale sevmekle kalmaz, asagilaya asagilaya bize de
ezberletmeye çalisirlar bu tercihlerini.
biliyor muydunuz bir vakitler istanbul'da sehir hatlari vapurlarinin kadiköy
ile köprü arasinda devasa hoparlörlerden ravel'in bolero'sunu çala çala
gidip geldiklerini?
bir zamanlar saz sairlerinin sazlarinin jandarma marifetiyle kirildigini
biliyor muydunuz? türkülerin yasaklandigini? eski tas plaklarin radyoevinin
iç avlusunda çagdaslik adina yakildigini.
efendilerimiz, çekilesi kulagimizi "çagdas" müzige alistiracaklardi.
fikrimizi soran kimdi ki? tanrilar bizi yontmaya karar vermislerdi bir kez.
ve onlar inaniyorlardi ki, hepimiz çok sesli müzik dinler, vals yapar, bilek
kalinliginda degil de serçe parmak kalinliginda siçarsak, "uygar" olacagiz.
bu konuda bizim ne düsündügümüzün hiç önemi yoktur.
tanrimizla alay ederler (çünkü onlar "çagdas"tir); ama biz kendimiz gibi bir
fanî olan mustafa kemal'i degil elestirmek, onlarin emrettigi siddette
benimsemez ve övmezsek, ensemizde boza pisirirler.
dedim ya, onlar "çagdas"tir; biz kara kafali kalabalik.
çocuklarinin adlari genellikle devrim, evrim, ülkü falandir onlarin.
bazi kelimeler var ki onlarin dillerine persenk ettikleri ve kolumuzu büke
büke ezberletmeye çalistiklari, iste o kelimeleri ne zaman isitsem kinova
gibi kafa derim kasiniyor.
laik, çagdas, cumhuriyet, irtica, aydinlanma, köy enstitüsü...
bu kavramlarin kendisine degil, bunlarin üstünden yapilan demagojiye sinir
oluyorum. ne zaman sohbeti dönüp dolastirip, kendi icadi olan "irtica"
evhamina getirse beyaz adam ve tezini kabul ettirmek için abansa, kan
beynime siçriyor, inan olsun ki pataklayasim geliyor.
çünkü kendi halkini zenci gibi gören, onun, yeme içme aliskanligindan,
aksanina, türkülerine, örfüne, töresine, hatta yoksullugundan mütevellit
hirpaniligine "ilkellik" damgasini vuran, anadolu konusundaki ufku
pendik'ten öteye gidemeyen, kapicisinin oy verdigi partinin birinci parti
olusunu "irtica" diye adlandiran, kararname zoruyla mektepli kizlara sort
giydirip, sonra da bati efendi hazretlerine dönüp, "bakiniz, çagdaslastik"
diyebilen, hem emperyalistten aferin bekleyip hem de solcu-milliyetçi
geçinen, inananlarin basörtüsünü bile "çagdaslik" adina yasaklama hakkini
kendinde bulabilen, zorba, saygisiz, çig, tepeden inmeci ve sizofren bir
insan türüdür beyaz türk.
"harran'da oksford vardi da biz mi okumadik?" diye soran ibo'yu çok daha
sahici, çok daha inandirici buluyorum.
kendi yabancilasmasini topluma dipçik ya da demagoji zoruyla benimsetmeye
çalisan ve bunu "gelisme" diye adlandiran bu yoz oligargib katmana ve onun
dayattigi kaliplara bas kaldiriyorum.
gel ciguli, benim güzel kardesim, gel müslüm, gel kibariye, gel agziyla kus
tutsa kendini beyaz türk'e begendiremeyen rahmetli ahmet kaya, gelin
hepiniz, kara kafali sefil halkin bagrina bastigi ayak takimi taifesi...
sizin kargacik burgacik türkülerinizde, egitimsiz, detone sesinizde, rasgele
notalarinizda kendi yalin hakikatimi buluyorum.
yoksulluktan okuyamamis türkücüye "mozart konser verse gider misin?" diye
tuzakli sorular soran kara yürekli despotlara ezdirmem sizi.
tamam, evimde hiç birinizin kaseti yok, ben jethro tull ve deep purple
dinlemeyi yegliyorum; ama bu köklerimden kopmuslugumu sizin sahiciliginizden
üstün saymiyorum hiç degilse. haddimi biliyorum.
aslina bakarsaniz, ben de bir beyaz türk'üm. ve umarim dogru yolu bulurum.
belki de bulamam. böyle parçalanmis kalirim. ama yine de o despotlara
ezdirmem sizi.
o despotlar ki, dedelerine bahsedilmis imtiyazlari kendi erdemleri sanirlar.
ve o despotlar ki, her daim muktedir kalabilmek adina kardesi kardese
kirdirirlar.
bir avuç simarik, saygisiz, kendini begenmis zipirdan ibarettirler, kaç
yasina gelirlerse gelsinler, hep öyle kalirlar, koskoca toplumu kendilerine
benzetmeye çalisir, bunu da devrimcilik sanirlar. -
19.
0bir avuç ittihatçi kalintisi ve onlarin birkaç on bin kisiyle sinirli bagnazTümünü Göster
takipçisi, bir ülkenin gündemini ve istikbalini ablukaya aliyor.
ayak'lar ve bas'lar
bu ülkenin bir beyaz adam gerçegi vardir efendiler. beyaz adam bu ülkenin
kamburu, bas belâsidir.
onlar kendi halkini ve o halkin degerlerini sevmezler. çünkü onlar, tipki
kendi kimliginden utanip, adini henry diye degistiren ve kafasinda rölöve
sapka, sirtinda blazerle çarliston dansi yaparak kendini sahici batili
zannetmeye çabalayan son çin imparatoru pu-yi'ye benzerler.
anadolu halklari yakici günesin, kavurucu sogugun, açligin, hastaligin
pençesinde kivranirken, payitahtta çöreklenmis olan ve kendilerine
bahsedilmis imtiyazlar sanki damarlarindaki "asil" kanin tanri tarafindan
gönderilmis ödülüymüs gibi, tüm anadolu'ya ve onun bin yillik degerlerine
magrur nazarlar firlatarak, balolarda, plajlarda, kokteyllerde ve dahi
gibiyönetim mahkemelerinde narsizmlerini kabarttilar onlar.
papaganlar gibi besteci, yazar, film, rejisör, terminoloji ezberlediler ve
sandilar ki, ne kadar malumat ezberlersen o kadar bilinçlisin.
islâmiyet'i, hatta budizm'i, hinduizm'i, tasavvuf'u, asya'yi, afrika'yi, tüm
mazlum ülkeleri ve onlarin halklarini ve de o halklarin degerlerini yok
saydilar. emperyalistin degerlerine simgibi sarilarak anti-emperyalist
takilmayi becerebilen görülmemis bir insan türü olusturdular bu iki
yüzlülükleriyle.
bu ülkenin en dogmatik, en ezberci, en dar kafali, en tahammülsüz kesimi
olduklari halde kendilerinde nedense hep demokratlik ve bilimsellik
vehmettiler.
onlara göre biz sirf ahmakliktan tahilla beslenen ve kol kalinliginda tak
siçan bir barbarlar sürüsüydük. sanki viyana senin, paris benim gezme tozma,
fink atma sansimiz vardi da, ilkelligimizden diyarbakir'da, gümüshane'de
yasamayi seçmistik.
bize "sinif bilinci"ni ögretirken bile asagilayarak ve "alt tabaka"
oldugumuzu her firsatta hatirlatarak yaptilar bunu.
düzen degisecekti, ama onlarin ayricalikli konumu degismeyecekti. padisah
sofrasindan kalkip mustafa kemal sofrasina, oradan kalkip cemal gürsel
sofrasina, oradan kalkip turgut özal sofrasina, oradan kalkip...
tek bir sartlari vardi, kim gelirse gelsin, onlar hep orada olacaklardi.
kimileri çerkez bilmemne pasanin torunuydu, kimileri arnavutluk hanedaninin
ipten kaziktan kurtulmus son ferdi, kimileri padisahin taharetçibasisinin
evlâtligi. ortak yönleri, bu topraga ve bu halka yabanci oluslariydi.
besleme bir azinliktilar. onlar hiç yoksullugu ve ezikligi tanimamislardi,
ipleri kusaklarina denk yasamislardi hep ve daima öyle kalmaliydilar.
gazeteler onlarin tekelindeydi, matbaalar, radyo istasyonlari, subay
gazinolari, lojmanlar, bogaz kiyilari, moda burnu, prens adalari, nisantasi,
beyoglu, suadiye ve tüm mutena semtleri ve meyhaneleri istanbul'un, onlarin
dedelerine bahsedilmisti. biz (ve ceddimiz) ancak kapici, boyaci, müsdahdem
olarak girebilirdik bu kösklerin, konaklarin, kültür saraylarinin
kapilarindan.
demokrasiyi bile onlar lutfetmisti bize, yüzümüz tutup isteyememistik.
nasil demokrasi isteyecektik ki, kiçimizda don yokken?
allah için, sövalye ruhluydu bazilari; lûtfettiler sosyalist oldular bizi
"kurtarmak" için. hapislerde yattilar, iskence gördü çogu, çileler çektiler,
yoksullastilar zamanla, çok bedel ödediler. ama yine de degismedi huylari,
açliktan nefesleri kokarken bile bizim "avam" kendilerinin "asil"
olduklarini unutmadilar.
"aaah! ayaklar bas oldu, baslar ayak!" dediklerini duymaya basladik gib gib.
"ayak kim, bas kim?" sormaya utandik, sanki ayak olmayi biz seçmisiz gibi.
dostlarimiz, mozart, haydin, çaykovski
türkü sevmezler onlar, opera ve bale severler.
halki sevmezler onlar, "halki kurtarma" fikrini severler.
kendileri opera ve bale sevmekle kalmaz, asagilaya asagilaya bize de
ezberletmeye çalisirlar bu tercihlerini.
biliyor muydunuz bir vakitler istanbul'da sehir hatlari vapurlarinin kadiköy
ile köprü arasinda devasa hoparlörlerden ravel'in bolero'sunu çala çala
gidip geldiklerini?
bir zamanlar saz sairlerinin sazlarinin jandarma marifetiyle kirildigini
biliyor muydunuz? türkülerin yasaklandigini? eski tas plaklarin radyoevinin
iç avlusunda çagdaslik adina yakildigini.
efendilerimiz, çekilesi kulagimizi "çagdas" müzige alistiracaklardi.
fikrimizi soran kimdi ki? tanrilar bizi yontmaya karar vermislerdi bir kez.
ve onlar inaniyorlardi ki, hepimiz çok sesli müzik dinler, vals yapar, bilek
kalinliginda degil de serçe parmak kalinliginda siçarsak, "uygar" olacagiz.
bu konuda bizim ne düsündügümüzün hiç önemi yoktur.
tanrimizla alay ederler (çünkü onlar "çagdas"tir); ama biz kendimiz gibi bir
fanî olan mustafa kemal'i degil elestirmek, onlarin emrettigi siddette
benimsemez ve övmezsek, ensemizde boza pisirirler.
dedim ya, onlar "çagdas"tir; biz kara kafali kalabalik.
çocuklarinin adlari genellikle devrim, evrim, ülkü falandir onlarin.
bazi kelimeler var ki onlarin dillerine persenk ettikleri ve kolumuzu büke
büke ezberletmeye çalistiklari, iste o kelimeleri ne zaman isitsem kinova
gibi kafa derim kasiniyor.
laik, çagdas, cumhuriyet, irtica, aydinlanma, köy enstitüsü...
bu kavramlarin kendisine degil, bunlarin üstünden yapilan demagojiye sinir
oluyorum. ne zaman sohbeti dönüp dolastirip, kendi icadi olan "irtica"
evhamina getirse beyaz adam ve tezini kabul ettirmek için abansa, kan
beynime siçriyor, inan olsun ki pataklayasim geliyor.
çünkü kendi halkini zenci gibi gören, onun, yeme içme aliskanligindan,
aksanina, türkülerine, örfüne, töresine, hatta yoksullugundan mütevellit
hirpaniligine "ilkellik" damgasini vuran, anadolu konusundaki ufku
pendik'ten öteye gidemeyen, kapicisinin oy verdigi partinin birinci parti
olusunu "irtica" diye adlandiran, kararname zoruyla mektepli kizlara sort
giydirip, sonra da bati efendi hazretlerine dönüp, "bakiniz, çagdaslastik"
diyebilen, hem emperyalistten aferin bekleyip hem de solcu-milliyetçi
geçinen, inananlarin basörtüsünü bile "çagdaslik" adina yasaklama hakkini
kendinde bulabilen, zorba, saygisiz, çig, tepeden inmeci ve sizofren bir
insan türüdür beyaz türk.
"harran'da oksford vardi da biz mi okumadik?" diye soran ibo'yu çok daha
sahici, çok daha inandirici buluyorum.
kendi yabancilasmasini topluma dipçik ya da demagoji zoruyla benimsetmeye
çalisan ve bunu "gelisme" diye adlandiran bu yoz oligargib katmana ve onun
dayattigi kaliplara bas kaldiriyorum.
gel ciguli, benim güzel kardesim, gel müslüm, gel kibariye, gel agziyla kus
tutsa kendini beyaz türk'e begendiremeyen rahmetli ahmet kaya, gelin
hepiniz, kara kafali sefil halkin bagrina bastigi ayak takimi taifesi...
sizin kargacik burgacik türkülerinizde, egitimsiz, detone sesinizde, rasgele
notalarinizda kendi yalin hakikatimi buluyorum.
yoksulluktan okuyamamis türkücüye "mozart konser verse gider misin?" diye
tuzakli sorular soran kara yürekli despotlara ezdirmem sizi.
tamam, evimde hiç birinizin kaseti yok, ben jethro tull ve deep purple
dinlemeyi yegliyorum; ama bu köklerimden kopmuslugumu sizin sahiciliginizden
üstün saymiyorum hiç degilse. haddimi biliyorum.
aslina bakarsaniz, ben de bir beyaz türk'üm. ve umarim dogru yolu bulurum.
belki de bulamam. böyle parçalanmis kalirim. ama yine de o despotlara
ezdirmem sizi.
o despotlar ki, dedelerine bahsedilmis imtiyazlari kendi erdemleri sanirlar.
ve o despotlar ki, her daim muktedir kalabilmek adina kardesi kardese
kirdirirlar.
bir avuç simarik, saygisiz, kendini begenmis zipirdan ibarettirler, kaç
yasina gelirlerse gelsinler, hep öyle kalirlar, koskoca toplumu kendilerine
benzetmeye çalisir, bunu da devrimcilik sanirlar. -
20.
0kral yazardır