1. 1.
    0
    okumak isteyen varmi
    ···
  2. 2.
    0
    1 . bölüm: devlet

    yukarıdaki çerçeve ile sınırlı konularda yaşadıklarımı kısaca anlatıp
    vardığım neticeleri özetleyeceğim.
    simon
    inançları ve idealleri uğruna çalışan, bu uğurda fedakârlık
    gösteren, her şeylerini bırakıp illegal örgüt mensubu olan insanlara
    eskiden beri aşırı saygı duyardım. bu insanlara karşı mücadele
    veriyor, ama aynı zamanda onların çok idealist olduklarını, bir inanç
    uğruna çalışmalarının, fedakârlıklarının çok değerli olduğunu ve bu
    işlere büyük oranda kendi özgür iradeleri ile girdiklerini düşünerek
    onlara saygı duyuyordum. başka insanlara zarar vermeden, doğru
    bir amaç, fikir ve ideal uğruna bu kadar fedakârlık yapabilme, böyle
    bir anlayışı benimseyen siyasi veya sosyal yapının içerisinde
    bulunma, böyle insanlarla dost ve arkadaş olma özlemimi hep
    taşıdım. illegal örgüt mensupları kadar değil ama onların onda,
    hatta yüzde biri kadar idealist arkadaşlar bulduğumu zannettiğim
    her kadrodan ayrıldıktan sonra, arkadaşlarımın makam ve mevki
    gibi basit çıkarlar uğruna birbirlerini kırdıklarını, kutuplaştıklarmı
    görünce üzüldüm, galiba normal şartlarda böyle bir ortamı yakalamak
    mümkün olmuyor.
    benim özendiğim illegal örgüt mensuplarının eylem ve faaliyetleri
    değil, dünyanın maddi nimetlerini bir kenara iterek bir fikirideal
    uğruna yaptıkları fedakârlıklardı. hatta özenerek, onların
    yerinde olmayı bile düşünmüşümdür. hayatın asıl manasının, varlık
    sebebimizin, manevi varlığımız olan fikir ve düşüncelerimiz
    doğrultusunda çalışmak, bu uğurda mücadele etmek olduğunu,
    insanların inançları uğruna ölürken bile maddi zenginlik için
    yaşayanlardan daha mutlu olduklarını düşünmüşümdür.
    ne de olsa çevremde gördüğüm devlet memurları üç beş kuruş
    rüşvet almak için haksız ve hukuksuz davranışlara girişip
    vicdanlarını satarken; her şeyi para için yapan ama kendilerini
    vatansever olarak tanıtan mafya mensubu organize suc şebekeleri
    birkaç kuruş için namuslarını ayaklar altına alarak cana kıyıp
    insanlara eziyet ederken; ülkenin ve benim düşmanım olduklarını
    ···
  3. 3.
    0
    Yatılı lise, yatılı sanat okulları, polis koleji, fen lisesi, tüm
    sınavları kazanmıştım, sanat okulları önemli değildi, ancak bazı
    okulların ikinci bir mülakat sınavı vardı, ilk neticeler arasında Polis
    Koleji de yer alıyordu. En yakın arkadaşım Receple beraber aynı
    okula gitmek istiyorduk ama polis koleji hariç ortak okulda
    buluşamıyorduk. Hangisine gitmeliydim bilmiyordum. O yıllar
    Türkiye liseler arası bilgi yarışmasında birinci gelen Gaziantep
    Lisesinin yatılı kısmını kazanmak en prestijli olaydı.
    Polis Koleji ilk açıklanan sınavlardandı, Antep'ten 4 öğrenci
    sınavı kazanmıştı. Ankara'ya gitmemiz gerekiyordu, ama biz hiç
    Anakara 'yi görmemiştik, daha doğrusu Antep'ten başka yer görmemiştik
    ve yakınlarımızdan hiç kimse bizle Ankara'ya gelecek halde
    değildi; durumları müsait değildi. Biz okulun nerede olduğunu,
    sınavın nasıl olacağını bilmeden 14 yaşında iki öğrenci olarak
    Ankara'ya geldik. Annelerimiz paraları çaldırmayalım diye iç
    giysilerimizin içine gizli cepler dikip paraları bu ceplere paylaştırdılar.
    Zannederim 50 liram vardı; on liram cebimde, diğer 20'si
    ağzı dikişle kapatılmış iç atletimin bir cebinde, diğer 20 lira yine
    başka yerde gizli şekilde olmak üzere saklayarak tedbir almıştık.
    Ankara'ya gelince bir günde biteceğini zannettiğimiz sınavın
    aslında beş gün süren ciddi sözlü sınavlar ve sonunda da büyük bir
    mülakat olduğunu anladık. Biz bir gün için gelmiştik, ama bir hafta
    Ankara'da kalmaya mecburduk; ne telefon ne de başka bir
    haberleşme sistemi vardı. Receple ikimiz Maltepe'de bir otel bulduk,
    ikinci gün bizim gibi sınava gelmiş Tokatlı arkadaşlarla başka otele
    giderek orada bir hafta kaldık. Ne yedek çamaşır ne de başka
    imkânımız vardı, ama paramız idareli kullanmak şartıyla bize yeter
    oranda idi. Sınavları takip ediyorduk, bizden önce girenlerden
    aldığımız bilgilere dayanarak hemen, gidip edebiyat ve dil bilgisi
    kitapları aldık ve unuttuğumuz kısımlara çalışmaya başladık. Arka
    arkaya sınavlara girerek son gün tüm aday ve ailelerinin bulunduğu
    bahçede tek tek isimler okunarak kazanan 63 kişi ile içeri alındık.
    Bizim gibi birkaç kişi hariç diğer çocuklar aileleri ile gelmişlerdi.
    14 yaşında hiç görmediğim Ankara'ya Receple tek başımıza gelmiş,

    31
    ···
  4. 4.
    0
    bir hafta kalmış, tüm işlemleri tamamlamış ve sonunda sınavı
    kazanarak eve dönmüştük. Bu olayda hiçbir fevkaladelik
    görmemiştim, ama yıllar sonra kendi oğlum ve kızım üniversiteyi
    kazandıklarında onları yalnız başlarına şehir dışına gönderememiştim.
    Ne yaparlar, nasıl yaparlar, yanlarında ben olmalıyım,
    onlar daha çocuk diyerek hep yanlarında olmak istedim. Onların her
    şeyi halledebileceklerine inanamadım, ama ben 14 yaşında taşralı
    bir çocuk olarak tek başıma bunu başarmıştım. Çamaşırlarımızı
    yıkamış, paramızı verirmiş, sınavı kazanmış ve artan paramızla da
    An tep'e köyümüze dönmüştük.
    MERSiN
    Gülnar ilçe Emniyet Komiserliğim
    1976 yılı temmuz ayında okul bitmiş, 6 yıllık yatılı hayatı
    (kimimize göre hapishane hayatı) sona ermişti. Kura çekilecek,
    herkes bahtına neresi çıkarsa oraya gidecekti. Okulu ilk ona girerek
    bitiren öğrencilere belirli illeri kurasız seçme hakkı vermişlerdi, ben
    de dereceye giren öğrencilerdendim, yani istediğim ile gidebilecektim.
    Mersin (içel) ilinde bir kişilik kontenjan vardı. Hiç görmediğim,
    nasıl olduğunu bilmediğim bir ildi ama bir avantajı vardı,
    memleketime yakındı. Tercih hakkımı kullandım ve Mersin'e tayin
    oldum.
    15 günlük mehil müddeti sonunda Mersin Emniyet Müdürlüğüne
    gelip göreve başladım. O zamanki adıyla Personel Şubesi
    kanalıyla beni Emniyet Müdürlüğüne çıkarıp oradan seni Gülnar
    ilçesine verelim dediler. Okul yıllarında hayalimde hep müstakil
    amir ol inak vardı ve hiç ummadığım bir anda. önüme bu fırsat
    çıkmıştı. Gülnar'ın Emniyet Komiseri, yani o ilçedeki Emniyetin
    amiri olacaktım. Bu, komiser olmaktan farklı bir şeydi. ilçede
    Kaymakam tüm birimlerin bağlı olduğu amirse.
    her bakanlığın uzantısının da birim amiri vardı; ilçe Milli Eğitim
    Müdürü, Bayındırlık Müdürü gibi Emniyette de ilçe Emniyet
    Komiseri vardı. Benim rütbem en alt basamakta Komiser Yardımcısıydı
    ama makamım ilçe Emniyet Komiseri olacaktı. Adli

    32
    ···
  5. 5.
    0
    -içerik gizlenmiştir.-
    ···
  6. 6.
    0
    gönderiyormuş. Yani ilçem hiç kimsenin gitmek istemediği bir
    yermiş. Bu, daha sonraki meslek hayatımda da gördüğüm bir
    durumdur. Emniyette hiç kimse küçük ilçelere gidip çalışmak
    istemez; kimi eşinin işi, kimi çocuğunun okulu gibi sebeplerle il
    merkezinde kalmak ister. Ama ben o gün ilçeye gitmek istemiştim;
    başta epey zorlansam, hata yapsam da ilçenin genelde olaysız ve
    sakin olmasından daha ağır bir şey yaşamadım, ama daha sonraki
    yıllarda ilçede müstakil sorumlu olmanın özgüven, sorunlarla direkt
    yüzleşmek, hiç kimseden yardım istemeden işleri yönetmek gibi
    bana önemli tecrübeler kazandırdığını fark ettim.
    Vali Necmettin Karaduman, ilk valiliğini memleketim olan
    Kahramanmaraş ilinde yapmış, Maraş'ta çok sevilmiş. Kendisi de M
    araş i ve Maraşlüarı çok sevmiş, Sanıyorum M araş ile kendi
    memleketi olan Trabzon'u kardeş şehir yapmış. Şimdi Maraş'ın en
    büyük caddesinin adı Trabzon, Trabzon'un en işlek caddesinin adı
    Maraş'mış.
    Vali Bey M araş i o kadar sevmiş ki her Maraşlıya yardım etmek
    istermiş, bu yüzden kimsenin gitmediği bu ilçeye gönderilmeme,
    Emniyetin acemi yem bir komiseri bu ilçeye göndermeye kalkmasına
    karşı çıkmış. Asayiş saatinde Emniyet Müdürü'nün Allahsız Sami
    namlı Sami Alhan'a benim gönüllü olduğumu söylemiş olmasından
    şüphe duyup en azında kararımdan vazgeçirmek için beni çağırmış,
    ama ben sanki en iyi yere atanıyor gibi illa ilçeye gideceğim diye
    ısrar edince kararımdan vazgeçiremeyeceğini anlamış,
    tecrübesizliğimi görünce de biraz şubelerde staj görmemi istemiş.
    Ben o zaman bilmiyordum ama Gülnar'ın politik yapısı, şikâyet
    sever halleri ülkede nam salmış, fıkralara konu olmuş. ilçeye gidip
    de şikâyet edilmeyen ya da en ufak olayda hakkında onlarca dilekçe
    yazılmayan
    memur yokmuş. ilçede herkes aşırı partizan, herkes
    siyasetle meşgul, hatta halk siyasi partilerine göre kamplaşrmş
    yaşarmış, kime diğerinin şikâyet ettiği bir ilçeymiş.
    Vali böyle bir yerde çalışamayacağımı düşünerek beni
    caydırmaya çabalamış.

    34
    ···
  7. 7.
    0
    ben zaten okumuşam !
    ···
  8. 8.
    0
    Mersin merkezde Emniyet Müdürlüğünün muhtelif birimlerinde
    (karakol, asayiş şubesi, vs.) kısa süreli çalışmaya başladım. Stajda
    daha ilk hafta dolmamıştı ki bir gün Emniyet Müdürü, "Vali yarın
    Gülnar'a gidiyor, yeni atanan komiser acele ilçeye gitsin," diye haber
    salmış.
    Hemen aceleyle valizimi topladım. Gülnar'a gidecek otobüsleri
    araştırdım. Benim ilçe köy gibi bir yermiş, ilçeden her sabah iki
    otobüs gelir, yine her gün iki otobüs ilden ilçeye gidermiş. Bu
    otobüsü kaçırdın mı Mersin'den direkt başka bir araç yokmuş. Bu
    defa Silifke'ye gidip oradan taksi ya da dolmuş bulmak
    gerekiyormuş. Staj yaptığım Çarşı Karakoluna yakın olan garaja
    polisler beni zütürdüler, Gülnar otobüsüne bindim.
    Kıvrılan yollardan dolanarak gidilen 3,5-4 saatlik yoldan sonra
    ilçeye vardım. Emniyet Komiserliği ilçenin merkezinde, altında
    gazyağı vs. satılan bir işyerinin 2. katında bulunuyordu. Merdivenle
    çıkıldığında, uzun koridor boyunca sağlı sollu sıralanmış 5 küçük
    oda vardı.
    Vali Necmettin Karaduman köyleri dolaşmaya, köylerdeki yol,
    su, elektrik gibi devlet yatırımlarını görmeye gelmiş, incelemesi bitip
    dönerken Belediye Başkanlığında heyet üyeleri ve Belediye Başkanı
    ile konuşuyordu, beni de çağırtmıştı. Yanlarına gittiğimde beni
    oradakilere tanıtıp komisere sahip çıkın diyerek nasihatlerde
    bulundu.
    ilk günün akşamı çoğu işledikleri muhtelif suçlar nedeniyle
    ilçeye sürülen polislerden oluşan 4-5 kişiyle birlikte karakolda
    otururken, ilk vukuatımız gerçekleşti. Mal Müdürü Vekili'nin de
    içinde olduğu bir grup memur, aşırı alkollü olan emekli bir
    öğretmenle küfürlü bir kavgaya tutuşmuşlardı. Kavgaya karışan
    kişileri polisler karakola getirdiler. Kısaca tarafları dinledim. Sonra
    aklımda kaldığı kadarıyla alkollü olup olmadıklarını araştırmak
    gerekiyordu, bunun için de o zamanlar alkolmetre olmadığından,
    hükümet tabibine veya sağlık ocağına göndermek gerekiyordu.
    Tarafları kısaca dinledikten sonra hepsini nezarete attırdım. Benim
    memurlar, taraflardan birinin Mal Müdürü Vekili olduğunu

    35
    ···
  9. 9.
    0
    söyledilerse de ben, "Olsun, atın hepsini içeri," dedim. Halbuki o
    kişiyi nezarete atmaya yetkim olmadığı gibi, Mal Müdürü Vekili ne
    demek onu da bilmiyordum. Mal müdürü benim için hiçbir şey ifade
    etmiyordu, hatta mal müdürü gibi bir isim mi olurmuş derdim..
    Aylar sonra Mal Müdürlüğünün benim Emniyet Komiserliğinden
    daha önemli bir makam olduğunu öğrendim, ama devletin, temel
    makamları hakkında hiçbir bilgi verilmeden okuldan mezun
    oluyorduk. Stajlar kaytarmak için bir bahaneydi, öğrenciler okula
    döndüklerinde öğrendikleri işleri değil, stajlardaki derslerde nasıl
    kabardıklarını özenerek anlatıyordu. Kaytarmak idealize edilen bir
    yöntemdi.
    Neyse Mal Müdürü Vekili'ni de nezarette koyduktan sonra
    alkollü olanları doktora (sağlık ocağı tabibine) sevk ettim. Biraz
    sonra doktordan geldiler, zil zurna sarhoş olan kişi için doktor
    alkollü değildir raporu vermişti. Okulda anlatılanlar aklımday-dı,
    hemen savcıyı aradım, savcıyı manyetolu telefonla evinde buldum ve
    konuyu aktardım. Komiserin ilçeye atandığım yeni duyan savcı, hoş
    geldin safhasından sonra ben geliyorum dedi ve biraz sonra geldi.
    Olayı dinledi, sonra telefonla doktoru evinde buldu ve karakola
    çağırdı. Çok kibar, aşırı dindar ve efendi olduğu her halinden
    anlaşılan doktor Mehmet Bey sarhoş emekli Öğretmenin eski
    öğretmeni olduğu için saygısından ona böyle bir rapor verdiğini
    söyledi. Karakolda bizim yanımızda alkollüdür şeklinde yeni bir
    rapor hazırladı. Böylece hem kendini savunmuş hem de bizim
    dediğimiz olmuş ve yumuşakça olayı çözmüştük.
    Daha sonra bu olayda Mal Müdürü Vekili'nin nezarete atılmasına
    kinlenen Mal Müdürlüğü personelinin polislere yönelik bir
    iftira olayında rol aldıklarını öğrendim. Mal Müdürlüğü daktilosu ile
    yazılmış ihbar ve iftira mektuplarını bulup, bu görevliler hakkında
    kanuni işlem başlatılmasını istedim. O gün bu olayın zorlarına
    gittiğini, kaymakamın bu olaya çok bozulduğunu ama bir şey
    diyemediğini duydum. Aslında benim hatalı olduğumu, Mal
    Müdürlüğü çalışanlarının görev gereği bir makam sahibi olmaları

    36
    ···
  10. 10.
    0
    nedeniyle görevleri esnasında herhangi bir suça karışmaları halinde
    bile direkt nezarete atılamayacağını öğrendim.
    Ben polis komiseri idim, yüksek meslek okulunda 3 yıl okumuştum,
    derece ile okulu bitirmiştim, ama devlet yapısı bana
    anlatılmamıştı. En temel konular olan devlet memurları kanununu
    ve ruhunu bilmiyordum.
    Bir ilçenin Emniyet Komiseri o ilin huzuru ve güvenliği için en
    önemli kamu görevlisi olmasına rağmen, atanması ile ilgili bir ölçüsü
    yoktu. Emniyet teşkilatı, okulu yeni bitirmiş, hiçbir tecrübesi
    olmayan 19 yaşındaki beni Emniyet Komiseri yapıyordu ; bu konuda
    hiçbir ölçüsü, sistemi yoktu.
    ilçede 7 memurum vardı, mesleğe yeni atanmış iki tanesi hariç
    hepsi çeşitli suçlar işleyerek buraya sürülmüşlerdi, kendilerine
    haksızlık yapıldığına inanıyorlardı.
    Emniyet Komiserliğinde bir makam odası, bir tane memurların
    odası ve bir tane de yazı işlerinin yapıldığı kalem odası vardı. Ayrıca
    bir başka oda da demir kapı ile nezarethane haline getirilmişti.
    Başka bir odayı kendime yatak odası yapmıştım. Bir oda
    mutfağımızdı, bir diğer odayı da bekar olan polis memuru Erdal
    kendine yatak odası yapmıştı.
    Benden önceki Emniyet Komiseri, Başkomiser rütbesinde
    mesleğin kurdu denilen vasıfta imiş. Farklı bir yönetim anlayışı ile
    her şeye hükmederek idare etmiş, ağır bir amirlik duygusunu
    herkese her vesile ile hissettirmiş. Bütün kapattırır, hiçbir memurun
    yazışmaları görmesine izin vermez, her şeyi tek bir yazıcı memurla
    yaparmış.
    Ben gelince amirlikte ve meslekte yeni oluşum, herkese eşit
    mesafede duruşum, gerekmedikçe amir olduğumu hissettirmeyen
    tutumum, amirden çok bir arkadaş halim yeni memurlar üzerinde
    olumlu etki yapmıştı; bana yaklaşmışlar, sürekli yanımda gezer
    olmuşlardı.
    Bu durumdan en çok yazıcılık görevini yürüten memur rahatsız
    olmuştu, her fırsatta kendisinin ne kadar önemli olduğunu
    anlatmaya çalışıyordu. Bir gün bir kavga olayına karışan kişilerin

    37
    ···
  11. 11.
    0
    ifadesini alıp savcılığa üst yazısını yazmasını istediğimde, daktiloyu
    kucaklayıp makamıma getirdi, siz söyleyin yazayım dedi. Aslında bir
    kişinin ifadesinin alınması veya savcılığa fezleke yazmak onun için
    sorun değildi, ama o benim o işi yapamayacağımı, kendisine muhtaç
    olduğumu hissettirmek için bunu yapıyordu.
    Kavgaya karışan şahısları dinleyerek ifadeyi yazdırdım. Polis
    tarafından alman her ifade tutanağının sonuna klagib kalıp halinde "
    ... sayfadan ibaret, işbu ifade tutanağı kendisine okunduktan sonra
    başka bir diyeceğim yoktur demesi üzerine birlikte imza altına
    alınmıştır" ifadesi eklenirdi. Ben de ifadesini aldığım kişinin
    anlatımları bitince sonunu şöyle şöyle klagib şekilde bağlarsın
    dedim. Yukarıdaki gibi klagib kalıpla ifadeyi sonlandıracağmı
    düşündüm. ifadeyi daktilodan çıkardı, genellikle kendim tek tek
    dikte ederek yazdırdığım için okumaya gerek görmezdim ama o gün
    tesadüfen yazdırdığım ifadenin tamdıbını okuduğumda bir de ne
    göreyim. Son cümlede " şöyle şöyle klagib şekilde bağlarsın" yazıyor.
    Altında da yazanın, yazdıranın ve ifade sahibinin isimleri yer alıyor.
    Bu şekli ile ifade tutanağı adliyeye gitse rezil olacaktık.
    Ondan işlerle ilgili herhangi bir şeyi yazmasını istediğimde, her
    defasında siz söyleyin ben yazayım diyor veya verilen konunun çok
    zor olduğunu istenen sürede yapamayacağını
    Haliç'te Yaşayan Sımonlar... _... ____... _...
    söyleyerek önemli olduğunu hissettirmeye çalışıyor, aksi halde işleri
    zora koşacağım ima ediyordu. Baktım böyle olmayacak, Gülnar'da
    Emniyet Komiserliğinin kurulduğu 1972 yılından atandığım 1976
    yılma kadar yapılan tüm yazışmaları ve tüm dosyaları günlerce
    okudum, bu süre sonunda tüm yazışmaları, yöntemi ve sistemi artık
    öğrenmiştim.
    Bu yaşadığım tam bir şoktu. Polis Koleji ve Polis Akademisini
    (enstitüsünü) dereceyle bitirmiştim ama en basit polisiye konuyu
    bilmiyordum. Yazıcı bir memur bana "ben senden iyi bilirim, bana
    muhtaçsınız" demeye gelen tavırlarda bulunabiliyordu. 6 yıl
    okutulan meslek okulu meslekle ilgili pek çok şeyi vermemişti. En
    başarılı öğrenci bile eski anlayışa sahip bir memura muhtaç

    38
    ···
  12. 12.
    0
    bırakılıyordu. Bunca süre okutulmuştum ama bir şahsın ifadesinin
    alınması tatbiki olarak yaptırılmamıştı, mesleki hiç bir yazışma ve
    usul öğretilmemişti. Bu anlayışla yenilik yapmak, yem bir anlayış
    geliştirmek nasıl olacaktı. Eğitim meslek sahiplerine bir şey
    vermiyor, yine eğitimi olmayan eski çalışanların anlayışına mahkum,
    ediyordu.
    Gençlik Parkı'ndaki Garsonlar ideolojik
    Konularda Benden Bilgiliydi
    1976 yılı yazında Polis Akademisinden mezun olmuş, görevime
    başlamıştım. Polis Akademisini derece ile bitirmiştim ama sokakta
    karşılaşacağım temel konular hakkında yeterli oranda bilgili
    değildim. Her karşılaştığım olayda ve görevde bunu görüyordum. Bu
    arada Polis Kolejini bitirirken bizde diplomaları vermezler sadece
    merasim esnasında imzasız diplomalar verilir ve sonra geri
    toplanırdı. Sınavlara girip kazansak bile üniversitelere gitmemize
    müsaade edilmezdi. Bu yüzden ben de lise emsali sayılan Polis
    Kolejini bitirdikten sonra üniversite sınavlarına giremedim. Fakat
    yüksekokul sayılan Polis Enstitüsünü bitirince, okulu bitirdiğim yıl
    müracaat ederek üniversite sınavlarına girdim. O tarihlerde
    üniversite sınavlarına girerken nereye girmek istediğinizi,
    müracaatınızla birlikte yazıyordunuz. Sınav sonucunda aldığınız
    puana göre kaydolabileceğiniz okul belli oluyordu, şimdiki gibi önce
    sınava girip sonra tercihte bulunma yoktu. Ben sınava girerken 20
    tercih hakkımız olmasına rağmen yalnızca iki tercihte bulundum:
    birinci tercihim Ankara Hukuk, ikincisi de Ìstanbul Hukuk'tu.
    Okulu bitirdiğimiz sene sınavlara girdim. 1. tercihim olan Ankara
    Hukuk Fakültesi'ni kazandım. Bir yandan komiserlik görevine
    başlayıp Gülnar'da Emniyet Komiserliği görevini yürütürken, diğer
    yandan da hukuk fakültesine kaydımı yaptırdım. ilk sınavlar
    olacaktı, sınavlar dolayısıyla iznimi alıp Ankara'ya gidiyordum.
    Ankara'da bin bir güçlükler içerisinde, sınav aralarında ders
    çalışarak sınava girmeye çalışıyordum. O zamanlar Polisevleri gibi
    kalınacak sosyal tesisler pek fazla yoktu, otellerde veya
    bulabileceğim misafirhanelerde zorlukla kalabiliyordum. Ders

    39
    ···
  13. 13.
    0
    çalışmak için çok uygun yer olmayınca sabah erken saatte Gençlik
    Parkı'na gidip oradaki çay bahçesi ve kafelerde simit ve çayla
    kahvaltı yaparken bir yandan da ders çalışıyordum.
    işte bir gün yine sabah erken saatte Gençlik Parkı'na gittim. Çay
    içerek ders çalışmaya başladım. Bu arada garsonlar kendi
    aralarında konuşuyorlardı. Sanırım 1977 yılının mayıs-haziran
    ayıydı, belki de 78 yılıydı, açıkçası çok net hatırlayamıyorum. Ama 1.
    veya 2. sınıftaydım. Garsonlar aralarında konuşurken, bir garson
    diğerine, "Oğlum bu senin Dev-Yol hareketin nasıl bir hareket, bana
    bir broşür ya da dergi varsa ver, ben de senin hareketine geçeyim."
    dedi. Diğer garson da, "Benim hareket öyle büyük bir hareket ki,
    öyle bir broşürle falan olmaz, bu çok mühim bir harekettir." diye
    karşılık verdi. Ben devletin komiseriydim, akademide, yüksekokulda
    okumuş, güya yetiştirilmiştim ama bu garsonların
    konuştukları konuları anlay Sadece Dev-Yol diye o
    zamanlar için illegal bir terör olduğunu biliyordum,
    ama hareketin arka planı necf lerde neler anlatılıyor,
    nasıl bir şey, bunu kavramak maktan ve algılamaktan
    acizdim. Ne var ki benden yaşça küçük çay satan bu
    sıradan garsonlar ise bir Dev-Yol hareketinden., bu
    hareketten başka bir harekete geçmekten ve bu siyasi
    faaliyetten bahsediyorlardı. Polis Akademisinde 3 yıl
    okumama rağmen gerçek hayatta karşılaşacağım bu örgütlerle ilgili
    bilgi verilmemişti; Dev-Yol nedir, Dev-Sol nedir, bunların ideolojileri
    nedir, aralarındaki farklar nelerdir gibi konular okulda bizlere
    anlatılmamıştı. Bunların adını bile duymamıştım, ama sokaktaki
    garsonlar biliyorlardı.
    Böyle bir eğitimden geçerek, adının ne olduğunu dahi bilmeden
    sokağa çıkan bizlerden bu örgütlerle mücadele etmemiz
    bekleniyordu; bunun nasıl olacağı sorusunun cevabını bulamıyordum.
    Bu durum, benim göreve başladığım gün böyleydi, bugün
    de böyle. işte bugün gündemimizin önemli bir problemi olan
    demokratik açılım meselesi ve Güneydoğu sorununun çözümü
    tartışılıyor, konuşuluyor ama bu işi uygulayacak, yapacak olan

    40
    ···
  14. 14.
    0
    özet geç bin
    ···
  15. 15.
    0
    ... özet özet özet özet ...
    ···
  16. 16.
    0
    kalsın lan bakıcam
    ···
  17. 17.
    0
    çalışıyorum. Bu amaçla olayların anlaşılması için, istemeden de
    olsa, sınırlı olarak kişilerden de ismen bahsettim.
    Şu da unutulmamalı ki ben yazar değilim. Hissetme ve algılama
    kabiliyetim oldukça iyi olmasına rağmen ifade kabiliyetim o kadar iyi
    değil. Ayrıca yazı dili ile konuşma dili aynı olmadığından
    konuşurkenki mülayimliğime karşın yazı dilinde istemeden de olsa
    üslubum farklıklaşabüiyor. Ayrıca anlatılan konular basit şahsi
    meselelerden ziyade ülkenin güvenliği ve toplumda geniş kesimlerin
    hayatını ve özgürlüğünü ilgilendiren hususlar olduğundan, üslubu
    yumuşatma adına konuları basite indirgeme ve önemsememe riski
    de var. insanları sarsan anlatım ve ifadelerin daha kalıcı bir iz
    bıraktığı ve daha iyi algılandığı da bir gerçek. Dolayısıyla kitabın
    şekline ve diline takılmadan içeriğine değer verilmesini, zarfa değil
    mazrufa önem verilerek okunmasını arzu ederim.
    Bir kitap yazmayı emekli olunca, düşünmüştüm, genel kanaat
    de bürokratların ancak emekli olunca yazmaları gerektiği
    yönündedir. Ancak her şeyin bayatı tatsız olduğu gibi bilginin bayatı
    bir işe yaramayacağı, zamanında yapılmayan uyarıların anldıbını
    yitireceği için kitabı bir an önce yazmaya karar verdim. Bundan
    dolayı dilin, üslubun ve ekgibliklerin hoş görülme sini diliyorum.
    Köydeki Okul Yıllarım
    Hukuken Maraş'a ama diğer açılardan fiilen Gaziantep'e bağlı
    Karabıyıklı Köyü'nde doğup, büyüdüm. Şehirdeki çocuklar okuldan
    kaçarken biz tarlada çalışmak, hayvanları otlatmak gibi işlerden
    kurtulmak için okula sığınırdık; okulların açılması bizim için tüm bu
    işlerden kurtuluştu. Köy okulları, çocukların tarlada çalışacağı
    düşünülerek nisan sonu veya mayıs başında kapanır ve ekim veya
    kasım ayında açılırdı.
    Benim çocukluğumda ya nüfusu fazla ya da yolu olan bizimki
    gibi köylerde ilkokul vardı. Okulda, tek bir bina içinde 5 sınıf, yani
    1, 2, 3, 4 ve 5. sınıflar aynı derslikte, aynı odada ders görürdük,
    öğretmen 5. sınıflara ders anlatırken, diğer yandan 4. sınıflar 2.
    sınıflara, 3. sınıflar da 1. sınıflara ders anlatırdı veya buna benzer
    27

    şekilde öğretmen 3 ve 4. sınıflara ders anlatırken 5. sınıflar 1.
    sınıfları ders çalıştırırdı. Yani aynı odada beş sınıf ders yapardık.
    Tam anımsayamıyorum ama üçüncü veya dördüncü sınıfa geldiğim
    sene köye ikinci bir öğretmen atandı ve eski karayolları binasını bize
    ek bir derslik yaptılar. 4 ve 5. sınıflar ayrı binada 1, 2 ve 3. sınıflar
    ise başka bir binada ve ayrı öğretmenlerle ders işlemeye başladı.
    ikinci sınıftayken her hatada kara lastik ile bizi döven öğretmen
    gitmiş yerine Hüseyin Güzel isimli genç bir öğretmen gelmişti. Yeni
    öğretmen, yeni ders yılı başında Atatürk'ün ölüm yıldönümü
    dolayısıyla tüm sınıflara ortak ders veriyordu. Hüseyin öğretmen
    Atatürk'ün doğumundan ölümüne tüm hayatını ve Kurtuluş Savaşı
    nı tam bir saat aralıksız anlattı. Okulun en küçüklerinden
    olduğumdan en önde oturuyordum, ikinci saat Öğretmen Atatürk
    hakkında anlattıklarını tekrar edecek var mı diye sordu. Parmak
    kaldırdım, herkes benim gibi parmak kaldırdı zannediyordum,
    meğer tek kaldıran benmişim. Benden üst sınıftakiler parmak
    kaldırmamış, ama ikinci sınıf öğrencisi olan ben parmak
    kaldırmıştım.
    Öğretmenin anlattıklarından aklımda kalanları tam yarım saat
    tekrar anlattım, unuttuğum kısımları hoca tamamladı. Benim
    anlatımımdan sonra tekrar anlatmak isteyen var mı diye
    sorduğunda birkaç öğrenci daha parmak kaldırarak konuyu
    anlattılar.
    Sonra köy kahvesinde köylülerle sohbet eden Hüseyin öğretmen
    babamı bulmuş ve çok zeki olduğumu, mutlaka beni okutması
    gerektiğini söylemiş. Bunun üzerine adım okulun çalışkan
    öğrencisine çıktı, ne yaptığımın farkında değildim ama herkes
    çalışkan olduğumu söyleyince mecburen çalışkan rolüne bürünüp
    bu rolü oynadım. Bu şekilde hiç ders çalışmadan ama derslerde
    öğretmeni dikkatle dinleyerek okulun en iyi öğrencisi olmuştum, bu
    durum bana farklı bir misyon yüklüyordu. Her sorulanı bilmeli,
    öğretmenin her sorusuna cevap vermeliydim, başka köy okullarıyla
    yapılan bilgi yarışmalarında bizim okulu ben temsil ediyordum.
    Belki gerçekten zekiydim, belki değildim ama benden beklenen rolü
    28

    oynamak mecburiyetiyle dersleri iyi izlerdim. Tüm okul hayatım
    boyunca ilk beş arasına girmek mecburiyetimdeydim ve her zaman
    da girdim.
    ilkokul bitmişti, o yıllarda şehirlere gidip okumak sık rastlanan
    bir şey değildi. ilkokul bitince babam yakın akrabamız olan Ş. Ali ile
    birlikte bizi Antep'te yeni açılan bir ortaokula kayıt ettirdi. O zamana
    kadar hep şalvar giymiş, hiç pantolon giymemişken bir anda takım
    elbisem, kravatım ve okul şapkam olmuştu.
    Babam bize bir oda kiraladı. Bizden iki yıl önce ortaokula kayıt
    olmuş, ağabey konumunda bir köylümüz de bizimle kalacaktı.
    Burası, kapısı sokağa açılan, içindeki küçük bölmede lavabo
    bulunan, bir köşesine konmuş tahta, masa vazifesi gören bir odaydı.
    Yemeğimizi kendimiz yapıyor, çamaşırları hafta sonu köye
    gittiğimizde evde yıkatıyorduk.
    Tüm hazırlıklar yapılmış, tüm eşyalarımız alınmış, ütülü
    elbiselerimle okula başlamıştım. Birinci hafta okulda hiç kimseyi
    tanımadığımdan korkunç bir yalnızlık hissine kapılmış,
    köydeki arkadaşlarımı, insan yakınlığını kaybedince okumaktan
    vazgeçmiştim. Hafta köye gittiğimizde çok mutlu olmuştum
    ama pazar öğleden sonrası gelip çatınca beni tekrar
    An tep'e göndermek istediklerinde, ben gitmem diye tutturmuş,
    o zaman trikotaj atölyesinde çalışan ağabeyime özenerek onun
    gibi çalışacağımı söylemiştim. Babam, sana bu kadar masraf
    ettik, okumaya mecbursun diye ısrar edince gitmem diyerek
    ağlamıştım. Fazlaca direndiğimi gören yakınlarım ve yaşlı büyük
    amcam bu hafta git, okumak istemezsen biz hafta içinde
    gelip seni okuldan alırız, bir işe koyarız diyerek beni kısmen
    ikna ettiler ve ben nasıl olsa hafta içinde okuldan ayrılacağım
    diyerek ikna olup gittim.
    ikinci hafta okulda benim gibi yeni olan Recep Cinle tanıştım.
    Onunla hâlâ yakın arkadaşlığımız ve dostluğumuz devam eder.
    Ayrıca bizim gibi okula yeni gelen başka çocukları tanıdıkça okula
    alıştım. Büyük amcam beni okuldan alıp işe koymak için gelmedi,
    ben de okumak istemiyorum demedim.
    29

    Daha sonraki hayatımda benzeri şekilde insan sıcaklığının yoğun
    olduğu ortamlardan ayrılıp başka yerlere, okula, özellikle de askere
    gidip oralara alışmayan ve "yerimi değiştirin yoksa firar edeceğim"
    diyen herkes için aynı yönteme başvurdum. Bir ay sabret yerini
    değiştireceğim dedim. Ama hiçbir şey yapmadım, 15. gün o talepte
    bulunanlar artık yerlerine alışmış, başka yere gitme arzuları
    kalmamış oluyordu.
    Ortaokulumuz Karşıyaka Ortaokuluydu, daha sonra adı ismet
    inönü Ortaokulu oldu. Bir yıl önce kurulmuştu, biz birinci sınıftık,
    bizden önce başlayan ikinci sınıflar vardı. Okul müdürümüz,
    zannedersem Abdurrahim Karakoc'un kardeşi veya amcaoğlu olan
    Ertuğrul Karakoç'tu. Kan Ağrısı isimli bir şiir kitabı vardı, bunca yıl
    sonra bile nedense ortaokul aklıma gelince manasını anlayamadığım
    bu kitabı hatırlarım.
    Okulumuz yeni olduğundan kendi binası yoktu. Körler okulunun
    fazla oları bir bölümünü kullanıyorduk, kör öğrencilerle
    birlikte aynı bahçeyi ve koridoru kullanıyorduk, ancak gerçek kör
    olanlar biz mi yoksa onlar mı anlamak biraz zordu.
    Okulun asıl sahipleri koridorları hızla koşarak geçiyor, içinde
    hareket ettikçe çıngırak sesi çıkaran topla futbol oynuyor, her türlü
    toplu sporu yapıyor ama asla çarpışıp birbirlerini yaralamıyorlardı.
    Hemen hemen hepsi bir müzik aleti çalabiliyordu. Gözler çok önemli,
    ama gözleri olmayan veya az gören insanların diğer duyularını
    kullanarak, görenlerden daha iyi şeyler yapabildiklerine şahit,
    olmuştum.
    ikinci yıl okulumuz Yeşilova Mahallesiriden, Karşıyaka Mahallesi
    hin kuzey doğusundaki bir ilkokulun kullanılmayan kısmına misafir
    olmuştu, son iki yılımızı burada geçirdik. Bizden sonra bu ilkokulun
    yanma yeni bir bina daha yapılmış ve adı değişerek inönü Lisesi
    olmuştu.
    Okulun son yılı ne kadar devlet parasız yatılı okulu varsa
    onların sınavlarına girdik, çünkü tek okuma şansımız yatılı okul
    kazanmaktı.

    30
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    adam korsan kitapçı beyler
    ···
  19. 19.
    0
    lışı kim yaparsa yapsın karşı çıkacaktım; suç işleyenler kendi
    tarafımdan insanlar, kendi arkadaşlarım bile olsa veya ne kadar
    güçlü olursa olsun, bedeli ne olursa olsun karşı duracaktım...
    Aslında Simonlar her yerde, her örgütte var; insana değer vermeyen,
    özgürlüğü, önemsemeyen, itaat kültürünün hâkim olduğu,
    grup menfaati için itaatin istendiği her yerde Simonlar var.
    Haliç'te Yaşayanlar
    istanbul'da görev yaptığım 1992-1996 yılları arasında görev
    yerim Gayrettepe'deydi, evimiz ise Ataköy'de. Her gün akşam geç
    saatte özellikle saat 23.00 sularında Gayrettepe'den çıkıp evimize
    giderken Haliç'ten geçiyorduk. Haliç o zamanlar inanılmaz kötü
    kokuyordu, tam olarak lağım kokusu duyuluyordu ve ben bu
    kokuya dayanamıyordum. Arabanın bütün camlarını kapatıyordum.
    Koku gelmesin diye burnumu parmaklarımla kapatmama rağmen
    Haliç'ten gelen hafif bir koku bile midemi bulandırmaya yetiyordu.
    Haliç'ten geçmek benim için bir ölümdü, daha yaklaşmadan Ok
    Meydanımda burnumu kapatmam gerekiyordu, ta ki tüneli
    geçinceye kadar. Fakat Halic'in etrafında yaşayan insanlara
    bakıyordum; onlar parklarda geziyor, yemek yiyor, hatta bir kısmı
    piknik yapıyordu, bu kötü kokudan sanki hiç rahatsız değillerdi. Bu
    durum bana çok tuhaf gelmişti. Demek ki, kötü bir ortamda
    bulunan insanlar bir müddet sonra oraya uyum sağlayıp alışıyorlar
    ve bu ortamın çirkinliğini göremıyorlardı. Ne kadar kötü ve sağlıksız
    bir ortamda bulunulursa bulunulsun bir süre sonra kişinin bünyesi
    bu duruma uyum sağlayarak kötülüğün farkına yaramıyordu.
    Bir an için düşündüm. insanın içinde bulunduğu koşullara
    gösterdiği uyum, pis kokan bir ortama bile uzun süre kalınca
    alışması, bunu kabullenmesi sadece fiziki ortamla mı ilgiliydi? Yoksa
    düşünceler, sosyal davranışlar, etik kurallar gibi toplumsal hayatı
    etkileyen unsurlar için de geçerli miydi? Aynı şekilde ortama uyum
    sağlama anlayışım toplumsal hayatın bütün alanlarına yansıtarak,
    içinde yaşadığımız çok kötü ortamı, bile normalleştirmiştik,
    dolayısıyla hiçbir rahatsızlık duymadan yaşıyorduk.
    24

    insanlar uzun süre kaldıkları ortamda yanlışlıklara, hatalara ve
    bütün anormalliklere alışıyor, uyum sağlıyor. Türkiye için de aynı
    şey söz konusu. Hürriyetlerin kısıtlandığı, baskının hâkim olduğu,
    yanlış ve mantığa uygun olmayan bir Türk idari sistemi, Türk
    toplum yapısı ve özellikle kirli, yozlaşmış bir kamu sistemi içerisinde
    uzun süre kalan ve bu atmosferi teneffüs eden insanlar, bizler
    hepimiz, bu ortamın kötülüğünü, pisliğini artık algılayamıyoruz. Bu
    durum bizi rahatsız etmiyor. Haliç'teki pis kokuya rağmen piknik
    havası içinde yiyip içip oymayanlar gibi, biz de bu pis ortama en
    ufak tepki koyamıyoruz; halbuki dışarıdan bakıldığında bu durum
    dayanılacak ve kabul edilecek gibi değil.
    Herkes biliyor ki bu ülkedeki ihaleler büyük oranda hileli. Bu
    ülkede tapu, trafik, gümrük gibi birçok kurum rüşvet batağında.
    Yolsuzluk ve usulsüzlük usul, esas haline gelmiş; adam kayırma,
    torpil, her türlü hile yaygınlaşmış. Toplumun çoğunluğu bu ülkede
    işlerin doğru ve dürüst yürüt ülmediğine inanıyor, ama en büyük
    usulsüzlüklere toplum tepki göstermiyor. Hile, fesat ve rüşvete en
    çok karıştığına inanılan kişi en fazla oyu alabiliyor; en rüşvetçi kişi
    en itibarlı kişi olarak kabul görüyor. Bu örnekleri alabildiğince
    çoğaltmak mümkün. Demek ki çoğunluk pis ve kirli, her türlü
    yanlışlığın bol olduğu bu ortama uyum sağlamış, bu durumu
    kanıksamış ve normalleştirmiş. Bu durumu görebilmek ve
    algılayabilmek için ancak bu sistemin dışına çıkmak gerekiyor.
    Başka bir ülkede bir müddet kalıp oradaki şartları gördükten sonra
    o pis kokan Halic'in durumunu fark edip bunun yanlış olduğunu
    göreceğiz. Yoksa içinde bulunduğumuz şartlarda pislik her yana
    yayılmasına rağmen maalesef hiçbirimiz Türkiye'deki bu sistemin
    yanlışlığını algı-layamıyor. Belki de uzun süre kötülükler,
    yanlışlıklar, haksızlıklar ve hukuksuzluklar içerisinde yaşamak,
    bunun içerisinde var olmak gözümüzü kör etmiş; tüm bu
    olumsuzluklara uyum sağlayarak bu anormalliği normalleştirmişiz.
    Aslında en fazla itiraz etmemiz ve karşı koymamız gereken
    durumlarda çok makul ve kabul edici tepkiler vermişiz.
    25

    Kurtuluşumuz önündeki en büyük engelin de bu olduğu
    kanaatindeyim.
    Bu bilince eriştikten sonra, içinde yaşadığımız şartları kabul
    etmemeyi; bu rüşvet, yolsuzluk, riya ve yalanla dolu ortamda
    yaşamaya mecbur olsam da asla bu durumu normal görmemeyi; en
    küçüğünden en büyüğüne her türlü yolsuzluğa, hırsızlığa,
    usulsüzlüğe tepki göstermeyi ve gücümün yettiği kadar karşı
    koymayı hayatımda düstur edindim. Hiçbir pisliği normal
    görmemeliydim; etrafım ne kadar kirli de olsa kabullenmem, uyum
    sağlamam söz konusu olmamalıydı.
    Kitabın Dilindeki Sertlik
    Bu kitabı yazarken kimseyi kırmak ya da incitmek istemedim.
    Beni tanıyanlar bilirler ki kimseyi kırmamak, üzmemek için aşın
    hassasiyet gösteririm. Aslında bu, bilinçli olarak dikkat ettiğim bir
    husus değil, bir yaşam biçimidir, hayatımın temel esasıdır.
    Eğer biri benimle konuşurken ses tonunu biraz yükseltirse,
    biraz kızdığını belli edecek şekilde konuşursa bir hafta moralim
    bozulur. Bundan dolayı ben de hiç kimseyle yüksek sesle
    konuşmam, hiç kimseyi kırmam. Kabahati olan, suç işleyen kişilerle
    bile asla onları incitici şekilde konuşmam, gururlarını kırmam.
    Bağırarak veya karşımdakini kıracak şekilde konuştuğum çok
    nadirdir, birçok astım/arkadaşım benim için "hiç kızmaz, sinirleri
    alınmış" der.
    Ama bu kitap taslağını okuttuğum tüm arkadaşlarım yazı daki
    dilimin yer yer sert, kırıcı, hatta bazı bölümlerin davalara konu
    olabileceğini söylediler. Ben de bu kadar olmasa da yazı dilimin sert,
    bazen de itici olduğu kanaatindeyim, ama yazarken kimseyi
    incitmek gibi bir niyetim yok. istemememe rağmen bu kitapta
    anlatılanlardan incinecek, kırılacak herkesten baştan özür
    diliyorum. Amacım asla kimseyi kırmak ya da üzmek değil; zaten
    benim sorunum tek tek kişilerle değil, ben sistemi, yöntemi, usulleri
    sorgulamaya, bunların yanlışlığını ve ekgibliğini göstermeye
    26
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    0
    kimse ilgilenmiyormu
    ···