-
1.
+21 -11kim lan bu çocuk
-
2.
+30 -2piyade taburumu la ora bi tane kız yok amk
-
3.
+19 -8sözlüğün düştüğü hala bak amk
-
4.
+21 -3Bu kim oğlum
-
5.
+15 -1Sana göre nike giyen bir keko olabilirim fakat Tanrı'ya göre kalabalıkta kendini farkettirebilen parıltılı bir ninja
-
-
1.
+8eksileyen arkadaş ya liseli ve eren reisi tanımıyor ya da mağara adamı.
-
1.
-
6.
-9ulan ne zamandır görmüyordum bu iti geçen sene tiny chatda gibişiyorduk bununla ama anasıyla tabi
-
7.
+5habil doğdu. tanrı, habil'i kutsadı. varlığına parlak bir ışık kondurdu. habil, yaşama hakim oldu. yaşamındaki güzellik gözünü döndürdü. habil şüphesiz bir ayrıcalık üzereydi. habil, tanrının oğluymuşçasına umursamaz ve savurgandı. "cennet var ise, dünyada cenneti yaşıyorum" diyordu. "dünya benim cennetim" buyurdu tanrıya. tanrı öfkelenmedi. "ben, ayrıcalıklı ve özelim" dedi. tanrı yalnızca sustu...Tümünü Göster
kabil doğdu. tanrı bu çirkin yaratığı beğenmemişti.. varlığına sustu... kabil, acı çekiyordu. tanrı öfkelenmedi. kabil'in gözü dünyanın ötesindeydi. kabil'in aşkı tanrıyaydı. kabil'in bakışları tüm varlıkları delip geçiyordu. kabil'in kalp atışları hızlı ve düzensizdi. kalbi tanrı tarafından bir lanetti ona. o, sessiz, sakin ve dürüsttü. tanrı umursamadı. kabil "ey yüce tanrım, beni kardeşim gibi sevmiyorsun" diye yakındı. tanrı, "sen böylesin" dedi, "bu senin kaderin, yazgın, kabil" diye seslendi. kabil cömert ve mütevaziydi. kabullendi...
yıllar böylece geçti. böylece buruk ve adaletsiz. habil, istediği gibi yaşarken, habil bencil ve asabiyken, tanrı nur ile aydınlattı onun yolunu. kocaman güçlü bir imparatormuşçasına kibirli ve saygısızdı. kendini beğenmişliğini kardeşine savuruyordu. kabil, abisinin incittiği gururu nedeniyle günden güne tüketiyordu kendini.
oldu ya, günlerden bir gün, habil, kabil'in ekinlerini zorla elinden aldı. güçlüydü. onu, adem babasına şikayet eder ise tarlasından atmakla tehdit etti. kabil, bu güçsüz ve muhtaç çocuk, gözyaşlarını saldı verimli topraklarına. bir sel aldı zütürdü tüm toprağını, geriye kurak ve çorak bir arazi kalakaldı. kabil abisine yalvardı. "ey ağabeyim, sana ömrüm boyunca saygıda kusur etmedim. seni kendimden çok sevdim. bana ne için böyle kötü davranırsın, beni neden böyle acımasızca cezalandırırsın" dedi. habil büyükçe bir kahkaha attı. tüm cihan bu kahkanın sesiyle sallandı. tanrı, umursamadı. "bak" dedi habil kabil'e, "ben güzel ve özelim, sen ise çirkin ve niteliksizsin. nasıl senin gibi bir acize sevgi ve saygı duyabilirim?"
sözegelmiştir ki, kabil'in hıçkırıkları yalnız içine akar, yalnız onu zehirlermiş...
sonrasında bir yıl, habil koyunlarını otlatır, istediğini keser istediğini yer, istediğini terk edermiş. böylece tüm bir sürüsü elinden kayıp gitti. habil, bunun üzerine tanrıya seslendi "ey tanrım, koyunlarım pek bir hızla tükendi, benim için planın nedir?" tanrı cevap verdi "benim sevgili kulum, biraz yürü ve ilerideki çınar ağacının gölgesinde gölgelen. ardından ilerideki tepeyi aş. işte orada sana bahşettiğim otlağı göreceksin. habil yürüdü ve çınar ağacının gölgesinde uzun bir uykuya daldı. uyandığında tepeyi aştı. sonsuz büyük bir otlak üzerinde, koyunlarından binlercesini gördü. tanrı "ey sevgili kulum, yalnızca siyah bir tek koyunun var. onu sev ve sahiplen. o, sana en büyük lütfumdur dedi. habil emri uyguladı yalnızca. kabil ise özenle yetiştiriyordu son ekinlerini, kalan verimli ufacık bir toprak parçasında.
gün geldi. tanrı seslendi. "ey habil ve kabil, içlerinizden en değer verdiğinizi benim yoluma adayın. adağınızı bana sunun" dedi. habil, değer vermek nedir bilmiyordu. sevmek nedir bilmiyordu. habil, yalnızca tüketmişti. öylesine tüketmişti ki, sevmeye vakti olmamıştı. habil öylesine kibirliydi ki, değer verecek insanlığı kalmamıştı. habil, öylesine daimi açtı ki, doyacak vakit bulamamıştı...
kabil, özenle yetiştirdiği ekinlerinden özenerek bir tepsi sunak hazırladı. kalan son yiyeceğiydi. son, yaşama hevesiydi. "tanrım" dedi, ben değersiz kulun, yalnızca çalıştım, durmadan çalıştım. horlandım, hor görüldüm. budur sana verebileceğim sunağım. yaşamam için gerekli son yiyeceğim. kendi canımı veriyorum sana" dedi. habil ise, siyah koyununu getirmişti sunağa. "yüce tanrım kabul et" dedi. tanrı, habil'in sunağının, habil için en değerlisi olduğuna kanaat getirdi ve aldı koyununu. kabil ise, sunağıyla kalakaldı kollarında tepsisiyle. "hayır" dedi tanrı kabil'e. "senin için en değerli olanı kendi canın değil. kabul etmeyeceğim." kabil "tanrım, ben hayatım boyunca bana eziyet edene hala kendi canımdan çok bağlıyım o benim öz kandaşımdır" dedi. bıçağını kaptığı gibi belinden sapladı habil'e. habil oracıkta can verdi. "tanrım kendi canımdan çok ağabeyimi, ondan da çok seni seviyorum, kabul et sunağımı" dedi. kabil karşılıksız sevmeyi biliyordu. çünkü o, o kadar üzülmüştü ki, yalnızca sevgiye izin verdi. tanrı kabil'in sunağını kabul etti "yalnız, bir canı almanın cezası var" dedi. bir karga indi gökyüzünden ve habil'e mezar kazmaya başladı toprağı eşeleyerek. kabil gözyaşları içindeydi. ve rivayet odur ki, okyanuslar ve denizler doldurdu dünyayı. akarsular yardı kara parçalarını... tanrı, "kabil, sen cennetten kovduğum annen ve baban gibi, kaderini yaşıyorsun. senin bende yazgın lanettir. sana bundan gayrı ölüm yok. yürüyeceğin her yolda, gideceğin her evde, varacağın her şehirde kardeşinin yüzünü göreceksin. içeceğin her suda onun yüzünü, gölgende onun vücudunu izleyeceksin. kaderin" dedi. "yalnızca, artık seni seviyorum" dedi, "senin bildiğin bir şekilde, seni karşılıksız seviyorum" dedi. kabil, gel zaman git zaman, yaptığının altında ezilerek yaşadı hayatını. nefret etti, hayattan, insandan, tanrıdan. o artık nefret ederken yaşamdan, tanrı onu karşılıksız sevdi. ağabeyinin ölümü, kendi ölümsüzlüğü olmuştu. kaderini yaşayan bir köle olarak, yalnızca sevgi umuduyla, en sevdiğini kendi elleriyle vermişti toprağa.
denir ki, onun nefreti hala ayakta tutuyor, ezilen güçsüzün sabrını, onun nefreti ayakta tutuyor sömürülen işçinin bacaklarını, onun nefreti ayakta tutuyor sevgiyi... nefretin sevgiyi ayakta tutması da onun dünyaya lanetiydi. onun yazgısına nefreti yeşertiyordu umutları... asla kazanılamayacak bir savaşa olan tutkuydu onun nefreti. asla yenilemeyecek bir düşmana boyun eğmemekti onun nefreti. kimseler kardeşini bir emirle katletmesin diyeydi onun gözyaşları. yaşadığımız hayatın, otorite tarafından ellerimizden alınışına, kötülerin kazanmasına bir ağıttı onunkisi. kötü de olsalar, karşılıksız sevebilmeye bir haykırıştı onunkisi. onun nefreti bir aşktı, bu dünyada yaşayabileceğimiz en güzel aşktı... farkına varabilirseniz dünyanın en güzel bestesiydi onun sesi. kulaklarınız duymaya hazırsa... -
8.
-5Ahahaha bunun tiny yayını vardı kıbrıstan gibmiştim bunu
-
9.
+4hahaahaaha
-
10.
+4arkadaki dayıya şuku veriyorum aq
-
11.
+4Yaw şuraya 93. Mağara kralı ismet i koysam bir ben tanıyıp şukulayacam
-
12.
+4Lanetlendik
-
13.
-3silik yemekten bıkmayan huur çocuğu
zamanında iyi trollüyordum ben bu bini
başlık yok! burası bom boş!