/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 26.
    0
    Deniz suyu insanın gözlerini ne kadar yakar, peki ya ciğerlerini? Ya da kaç litre su yutmaya dayanabilir insanın midesi? Sorularıma cevap aramadım ve ihtimaller de beni iskelede tutmaya yetmedi. O kadar sıcaktım ki soğuk sular beni üşütmesini geçtim denizi kaynatacak kadar sıcak hissediyordum. Dubalara kadar yüzüp geri gelmeme yetecek de artacak kadar enerjim vardı. Mert ölmeyeceğimi bilmenin rahatlığı ile iskelede sigarasını tüttürmeye devam ediyordu hatta -eğer o kadar içtikten sonra eğer gözüm yanılmamışsa- yüzünde bir tebessüm bile vardı. Çok uzun sürmedi vücudumun dışına vuran yangını söndürüp iskeleye çıkmam. Ancak halen bir miktar içim yanıyordu onu da bir itfaiyeci titizliği ile bira köpüğünü mideme püskürterek söndürmeye çalıştım. Açıkçası uzun zaman sonra da olsa biraz olsun huzuru hissettim. O yüzdendir ki rahatımı hiç bozmadım ve o gece orada, iskelenin şezlongunda göz kapaklarımıza gün doğuşunu izlettik.
    ···
  2. 27.
    0
    Dalga sesleri ve ılıklık ile serinlik arasında yer edinmiş bir meltem çıkardı bizi uyku bataklığından. Şezlong boşluklarının izini alan sırtım bile rahatsız olmamıştı geçirdiğimiz geceden. Cebimden sarkan paketten bir sigara çıkarttım, sonra bir zippo açılış sesi, çarkın çakmak taşını aşındırma sesi, kıvılcımları göğüslenen fitilin yeterince benzine tok olmasının verdiği sebebiyetle ortaya çıkan ve tüm bu organizasyonu tamamlayan turuncu alevin rüzgarda dalgalanma sesi… Çoğu insan sesinden daha fazla huzur vermeye başladı bu sesler bütünü diye düşünmeye başladım her iç çekişimde kağıda sarılı tütünün yanma hışırtısına kulak verirken... Elimi önce saçlarımda sonra vücudumda gezdirirdim ve gece kendimi tuzdan arındırmadığımı hatırladım. Odama gidip duş alıp akşama kadar uyumak istedim, sadece uyumak ve her akşam olduğu gibi diğer akşamları tekrarlamak. içmek için uyumak, gün sonunda tekrar uyuyabilmek için uyumak, ve günü geldiğinde onun gibi uyanmamak üzere uyumak… Önce rüyalarda karşılaşma umuduyla, sonra ebedi buluşma ümidiyle, ne çok geç, ne çok erken...
    ···
  3. 28.
    0
    Titreşimde olan telefonun sesiyle uyandım. Yorgunluk derisi üzerimden soyulmuştu ve telefona ancak arama bitince bakabildim. Birkaç cevapsız çağrı ve birkaç mesaj. Mert akşam yemeğine çağırıyordu, alakart restoranda rakı balık… Duş alıp, kot şortumu ve dirseklere kadar sıvanmış beyaz gömleğimi üzerime iliştirdim. Odadan çıktığımda akşamın biraz olsun serinleten rüzgarı deniz kokusunu burnuma çalıyordu ben de bu koreografiyi naneli bir sigarayla taçlandırıp restorana doğru yol almaya başlamıştım. Küçük bir müzikal eğlencenin olduğu mekâna ulaştığımda Mert’in kayıtsız yüzüyle karşılaştım, sigarasından arta kalan ağızındaki boşluktan “Nerde kaldın?” sorusu çıktı. Sorusunu cevaplandırmaya teşebbüs edecektim ki aslında öylesine sorulmuş bir soru olduğunu fark ettim ki zaten o da başka bir yöne doğru bakıyordu. “Yemekleri söyledin mi?” diye sordum. “Evet on on beş dakika kadar oldu.” Hala gözleri ısrarla aynı yöne doğru bakıyordu. “Mezgit söyledin değil mi? Biliyorsun ben…” konuşmama devam ederken sözümü kesti “Biliyorum biliyorum kılçıklı balıkları restoranda yemeyi sevmezsin.” dedi, evet huyumu biliyordu ama konuşurken bana bakmaması beni rahatsız etmişti. “Çabuk sıkıldın herhâlde benden” diye alaycı bir laf attım “Gözüm daldı sadece” diye geçiştiriyordu ki yemekler geldi rakılar bardaklara serildi. Şeffaf sıvılar birbirini bulandırıp beyazlaşırken mezeler ve şişeler bitti. Hesabı ödeyip içinde açık hava diskosunu barındıran ve daha çok küçük bir barı anımsatan mekana, ağızlarımızdan boşalan dumanın kılavuzluğunda yola koyulduk.
    ···
  4. 29.
    0
    Çok zor günler gelir geçer, ama yerini zor günlere bırakır. Rakı bardaklarının yerini buz gibi Arjantin bardakları alır. Karaciğer yorulur ama idmanlıdır, kolay kolay pes etmez, yarısı artık ölü bir bedene ait olsa bile… “Biliyor musun?” dedim “Benim dört tane karaciğerim var; ikisini ben karartım birini de ortadan ikiye böldürdüm.” Mert neyden bahsettiğimi gayet iyi anlasa da dediklerimi duymazdan gelip beni kalabalığın içine sürükledi ve bir valin önünde durduk. “gibtir et onu bunu da biraları içtikten sonra piste çıkalım fazla melankoli kafa gibiyor biraz eğlenmek iyi gelir.” Söylediklerinde ciddi miydi anlamadım ama elimdeki birayı havayla doldurup tuvalete gittiğime dair bir işaret yaptım. Döndüğümdeyse elimde iki bira daha vardı. “Ben ne diyorum sen ne yapıyorsun” dedi sıkılmış bir tavırla. Nefes almadan elimdeki birayı tüketirken diğer elimle birayı ona doğru uzatıyordum ki elim hafifledi ve ardından boş şişeler varilin üzerinde bir daha doldurulana kadar uyumak üzere uykuya geçti. Elimle dans pistini işaret ederek “Hadi” dedim.
    ···
  5. 30.
    +1
    Dans pistine girdiğimizde ilk başta epilepsi hastası kadar ışıklardan rahatsız olsam da fazla uzun sürmedi alışmam. Yavaş yavaş serbest bıraktığım bedenimle beraber düşüncelerimi de boşluğa bıraktım ve neredeyse benliğimi yitirmiştim ta ki o ışığın onun yüzüne vurduğu ana dek… Kalbim beynime cam kırıntıları pompalamaya başladığında acıdan başka bir şey hissedemedim. Müzik önce uğultuya dönüştü sonra da kendimi dışarı fırlattım avlunun mermer surlarına kollarımı bırakıp denize doğru baktım. Parlak ojeli zarif bir el görüş açıma girdi tepkisizliğime dayanamayıp ağızıma kondurduğu sigara birkaç saniye içinde aleve kavuştu. Nefesim kesilene kadar dumanı içime çektim bırakmayı unutmuşçasına bir süre geçtikten sonra dumana boğuldu çevrem. “Uzun zaman oldu” dedi. “Uzun zaman…” diye tekrarladım. Geçmiş beni o kadar yakından takip ediyordu ki biraz olsun durmaya kalksam bana yetişip bir aparkat geçiriyordu…
    ···