/i/Sözlük İçi

sözlük içi.
  1. 21.
    +1
    Yahudi "ırkdaş"larından aldığı bu büyük destek ve kayırmaların sonucunda, John D. Rockefeller, 1887 yılında ABD’deki tüm petrol ticaretini eline geçirerek, "tröst" haline geldi. Bunu engellemek için çıkarılan "anti-tröst" kanunları da işe yaramadı ve Rockefeller imparatorluğu, 20. yüzyıla dünyanın petrol devi olarak girdi. Bugün de aynı durum devam etmekte, dünya petrol ticaretinin yarısından çoğu Rockefellerlar’ın sahip olduğu ve Standart Oil olarak bilinen beş petrol şirketince Exxon, Texaco, Socal, Gulf ve Mobil kontrol edilmektedir. (Diğer iki büyük petrol şirketinden Shell/Royal Dutch, Hollandalı Yahudi finansör William Deterding’e aittir. BP’nin hisselerinde de Yahudi finansörlerin büyük payı vardır.)

    Sonuçta karşılaştığımız tablo, Rockefellerlar’ın, başta Rothschild imparatorluğu olmak üzere, Yahudi sermayedarlar tarafından çok özenli bir biçimde kayırılıp-desteklendiği ve ABD’nin ekonomik paylaşımında tam bir "ırk dayanışması" yaşanmış olduğudur.

    "Açık" ırkdaşları tarafından büyütülen "gizli" Yahudi Rockefeller ailesinin CFR gibi bir kurumun denetimini üstlenmiş olması ise, az önce belirttiğimiz gibi, gerekli kamuflajı sağlamak ve Yahudi önde gelenlerinin ABD dış politikasındaki güdümünü daha az hissedilir hale getirmek içindir. CFR’yi yöneten hanedan, onu ilk kuranlar gibi sürekli sinagoglarda boy gösteren bir "açık" Yahudi olsaydı, kuşkusuz toplayacağı dikkat de çok daha fazla olurdu.

    Rockefeller imparatorluğunu kuran John D. Rockefeller, 1882 yılında ülkedeki son rakip petrol şirketini de iflas ettirerek, Amerika’nın tüm petrol ticaretini tekeline aldı. Sahip olduğu Standart Oil Şirketi, Rockefeller’ı Amerika’nın Beyaz Saray dışındaki en güçlü adamı" yaptı. Ancak bu "yükseliş"in bir de perde arkası vardı. Gerçekte Sefarad kökenli bir Yahudi olan Rockefeller, aslında Rothschild ve Warburg gibi "soydaş"larının inanılmaz desteği ile bu güce ulaşmıştı...
    a- Rockefellarlar’ın Gerçek Kimliği

    Bütün bu bilgilerin ardından, CFR’yi kurduran Yahudi bankerlerin, nasıl olup da kuruluşu Rockefellerlar’ın denetimine bıraktıkları, kuşkusuz üzerinde düşünülmesi gereken bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Acaba bu Yahudi bankerler, CFR üzerindeki denetimlerini kaybedip, Amerikan dış politikasını yönlendirmek için en uygun aygıt olan kurumu, Rockefeller ailesine mi "kaptırmış"lardır? Yoksa CFR üzerindeki Yahudi kontrolü hiç sona ermemiş, yalnızca bir şekil değişikliği mi yaşanmıştır?

    Bunu anlamak için Rockefeller ailesinin kimliğini incelemekte yarar var. Rockefeller ailesini incelediğimizde, resmen "Protestan" olduğunu görüyoruz. Ama bu Protestanlığın "judaizer" (Yahudici/Yahudi sempatizanı) misyonunu bolca taşıyan bir tür olduğu da açık bir gerçek. Çünkü Rockefellerlar, Yahudilerle hep son derece ilgi çekici bir ilişki içinde olmuşlar.

    1878’de ünlü "judaizer" Protestan William Eugene Blackstone, "Kutsal Kitab’ın Yahudilerin ‘Tanrı’nın seçilmiş halkı’ olduğu şeklindeki hükmünün hala geçerli olduğunu" savunan tezini ortaya attığı zaman, en büyük desteği John D. Rockefeller’dan görmüştü...

    John D. Rockefeller, bunun yanı sıra, ingiliz mandası döneminde Kudüs’te "Filistin Arkeoloji Müzesi"ni kurdurmuştu. Müze, tarih boyunca Yahudi ulusunun gelişimini konu ediniyor, Yahudi kahramanlarının heykellerini içeriyordu. Rockefeller’in kurulması için iki milyon dolar verdiği müze, daha sonra "Rockefeller Museum" adıyla anıla geldi...

    Rockefeller ailesinin israil sempatisi Washington’da da kendini gösteriyor. Batı Virginia’dan Demokrat Parti Senatörü olan John D. IV (Jay) Rockefeller, Senato’da israil’in en sadık dostlarından biri olarak tanınıyor. Yalnızca 1993 yılı içinde, israil’i ilgilendiren altı oylamanın altısına da israil lehinde oy veren Jay Rockefeller, "israil taraftarı olma yüzdesi" (% Pro-Israel) sıralamasında "% 100 israil yanlısı" olarak başta geliyor...

    Fransız yazar Georges Virebeau, "Mais Qui Gouverne L’Amerique" (Amerika’yı Kim Yönetiyor) adlı kitabında David Rockefeller’ın Who’s Who in the World’un yazdığına göre Chicago Üniversitesi’ndeyken ibrani tanrı bilimi (teoloji) derslerini takip ettiğini not ediyor...

    Tüm bu bilgiler, ortaya ilginç bir tablo ve de önemli bir soru çıkarmaktadır: Acaba Rockefeller ailesi, neden Yahudilere karşı böyle ilginç bir sempatinin sahibidir? Bu yalnızca Amerikan Protestanlığındaki klagib "Yahudi sempatizanlığı"nın bir devamı mıdır? Yoksa Rockefellerlar’ın, daha da önemli bir bağlantısı mı vardır?
    Evet, böyle bir bağlantı vardır. Rockefellerlar’ın Yahudilerle olan bu ilginç ilişkilerinin kökeninde, kendilerinin de Yahudi asıllı olmaları yatmaktadır:

    Garry Allen, "The Rockefeller File" adlı kitabının 19. sayfasına düştüğü dipnotta, Malcom Sten’in "The Grandees:America’s Sephardic Elite" kitabından yaptığı alıntıyla bir gerçeği ortaya koymaktadır ki, Rockefellerlar, Sefarad Yahudilerindendir. Aile Arap topraklarında yüzlerce petrol şirketini kontrol altında tutmaktayken, Nelson Rockefeller New York’taki organize Yahudilerin en samimi dostudur. Zaten onların desteğini almamış olsaydı, (nüfusunun % 25’ini Yahudilerin oluşturduğu kentte) dört defa üst üste vali seçilemezdi.

    Kısacası, Rockefellerlar, Protestan bir görünüm altında gerçek kimliklerini koruyan bir "Yahudi dönmesi" hanedandır. Dolayısıyla, CFR’nin "yöneticisi" durumdaki Rockefellerlar, CFR’yi kurduran Yahudi bankerlerle bu tür bir "ırk bağı" ile bağlıdır.

    Bu tablodan karşımıza çıkan sonuç, CFR’nin aşamalı olarak Rockefeller egemenliğine bırakılmasının, örgütün Yahudi-güdümlü olmaktan çıktığı gibi bir anlam kesinlikle taşımadığıdır. Tam tersine, örgütün "açık Yahudi" olan sermayedarlar yerine, "gizli Yahudi" olan bir başka sermayedar tarafından yönetiliyor olması, planlı ve bilinçli bir kamuflaj izlenimi vermektedir. Anlaşılan, CFR’nin, açıkça hepsi Yahudi olan sermayedarlarca finanse edilmesinin dikkat ve tepki çekeceği düşünülmüş ve örgüt, daha örtülü bir Yahudi güdümü altına alınmıştır.

    Üstteki yorumların ardından açıklık getirilmesi gereken bir nokta vardır: CFR, üstte değindiğimiz Yahudi finansörler tarafından oluşturulmuştur, ancak, CFR’nin denetimi, ilerleyen yıllarda bir başka büyük sermayedarın, Rockefeller ailesinin eline geçmiştir.

    Dan Smoot, CFR’nin güç ve etkisinin kurulduğu yıldan sonra istikrarlı bir biçimde arttığını bildiriyor. Örgütün tarihindeki dönem noktasını ise, 1927 yılı olarak belirliyor. Çünkü 1927 yılında, CFR’yi finanse eden sermayedarların arasına çok önemli bir isim daha katılıyor. Sonradan CFR’nin en büyük finansörü ve dolayısıyla arkasındaki asıl güç haline gelecek olan isim, ünlü "petrol kralı" Rockefeller ailesi.

    1929 yılında CFR, Rockefeller’ın verdiği para ile, bugünkü adresine taşınıyor: The Harold Pratt House, 58 East 68th Street, New York City. 1930’lu yıllardan sonra Rockefellerlar, CFR’ye iyice hâkim oluyorlar. 1939 yılında, Konsey’in Dışişleri Bakanlığı için araştırma ve tavsiyeler yapması için bir anlaşma yapılıyor. Rockefeller Vakfı, bu çalışmaların giderlerini üstlenmeyi kararlaştırıyor. O tarihten sonra da Rockefellerlar, CFR’nin en büyük maddi destekçisi oluyorlar. 1940-1945 yılları arasında Rockefellerlar’ın Konsey’e akıttığı para 300 bin doları aşıyor. (O yıllarda Konsey’in başkanlığına getirilen Isaiah Bowman’ın Yahudi oluşu da dikkat çekici.)

    1945 yılında San Francisco’da Konsey’in gücünü belgeleyen önemli bir gelişme yaşanıyor. Birleşmiş Milletler toplantısına katılan ABD delegasyonundaki 40’ın üzerindeki isim CFR üyeleri arasından seçiliyor. CFR üyelerinin en etkini ise Nelson A. Rockefeller...

    Birinci Dünya Savası’nın çıkmasında J. P. Morgan ve Rockefeller’in büyük etkileri olduğu ve savaş sonunda da inanılmaz kârlar elde ettikleri bilinmektedir. Ayrıca 2. Dünya Savaşı’nın başında (Hitler’in yükselişinde de) Rockefeller grubunun Hitler’e yaptığı yardımlar bilinmektedir. Rockefeller’lar, bu Büyük Ağabey’in, CFR veya Skulls and Bones Society’nin merkezindedirler.[18]

    Rockefeller ailesinin ve başkanı David Rockefeller’in hayırsever olarak adlandırdıkları şirketleri, dernek ve organizasyon gibi faaliyetleri birçok yazar ve aktivist tarafından eleştirilmektedir. Türkiye de Fehmi Koru bir yazısında Icke, dünyayı yönetenleri çekirgeye benzetmiş, ve yönetenler için “Bunların hepsi kökleri Orta ve Yakın Doğu’ya dayanan gizli örgütlere mensup birer sürüngen” demiş. Fehmi Koru, Icke’nin bu demecine, “Hiç ingiltere Kraliçesi sürüngen olabilir mi? Veya George W. Bush? Henry Kissinger? Rockefeller? Rothschild? Artist Bob Hope?” diye yazısında yer vermiştir.[19]
    Tümünü Göster
    ···
  2. 20.
    0
    CFR’nin Arkaplanı: Rockefeller Ailesi

    Peki kimdir bu CFR’nin onursal başkanı David Rockefeller’in mensup olduğu Rockefeller ailesi? Bu soruya cevap vermeden, bu aileyi özel himayelerine almış olan Rotshchild ailelesine de kısaca değinmeliyiz.

    Britanya açıklarında Rotshchild’lerin özel başkenti olan bir ada vardır... Bu adanın üstünden ve çevresinden ingiliz uçaklarının, gemilerinin ve denizaltılarının bile geçmesi yasaktır. Çok hassas koruma tedbirleri ve uyarı alarm sistemleri ile donatılmıştır. Bu adada Rotshchild’in malikânesi dışında dünyadaki bütün ülkeleri kapsayan farklı konularla ilgili 400 (dört yüz) civarında uzman danışmana ait, ayrı ayrı villalar bulunmaktadır. Bu çok özel adada uzmanların ve aile efradının sosyal ve ekonomik her türlü ihtiyacını karşılayacak bütün imkânlar hazırlanmıştır. Ancak bu villaların her birinin giriş-çıkış yolları, labirentler gibi karışıktır, şifreli kapıları sadece sahiplerine açılmaktadır. Bu danışmanlar birbirlerini tanımamaktadır ve ikili buluşmaları yasaktır.

    Özel malikânesinde oturan, 90 yaşında olup, yüz türlü hap ve ilaçla ayakta duran... Rotshchild, her gün, onlarca danışmanını teke tek çağırıp rapor almadan ve gerekli talimatları onlara aktarmadan yatağına yatmamaktadır. En fazla uzman-danışman kullandığı ülkelerin başında ise Türkiye bulunmaktadır. Filan ülkedeki, filan siyasi lider hakkında, kontrolümüzdeki medyada karalama kampanyası başlatıldı mı? Şu gazetelerde, şu yollu manşetler atıldı mı? Bazı yüksek makamlara, bizim öngördüğümüz masonlar atandı mı? Filan terör örgütüne, şu, şu imkânlar ve silahlar sağlandı mı? Şu ülkede bize sorun çıkaran iktidara karşı askeri ihtilal veya isyan süreci için düğmeye basıldı mı? Bizim adamlarımız olan, Hıristiyan, Müslüman, Moon veya Brahman filan din adamlarının etkinliğini artıracak ve reklâmı sayılacak girişimler yapıldı mı?Şu, şu yatırımlar gerçekleşip, şu ve şu şirketler batırıldı mı?

    Batı Medeniyeti denen, sömürme ve sindirme düzenin Avrupa ayağı Rotshchild, Amerika ayağı Rockefeller denen Yahudi asıllı Protestan dönmelerin tekelindedir. Rothschild’ler, Eşkenaz (Doğu Avrupa) kökenli bir Yahudi Haham ailesinden gelmektedir. Rockefeller ise; Amerika’da, sonradan Hıristiyanlara dönmüş Protestan Yahudi dönmeleridir ve Rotshchild’lerin özel himayesiyle yükselmiş ve Amerika’yı ele geçirmiştir.

    Rockefeller’in gerçek kimliğinin yanı sıra, bu hanedanın nasıl ABD’nin bir numaralı ekonomik gücü haline geldiğini incelediğimizde de ilginç bir tabloyla karşılaşıyoruz. Çünkü Rockefeller gücü, başta Yahudi sermayedarlar arasındaki hiyerarşinin en üstünde oturan Rothschildlar olmak üzere, büyük Yahudi sermayedarların olağanüstü desteği ile oluşturulmuş durumda.

    Amerikalı yazar Eustace Mullins, "The World Order: Our Secret Rulers" (Dünya Düzeni: Gizli Yöneticilerimiz) adlı kitabında Rockefellerler’in nasıl büyüdüğüne de değiniyor. Mullins, Rockefeler’lerin, son iki yüzyılda Rothschildler’le çok yakın ilişkiler içinde olduklarını ve Rockefeller servetinin oluşmasında Rothschildler’in büyük rolü olduğunu şöyle anlatıyor:

    19. yüzyılın başlarında, "House of Rothschild" (Rothschild tröstü) ABD’de bazı yatırımlar yaptı ve kendisine bağlı bankalar kurdu. Rothschildler’in ABD’de kurduğu bu bankaların ilki, "The City Bank" adını taşıyordu. 1812’de New York’ta kurulan banka, daha sonra "National City Bank" adını aldı ve 50 yıl boyunca da Moses Taylor tarafından yönetildi. Taylor, 1882’de geride 70 milyon dolar bırakarak öldü ve yerine oğlu Percy geçti. Ertesi yıl, John D. Rockefeller’in kardeşi William Rockefeller, bankaya yüklü bir para yatırarak ortak oldu. 1891’de ise Rockefeller’ler, Percy’i ikna ederek, onun yerine banka müdürlüğüne ortakları James Stillman’ın geçmesini sağladılar. James Stillman’ın da bir ‘Londra bağlantısı’ vardı; babası Don Carlos, uzun yıllar Rothschildler’e hizmet etmişti.

    Kısacası, Rotshchild’in bankası, çok kolay bir biçimde Rockefellerler’e devredilmişti. Mullins, bu işlemin, "merkezin", yani Rothschild’in bilgisi ve izni dahilinde yapıldığını söylüyor. Yani Rothschild, isteyerek ve bilerek ABD’deki bankasının Rockefeller egemenliğine geçmesini sağlamıştı!...

    Mullins, Rothschildler’in ve Warburg hanedanının sahip olduğu bir diğer Yahudi şirketi olan Kuhn Loeb’in, Rockefellerler’e verdiği büyük desteği anlatmaya devam ediyor. Bu iki büyük finans devi, petrol ticaretindeki rakiplerini ekarte ederek tröst haline gelmeye çalışan gizli soydaşları Rockefeller’e büyük destek vermişlerdi:

    Rockefeller imparatorluğunu kuran John D. Rockefeller, 1882 yılında ülkedeki son rakip petrol şirketini de iflas ettirerek, Amerika’nın tüm petrol ticaretini tekeline aldı. Sahip olduğu Standart Oil Şirketi, Rockefeller’ı Amerika’nın "Beyaz Saray dışındaki en güçlü adamı" yaptı.

    Ancak bu "yükseliş"in bir de perde arkası vardı. Gerçekte Sefarad kökenli bir Yahudi olan Rockefeller, aslında Rothschild ve Warburg gibi "soydaş"larının inanılmaz desteği ile bu güce ulaşmıştı...

    Sonraki yıllarda, Rothschild’in sahip olduğu The National City Bank da, Rockefellar’a büyük bir destek verdi... John D. Rockefeller’in başarısı, National City Bank of Cleveland’ın desteğini arkasına alarak petrol işindeki rakiplerini saf dışı etmesiyle başladı. 19. yüzyılın ikinci yarısında, ülkedeki demiryolu ve deniz ulaşımının büyük bölümünü elinde bulunduran Kuhn Loeb şirketi ise, John D. Rockefeller’in petrol taşıma şirketine inanılmaz bir indirim uygulayarak, onun diğer petrol şirketlerini batırmasına destek oldu... Kısacası, bütün Rockefeller imparatorluğunun, asıl olarak Rotschildlar tarafından finanse edilip-desteklendiği söylenebilir.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 19.
    0
    ., bu tarih, (MDCCLXXVI), illuminati’nin kuruluş yılı olan 1776 yılını işaret ediyor.

    2., Roma rakamlarıyla yazılı kısmında sırasıyla D-C-C-L (Yani Deccal) kelimesinin sessiz harfleri gizli: MDCCLXXVI.

    3. olarak da bu sayıları 3 boyutlu bir üçgenin üst, sol ve sağ kenarlarına yerleştirdiğimizde ve tabandaki sayıları topladığımızda, bu kez de incil’deki Deccal’in sembolü olan 666 rakdıbına ulaşıyoruz. Şöyle ki;

    D = 500
    C = 100
    L = 50
    X = 10
    V = 5
    I = 1.

    D+C+L+X+V+I = 500+100+50+10+5+1 = 666.[14]

    666 rakdıbının Deccal’in sembolü olduğunu belirten incil ayeti ise şöyle:

    “Canavarın heykeline yaşam soluğu vermesi için kendisine güç verildi. Öyle ki, heykel konuşabilsin ve kendisine tapmayan herkesi öldürebilsin. Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu. Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin. Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı simgeler. Sayısı 666`dır.” (incil, Vahiy:13:15-18) [3]

    “Beyaz Atlı Çıplak Adam” sembolüne geri dönelim: Dr. Walter L. Wilson’a göre bu "beyaz at", muhtemelen din ve doğruluk kisvesi altında Deccal tarafından zorla yaptırılacak "savaşı sona erdirmeyecek/yanlış" bir barışı simgeliyor.[15]

    “Beyaz Atlı Çıplak Adam” ambleminin üzerinde ayrıca, birçok antik Roma parasının üzerinde yer alan Latince "VBIQVE" (her yerde/her yerdeyiz) kelimesi yer alıyor. [16] Bu Latince kelimede üstü örtülü ve güçlü bir "Big Brother, sizi izliyor." çağrışımı yer almaktadır. Bu kelimenin anlatmak istediği şey, Her Şeyi Gören Göz (Horus’un Gözü)’ün her şeyi izlediği, bütün dünyayı yönettiği ve kendilerinin küresel hakimiyetlerinden hiç kimsenin kaçamayacağıdır.[17]

    “Beyaz Atlı Çıplak Adam”, dik bir pozisyonda sağ kolunu kaldırıp gökyüzüne doğru selam verir. Bu, masonluğun 6. derecesindeki inisiyelerin tanınabilir masonik selamlama ritüelidir. Bu selam, masonik kitaplarda "takdir/hayranlık işareti" olarak anılır. Bu işaret, gerçekte "Synagogue of Satan" (Şeytan Sinagogu) mensuplarına ait olan lider ve kralları Lucifer (Şeytan) onuruna yapılan bir selamlamadır. Üstte Mısır fatihi Napolyon, Masonluğun 6. derece takdir/hayranlık seldıbını veriyor.[17]
    Tümünü Göster
    ···
  4. 18.
    0
    CFR amblemi, güçlü, tehlikeli ve çıplak bir biniciyi, ihtişamlı beyaz bir ata binerken tasvir ediyor. Bu adam, zafer kazandığını küstahça belli edercisine sağ kolunu ileriye doğru uzatmış. Yoksa bu adamın parmaklan boynuzlu şeytanı mı sembolize ediyor? Ayrıca beyaz savaş atının üstündeki çıplak adam figürünün, tamamıyla siyah dairesel bir fon üzerine yerleştirildiğine dikkat edin. Texe Marrs, bunun illuminati iç Çemberi’ni temsil ettiğine inanıyor. Beyaz atın üstündeki çıplak adamın ise, iç Çember Konseyi ya da tüm dünyaya hükmedecek "Deccal" olduğunu düşünüyor ve ardından ekliyor: [1]

    “islam alimlerinin, uzun zaman önce, bir Deccal’ın geleceği hakkında uyarıda bulunması da oldukça ilginç. Bu şeytani lider ortaya çıktığında C.F.R harflerinden tanınabileceğini ileri sürüyor, ayrıca "tek gözlü" olacağına da işaret ediyorlar. Acaba bu, bizim bir dolarlık banknotlarımız üzerine basılı illuminati’nin her şeyi gören gözü (Horus’un Gözü) olabilir mi?” [1] (ingilizcede C harfi, K okunur.)

    Texe Marrs’ın bahsettiği hadis ise şöyle:

    “Deccal’in alnında, iki gözünün arasında “ke-fe-re, yani kâfir” yazılıdır.” [10]

    Britannica Angiblopedisi’nin 1904 yılı basımı ikinci sayısında, şu hayret verici paragrafa rastlıyoruz:

    “Deccal, Hz. muhafazid’in dininde sahte isa olarak bilindiği için, islam’a da yabancı değil. Tek gözü olacak ve alnında C.F.R. harfleri yazacak, kafir (cafir) kelimesinin harfleri.”

    CFR (Council on Foreign Relations), 1914 yılında Başkan Woodrow Wilson tarafından oluşturulduğunda, yardımcısı Albay House ile Avrupalı komplocu ortakları Britannica Angiblopedisi’nin haklarını satın aldılar ve 1904 orijinal baskısının 126. sayfasından bu ifadeyi çıkarttılar. Texe Marrs, bu söylediklerinin doğruluğunu ispatlayacak bir kopyasının kendisinde mevcut olduğunu söylüyor.[1]

    Aynı şekilde CFR’nin ve haliyle illuminati’nin sık sık kullandığı sembollerden biri olan “tek göz” (Horus’un gözü)’yle bağdaşlık kurulan hadis şöyle:

    Hz. muhafazid, birgün Deccal’den söz açarak, “Şüphesiz, ben sizi, ona karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh da kavmini ona karşı uyarmıştı. Ama ben size Deccal hakkında hiçbir peygamberin kavmine söylemediği bir söz söyleyeceğim. Haberiniz olsun ki, o kördür, Halbuki Allah asla kör değildir.” [11] buyurmuşlardı.

    CFR onursal başkanı David Rockefeller.

    Benzer bir hadis de şöyle;

    “Hiçbir peygamber yoktur ki ümmetini tek gözlü yalancı (Deccâl)’den uyarmış olmasın. Dikkat edin ki onun bir gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir. Körün (Deccâl’in) iki gözünün arasında KFR (kâfir) yazılmış olacaktır.” [12]

    “Deccal; Kızılca renkli, kıvırcık saçlı, iri cüsseli, kalın boyunlu, tek gözlü ve şaşıdır. Sağ gözü kör olacak. Tek gözü, geniş alnı ortasında sallanan bir üzüm tanesi gibidir.” [13]

    ibni Seyyidih şöyle demiştir: “Mesih Deccal, Yahudilerden bir adamdır. Bu ümmetin sonunda ortaya çıkar ve hakkı batılla karıştırıp hakkı gizlemeye çalışır.”
    Tümünü Göster
    ···
  5. 17.
    0
    Önbilgi: Bu yazıda hem Hıristiyan hem de islam kaynaklarından yararlanılmıştır.

    “Beyaz Atlı Çıplak Adam”, bir illuminati organizasyonu olan CFR (Council on Foreign Relations/Dış ilişkiler Konseyi)’nin amblemidir.[1] CFR, Gizli Dünya Devleti’nin en önemli organlarından biridir ve Yuvarlak Masa teorisine göre şekillendirilmiş organizasyonların eskilerindendir. Yuvarlak Masa teorisi ise Illuminati şebekesinin dünyayı tek merkezden yönetmek amacıyla geliştirdiği bir teoridir. Illuminati şebekesi ise Tapınak Şövalyeleri’nin Ortaçağda ortaya çıkardıkları bir tür siyonizm hareketidir. Gizli Dünya Devleti’nde önemli etkinliği olan Yahudi kökenli Rockefeller ailesinin bir ferdi olan David Rockefeller, CFR’nin onursal başkanı olarak kabul edilmektedir.[2]

    Merak uyandıran bu amblemin korkunç manasını anlayabilmek için incil’den Yuhanna tarafından yazılan Vahiy 6. babı okumamız gerekiyor. Bu bölümde, kana susamış, korkunç "Mahşerin Dört Atlısı"ndan ilkinin, beyaz atlı bu binici olduğunu fark ediyoruz: [1]

    “Sonra Kuzu’nun 7 mühürden birini açtığını gördüm. O anda 4 yaratıktan birinin, gök gürültüsüne benzer bir sesle, “Gel!” dediğini işittim. Bakınca beyaz bir at gördüm. Binicisinin yayı vardı. Kendisine bir taç verildi ve galip gelen biri olarak zafer kazanmaya çıktı.” (Vahiy 6:1-2) [3]

    "Gökteki Kuzu", mühürlerden birini açtığı zaman, Yuhanna’nın gök gürültüsünün sesini hemen o anda işittiği andır. Ve dört yaratıktan biri şöyle der: “Gel”. Bu feryada karşılık olarak ortaya “beyaz bir at” çıkar ve yeryüzü üzerine yargılar gelmeye başlar. insanlar, kendi isteklerini yerine getirdiklerini düşünürler, ama Rab, insanların tüm yaptıklarının arkasında bulunur, ve hiç kimse Rabb’in arkasında değildir.

    ilk dört mührün açılışındaki “Gel ve gör” ifadesinde genellikle fark edilen, “ve gör” sözcükleri, orijinal metinde yer almazlar. “Gel ve gör” sözleri, Yuhanna’ya yapılan bir çağrıyı ifade eder. Ama elçiye yapılacak bir çağrıya bir gök gürültüsünün eşlik etmesi çok küçük bir olasılıktır. “Gel” sözcüğü, atlara ve binicilere yapılan bir çağrı olabilir ve bu açıdan birbirleri ile oldukça tutarlıdırlar.[4]

    incil’in bu bölümde tarif ettiği atlılar, halk arasında “mahşerin dört atlısı” olarak bilinir; ancak insanlarımızın çoğu bunların ne anlama geldiği konusunda hiçbir fikre sahip değildir. Aslında burada sıralanan atlar ve binicileri son yedi yıllık zaman sürecinde Deccal’in yapacakları ve bunun getireceği sonuçları özetler. incil’e göre bu atlar, binicileri ve temsil ettikleri şeyler şunlardır: [5]

    Atın Rengi Atların Simgesi Binici Güç Binici simgesi
    Beyaz Kutsallık. Ölüm. Savaşır ve yener. isa’nın kral olarak hazır bulunuşu
    Kırmızı / Kızıl Dökülen kanların rengi Savaş. Savaş getirir. Savaşlar ve çatışmalar.
    Siyah Ölüme yakınlık. Açlık. Kıtlık, açlık, yoksulluk. Kıtlık, açlık, yoksulluk.
    Soluk Ölümün soğuk yüzü, çürüme. Hastalık. Salgın hastalık ve can güvensizliği Ölüm, öldürülme, vakitsiz ölümler.
    Bu atların koşmaya başlaması, bir zaman dilimi içinde olacaktır. Bu zaman dilimine Armagedon da dahildir. Bu, özellikle beyaz at ve binicisinin kazanacağı zaferle yakından ilgilidir. Vahiy 19. bölümde şu ifadeler bunu açıkça gösterir: "... beyaz bir atın orada durduğunu gördüm. Binicisinin adı Sadık ve Gerçek’tir. Adaletle yargılar, savaşır." Bu sözler, "beyaz bir atın" ve "binicisinin" yapacaklarını anlatmaktadır. Bu sözlere göre, dört atlının ilki olan "beyaz at ve binicisi", Vahiy 19’da tarif edilen kişiyle aynı kişi olmaktadır. Buradaki sözlerde ise, çok daha kapsamlı bir şekilde yapacakları anlatılıyor. Buradaki anlatımlar, "Büyük Sıkıntı" ve "Armagedon"daki eylemleri anlatmaktadır.[6]

    Bu ilk mühür, kilise döneminden sonra dünyanın üzerine gelecek olan ilk yargının şu özellikte bir önderden çıkacağını ima eder: kitleler arasından çıkan ve kendisine bir kral konumu verilecek olan ve bir saldırı seferine çıkacak ve bir süre için çevresindeki uluslar üzerinde karşı konulamaz bir güç ile zaferden zafere koşacak olan bir önderdir bu.[4]

    Hıristiyanlığın bakış açısına göre bu beyaz atlı, büyük olasılıkla sahte isa’yı anlatmaktadır.[7] Başta tertemiz, barışçıl, son derece hoşgörülü bir karaktere bürünecektir. Böylece başarıdan başarıya ilerleyecektir. Herkes onun ak ve pak duruşuna bayılacaktır.[5] Sahte isa’ya kendisine karşı çıkan herkesi yenme otoritesi verilecektir. Sahte Isa, beyaz at üstünde dönecek olan (Vahiy 19:11-16) gerçek Mesih’in taklididir.[7] ilginçtir ki, daha sonra gerçek Mesih’in beyaz bir ata binmiş olarak geldiğini okuyoruz.[8]

    Deccal, Kutsal Kitap’ta canavar niteliğinde tanıtılıyorsa da, onun korkunç yüzlü bir canavar olarak değil, akıllı çekici ve çağdaş bir insan olarak belireceği akılda tutulmalıdır. Deccal, bir insan olsa da, kökeni tümden şeytansaldır. Bazıları Deccal’in bir kadınla cinsel ilişki kuran şeytandan doğacağını bile ileri sürer! Mesih’in doğuşu, doğaüstü yolla olduğundan şeytanın bunu taklit ederek hizmetinde kullanacağı Deccal’i de doğaüstü yolla peydahlayacağı düşünülür. Böyle olabilir ya da olmayabilir. incil’de bu konuya değinilmediğinden varsayımlara gitmeye gerek yoktur. Deccal’in şeytan ve karanlık dünyasının güçleriyle donatılacağı, tüm kötü güçlerin desteği ve denetiminde işleyeceği kuşku zütürmez bir gerçektir (bkz. Dan. 8:23-25).

    Deccal, ilk mühürün açılmasıyla Kilise’nin göğe alınmasından sonra biçimlenecek evrensel kargaşalıktan yararlanarak dünya çapında yetkiyi yavaş yavaş ele geçirmeye başlayacak. Kuşkusuz Deccal, oluşacak evrensel kargaşalığa, israil-Filistin sorununa ve dünyanın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal çıkmazlara çözümler bularak insanlığın hayranlığını kazanacak. Belki de nükleer bir tehdit veya yeryüzüne yönelik gizemli bir tehlike, tüm insanlığı bir anda Deccal’in çevresinde birleştirecektir.[9]
    Tümünü Göster
    ···
  6. 16.
    0
    Avrupa için Anayasa Sözleşmesi (Avrupa Konvansiyonu’nun Valery Giscard d’Estaing’in önderliğindeki çalışmaları ile hazırlandı. Yaz 2003’te tamamlandı. Yaz 2004’e kadar üzerinde çalışıldı. 29 Ekim 2004’te Roma’da törenle imzalandı ve hâlen üye ülkelerin onayını bekliyor) aslında bu derecede doğrudan irtibatlandırmıyor. Ama “kültürel, dinî ve insanî mirasından esinlenerek” diyor ve ekliyor “Birlik, kiliseler ile birlikte üye ülkelerdeki dinî kurumlar ya da toplulukların ulusal hukuk altındaki statülerine saygı duyar ve önyargı göstermez”.

    Yani “sivil görünmeyen” ve Kilisenin sesi konumundaki “Müslümana Cevaplar” doğru söylüyor. Enteresan değil, ama bilmekte fayda var; Alman Katolik Kilisesi de aynısını yineliyor.

    Acaba AB neden hâlâ bayrağını aylarla burçlarla izah ediyor ve bayrak hakkındaki yorumlara cevâp vermiyor?

    Acaba AB gerçekten de “Hristiyan Kulübü” olmaya bilir mi?

    Acaba on iki yıldız ile “tekamül” ettiğini, tamama erdiğini söyleyen AB Türkiye’yi almaya niyetli mi?

    Bir dönemin Avrupa Parlamentosu Başkanı Pat Cox, TBMM'de yaptığı konuşmada, AB’nin Hıristiyan Kulübü olmadığını ve Türkiye’yi alacağını söyledi. Aynı ziyaret sırasında bir gazetecinin bayrak ile ilgili sorusuna işe şu cevabı verdi;

    "Yıldız sayısı artacak mı? Hayır, 12 rakdıbını koruyacağız. Bugün bile AB üyesi devlet sayısı 15. Semboller önemlidir. Mavi fon kuzey gökyüzünü ifade ediyor. Yıldız sizin literatürünüzde ve irlanda literatüründe yıldızlar hayal kurmayı ifade eder, daire uyumu ve birliği simgeler. 12 sayısı günün saatini ve yılın aylarını sembolize eder. Dolayısıyla birlik içinde sürekli olarak ileriye doğru hareket. Tıpkı Türkiye'nin dönen dervişleri gibi. Sürekli olarak doğruyu aramanın peşinde. Yıldızlar birbirine değmiyor. Bağımsız. Dolayısıyla bu dairemiz açık. Bizim değerlerimizi gerçekten benimseyenlere açık. Bayrağımızın sembolü bu. 50 yıl önce Strazburg da bu bayrak kabul edilmişti." dedi.

    Cox, o zaman bu dairenin tam ortasına haç işareti konulması konusunda görüşler olduğunu ifade etti ve "AB Konseyi buna 'hayır' dedi. Herhangi bir bölücülük olamaz. Bu da size açık seçik mesajdır." dedi.

    Denebilir ki, Türk Bayrağında da ayyıldız var. Hatta hilâl islâm’da büyük öneme sahip. AB’nin bayrağında da onlar açısından önemli değerlerin simgeleri olamaz mı?

    Elbette olabilir. Olduğu da görülüyor. Ama arada iki fark var. Birincisi Türkiye bayrağındaki simge ne ise, ne olduğunu da bütün çıplaklığı ile söylüyor. ikincisi AB bir ülke değil, “uluslarüstü sistematik” olduğu ve evrensel değerlerin himayesi gibi iddiaları olduğu için, etik bir tutum değil.

    Türkiye’nin üyeliği ile ne olur bilinmez. Belki on iki yıldızlı taç aynı kalır, belki bir yıldız daha eklerler, belki de bir hilâl. Belli olmaz. Güne bağlı.

    Ama her durumda 25 üyenin on iki yıldız olduğu yerde, gerçekten Türkiye “tek yıldız”.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 15.
    0
    Avrupa Birliği'ndeki 12 Yıldızın Sırrı

    Simgeler ve onların ardında saklanan mesajlar her zaman önemlidir. Hatta dinî simgeler hemen her kompozisyonu daha heyecanlı bir bilmece hâline getirir. Ama simgeler ile uğraşmak ve bir yerden sonra yorumlamaktaki zorluklar, bâzen onu yorumu yapanın bâzen de yaptığı yorumun inandırıcılığını olumsuz etkiler.

    Acaba AB bayrağında da benzer simgeler gizlenmiş olabilir mi? Veya orta yerde olan simgelerin bir mesajı var mıdır? Bütün bayrakların anlattığı değerler olduğuna göre, pekâla mümkün. Üstelik AB Komisyonu eski Başkanı Romano Prodi’nin Belçika Başkanı Guy Verhofstadt, yazar Umberto Eco, Swatch’ın mucidi Nicolas Hayek ve Gerard Mortier'le “AB için yeni bir bayrak” tasarımı konusunda 2001’de görüşmesine rağmen, bundan vazgeçtiğine göre.

    Alman Spiegel Dergisi ve ingiliz gazeteleri The Guardian ve The Independent de böyle bir girişim olduğu, ama sonuçlanmadığı yönünde haberler verdiler. Hatta Hollandalı ünlü mimar Rem Koolhaas, bütün AB üyelerinin bayraklarının birbirine bitiştirilmesinden oluşan bir tasarım önermişti. Koolhaas’a göre mesaj “birlik ve farklılık” olmalıydı.

    Ama belki de olmamalıydı. Çünkü AB bayrağının değişimi rafa kalktı. Aynı semboller hâlen veya aynen yürürlükte. Bu noktadan sonra “yorum” yapmak yerine, “bu konuyu bildiğini savunanların” yazdıklarını aktarmakta fayda var.

    “Gökyüzünde büyük bir simge göründü; Bir kadın ve kucağında çocuğu güneşle giyinmişti. Ay, onların ayağının altındaydı ve tepelerinde on iki yıldızdan bir taç vardı” ve “bu yüzden AB bayrağında mavi fon üzerinde on iki yıldız olmalıydı”.

    Bu ifâde herhangi bir “komplo teorisyenine” ait değil. Bu satırlar bir bilim-kurgu romanından da alınmadı. Bu cümleler 26 Şubat 1998’de Alman Die Welt Gazetesi’nde Tohmas Pinzka imzasıyla Yohannes’in vahyine atfen yayınlandı.

    Pinzka şunları da yazdı;

    “Bir süredir kamu binalarında Alman bayrağının yanında Avrupa bayrağı da asılı. Lâcivert arka plan üzerinde on iki altın yıldız. On iki yıldızın ne olduğunu sorduğunuzda birbiri ile çelişen cevâplarla karşılaşıyorsunuz.

    Çoğu kimsenin verecek bir cevâbı yok. Bazıları AB’nin bir zamanlar 12 üyesi olduğunu hatırlıyorlar ve cevâp olarak bunu söylüyorlar. Ama bu yanlış bir cevâp.

    Bayrağın hikâyesi ikinci Dünya Savaşı yıllarına gidiyor. Belçikalı Yahudi Paul Levi Yahudilerin Gestapo tarafından trenlerle bilinmeyene zütürülmelerini izlerdi. Savaşın ve nasyonal sosyalistlerin sonunu görebilirse, her şey bittiğinde Katolik olmaya karar verdi.

    5 Mayıs 1949’da Londra’da Avrupa Konseyi kuruldu ve Levi kültür bölümünün başına geldi. Altı yıl sonra, 1955’te temsilciler ortak bir bayrak üzerine tartışıyorlardı. Çeşitli öneriler vardı. iskandinav bayraklarının model alınması, üzerindeki haçtan dolayı sosyalistler tarafından reddediliyordu. Sosyalistlere göre böyle bir bayrak çok fazla ideolojik ve “çok Hıristiyan” olurdu.

    Birgün Levi yürüyüş yaparken Hz. Meryem’in bir heykelinin önünden geçiyordu. Heykelin tepesindeki yıldız tacı güneşte, mavi gökyüzünün altında parlıyordu.

    Levi hemen sonrasında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri ve Venedikli Hıristiyan Demokrat Kont Benvenuti’yi aradı ve ona Avrupa Bayrağı için lâcivert fon ve halka hâlinde on iki altın yıldız düşündüğünü söyledi. Kont Benvenuti bu fikirden etkilendi. Kısa bir süre sonra bu teklif genel kabûle ulaştı. Böylece o günden bugüne kadar bütün AB ülkeleri Hz. Meryem’in altın tacının gösterildiği bayrağa sahip oldular.”

    Aynı yazıya göre; Bundan başka taç, “zaferi” ve “kadının yenilmezliğini” anlatıyor.

    Katolik inancında uzun süre “kadın” ve “Hz. Meryem” aynı olarak değerlendirilse de, burada söz konusu olan “kadın”, “Hz. Meryem” değil. Buradaki “kadın”, Mesih doğuracağı için “Yeşu” olabilir.

    “On iki” sayısı ise eski Mısır’da yer altına açılan kapıların sayısı. Yunan mitolojisinde ise “Herakles’in tamamlaması gereken görevlerin sayısı”. Romalılar da hukuku “on iki tablete” yazmışlardı. Bundan başka Hz. isa’nın “on iki havarisi” vardı. “On iki” aynı zamanda “Yahudilerin on iki kabilesini” anlatıyor.

    Ayrıca “Tanrının halkının evi” olan Kudüs’ün on iki kapısı ve her kapısının üzerine birer meleği var. Kapıların her birinin üzerinde israil kabilesinin oğullarının adı yazılı. Şehrin surlarının on iki temel taşı var. Bu taşların üzerinde de havarilerin adları yazılı.

    Aynı çerçevede “on iki”, “dört” ve “üç”ten oluşuyor. Burada “üç”; Tanrı, oğul ve kutsal ruh. “Dört” ise; gökyüzünün dört yönü; Kuzey, Güney, Doğu, Batı.

    Yinelemekte fayda olabilir; Yukarıdaki değerlendirme Almanya’nın önemli gazetelerinden ve AB’nin destekçisi olarak kabûl gören Die Welt Gazetesi’nde yayınladı.

    Devâm edelim;

    Avrupa’nın bütünleşmesi fikri, yazar ve siyâsetçi Richard Nikolaus Coudenhove-Kalergi’ye (1894-1972) kadar uzanır. 1923’te Viyana’da yayınladığı “Pan Avrupa Birliği” kitabı, yazarın bu konudaki fikirlerini aktarır. Richard Nikolaus Coudenhove-Kalergi, kitabında “Pan Avrupa’nın ambleminde olması gerekenler” hakkında şunu söyler;

    “Hareketin sembolü altın bir güneş üzerinde kırmızı bir haç olmalıdır. Apollo’nun güneşi üzerinde isa’nın haçı. Uluslarüstü insancıllık ve aydınlanmanın parlayan ruhu, aynı zamanda berrak barışın tarifi, açık mavi ile yer almalıdır.”

    Kimi yazarlar, Coudenhove-Kalergi’nin annesinin Japon olması nedeniyle, Japon kültüründeki güneş imgeleminin bilinçle veya bilinçsiz etkisinde kaldığını savunurlar.

    Bu arada beyaz daire üzerinde kırmızı haçın haçlı seferlerinin de sembolü olduğunu hatırlamakta fayda var. Kezâ aynı sembolde haçın gamalı olması durumunda, ortaya “nasyonal sosyalistlerin” simgesinin çıktığı da ortada.

    Bugün ”Avrupa’nın barışta ve özgürlükte birliğinin yorulmayan öncü savaşçısı” sayılan Coudenhove-Kalergi, 1 Mayıs 1924’te “Avrupa Manifestosunu” deklare etmişti. Manifestodan naklen, güneş “aydınlanmayı” ve kırmızı haç "uluslararası insanlığı” sembolize ediyor.

    Avrupa’nın bütünleşmesi fikrinden çıkan bu simgenin tasarımcısı gibi Avusturyalı olan Otto Habsburg ve Karl Habsburg da aynı amblemi alıp, üzerinde isa’nın kırmızı haçı olan sarı Apollo güneşinin çevresine “Hz. Meryem’in on iki yıldızdan oluşan tacını” ekledi ve fonunun rengini açık maviden lâciverte çevirdi.

    Avrupa Konseyi’nde sosyalistlerin Avrupa bayrağındaki amblemde haç olmamasında ısrar ettiğini düşününce, galiba sadece ortadaki motifi çıkarmak yeterli olmuş.

    Gerçi dileyen hâlen on iki yıldızın, on iki üyeden, on iki burçtan ve on iki aydan kaynaklandığına, daire formunun bütünlük ve birlik anldıbına geldiğine ve on iki sayısının tekamül etme manası taşıdığına inanabilir. Çünkü AB yetkililerinin bu yönde çok sayıda açıklaması oldu.

    Ama bayrağın 8 Aralık’ta –ki bu Hz. Meryem ile ilgili önemli bir gündür- kabûl edilmesi ve “Hz. Meryem’in Avrupa’yı koruması”, hatta “Avrupa’nın Hz. Meryem ile özdeşleşmesi” gibi çeşitli fikirlerin varlığı, bunu inandırıcılıktan uzaklaştırıyor.

    Bu arada kerameti kendinden menkul “Müslümanlar'a Cevaplar” (antwortenanmuslime.com) adlı sitede, “AB Bayrağındaki 12 yıldız ne sembolize etmektedir.” sorusunun altında şu ifâdeler yer alıyor;

    “ABD bayrağının aksine AB bayrağındaki yıldızlar üye ülkeleri anlatmaz. Onlar mistik açından tekâmül manasına gelir. Avrupa için Anayasa Sözleşmesi’nin 4. Bölümünde on iki yıldız, israil’in on iki kabilesi, on iki havari, on iki ay, saatteki on iki saat ile irtibatlandırılır.

    ... Taçtaki on iki yıldız, Avrupa halklarını sembolize eder ve onların Yahudi-Hıristiyan geleneğinden geldiğini gösterir. israil’in on iki kabilesi vardı, isa’yı on iki havari takip etti, Kudüs’ün on iki kapısı vardı.

    ... On iki yıldızın taç şeklinde dizilmesi Mesih'in doğumunu, Tanrının halkını ve tarihin yeni başlangıcını anlatır. Bayrak kutsiyetin ve seçilmişliğin vaadini belirtir.”
    Tümünü Göster
    ···
  8. 14.
    0
    Ses insan varlığının en önemli parçalarından biri. Tarih boyunca, özellikle yaradılış konusunda çok fazla kafa yoran insanoğlu yeri gelmiş tek bir sesle milyonlarca yıllık bir süreci ifade etme ihtiyacı duymuş. Bunun en ünlü örneği Hinduizm’in ritüellerinde karşımıza çıkan “aum” (om) sesidir.[1] Aum (Om), Hinduizm'de dini ya da mistik etkisi olduğuna inanılan sözcüklerin (mantra) en kutsalı sayılan hecedir.[2] Hinduizm’in kutsal metinleri olan Veda’ların yanı sıra her türlü dua ya da mantra’nın okunmasından önce ve sonra çıkarılan bu ses, üç adet sesbirimden oluşmaktadır.[1]

    Bu hece, bu üç tanrının birliğini (trimurti) sembolize eder. Upanishadlarda ise bu sembol, tüm niteliklerden uzak, insan bilinci ve ikiliğin dışındaki nirguna Brahman'ı simgeler. Tüm evreni, geçmiş, bugün ve geleceği sembolize eder. Yoga pratikleri ve meditasyon yaparken Om hecesi sıkça kullanılır. Hindu inancında çok önemli bir yeri vardır.[3]

    Hindu ve Budistler için Om ilk ses, yaratılışın ilk nefesi ve var oluşu devam ettiren titreşimdir. Om sesi Tanrı, Yaratılış ve tüm yaratılmış olanın Birliğini işaret eder. Ses ve form olarak Om sonsuz Brahman'ı (esas gerçekliği) ve tüm evrenleri temsil eder. Om tüm mantraların en kutsalıdır.[4]

    Bu üç ses, yani A=Brahma'yı (Yaratıcı), U=Vişnu'yu (Koruyucu), M=Şiva'yı (sona erdirici) şeklinde üç büyük Hindu tanrısını; yeryüzü, gökyüzü ve gök katlarından oluşan üç dünyayı simgelemektedir.[2]

    “A” sesi, diğer yandan Vaishvanara, yani evrenin başlangıcını sembolize ederken, “U” sesi Hiranyagarbha, yani sürekliliği, “M” sesiyse Iswara, yani dağılmayı sembolize ediyor. Bu üç kavrama atfedilen Brahma, Vişnu ve Şiva tanrıları da bu şekilde anılmış oluyor.

    “A” ve “U” sesleri, ayrıca sırasıyla bedenin sol ve sağ tarafları üzerinden Sempatik Sinir Sistemini, “M” ise Parasempatik Sinir Sitemini ifade ediyor. ilki beynin sol yarısı tarafından kontrol ediliyor ve insanoğlunun fiziksel tarafını, diğeriyse sağ tarafın kontrolündeki duygusal yönünü sembolize ediyor.

    Hindular yaradılış süreci başladığında bu süreci kontrol eden büyük ve tanrısal gücün bir titreşimle kendini ortaya koyduğuna ve bu titreşimin çıkardığı sesin de “aum” olduğuna inanıyor. Bu ses, tanrının, kesin gerçekliğin bir yansıması olarak kabul ediliyor. Fonetik olarak da bir başı ya da sonu olmadığı için var olan her şeyi kapsayıp kucakladığı düşünülüyor.[1]

    Vaastu vedalar “OM” (AUM) ışık frekanslarının ve ses titreşimlerinin, süptil atomik prensibin titreşiminin fiziksel madde ve deneyim için potansiyel taşıdığını bildiriyor.[5]

    Praşna Upanishad’da şöyle yazar:

    "Om hecesi bir destektir;onu bilen huzura, güvene, ölümsüzlüğe ve korkusuzluğa kavuşur."

    Katha Upanishad içerisinde bir bölümde şöyle yazar:

    "Bütün Vedaların naklettiği, bütün çileciliklerin gereksinim duyduğu, dinsel öğrencilik yaşayanlara elzem olan sözcüğü sana açıklıyorum: Bu sözcük Om’dur. Bu hece gerçekten de Brahma’dır!Bu hece gerçekten de en yücedir! Bu heceyi bilenin her isteği yerine gelir! O en iyi dayanaktır. O en yüce dayanaktır. Bu dayanağı bilen, Brahma dünyasında mutlu olur." [6]

    Tanrıyı tasvir için kullanılmış olan bazı kayıtlarda bazı soyut kavramlar geçmektedir; bu kavramlarda Tanrı tasavvurunun başkaca bir cephesi beliriyor; bu mefhumlarda Tanrı bazan kâinatta yer alan mevzularla ilgili olarak düşünülmüştür. Bilgi Tanrıdır. Tanrı bilinmesi gereken bir şeydir, kurban, âyin, merasim, kurban ederken sunulan şey, kurban ateşi, kuvvet, kudret, parlaklık veya ihtişam, zaman, zekâ, nizama aykırı düşmeyen arzu, ölümsüzlük, şöhret, saadet, söz, hafıza, deha, sebatkârlık, affedicilik, gerçek ve Om hecesi Tanrıdır.[7]

    Om, Hinduizm'de ve çoğu Hindistan'a özgü bazı başka inanç sistemlerinde dinsel ya da mistik etkisi olduğuna inanılan sözcüklerin (mantra) en kutsalı sayılan hece. Sanskrit dilinde birlikte o sesini veren a ve u ünlüleriyle m sesinden oluşur. Bu üç ses yeryüzü, gökyüzü ve gök katlarından oluşan üç dünyayı; Brahma, Vişnu ve Şiva'dan oluşan üç büyük Hindu tanrısını; Rig, Yacur ve Sama adlı üç kutsal veda metnini simgeler. Böylece Om hecesi gizemli biçimde bütün evrenin özünü temsil eder. Hindu ayinlerinde dua, ilahi ve meditasyonların başında ve sonunda söylenir. Belli bir kurala bağlı olmaksızın Budacı ve Caynacı ayinlerinde de kullanılır. Om hecesinin yazılı biçimi, 6. yy.dan sonraki yazma ve yazıt metinlerinin başını belirtmek için kullanılmıştır.[8]

    Om sembolü, Brahman’ı temsil eden kutsal hecedir. (Brahman, Hint felsefesi geleneğinde, hem içkin hem de aşkın olan, hem evrende ve hem de kendisinde varolan en yüksek varlığa kendisiyle birleşmenin nihai ve en yüksek hedef olarak addedildiği dünya ruhudur.[6]

    Om hecesi, felsefi veda metinleri olan Upanishadların birçoğunda ele alınır; bunlardan Mandukya tümüyle bir heceye ayrılmıştır. Yoga uygulamalarında da kullanılan Om sözlü meditasyon teknikleriyle ilişkilidir. Puranalarda (Eski Bilge) ise mezhepçi amaçlarla kullanılır; Şivacıların Om'u linga'nın (Şiva'nın simgesi erkeklik organı) simgesi olarak yorumlamasına karşılık, Vişnucular bu üç sesi Tanrı Vişnu, karısı Şri ve ibadet edenden oluşan üçleme biçiminde tanımlar.[8]

    Tüm Sanskritçe mantralar, güçlerini evrenlerin ifade bulduğu ilk ses dalgası ‘Aum, Om’ kelimesinden alır. Bu mantralarla meditasyon yaparken, kişi Tanrısal alandan açığa çıkan Söz veya Om’u, ifade eden tüm seslerin kaynağını hatırlamaya teşvik edilir. Sonra kişi mantra ile birleşir ve onun ötesinde aşkın farkındalıklara geçer. Mantrayı dinlemek zihni sakinleştirir ve konsantrasyonu geliştirir.[9]

    Upanishadlar’da Om kutsal hecesinin üç hecesi (AUM) ile birlikte düşünülmesi gerektiği vurgulanır. Bir kimse sadece bir hece üzerinde derin düşünürse, bunun yol göstericiliğinde hemen bu dünyaya geri geleceği belirtilir. ilahilerin (Rigler) bu kişiyi insanların dünyasına taşıyacağı, orada çilecilik, saflaşma ve bağlılıkla büyüklüğü tecrübe edeceği ifade edilir. Bir kimse sadece iki hece üzerinde derin düşünürse, Yacur formüllerinin onu orta boşluğa, Ay dünyasına taşıyacağı, Ay dünyasında büyüklüğü tattıktan sonra ise bu dünyaya geri döneceği belirtilir.[11]

    Om’u meditasyonda kullanma fikri, Kaynağa tekrar dönme düşüncesiyle ortaya çıkmıştır.[10]
    Tümünü Göster
    ···
  9. 13.
    0
    Alfa Romeo ve Haçlı Seferleri

    Peki ama, Alfa Romeo'nun Haçlı Seferleri ile ne alakası var?

    alfa romeo

    Amblemin sol tarafında ki bir haç, sağ tarafta ise Hıristiyanlığı ve Haçlı Seferleri'ni sembolize eden bir yılan ve yılanın ağzında ki de "MÜSLÜMAN bir ÇOCUK!"

    Alfa Romeo

    Almanca bir kaynakta, yılanın ağzındakinin çocuk olduğu yazıyor:

    "... das rote Kreuz aus dem Stadtbanner und die Schlange aus dem Wappen der Visconti. Eine Viper frisst ein Kind - Symbol aus der Zeit der Kreuzzüge im 12. Jahrhundert."
    Tercümesi: "... Visconti'nin* ambleminde ki kırmızı haç ve yılan. Bir Viper* çocuğu yiyor - sembol 12. yüzyılda ki Haçlı Seferleri'nden kalmıştır."

    • Visconti: Alfa Romeo firmasını kuran ailenin soyadı.

    • Viper: Bir yılan türünün ismi.

    ingilizce bir kaynakta ise yılanın ağzındakinin çocuk olduğu değil ama Arap olduğu yazıyor:

    "The coat of arms of the Visconti family, showing a snake swallowing a Saracen* (Arab). This had been a popular motif for military standards during the crusades of the 1100s and 1200s."

    Türcümesi:"Visconti ailesinin armasındaki yılan, bir arabı yerken görülmekte. Bu 1100´lü ve 1200´lü yıllarındaki haçlı seferlerinde popüler bir askeri motifti."

    • Saracen: Avrupalıların ortaçağda, Abbasilere ve Şam civarındaki Müslüman Araplara verdikleri isimdir.

    Aynı sembolü gösteren bir heykel:

    Ve resimdeki şövalyenin sırtında da aynı sembol:

    Sembolün zamanla değişimini gösteren bir resim:

    Alfa Romeo

    Batının bilinçli olarak kullandığı sembollere; Coca Cola, Windows XP, dolar ve daha nicelerini ekleyebiliriz.
    ···
  10. 12.
    0


    1.







    2.







    3.



    911


    ···
  11. 11.
    0
    9+1+1=11

    Kabala + Ebced gibi hesaplarda ve diğer ezoterik tanımlamalarda Tanrı, Batı terminolojisinde tamamlayıcı olması sebebiyle 10 sayısı ile ifade edilir. O, her noksanlığı tamamladığı için diğer sayısal kümeleri tamamlar ve temsil ettiği numerolojik sayı, 10 sayısıdır.

    Ancak "Şeytan" denen varlık, kendini Tanrı'dan büyük gördüğü için 11 rakdıbını kullanır ve onun temsilcileri, sembolizm ile mesajlar vererek 911 rakdıbını subliminal olarak her tarafa dokurlar.

    911 yazısının her tarafa yazılması, filmlerde, sembollerde, reklamlarda ve diğer birçok materyalde kullanılması, 9 sayısından sonra yani "insan"dan sonra Tanrı'yı temsil eden 10 sayısını tanımadan Şeytan'ı temsil eden 11 sayısına geçmek demektir. Yani Tanrı'yı yok sayarak direk insan ve Şeytan ilişkisi (9 & 11) anldıbına gelir.

    Saat 09:11’de iki uçağın ikiz kulelere çarpması, bir saldırı değil aslında şeytani bir ritüelin startının verilmesidir.

    ABD’de ACiL DURUM telefonu yine 911’dir. Ne mi var bunda? Şu var! "Yardıma ihtiyacın olduğunda Allah’ı geçerek ŞEYTAN’dan yardım istersin." mesajı var…

    Sana saçma gelebilir ancak onlar da zaten senin bunlara SAÇMA demeni ve ARAŞTIRMAK gibi bir çalışmaya girmemeni istiyorlar…

    Peki neden iKiZ KULELER? Jakin Boaz sütunlarını bilir misiniz? Masonlukta iki önemli unsur olan sütunlardır bunlar… Süleyman Mabedinin girişindeki iki büyük sütunu temsil ederler… Süleyman Tapınağı diye de bilinen bu tapınağın girişindeki iki büyük sütun neden önemlidir peki?

    Hz. Süleyman tüm metafizik varlıklara hükmetmekteydi ve o iki sütun arasındaki tılsım sayesinde suflî (şerli) ve negatif olanlar içeriye giremiyorlardı… Hatta Hz. Süleyman vefat ettiğinde ilk yıkılan bu iki sütundu… O iki sütun, iBLiS soyunun özgürlüğünün temsilidir…

    11 Eylül’de yani 9/11’de "JAKiN & BOAZ" sütunları yani ikiz kuleler yıkıldı ve 9:11’de ŞEYTAN, islam coğrafyasına AFGANiSTAN’a girdi…

    Uçağı kullanan RAMSiN YUSEB isimli kişinin 9 kez ABD’de uçuş eğitimlerine katılması isminin yine 11 harften oluşuyor olması da bir tesadüf olabilir sizce… Ya da uçağın 9 numaralı perondan kalkarak 11 numaralı uçuş ile havalanması da…

    MATRiX filmini hatırlayanınız var mı? 911 numaralı SON kapıdan girilmişti Dikkat! SON Kapı!

    Yahudi Haham Solomon Drabilha, şöyle diyordu:

    "Biz, kutsal tepeye çıkamayız. Orası bize yasak. Mesih gelene kadar bekleyeceğiz."

    Fakat Kudüs’te AKSA mescidi yakınında çöken evlerin altındaki tünellerin AKSA mescidine uzandığı gerçeğini kapatamadı bu açıklama…

    Arkeolojik kazı iddiası ile sözde AKSA mescidinin 50 metre ilerisinin kazılmasını ve iş makinelerinin çalışmasını ört bas edemedi bu açıklama… AKSA gidiyordu yavaş yavaş… Haham aslında haklıydı… MESiH gelecekti…

    Peki ya hangi MESiH? inançlı bir din adamı, kutsal olan bir mekanda dua edildiğinde insan aurasının devreye girerek ettiği duanın daha makbul olacağını bilmez mi? Biliyor… Öyleyse kimi bekliyor? Anti-christ yani DECCAL!

    Peki neden AKSA yıkılsın istiyorlar? Yerine tüm metafizik varlıklara önderlik yapacak olan DECCAL için, yine tüm metafizik varlıkları emri altın almayı başarmış HZ. SÜLEYMAN tapınağını yapmak istiyorlar… Çünkü tüm ilahi sistemlerde MESiH (Hz. isa) tekrar yeryüzüne indiğinde dünyayı oradan yönetecek…

    Hz. Süleyman tapınağının tekrar yapılarak boyut kapısının (cinnî alem) aralanması adına, AKSA mescidi yıkılmalıdır… Anahtar tarih 2023 yılıdır ve DECCAL son yıllarını israil’de geçirecektir… Son tahtı israil olan DECCAL Hz. Süleyman’ın tılsımlı yüzüğünün peşinde falan değil! Çünkü o da biliyor ki maharet yüzükte değil…

    Zaten DECCAL’in sol elinde de bir yüzük var! CiN, iFRiT ve MARiD soyluları kontrol etmek onun kabiliyetlerindendir. Sadece ADEM soyu yani biz kaldık onun için… O BiZi KONTROL ETMEYE GELiYOR…

    BLUE BEAM teknolojisi ile mucizelerine sizleri inandıracak… HAARP teknoloji ile doğayı kontrol ettiğine sizleri inandıracak… MK ULTRA teknoloji ile ZiHiNLERi KONTROL ederek sizleri inandıracak… Eğer onu tanırsanız, onun oyunlarını bilirseniz, onu yenebiliriz…

    DECCAL’ı tanımak için bilgileri dağıtın… Çünkü onlar şifreli bilgilerle, sembollerle konuşuyorlar… Bizim ise gizli bir dilimiz yok! Dilimizin söylediğini yazımıza döküyoruz… Yazılarımızı çoklaştırıp, birlikteliğimizi sıklaştırmalıyız.[1]
    Tümünü Göster
    ···
  12. 10.
    0


    4.







    5.







    6.



    audi





    6.



    disney





    7.



    amerikan hastaneler





    8.








    9.







    11.







    12.




    ···
  13. 9.
    0
    Hayatta okumam
    ···
  14. 8.
    +1
    part 4



    1.



    google





    2. resim



    666 yazısı





    3.




    ···
  15. 7.
    0
    part 3

    666 rakamından, Deccâl’in yarın dünyaya geleceği sonucunu çıkaran ve bebeklerini 6 Haziran 2006’da doğurmak istemeyen anne adayları, sezaryen için hastanelere akın etti.. Bunlardan biri olan Melissa Parker isimle ingiliz kadın, doğumunu daha önce yapmak için hastane yönetimini ikna etmeye çalıştı... “The Omen” (Kehanet) filminin etkisinde kalan Parker, 6.6.6 tarihinde bebeğini dünyaya getirmekten korktuğunu belirterek, “Çocuk kötü birisi olacak diye çok korkuyorum... Daha kötüsü, bebeğimin kendisi şeytan ya da Deccâl olabilir” dedi.[21]

    666
    Son yıllarda bir malın alınıp satılmasında, malın fiyatı dahil gereken diğer özelliklerinin kolayca takip edilmesinde, elektronik okuma kolaylığı için, eşyanın üzerine barkot denilen siyah düz çizgiler içeren etiketler vurulmaktadır. Bu işaretleri taşımayan eşyaların alınıp satılması, önemli marketlerde artık mümkün değildir. Bu sistemi IBM firmasında çalışan, George Joseph Laurer isimli bir mühendistir. işin asıl ilginç yanı, Barkod sisteminde iki başta ve ortada ki uzun çizgilerin sayı değeri 666 olmasıdır. Gazeteciler bu konuyu mühendis Laurer’e soruyor ama o, bu sayı değerine nasıl ulaşıldığını ve niçin gizlendiği sorusuna “her şeyin rasgele seçildiğini” söylemiştir.

    666
    Tabi IBM bilgisayar programcısı bir firma olması ve sahibinin de bir Yahudi olması hep akıllara, bunların kör bir tesadüf mü yoksa kehanetleri bilen birilerinin olayları kurgulama çalışmalarının sonucu mu diye düşünmekteyiz. Ayrıca interneti ifade eden ‘dünya çapındaki ağ’ anldıbına gelen, ‘world wide web’ kelimelerinin kısaltılmış hali ‘www’ olması ve yine, ibranicede W harfinin rakam karşılığı 6 olması ve “WWW” sayı değerinin “666″ olması, yine dikkatleri bu konu üzerine çekmiştir.[24]

    Eğer gerçekten bir kurgulama, başka bir deyişle “Tanrı’yı kıyamete zorlama” varsa bile, hepsi de çok acemice yapılmış kurgulardır. Çünkü Vahiy-13:17′de işaret edilen bir mal ve eşya için değil, insan’ın bu işaretle damgalanmasıdır. Damgası olmayan insanın, hiçbir alışveriş yapamayacağından bahsedilir. Yukarıda yapılan zorlamalar konuyla fazla ilgili değildir. Asıl olan insanın 666 işaretini ya da bu sayıyı simgeleyen işaretle damgalanmış olmasıdır.

    Şimdi diyeceksiniz ki çok yakında, her insan benzer bir işaretle, belki bir mikroçip taşıyacak ve her işi bununla görülecek. Bence her türlü dünyevi işimizin kolayca yürütülmesi için böyle bir gelişme olacaktır. Ama vatandaşlık numarası, parmak izi ya da göz bebeğimiz, kimliğimizin kolayca tanımlanması için yeterlidir. Ancak birileri ille de bu kehanetleri zorlamak niyetiyle, belki de sayı değeri 666 olan bir kodlama sistemi de uydurabilir.[24]

    Amerikan Hazine Bakanlığı’nın armasının en altında 666 sayısı yazılıdır ama bu sembolün armaya niçin konduğu meselesi, esrarını hálá korumaktadır.[23]

    666
    Trilateral Commission’un ambleminde yer alan iç içe geçmiş üç tane 6 sayısı, aslında incil’de “Deccâlin sayısı” olarak ifade edilen 666’ya denk gelmektedir. Dahası incil’in bu bölümünde “yerden çıkan canavar” deyimi modern yorumculara göre aslında dünyayı ele geçirmeye çalışan bir gizli örgüte denk gelir.

    Bu açıdan bakıldığında bu örgütlerin sembollerinde yer alan işaretlerin hiç de rastlantısal olmadığı ve ancak konunun uzmanı olan kişilerce anlaşılabileceği belirgindir. Trilateral Commission’un amblemine dikkatle bakıldığında iç içe geçmiş üç ok dikkati çeker. Daha dikkatle baktığımızda bu okların stilize edilmiş 6 rakamı olduğunu görürüz. Üstelik oklar üç adet üçgenden oluşmuş tek parça bir üçgenin parçaları olarak da algılanabilir. Bunlar bir tür “Teslis” oluşturarak üç altıdan oluşan “Deccâlin” gizemli kodunu vermektedir. Bu noktada şu soru aklımıza geliyor: CFR, Bilderberg, Trilateral Commission gibi oluşumlar kıyametin yaklaştığı günlerde ortaya çıkacak canavarın örgütleri midir? Bunların ortaya çıkarmak istedikleri tek dünya devleti, şeytanın hizmetkârı, Deccâl’ın krallığı için mi çalışıyorlar? [25]

    666 sayısı, Vodefone ambleminde de gizlidir.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 6.
    +1
    Aydınladım
    ···
  17. 5.
    0
    işsiz misin mq
    ···
  18. 4.
    +1
    part 2

    Kurân’da geçmese de deccâl figürü, en önemli hadis mecmualarında yer alan pek çok hadisle teyit edilmiştir. Bununla beraber, deccâl asla Ortaçağ edebiyatının bir konusu olmadığı gibi, Hıristiyan tarihinde olduğu seviyede bir konu da olmamıştır.[17] David Cook’un modern apokaliptik konusuna tahsis ettiği makalesinde de [18] işaret ettiği gibi, deccâl, klagib dönem boyunca Müslümanlara ait apokaliptik hikâyelerin fantezi dünyasında çok popüler bir figür değildi. Deccâl konusuna tahsis edilmiş kitap nadiren bulunur. Sadece son yüz yılda deccâl figürü, daha fazla gündeme geldi ve giderek dinin konusu olmaya başladı. Sonuç itibariyle deccâl, Müslüman yazar ve yayınevi sahiplerinin çekici bir konusu hâline geldi.[19][20]

    Deccâl’den, Nostradamus da söz eder:

    X, 66

    "Amerikan iktidarı yüzünden Londra’nın başkanı
    iskoçya Adası’nın buz kalıbında yatacak
    Kızıl Krallığı, bir o kadar müzevir Deccâl bulacak...
    Ve o hepsini savaşa sokacak... " [21]

    ilk inanç eseri olarak Didache’de deccâl dünyanın zalim hâkimi, şeytanî kuvvetlere sahip bir varlıktır. Irenaeus’tan itibaren kilise babalarının konuları arasına deccâl de girmiştir. Irenaeus, “anti-christ”in mistik 666 sayısı üzerinde durup onu Roma imparatoru Lateinos ya da tercihen Teitan ile özdeşleştirirken Vahiy kitabındaki imparatorun şeytanî deccâl olduğunu belirten açıklamaya dayanmıştır. Tertullian, deccâl terimini bütün dinsiz ve âsi kimseler, Cyprian da ayrılıkçılar için kullandı.

    Origen, birçok deccâlin çıkacağını ve en büyüğünün âhir zamanda geleceğini yazdı. Hippolytus’tan sonra Victorinus Vahiy kitabına yazdığı tefsirde, daha sonra Lactantius da meşhur eseri "Divine Institutes"in 7. cildinde deccâl geleneğini ele aldılar. Konu Commodian tarafından 5. yüzyılın ortalarında geliştirildi. Gotlar’ın Roma’yı alıp Hıristiyanları rahatlatmalarından sonra Neron, Roma’yı yeniden ele geçirerek onlara 3, 5 yıl zulüm yapmıştı. Bu olay üzerine Yahudilerin ülkesini yeniden zapt edip kendisine taptıran bu ikinci deccâli Mesîh’in yeneceği, ülkeleri dinine döndürüp Kudüs’te krallığını kuracağı inancı doğdu.

    Zamanla deccâlle ilgili çok sayıda risâle yazıldı ve Ephrem, Bede, Methodius, Adso, Nerses, Kudüslü Cyril, Chrysostom ve diğerlerine atfedildi. Halk arasında bu menkıbeler büyük ilgi gördü. Bunlar üzerinde Grekçe, Latince, Süryânîce, Koptça, Ermenice, Farsça, Arapça başta olmak üzere çeşitli dillerde eserler yazıldı. islâm’ın doğuşundan sonra ortaya çıkan Grekçe sahte Metodius metni Latinceye de çevrilmiş, bu eserdeki deccâl tasvirleri Ortaçağ kiliselerinin vazgeçmediği kör, topal ve her türlü melânete cüret eden bir insan şeklinde halkı şartlandırmıştır.

    Doğu Hıristiyanlığı’na mensup bazı babaların, daha sonra da Batılıların Hz. muhafazid’i de 666 sayısına uydurmaya çalışarak (Maometis şeklinde) Deccâl ilan etmeye kalkışmaları, Batı’da iç kavgalarda ileri gelen dini siyasi liderlerin birbirlerini Deccâl, "Deccâl’in Öncüsü" diye itham etmeleri, Yahudilerin Haçlı seferlerinde Deccâl’e bel bağlayarak Türk denilen bir Deccâlin israil’in intikdıbını alıp Hıristiyan kiliselerini ahıra dönüştüreceğini yaymaları, Deccâl fantezisinin insanlarca nerelere kadar çekilebileceğinin örneklerini oluşturmuştur.

    Ortaçağ’da kilise vâizleri, Vahiy kitabındaki 666 rakdıbına 1000 ekleyerek deccâlin çıkış tarihini 1666 olarak vermeye başlamışlar, bu durum büyük sıkıntılar meydana çıkarmış ve idareciler sonunda bunu yasaklamışlardır. Florisli Joachim, deccâli bir sahte papa olarak düşündü. Çünkü papalık Waldensiyenler’e, spritüel Fransiskenler’e eziyet etmekteydi. imparator 2. Frederick ile Papa 9. Gregory arasındaki kavgada da iki taraf birbirini deccâllikle suçladı. Reform öncesi ve sonrasında bütün Protestan reformcular, Roma kilisesini ve papalığı deccâllikle suçlarken kendileri de aynı ithama mâruz kaldılar.[1]

    1760’tan bu yana Batı’da deccâl konusu yeniden ilgi toplamış, Fransız ihtilâli de bunu kamçılamıştır. Batılılar Hz. muhafazid’i, Müslümanları, Türkleri, Büyük Peter’den Kraliçe Mary, Oliver Cromwell, Napolyon Bonapart, 3. Napolyon, Vladimir Lenin, Kaiser Wilhelm, Adolf Hitler ve Joseph Stalin’e kadar birçok ileri gelen kimseyi deccâl olarak kabul ederken Afrikalı Müslümanlar Avrupalı sömürgecileri deccâl olarak görmüşlerdir. 1927’de yayımlanan bir ingiliz hükümet raporunda bu inancın Afrikalı Müslümanları ayakta tuttuğu belirtilmiştir.[22]

    Günümüzde çağdaş Batılı yazarlar deccâl kavrdıbını tarihî şahsiyetlerle özdeşleştirmeyi uygun görmemektedir. Genel anlayışa göre deccâl henüz zuhur etmemiştir.[1]

    Kudüs’ün merkezinin boylamı 31 derece 47 dakika kuzey, enlemi de 35 derece 13 dakika doğudur. Bu iki sayının alt alta toplamından 666 sayısı elde edilir ve bu, kıyamet sırasında Deccâl’in Kudüs’te ortaya çıkacağının işaretidir.

    Avrupa Parlamentosu’nun salonunda parlamenterlere ait olan koltukların her birinin bir numarası vardır ama 666 numaralı koltuk kimseye tahsis edilmemiştir ve boştur.[23
    Tümünü Göster
    ···
  19. 3.
    -1
    Bu kadar çok güzel olmuş ben daha fazla para kazanmak icin ben seni seviyorum diye konuştu bir gün daha da çok güzel olmuş ☺️
    ···
  20. 2.
    +4
    Kardeş kör olcam ama senin için okıyacam
    ···
    1. 1.
      0
      Kör oldum
      ···