1. 11.
    0
    @10 önceki hesapla yazmak istemedim hacı sırf bu hikayeyi anlatmak için yeni hesap açtım.
    ···
  2. 10.
    0
    supremefastisactivated
    önüncü nesil inci sözlük yazarı

    (online)
    genel ulan
    Bugün: 4
    Bu hafta: 4
    toplam entry: 4
    toplam başlık: 0
    ···
  3. 9.
    0
    rizörvıd
    ···
  4. 8.
    0
    başlıyorum arkadaşlar:

    ---

    Bir karlı sabahtı, gece fazlasıyla kar yağmıştı, vadideki engin sıcaklıklar, tamamen kaybolmuştu. Yaşadığımız yer, artık sadece ölü şehri olmuştu. Ama o da ne?! Ölüler içinde bir ses mi var? Sessizliğin simgesinde kaybolmuş anılar, sensizlikte kaybolmuş sessizlikler! Sessizliğin içinde bir ses var, demek ki yaşayan biri var, demek ki, kaybolmamış anılar ve demek ki, sensizlik yok. işte böyle bir gecede başladım, yazmaya, sana yazmaya, seni sevmeye ve sana anlatmaya. Bu güzün ardından gelen vahşi kış, gönlümdeki yerini bir türlü uyuşturup, donduramamıştı, hani donunca bütün canlılıklar kaybolurdu? Hani dondurduğunda her şey buz tutar ve hissizlik bütün çehreyi sarardı? Kalbimdeki sen donamazsın, Ateşimdeki yerin ölemez.

    Yolda, elinde mütevazı bir kitapla yürüyordu Müjdat, sırt çantasında bulundurduğu Mai ve Siyah’ı okumak bile istememişti ama niyeyse bu kitap onu çok sarmıştı. Elinde bulunduruyordu onu, Şekspir’in lanetli kitabını, çünkü tiyatrocular ne zaman oynamaya kalksa başlarına muhakkak bir şey geliyordu ve artık neredeyse gerçekten lanetli olduğuna inanılmaya başlamıştı. Nihayet oturacak sıcak bir kafe buldu, güzel yapılmıştı, üç katlı bu kafede alt kat ve üst kat vardı. Modern mimariye göre yapıldığı belliydi. Girişte ufak bir hoş geldiniz yazılı paspas, ileri doğru geçildiğinde aşçının hünerlerini göstermesi için camlı bir bölüm vardı. Keyifli sohbetlerin yapılabileceği güzel bir mekândı açıkçası. Daha önce niye gelmedim gibisinden bir yakınmaya sebebiyet verse de mekânın Müjdat’ta yarattığı etki bunu fazlaca umursamamasına sebep oldu. Bir masaya oturdu, ardından bir garson yanına yanaştı;

    “Ne alırdınız efendim?”
    “Kahve, mümkünse Türk kahvesi istiyorum.”
    “Peki efendim.”

    Kahve gelene kadar lanetli kitabı açıp okumaya devam kararı verdi. Tam Birnam Ormanı’nın Dunsinane Tepesi’ne yürüyeceği kehanetinin yapıldığı kısma gelmişken kahvesi geldi. Yudumlarken bir yandan da düşündü; “Biz neden bu Dünya’da varız? Var olma amacımız ne?” Kendi kendine bunları düşünürken biraz demlendiğini hissetti. Bu sırada telefonuna mesaj geldi: “Müjdat, acil gel, bu gece Fener’in maçı var, biletleri aldık, sana da aldık. Saat 7’de Stadyumda buluşalım.” Tamam diye geri mesaj attı ve apar topar hesabı ödeyip kafeden çıktı. Şehrin aşağısına doğru yürürken, yüksek binalar, gökdelenler içindeki bu şehirde nasıl yaşanılacağını düşünüyordu. Aşağı doğru yürürken yolda gördüğü silik siluetlere dikkatli bakmaya çalıştı. Ama siluetleri seçemiyordu. Tanımıyordu hiçbirini ve tanışmadıkça bir siluetin önündeki dikkatsizlik ortadan kalkmayacaktı. Fakat, aşağı doğru yürürken karşısında tanımadığı bir yüzün açık seçik ortada olduğunu fark etti. Bir nefesti bu, bir koku, bir acıydı belki de, bir elem, bir mutluluktu, bir ab-ı hayat. Bir sürü duyguyu bir arada yaşıyordu ve buna sanırım ingilizce’de “love at first-sight” diyorlardı. Türkçe’de “ilk görüşte aşk”. Ama yine de onunla fazla uğraşamazdı, stadyuma, maça gitmeliydi ve onu seyretmeliydi.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 7.
    0
    önlerden rezerved alıyım belki güzeldir
    ···
  6. 6.
    0
    reserved
    ···
  7. 5.
    0
    anlat buralardayız
    ···
  8. 4.
    0
    Önlerden Reserved
    ···
  9. 3.
    0
    düzgün bişeyden kastın ne amk.
    ···
  10. 2.
    0
    up up up
    ···
  11. 1.
    0
    acaba okurlar mı la? okuyosanız anlatim dıbına koyim boşa kafa gibmeyek
    ···