1. 1.
    0
    26 yıllık hayatımda beni mutluluktan ağlatmayı başarabilmiş tek şeydir galatasaray. "senin hayatın boşmuş o zaman" diyenler olabilir, "acıların çocuğu musun ulan" diyerek çıkışanlar da olabilir. ama ne kadar kurcalamaya çalışırsan çalış sebeplerinden bağımsız olarak bile gerçekler gerçeklerdir işte.

    babamın koltuğunun yanında oturmuş, futbola ve yaşama kafamın daha yeni yeni basmaya başladığı bir zamana aittir tanışma hikayesi. loştur salon o gün, kördür ampul. üstelik maç izleyenlerin sigara dumanı da ışığın altında seçilebilecek kadar yoğundur artık.

    işte o basık ortamda gelmiştir cevad prekazi'nin efsane golü. birbirine girmiştir evimizin salonu. benimle hiç alakası olmayan bir şeyden ötürü mutluluk duyabileceğimi kanıtlamıştı galatasaray.

    manchester united maçında ise adrenalin vücudumu teslim almıştı. sanki orta sahada paslaşan herkes bendim. bir beraberliğin, "top bu defa yuvarlak değil" diye nitelendirilen bir maçta alınan bir beraberliğin ne kadar da keyif verici olduğunun kanıtıydı o maç. sebepsiz ve karşılıksız bir mutluluktu. saf ve heyecan dolu.

    yaş büyüdükçe fatih terim dönemi de başlar. kısacık yaşamımda bir başka efsanenin arz-ı endam eylemesi şansına da sahip olmuşumdur bu dönemde. profesör, gheorghe hagi, torunlarımıza anlatabileceğimiz tarzda insanüstü bir şekilde ali sami yen'de raks ederken, tarif edilmesi zor bir hayranlık kocaman açılan gözlerimin içini dolduruyordu. babamın gururla "ben metin oktay'ı izledim" demesi gibi benim de gururla anlatabileceğim bir efsanem vardı artık.

    gheorghe popescu penaltıyı attığında "bitti" diye bağıran abimin ve sevinçten ayağını çatlatan (ciddiyim) babamın yanında ilk defa mutluluktan süzülen iki damla gözyaşı vardı yüzümde. omzu çıkmasına rağmen oynayan büyük kaptan bülent korkmaz eskiden çok kızdığım hakan şükür'le beraber uefa'yı kaldırıyordu o akşam. ilk defa mutluluktan ağlamak ne demek anlamıştım işte. sanki bulutlar altımdaydı.

    real madrid maçları, lazio maçları hepsi geçip gitti. yıl 2006 yer ali sami yen. ilk defa başka bir statta atılan gol için oyuncular maçı bırakıp bu kadar seviniyolardı. ama bitmemişti daha maç işte ve top oynamaya devam etmek durumundaydı galatasaray. o an kendisine geri pası gelen faryd mondragon'un gözyaşları görüldü işte. hem top oynuyor hem de hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

    ben de ağlıyordum.

    çünkü onun ne hissettiğini gayet iyi anlıyordum. ben oynamamıştım, cebime para koymayacaklardı, evime kupa getirecek olan yoktu. ama o an mondragon'dan hiçbir farkım yoktu. sahaya insem sarılıp beraberce ağlayabileceğimizi hissedebiliyordum. sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi.

    kucağında bebeği, ağlayan hasan şaş ve ağlamaklı bir hale soru soran bahri havadır'a ağlayarak cevap vermeye çalışan hakan şükür. onlar ağlıyordu ve ben de ağlıyordum. senden benden ondan hiçbir farkları yoktu. hepsi bizimle aynı noktada birleşmişti: hepsi galatasaraylıydı.

    bunlar sadece onu anlatmaya yarayan büyük parçalar. halbuki bu takımı anlatmak için milyonlarca ufak parça ve milyonlarca acı, heyecan ve mutluluk gerekir.

    o milyonlarca parça kalbimin bir kısmında saklıdır.

    galatasaray... kalbimde saklıdır.

    şimdi 3-5 bin çıkıp küfretmesin duygularımı paylaştım yazdım amk
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    0
    up up up
    ···
  3. 3.
    0
    @4 @5 sağolun panpalar eksileyen liseliler var onlar ne anlar takım sevgisinden futboldan
    ···
  4. 4.
    0
    @7 tartışma yaratmıycam herkes az çok olanların varkında.
    ···
  5. 5.
    0
    @14 eyvallah panpam yazmamdaki olay tartışma çıkarmak galatasarayı diğerlerinden üstün görmek falan değil herkesin takımı gözünde yücedir buna saygı duymak lazım sadece içimden gelenleri bir nebze olsun yazdım.
    ···
  6. 6.
    0
    @17 eyv panpa
    @18 sanada eyv
    ···