0
Bu sözü gelin beraber inceleyelim, katılmadığınız, saçma bulduğunuz yerler olursa buyrun yazın, herkesin görüşüne saygım var.
Ancak şuan cevap veremem, ancak cevapsız bırakmayacağımı bilmenizi isterim. iyi geceler.
“Gökten indiği sanılan kitaplar” ifadesinde ilahi dinlere hakaret yoktur: Şöyle ki: Evet! Burada bir eleştiri vardır, ancak bu eleştiri kutsal kitaplara değil, kitapların "gökten indiği sanrısına" yönelik bir eleştiridir. Çünkü ilahi dinlerin (Tanrısal kaynaklı-kitaplı dinlerin) kutsal kitapları "gökten inmemiştir". Hele hele son islam dininin “gökten indiğini iddia etmek” abesle iştigal olur. Çünkü Kuran’ın gökten indiğini iddia etmek her şeyden önce Allah’ı gökte sanmak olur ki bu büyük bir yanılgıdır. islam'da Allah mekan ve zaman üstüdür. Belli ki islamın Semavi (göksel) din, Kuran’ın Semavi (göksel) kitap olduğu şeklindeki genel kabulden hareket edenler, yüzeysel bir bakışla, Kuran’ın gökten yere indiğini düşünmektedirler. Aslında gökteki bir tanrı inancı Hem islama inananların hem de ona inanmayanların ortak bilinç altıdır. Oysa ki, islama göre ne gökte bir tanrı vardır, ne islam semavi bir dindir, ne de Kuran gökten inen bir kitaptır. Burada “inmek” sözüyle kastedilen “boyutsal” bir durumdur. islami kaynaklara göre Kuran islam peygamberi Hz. muhafazid’e vahiy şeklinde “ilham” edilmiştir, indirilmiştir, ama "gökten" indirilmemiştir. Kuran’da geçen “inme” sözcüğünün Arapçası “Nüzul”dur ki, “Nüzul”(inme) çok farklı anlamlarda kulanılmıştır, kullanılabilir. Bir kaç örnek vermek gerekirse: Örneğin “Nüzul” sözcüğünün kökü “NZL"dir. Buradan hareketle örneğin, “teNZiLat” indirimdir, ama “gökten indirim değil”, fiyatlarda indirimdir! “NeZLe” “sinüslerdeki akıntının akciğerlere inmesi” olayıdır. Burda "sinüs akıntısının gökten inmesi" değildir kuşkusuz! Hatta birde “inme” vardır, yani “felç”. Bilindiği gibi felç de gökten inmemiştir! Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Aslında bizzat islam dininin ana kaynağı Kuran’da, Kuran’ın indiği ancak gökten inmediği açıkça ifade edilmiştir. Şöyle ki.Kuran’da (39-Zümer-1)’de “Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi)”. (نزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ) yani “Bu kitabın indirilişi aziz ve hakim olan Allah’tandır”. Elmalılı Hamdi Yazır başta olmak üzere bütün Kuran tercümelerinde bu ayet burada verdiğim meale yakın bir şekilde çevrilmiştir. Hiçbir tercüme de “gökten indirildi” ifadesi yoktur. Daha doğrusu “gök” “gökyüzü” ifadesi yoktur. Görüldüğü gibi Atatürk çok haklıdır. Gerçekten de kutsal kitapların, özellikle Kuran’ın gökten indirildiği hakikaten de bir “sanrıdır”. Demek ki, asıl dine hakaret “Kuran’ın gökten indirildiğini” sanmaktır. Demek ki neymiş! Atatürk Kuran’a, bugün ona dinsiz damgasını yapıştıranlardan çok daha fazla hakimmiş.
“Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” cümlesindeki “dogmalar” ifadesi kutsal kitap sözlerine hakaret değildir: Şöyle ki: bütün sözlüklerde “Dogma” sözcüğü “Kat'i olarak ileri sürülen fikir.” anlamındadır. Sözcük Fransızca “Dogme” sözcüğüne dayanmaktadır. “Dogma” sözcüğü Türk Dil Kurumu’nun “Türkçe Sözlüğü”nde aynen şöyle tanımlanmıştır: “(Fr. Dogme. Yunan. Fel.)Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas.” (TDK, Türkçe Sözlük, 9. bas. Ankara, 1998, s. 609). Dolayısıyla kutsal kitapların “dogma” olduğunu söylemek gerçeği ifade etmektir. Bilindiği gibi Kuran’daki ilkelerin değişmez, zaman ötesi ilkeler, Fransızca söylersek (dogme) olduğunu bizzat Kuran ifade etmiştir, Müslümanlar da bu ilkeye inanmıştır. Asıl Kuran'ın "dogma" (değişmez) olmadığını söylemek Kuran'a hakarettir! Bu nedenle Atatürk “kitapların dogmaları” derken kutsal kitaplara ve özellikle de Kuran'a hakaret etmemiş, gerçeği ifade etmiştir. Nitekim Atatürk, söz konusu konuşmasında, “Bizim prensiplerimizi dogmalarla bir tutmamalıdır” dedikten sonra, “Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz” demiştir ki, burada da “dogma” sözcüğünün birebir sözlük anlamından, yani “Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas.” açıklamasından hareket etmiştir. Atatürk, “Bizim prensiplerimiz dogma değildir” derken, kendi prensiplerinin "gökten" veya "gaipten" yani "bilinmeyen bir kaynaktan/görünmez alemden" değil doğrudan doğruya bilinen, görülen yaşamdan alındığını, yani dogmaların aksine “doğruluğunun sınandığını” yani "bilimsel" olduğunu anlatmak istemiştir. Böylece devletin din kurallarıyla değil hayattan alınan dünyevi kurallarla yönetileceğini, doğrusunun bu olduğunu anlatmak istemiştir. Atatürk bu sözleriyle çok güçlü, "sarsıcı", bir laiklik vurgusu yapmıştır. Tabi ki devletin kutsal kitap kurallarıyla, din kurallarıyla yönetilmesini isteyenlerin bunu anlaması olanaksızdır. Atatürk bu sözleriyle, kutsal kitaplara/dinlere değil, sürekli değişken, dinamik bir yapısı olan devlet yönetiminin "dogmalara" yani değişmeyen" kitaplara/dinlere göre belirlenmesine ve bir de "kitapların gökten indiği sanrısına" dayanan kutsal kitap yorumuna/anlayışına, itiraz etmiştir.
Tabi buradaki yanlış anlaşılmada zaman içinde sözcüklerin içinin boşaltılması ve o sözcülere yeni anlamlar yüklenmesi de etkilidir. Örneğin Atatürk'ün kullandığı "Dogma" sözcüğü Fransızcadan dilimize yeni geçmiş bir sözcük olması bakımından "sözlük anlamıyla" kullanılıyordu, ancak zaman içinde içi boşaltılıp, adeta "dinlere hakaret" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. "Dogma" sözcüğünü bugun dinlere hakaret olarak kullananların olması, 76 yıl önce Atatürk'ün o sözcüğü yukarıda verdiğimiz şekilde sözlük anlamıyla kullandığı gerçeğini değiştirmez. Ama günümüzün Atatürk karşıtı "pgibolojik savaş uzamanları" bu tarz kurnazlıklarla gerçekleri çok ustaca çarpıtabilmektedir.
Tümünü Göster