-
51.
0Hayır, Liza, senin gibiler için son yol, demin anlattığım veremli kız gibi,Tümünü Göster
bir bodrum kösesinde ölüp gitmektir. "Hastaneye zütürürler" diyorsun. zütürseler gene iyi,
ama ya bir de patrona borçlusun diye yakanı bırakmazlarsa? Verem öyle bir hastalık ki,
hummaya filan benzemez. Đnsan son nefesine dek sağlam olduğunu sanır, umudunu
yitirmez. Patronun da istediği budur zaten, bundan hiç kuskun olmasın. Benliğini sattığın
yetmiyormus gibi bir de borçlanmıssındır; öyleyse sesini çıkarmaya hakkın yoktur. Ölüm
döseğine düsünce, artık senden bir sey alamayacakları için, hepsi senden uzaklasacak, sana
sırt çevirecektir. Üstelik bosu bosuna yer tuttuğun, çabucak ölüp gitmediğin için basına bile
kakarlar. Bir bardak su istersen suyunu söverek getirirler. "Kaltağın gebereceği yok...
Đniltilerinden gözümüze uyku girmiyor... Müsteriler tiksiniyor... " derler. Bak, doğru
söylüyorum, bu sözleri kendi kulaklarımla isittim. Senin can çekismene aldırmadan
bodrumun en karanlık, en rutubetli, pis bir kösesine atarlar; orada yalnız basına düsün
düsünebildiğin kadar. Ölünce de tez elden, apar topar kaldırırlar; arkandan ne ağlayanın
olur, ne de dua edenin. Bir an önce gömüte tıkmak için can atarlar. Tabut yerine bir tekneye
koyarlar; bugünkü zavallıya yaptıkları gibi, gömütlüğe zütürdükten sonra oradan meyhaneye
giderler. Gömütün içi vıcık vıcık çamurdur; bir yandan sulu sepken, bir yandan da ayaz...
Senin için tören yapacak değiller ya... "Haydi, indir Vanyuha! Sıllığın talihi böyleymis, burada
da bacakları havada gidiyor... Sıkı tut ipi, gözü kör olası! Bırakmasana!" -"Canım, bu da
böyle olsun!" -"Ne demek böyle olsun? Görmüyor musun, yana devrilmis! Ne de olsa bir
insan ölüsü... Haydi tamam, at toprağı!" Senin için uzun boylu kavgayı bile çok görürler.
Seni yas, mavimtırak balçıkla üstünkörü söyle bir örterek hemen meyhaneye kosarlar... Kısa
sürede de adın, sanın unutulur gider. Baskalarının çocukları, babaları, kocaları gelip onların
gömütlerini ziyaret eder; senin içinse su koca dünyada göz yası dökecek, yas tutacak, dua
okuyacak bir tek kisi çıkmaz. Sanki yeryüzüne hiç gelmemissin, Liza adında biri doğmamıs
gibi adın zihinlerden silinir gider. Çamurun, bataklığın içinde geceleri öteki ölülerle birlikte
hortlayınca tabutunun kapağına vur vurabildiğin kadar... "Ey, insanlar, bırakın beni!" diye
bağır, "Bırakın da çıkıp biraz daha yasayayım! Dünyayı tanımadan yasadım, yasamımın
değerini bilemedim, Sennaya batakhanelerinde tükettim kendimi... Ne olur, ey iyi insanlar,
ben dünyama doyamadım!.."
Kendimi kaptırmıs gidiyordum, boğazım kurumus, sesim kısık çıkmaya baslamıstı. Nasıl oldu
bilmem, bir ara konusmayı bırakmıstım ki, korkuyla irkildim; basımı ürkekçe yana eğerek
dinlemeye basladım. Đrkilmem için çok neden vardı...
Liza'nın ruhunu alt üst ettiğimi, yüreğini parçaladığımı çoktandır hissedip duruyordum. Bunu
daha çok hissettikçe de hedefime tam olarak bir an önce varabilmek için bütün gücümü
kullanıyordum. Oyun beni iyice sarmaya baslamıstı; hos, bu yalnızca bir oyun değildi ya...
Kendimi zorlayarak, yapmacıklı, hatta kitap gibi konustuğumu biliyordum. Daha doğrusu,
"tıpatıp kitap gibi" konusmaktan baska elimden bir sey gelmiyordu. Ama bu durum canımı
sıkmıyordu, hatta ayrıca isime yaradığını anladığım için hosuma bile gidiyordu. Fakat simdi
gerekli etkiyi yaptığımı görünce birdenbire ürktüm. Evet, yasam boyunca bu derece büyük
bir umutsuzluğu hiç kimsede görmemistim.
Liza yüzükoyun yatmıs, sımsıkı kucakladığı yastığa yüzünü gömmüstü. Göğsü hıçkırıklardan
parçalanacak gibiydi. Körpe bedeni tir tir titriyordu. Göğsünde sıkısan hıçkırıkları daha fazla
tutamıyor; çığlıklar, haykırmalar biçiminde dısarı vuruyordu. O zaman basını yastığı daha
çok bastırıyordu. Ev halkından tek bir kisinin üzüntüsünü, göz yaslarını görmesini istemiyor
gibiydi. Durmadan yastığı ısırıyordu, elleri kolları dislenmekten kan içinde kalmıstı. (Bunu
sonradan gördüm.) Parmaklarını çözülmüs saç örgülerine daldırıyor, soluğunu tutup dislerini
sıkarak bir süre öylece katılıp kalıyordu. Ona yatıstırıcı birkaç söz söylemeye hazırlanmıstım
ki, böyle bir seyi göze alamayacağımı anladım. Bunun üzerine sırtımdan bir ürperti dalgası
geçti; giyinip gitmek için, el yordamıyla, korku içinde ayağa fırladım. Đçerisi karanlıktı, ne
yaparsam yapayım giyinme isini istediğim gibi çabuk bitiremiyordum. O sırada elime bir
kibrit kutusu ve mumu konulduğu gibi duran bir samdan geçti. Oda aydınlanır aydınlanmaz
Liza sıçrayarak yatağa oturdu; -yüzü çarpık, dudaklarında bir kaçığın gülümseyisi- bos
gözlerini bana dikti. Gidip yanına oturdum, ellerini ellerime aldım; o anda kendine gelerek
bana doğru atıldı. Sarılmak istediyse de buna cesaret edemedi, basını sessizce önüne eğdi.
- Liza, yavrum, bunu yapmamalıydım... Bağısla beni... diye basladım.
Fakat parmaklarıyla ellerimi öyle kuvvetli sıktı ki, sözlerimin gereksiz olduğunu anlayarak
sustum. -
52.
0- Đste adresim, Liza; gel bana.Tümünü Göster
Basını kaldırmadan kesin bir tavırla:
- Gelirim... diye fısıldadı.
- Artık gideyim, hosça kal... Beklerim...
Benimle birlikte o da kalktı, kalkar kalkmaz yüzü pancar gibi kızardı, olduğu yerde bir
titreme geçirerek sandalyenin üzerinde duran atkıyı kaptı, omzuna atıp çenesine kadar
sarındı. Bunu yapınca dudaklarında gene acıklı bir gülümseme belirdi, yüzü hâlâ kıpkırmızı,
bana tuhaf tuhaf baktı. Đçim ezilecek gibi oluyordu, bir an önce oradan kaçıp gitmek
istiyordum.
Sofada tam kapının önünde paltomdan tutarak:
- Biraz durun, dedi. Elindeki samdanı ivediyle masaya bırakarak kosa kosa içeriye gitti.
Bir sey unutmus olabilirdi ya da bana getirip göstereceği bir sey vardı. Yanımdan
uzaklasırken yüzü kıpkırmızıydı, gözleri parlıyordu, dudaklarındaki gülümseme hiç
eksilmemisti. Beni niçin durdurabilirdi? Đster istemez bekledim...
Biraz sonra dönüp geldi, kendisini bağıslatmak ister gibi bakıyordu bana. Yüzü de, bakısı da
çok değismisti; o asık suratlı, kuskucu, direngen kız değildi karsımdaki. Bakısından yalvarıs,
yumusaklık okunuyordu; aynı zamanda güven, sevgi, çekingenlik dolu bir bakıstı bu.
Çocuklar da sevdikleri, bir sey bekledikleri kimselere böyle bakarlar. Hem sevgi, hem de
derin bir nefret anlatan, canlı, güzel bal rengi gözleri vardı.
Her seyi o anda anlayabilecek, üstün bir varlıkmısım gibi, bana bir sey söylemeden, bir kâğıt
uzattı. Yüzünde çocuksu, saf bir utku (zafer) parıltısı vardı. Kâğıdı açtım. Bir tıbbiyelinin ya
da onun gibi bir öğrencinin mektubuydu bu. Tumturaklı, süslü, epey saygılı bir dille Liza'yı
sevdiğini bildiriyordu. Sözcükler hatırımda kalmamakla birlikte, yazının özenli satırları
arasından gerçekçi, içten duygular kendini belli ediyordu. Mektubu bitirince Liza'nın çocuk
gibi sabırsız, atesli, soran gözleriyle karsılastım. Bakısları yüzüme çakılmıs, ne diyeceğimi
yüreği ağzında bekliyordu. Bu gençle bir aile toplantısında karsılastıklarını sevinçle, hatta
biraz da övünerek birkaç sözcükle bir çırpıda anlattı. Gittiği ailenin bireyleri çok iyi, çok iyi
kimselermis. Onun hakkında henüz bir sey, hem de hiçbir sey bilmiyorlarmıs. Çünkü çalıstığı
bu eve yeni gelmis, fazla kalmaya da hiç niyeti yokmus; borcunu öder ödemez gidecekmis...
Bu genç de iste o toplantıdaymıs; onunla bütün aksam dans etmisler, konusmuslar. Meğer
daha küçükken birbirlerini Riga'dan tanımıyorlar mıymıs! Hatta birlikte oyun bile oynamıslar.
Çocuk onun annesini, babasını tanıyormus, ama bu durumu hakkında hiçbir sey, hiçbir sey
bilmiyormus, hem de aklının kösesinden bile geçmemis... Mektubu toplantıdan bir gün sonra
(bundan üç gün önce) orada bulunan bir kız arkadasıyla göndermis...
Liza açıklamasını bitirince parıldayan gözlerini utana utana önüne eğdi.
Zavallıcık bu mektubu en değerli mücevheri gibi saklamıs; bir delikanlının onu temiz, içten
bir sevgiyle sevdiğini, ona saygılı davrandığını öğrenmeden gitmemem için, bu tek
mücevherini bana göstermek istemisti. Bu mektup hiçbir sonuç vermeden çekmecenin bir
kösesinde kalabilirdi. Ama öyle de olsa, Liza'nın onu, değerli bir tas gibi, gururunu oksayıp
onurunu kurtaracak bir belge gibi saklayacağından emindim. Đste simdi, böyle bir dakikada
mektubu anımsamıs, kendini temize çıkarıp gözümde bir değer kazanmak için, çocukça bir
gururla getirip göstermisti. Bir sey söylemeden elini sıkarak ayrıldım. Buradan bir an önce
uzaklasmak için can atıyordum. Sulu sepken eskisi gibi sürüyordu, fakat buna aldırmadan,
eve kadar yaya yürüdüm. Ezilmis, bitmemis, neye uğradığımı sasırmıs durumdaydım. Ama
bütün saskınlığıma karsın gerçekler açıkça sırıtıyordu. Hem de olanca çirkinliğiyle!..
VIII
Gene de gerçeği kolay kolay kabul edemedim. Birkaç saatlik derin bir uykudan sonra
uyanarak bir gün öncesini gözlerimin önüne getirince, Liza'ya söylediğim dokunaklı laflar,
bütün o "acımalar ve yürek parçalamalar" beni daha çok sasırttı. "Yazıklar olsun sana bazen
öyle bir sinirlerin bozuluyor ki, karıdan beter oluyorsun!" diye düsündüm. "Üstelik ne diye
adresini kızın eline sıkıstırdın? Ya gerçekten çıkar gelirse? Neyse, neyse; gelirse gelir, ne
yapalım!.." Asıl önemli sorunun bu olmadığı gün gibi ortadaydı. Elimi çabuk tutup ne olursa
olsun Zverkov ile Simonov'un önünde onurumu temize çıkarmalıydım. Buydu iste bütün
sorun! Günün isi gücü arasında Liza'yı unutmus gitmistim.
Önce Simonov'a dünkü borcumu hemen ödemeliydim. En umutsuz yönteme basvurmaya
karar verdim: Anton Antonoviç'ten tam on bes ruble ödünç isteyecektim. Neyse ki iyi bir
günündeymis, ben parayı ister istemez verdi. Bu ise öyle sevindim ki, borç senedini
imzalarken tam bir hovarda tavrıyla, önemsiz bir olaydan söz ediyormus gibi; "Dün Hotel de
Paris"te arkadaslarla bir eğlenti düzenleyerek bir arkadası, daha doğrusu çocukluktan
tanıdığım yakın bir dostumuzu uğurladık" diye anlatmaya basladım. "Yüksek bir aileden, çok
sımartılmıs, zengin, meslekte basarılı, nükteci, sevimli ve çok hovarda bir genç... Hani su
kadınlar var ya, iste onlarla çapkınlıklarının sayısı bilinmez!.. Dün de 'yarım düzine" fazladan
kaçırmısız... vb. vb."
Bunları çok rahat, savruk, kendimden son derece memnun bir tavırla anlatmıstım.
Görevden eve döner dönmez Simonov'a bir mektup yazdım. Mektubumun gerçek bir
beyefendiye yakısan, candan, açık anlatımını anımsadıkça simdi bile keyiflenirim. Ustaca,
kibar bir üslupla, en önemlisi de fazla lafa kaçmadan, bütün olanlardan kendimi suçlu
tutuyordum... "Kendimi özürlü göstermeme izin verilirse" tek özrüm, (sözüm ona) saat
besten altıya kadar onları Hotel de Paris'te beklerken içtiğim iki kadehle sarhos olmamdı.
Özellikle Simonov'dan özür diliyor, açıklamamın ötekilere, öncelikle Zverkov'a iletilmesini
rica ediyordum. "Hayal meyal anımsadığıma göre Zverkov'u küçük düsürmüstüm." "Basım
ağrımasa, daha da önemlisi, utanmasam kalkıp her birine kendim giderdim" diye eklemeyi
de unutmadım. Mektubumun "serbest havasından", hatta (nezaket kuralları dısına çıkmayan)
kayıtsızlığından pek memnun kalmıstım. Nereden geldiği belli olmayan bir rahatlık
sayesinde, mektubum, hiçbir açıklamanın veremeyeceği bir ustalıkla, "dünkü kepazelikler"i
pek umursamadığımı; beylerin sandıkları gibi, utancımdan yerin dibine geçmediğimi; bu
konuyu, kendine saygısı olan, aklı basında bir beyefendiye yakısacak bir gözle gördüğümü
pek güzel belirtiyordu. "Kul kusursuz olmaz!" sözünün haklılığını unutmamalıydılar.
Mektubu bastan sona bir daha okudum. Okurken söyle düsünüyordum: "Soylulara yakısır bir
kıvraklık! Ne de olsa okumus, aydın bir kisinin kaleminden çıkıyor! Benim yerimde bir
baskası olsa, kendini bu çıkmazdan nasıl kurtaracağını bilemezdi. Üstelik ben, kurtulduktan
sonra, bir de isin alayındayım, çünkü 'zamanımızın okumus, aydın bir kisisi'yim. Belki dünkü
olaylara tek basına sarap neden olmustur. Yo, bunda sarabın hiç suçu yok... Saat besten
altıya kadar ağzıma bir damla içki koymadım. Simonov'a, hem de utanmadan yalan
söyledim. Hos, simdi de utandığım yok ya!... Adam sen de, bos ver simdi bunlara! Yakanı bu
isten sıyırdın ya, sen ona bak!" -
53.
0Đçine altı rubleyi de koyarak zarfı kapadım, mektubu Simonov'a zütürüvermesi için Apollon'uTümünü Göster
tavladım. Mektupta para olduğunu öğrenince, Apollon, daha saygılı bir tavır takınarak
gitmeye razı oldu.
Aksam üstü biraz dolasmak için sokağa çıktım. Basımda dünden kalma bir ağırlık, içimde
bulantı vardı. Aksam karanlığı arttıkça duygularım, bunların pesinden de düsüncelerim
değisip iyice karısmaya basladı. Ruhumun derinliklerinde bir sey durmadan kıpır kıpır
oynuyor, kıpırdanmalar çoğaldıkça vicdanımın sızlaması da çoğalıyordu.
Genellikle kentin islek, kalabalık semtlerinde; Mesçanskayalar (23) ile Sadovaya'da, Yusupov
parkında dolasırdım. Aksam karanlığı basarken is yerlerinden çıkarak evlerine dağılan,
yüzleri hırçınlık derecesinde kaygılı bir sürü isçinin, esnafın, her türlü yayanın doldurduğu bu
caddelerde gezmek pek hosuma giderdi. Bunların üç bes kurus için tasalanmaları, sırnasık
bayağılıkları görülmeye değerdi. Sokağın bütün bu kalabalığı nedense bu aksam sinirime
dokunuyordu. Kendimi bir türlü toparlayamıyordum. Đçimde bir sızı kabarıyor, kabarıyor;
birazcık olsun yatısmak bilmiyordu. Eve döndüğüm zaman sinirlerim iyice bozulmustu.
Cinayet islemisim gibi bir ağırlık çökmüstü üstüme.
Liza'nın gelebileceğini düsündükçe üzüntüden kendi kendimi yiyordum. Bir gün önceki
anılarım arasında Liza ile ilgili olanların beni ayrıca üzmesi pek tuhafıma gidiyordu. Öteki
olayların hepsini aksama kadar unutmus gitmistim, Simonov'a yazdığım mektubun
sevinciyse hâlâ içimdeydi. Ama Liza'yı düsündükçe nesem birden kaçıyordu. Sanki
üzüntülerimin kaynağı yalnız oydu. "Ya geliverirse ben ne yaparım?" diye düsünüyordum.
"Gelirse gelsin, vız gelir bana! Ama içinde bulunduğum su durumu görecek! Dün karsısında
bir kahraman gibi kurumlanıyordum, simdi ona ben ne söyleyeceğim? Kendimi bu kadar
koyvermemeliydim. Su evin yoksulluğuna bak! Bir de bu kılıkla sölene gitmeye kalktım! Ya
içinden kırpıntılar dökülen, musamba kaplı divana ne demeli! Nerdeyse ayıbımı örtemeyecek
hale gelen su sabahlığıma bak! Neredeyse paçavraya dönmüs. Gelsin de bütün bunları
görsün, üstelik Apollon'u da... O hayvan oğlu hayvan, kızı kesinlikle tersleyecektir. Bana
saygısızlık olsun diye, ister misin ona çatsın! Huyum kurusun, benim de her zamanki gibi
elim ayağım dolasır, ne yapacağımı sasırırım; kıza pis pis sırıtarak sabahlığımın önünü
kapamaya, yalanlar sıralamaya baslarım. Öf, ne asağılık bir yasantım var! Ama asıl
düskünlük burada değil! Bunun daha bayağısı, daha asağılık olanı var! Utanmadan, yalan bir
maskeye bürünmek yok mu ya, asıl asağılık olan da budur iste!
Bu sonuca varınca öfkeyle parladım.
- Niçin utanacak mısım? Bunun utanacak nesi var? Dün konusurken çok içtendim.
Söylediklerimin hiçbiri yapmacık değildi. Liza'da da soylu duygular uyandırmak istemistim...
Göz yası dökmesiyse kendi iyiliği içindir, onu kendine getirir.
Ne yolda düsünürsem düsüneyim, bir türlü kafamı toparlayamıyordum.
O aksam eve dönünce, saat yediden sonra, yani Liza'nın gelmesi gereken saatte bile hep onu
gözlerimin önüne getirdim; hem de hep o değismeyen durusuyla. Dünkü gecenin tümünden
hatırımda kalan izlenim, kibriti çaktığım zaman acıdan burusmus, solgun yüzüyle üzgün
gözleriydi. O anda yüzündeki çarpık gülümseme pek zavallı, pek zorlamaydı. Liza'yı on bes
yıl sonra bile hep bu zavallı, çarpık, gereksiz gülümsemesiyle gözlerimin önüne getireceğimi
o sırada nereden bilecektim!
Daha ertesi gün bütün bunları, bozuk sinirlerimin uydurduğu büyütülmüs saçmalıklar olarak
görmeye hazırdım. Olayları hep bu gözle görmek benim en zayıf yanımdı. "Her seyi
büyütüyorum, bu yüzden de yasam yolunda hep aksıyorum", diye düsünüyordum, bu
kusurumdan dolayı korkuya kapıldığım anlar oluyordu. O günlerdeki düsüncelerim her
seferinde: "Liza gelecek, ne olursa olsun gelecek" nakaratıyla bitiyordu. Bazen duyduğum
tedirginlikten çıldıracak gibi oluyordum. "Gelecek, ne olursa olsun gelecek!" diye bağırarak
odada bir oraya, bir buraya kosuyordum. "Bugün değilse bile yarın gelecek. Göreceksin,
bulacak seni! Su temiz yüreklerin romantikliği denen sey yerin dibine geçsin! 'Su duygulu
murdar ruhların' iğrençliği, ahmaklığı, sığlığı!.. Hepinizin, hepinizin, canı cehenneme! Oysa
nasıl oluyor da, nasıl oluyor da anlamıyor!.."
Đste tam buraya gelince büyük bir saskınlıkla duruyor:
"Birinin yasantısını istediğim biçime sokmak için nasıl da bu denli az, bu denli ucuz (hem de
yapmacık, kitaptan alma, uydurma) masumluk sahnesi yeterli geldi! El değmemis maden
diye buna derler iste!" diye geçiriyordum içimden.
Bazen kendim onun kaldığı yere giderek, "her seyi anlatmayı", onu bana gelmemesi için
kandırmayı tasarlıyordum. Fakat bunu düsünür düsünmez kan beynime sıçrıyor: "Su melun
Liza elime bir geçse ayaklarımın altına alır, tepelerdim; daha olmadı, küçük düsürür, yüzüne
tükürürdüm, birkaç tokat atarak kapı dısarı ederdim." diye kuruyordum.
Ama bir, iki, üç gün geçip de hâlâ kapımı çalmayınca rahatlamaya basladım. Aksamın
dokuzundan sonra nesem iyice yerine geliyordu, canlanıyordum. Arada bir tatlı hayaller
kurduğum bile oluyordu... Liza bana gelip gitmeye baslıyor, ona konusmalarımla yol
gösteriyor, eğitip adam olmasını sağlıyordum. Sonra beni sevdiğini, hem de tutkuyla
sevdiğini farkediyor, fakat ben anlamazlıktan geliyordum. (Niçin anlamazlıktan geldiğimi
kendim de bilmiyordum, belki böyle yakısık aldığı için istiyordum.) Sonunda Liza deliye
dönüyor; hıçkırıklar içinde titreyerek, bütün güzelliğiyle ayaklarıma kapanıyordu. Onu kötü
yoldan kurtardığımı, dünyada en çok beni sevdiğini söylüyordu. Ben sasırmıs gibi; "Ne o,
Liza yoksa seni sevmediğimi mi sanıyorsun?" diyordum. "Ben her seyi biliyorum, her seyin
farkındayım, fakat ilk adımı kendim atmak istemedim. Çünkü senin üzerinde etkim olduğunu
biliyor; sevgime sükran duygularının baskısıyla karsılık vermenden, beni sevmek için kendini
zorlamandan korkuyordum. Ben böyle sey istemem, çünkü bu zorbalıktır... Duygusal inceliğe
sığmaz... (Anlayacağınız gibi bundan sonra saçmalıyor, Avrupa romantizmi, George Sand
üslubuyla soyluluk incileri sıralıyordum... ) Ama artık sen benimsin; bütün temizlik ve
güzelliğinle benim eserim, biricik karımsın!" -
54.
0"Evime çekinmeden, serbestçeTümünü Göster
Evimin kadını olarak gir" (24)
Böylece mutlu günler baslıyor, Avrupa ülkelerine gezmeye gidiyorduk, vb... vb... Sonunda
hayallerimden kendim bile tiksinmeye baslıyor, dilimi çıkarıp kendimle alay ediyordum.
Bunun arkasından da; "Bırakmazlar pis mendeburu, zaten onları her istedikleri zaman dısarı
salmazlar, hele aksamları hiç!" diye düsünüyordum. (Nedense Liza'nın bana ille aksam üstü,
hem de tam saat yedide geleceği doğuyordu içime.) "Peki ama bana henüz oranın malı
olmadığını, simdilik özel bir anlasmayla çalıstığını söylemisti. Öyleyse... Hay aksi seytan!
Gelecek, yüzde yüz gelecek!"
Bereket versin o sıralar Apollon kabalıklarıyla beni oyalayıp bu konuyu daha az düsünmemi
sağlıyordu, oyalıyordu. Ama neredeyse sabrım da tasmak üzereydi. Bu herif Tanrı'nın bana
gönderdiği bas belası, ömür törpüsüydü. Birkaç yıldan beri birbirimizi iğnelemis durmustuk,
sonunda ondan nefret eder olmustum. Arada bir içimde ona karsı kabaran nefreti bir Tanrı
bilir, bir de ben. Apollon yaslı, oturaklı bir herifti; elinden dikis isleri bile gelirdi. (Neden
böyle yaptığına bir türlü aklım ermedi.) O da beni küçük görür, değersiz bir varlıkmısım gibi
bana tepeden bakardı. Neyse ki bu adamın bakısı herkese aynıydı. Herifin düzgün taranmıs
sarı saçlarına, alnına düsürüp briyantinlediği perçemine, "V" harfi biçiminde kapattığı iri
ağzına bakınca kendine çok güvenen birinin karsısında olduğunuzu hemen anlardınız. Son
derece ukala bir adamdı, onun gibi bilgiç taslağını hiçbir yerde görmedim. Üstelik bir kibir,
bir kibir; sanırsınız karsınızda Büyük Đskender duruyor! Herifçioğlu, kendi malıdır diye
giysilerinin düğmelerine, tırnaklarına bile vurgundu. Bana karsı son derece katı davranırdı,
öyle her karsılasmamızda yüz verip konusmazdı... Tenezzül edip bakacak olsa bile sert,
kendinden emin, alaycı gözlerini yüzüme diker; bu aptalca bakıslarıyla beni deli ederdi.
Görevini sanki bana büyük bir lütufta bulunuyormus gibi yapardı. Zaten benim için fazla bir
sey yaptığı da yoktu hani! Hizmet etmek sanki onun görevi değildi. Her ay ona para vererek
yanında tutmak zorunda kalan, dünyanın en salak adamı gözüyle bakardı bana. Ayda yedi
rubleye evimde "ense yapmaya" lütfen razı olmus gibiydi. Herhalde bu adamdan çektiklerim
yüzünden günahlarımın çoğu bağıslanacaktır.
Herifin yürüyüsüne bile sinir olurdum. Hele o peltek peltek konusması yok mu ya,
mendeburu dinlerken bütün cinlerim tepeme üsüsürdü. Dili ağzına büyük geldiğinden midir
nedir, ıslık sesleri, sapırtılar çıkararak konusur; üstelik, pek büyük bir is yapıyormus gibi,
bununla da caka satardı. Ellerini arkasına bağlayıp yere bakarak, ölçülü bir sesle, hecelere
basa basa söylerdi her bir sözcüğü. Hele onun kendi bölmesinde Zebur okumasını bir
dinleseniz! Bu Zebur okuması yüzünden neler çektiğimi ben bilirim... Aksamları ölüye dua
ediyormus gibi tekdüze bir sesle, sözcükleri uzata uzata okumaya bayılırdı. Herifin bu
çabalarının sonunun neye vardığını merak etmissinizdir: Apollon simdi ölülere parayla Zebur
okuyor; ayrıca sıçan telef ediyor ve ayakkabı cilası yapıp satıyor. Benimle kimyasal olarak
birlesmis gibiydi. Atamıyordum onu basımdan. Gerçi kovsam da gitmek onun isine
gelmezdi... Bir pansiyona çıkmak istemiyordum, çünkü oturduğum ev, beni bütün dünyanın
gözünden saklayan kabuğum, kılıfımdı, Apollon'u da evimin demirbası sayıyordum, bu
yüzden tam yedi yıl onu basımdan savıp kurtulamadım.
Aylığını iki-üç gün geciktirmek haddime mi düsmüs! Basıma öyle bir is çıkardı ki, ne
yapacağımı sasırırdım. Đste o günlerde canımın sıkıntısından çatacak birini ararken, aklıma,
Apollon'un aylığını iki hafta geciktirerek teresi cezalandırmak geldi. Zaten böyle bir seyi
çoktandır, belki iki yıldır yapmak istiyordum. Bana kafa tutmaya hakkı olmadığını, istesem
aylığını vermeyebileceğimi ona göstermeliydim. Ücret sözünü ağzıma almayacak, gururunu
çiğnetip onu ilk olarak konusturuncaya kadar susacaktım. Sonunda çekmecemin gözünü açıp
yedi rublesinin orada durduğunu söyleyerek; "Aylığını vermek istemediğim, evet, yalnızca
istemediğim için vermiyorum!" diyecektim. Çünkü "efendisinin canı" böyle istiyordu, çünkü
bir usak efendisine karsı saygısız, terbiyesiz olamazdı. Ama benden ücretini nazikçe isterse o
zaman is değisirdi; belki yumusar, verirdim. Yoksa iki hafta, üç hafta, belki bir ay bosuna
beklerdi.
Ne kadar kızgın olursam olayım, sonunda gene ben yenildim. Hem de dört gün bile
dayanamadım. Böyle durumlarda yaptığı gibi davrandı bu sefer de. (Daha önce de aynı seyi
birkaç kez denediğim için, yere batası taktiğinin ne olduğunu çok iyi biliyordum.) Yaptığı
suydu: Kaslarını iyice çatar, ben eve gelirken ya da giderken, giriste durarak bana birkaç
dakika dik dik bakardı. Eğer bu bakısları tınmadan kendi islerime bakarsam, o da bir sey
söylemeden öteki eziyetlere geçerdi. Đçerde okuduğum ya da giyindiğim sırada, ben
çağırmadığım halde süzülür gibi odama girer; kapının önünde sessizce dururdu. Bir ayağı
ilerde, bir eli de arkasında; bana öylece, eskisi gibi sert olmayan, açıkça küçük gören
gözlerle bakmaya baslardı. Ona ne istediğini soracak olsam, karsılık vermez; beni süzmesini
bir kaç saniye daha sürdürdükten sonra, anlamlı anlamlı dudak kıvırarak, olduğu yerde
usulca döner; ağır adımlarla odasına giderdi. Bir-iki saat geçince bir de bakarım, Apollon
aynı pozlarla gene karsımda... Öfkemden ne istediğini bile sormazdım. Herif buyururcasına,
sert bir hareketle basını kaldırır; ben de gözlerimi ona dikerdim. Böylece birbirimizi iki-üç
dakika süzerdik. En sonunda o gene geriye döner; kasılarak, ağır ağır, odasına çekilirdi. Ama
yalnızca iki saatliğine...
Ben hâlâ aklımı basıma toplamayıp, ona parasını vermemekte direniyorsam, Apollon
gözlerime bakarak derin derin içini çekmeye baslardı. Sanki bu iç çekisiyle ruhça alçalısımın
derinliğini ölçer gibiydi. Artık dayanamayıp pes edecek duruma gelirdim. Önce öfkeyle
bağırıp çağırmaya baslar, sonra onun istediğini yapardım.
Apollon bu sefer de her zamanki "sert bakıslar" taktiğine baslamıstı ki, tepem atarak
kudurmus gibi üstüne atıldım. Zaten öfkeden çatacak birini arıyordum.
Bir eli arkasında, yavas yavas dönüp sessizce odasına gitmek üzereyken, bütün öfkemle:
- Dur! diye haykırdım. Buraya gel! Gel diyorum sana!
Öyle yüksek sesle haykırmıs olmalıyım ki, hemen döndü, hayli afallayarak beni süzmeye
basladı. Ama gene ağzını açıp tek söz söylemedi, bu da beni deli etmeye yetti.
- Ne cesaretle ben çağırmadan odama giriyor, yüzüme dik dik bakıp duruyorsun? Haydi yanıt
ver!
Ama herif istifini bozmadan yarım dakika kadar baktı, sonra çıkmak üzere yürüdü.
Sinirimden yerimde duramıyordum.
- Dur! diye kükredim. Yerinden kıpırdama! Ha söyle... Simdi yanıt ver, ne diye odama girdin?
Bana mısın demiyordu. Basını bir omzundan ötekine yavasça yatırıp kaslarını kaldırarak,
fısıldayan, ölçülü sesiyle, ağır ağır:
- Bana bir emriniz olur da yaparım, diye geldim, dedi.
Öfkeden tir tir titriyordum.
- Sana bunu sormuyorum, canavar, dangalak! Buraya niçin geldiğini ben söyleyeyim mi?
Aylığını vermediğimi görüyor, boyun eğerek istemeyi gururuna yediremiyorsun. Bu yüzden
ahmakça bakıslarınla canımı sıkmaya, beni cezalandırmaya çalısıyorsun. Ne salakça,
sersemce, budalaca davrandığını biliyor musun? Canavar, Tanrı'nın cezası!
Apollon bir sey olmamıs gibi dönüp gitmek üzereydi ki, yakasına yapıstım.
- Dinle beni! Đste paran, görüyor musun? (Böyle diyerek çekmeceden parayı çıkardım.) Yedi
rublen tastamam. Ama edebini takınarak, saygıyla gelip benden özür dilemedikçe zırnık
alamazsın, anladın mı?
- Olur mu öyle sey!
Sesinde sasılacak bir güven vardı.
- Olur, olur! diye bağırdım. Hem de bal gibi olur!
Adam benim bağırmalarımı tınmıyormus gibi, aynı ölçülü sesiyle karsılık verdi:
- Sizden özür dilemem için sebep yok, çünkü bana "Canavar" diye bağıran sizsiniz. Üstelik
beni küçük düsürdüğünüz için sizi karakola bile verebilirim.
- Ne duruyorsun, haydi versene!.. Haydi, hemen su dakika, su saniye! Đstediğini
yapabilirsin!.. Gene de canavarsın! Canavar!..
Apollon bana söyle bir baktı, onu yüksek sesle çağırmama aldırmadan arkasına dönüp salına
salına gitti. -
55.
0Yalnız kalınca, "Hep su Liza'nın yüzünden, o olmasaydı bunlar basıma gelmezdi," diyeTümünü Göster
düsündüm. Bir dakika kadar bekledikten sonra bütün ciddiyetimi takınarak, kasıla kasıla
paravanın arkasına, Apollon'un kaldığı bölmeye yürüdüm. Yüreğim küt küt atıyordu. Ağır ağır
konustuğum halde tıkanacak gibi:
- Apollon! dedim. Hemen karakola git, buraya çabuk polis gelsin!
Apollon masasına oturmus, gözlüğünü takarak dikise baslamıstı. Emrimi duyunca gülmemek
için kendini zor tuttu.
- Hemen, hemen, simdi gideceksin! Yoksa basına gelecekleri kendin bilirsin!
Kafasını bile kaldırmadan, iğneye iplik saplamaya çalısıyordu. Fısıltılı sesiyle, ağır ağır;
- Aklınızdan zorunuz var anlasılan, dedi. Birinin kendisini polise gibâyet ettiği nerede
görülmüs! Hem bosuna beni korkutmak için uğrasmayın, elinize bir sey geçmez.
Omzundan tuttum, çığlık halinde çıkan sesimle:
- Hadi git! diye bağırdım.
Az kalsın suratına bir tane patlatacaktım.
Bu sırada giris kapısının yavasça aralandığını, birinin sessizce içeriye girerek orada durup bizi
saskın saskın seyrettiğini hiç mi hiç farketmemistim. Basımı çevirip gelenin kim olduğunu
görünce utancımdan kendimi odama dar attım. Orada iki elimle saçlarımı yakalayıp basımı
duvara dayayarak, öylece donmus kalmısım.
Bir iki dakika sonra Apollon'un ağır ayak sesleri duyuldu. Kaslarını çatarak:
- Bir kadın sizi istiyor, dedi, yana çekilerek girmesi için Liza'ya yol verdi. Kendisi oradan
çıkmıyor, bizi alaycı gözlerle süzüyordu.
Ne yaptığımı bilmeyerek:
- Çık dısarı, çık! diye bağırdım.
Bu sırada benim duvar saati gerinir gibi yaptı, hırıldadı, yediyi vurdu.
IX
Evime çekinmeden, serbestçe
Evimin kadını olarak gir...
Liza'nın karsısında utancımdan yerin dibine geçmistim; pek saskın, pek bitkindim. Gene de
bir yandan gülümsüyor, bir yandan da -tıpkı biraz önce sinirlerimin bozuk olduğu bir sırada
düsündüğüm gibi- içi pamuklu, paçavraya dönmüs sabahlığımın önünü kavusturmaya
çalısıyordum. Apollon tepemizde birkaç dakika dikildikten sonra çekildi gitti, ama ben
bundan bir rahatlık duymadım. Daha da kötüsü, kızın karsımda apısıp kalmasıydı. Đste bunu
hiç beklemiyordum. Anlasılan, beni böyle görünce ne diyeceğini sasırmıstı.
Kurulmus bir makine gibi:
- Otur! dedim.
Masanın yanındaki sandalyeyi ona doğru iterek kendim divana geçtim. Liza, hep bir seyler
bekliyormus gibi, benden gözlerini ayırmadan usulca oturdu. Onun bu çocuksu bekleyisi
kanımın beynime sıçramasına yetti, ama kendimi tutmasını bildim.
Bütün bunlar olağan seylermis, hiçbirinin farkına varmamıs gibi yapamaz mıydı sanki! Ama
Liza... Bunun ona çok pahalıya oturacağını belli belirsiz seziyordum.
Kekeleye kekeleye:
- Beni tuhaf bir durumda yakaladın, Liza, dedim.
Oysa söze böyle baslamamam gerektiğini biliyordum.
Kızın birden kızardığını görerek:
- Hayır, hayır, aklına kötü bir sey gelmesin! diye bağırdım. Yoksulluğumdan utandığımı
sanma... Tersine, yoksulluğumla övünürüm. Yoksulum ama soyluyum da... Đnsan hem
yoksul, hem de soylu olabilir... Neyse, neyse... Çay içer misin?
- Hayır...
- Dur biraz...
Yerimden fırlayarak Apollon'un yanına seğirttim. Neresi olursa olsun, kendimi bir yerlere
atmalıydım.
O zamana dek avcumda sıktığım yedi rubleyi önüne fırlatarak, fısıltıyla, çabuk çabuk:
- Apollon, dedim, iste aylığın! Görüyorsun ya, veriyorum. Buna karsılık sen de beni bu zor
durumdan kurtarmalısın. Hemen su çayhaneye kos, biraz çayla on gevrek al. Gitmezsen
benim mahvıma neden olursun. Bu kadını tanımıyorsun... O benim her seyimdir... Belki
aklından kötü seyler geçiyor. Ama onun nasıl bir kadın olduğunu bilemezsin!..
Tekrar gözlüğünü takıp dikisinin basına oturmus olan Apollon iğneyi elinden bırakmadan
paraya sessizce, yan yan baktı. Sonra beni takmıyormus gibi, tek sözle karsılık vermeksizin,
ipliği iğneye saplama isine koyuldu.
Kollarımı Napolyon gibi kavusturarak, iki üç dakika karsısında dikildim. Sakaklarım terden
sırsıklamdı, betimin benzimin attığını hissediyordum. Neyse ki Apollon bu halimi görüp acıdı.
Đplik geçirme isini bitirince yerinden ağır ağır kalktı, sandalyeyi ağır ağır yana çekti,
gözlüklerini ağır ağır çıkardı; aynı ağırlıkla parasını sayıp basını bana çevirerek, omzunun
üstünden çayın iki kisilik mi olacağını sordu. Sonra ağır ağır odadan çıktı.
Liza'nın yanına dönerken su rezil sabahlığımla kendimi sokağa atmayı, sonunda basıma ne
gelirse gelsin, canımın istediği yere kosmayı bütün benliğimle istiyordum.
Gelip yerime oturdum. Liza bana tasayla bakıyordu. Birkaç dakika konusmadan bekledik.
Ben birden yumruğumu masaya indirerek:
- Onu geberteceğim! diye kükredim.
Ne kadar hızlı vurmussam üstündeki hokkadan masaya mürekkep sıçradı.
Liza irkildi.
- Aman, ne yapıyorsunuz!
- Onu geberteceğim, geberteceğim! diye haykırarak masayı yumruklamayı sürdürdüm.
Bir yandan bütün hıncımla vururken, bir yandan da öfkemin ne kadar saçma olduğunu
düsünüyordum.
- Sen onun ne canavar olduğunu bilmezsin, Liza! Ah, o ne katildir... O simdi gevrek almaya
gitti, o...
Böyle diyerek ağlamaya basladım. Kendimi tutamıyordum. Hıçkırıklar arasında utancımdan
kahroluyordum.
Liza korkmustu. Çevremde fır fır dönerken:
- Size ne oldu? Neyiniz var? diye soruyordu.
- Su ver, biraz su ver bana! Đste surada!..
Zayıf bir sesle böyle mırıldanırken, ne suya, ne de mırıldanarak konusmaya gereksinmem
olduğunu biliyordum. Geçirdiğim bunalım gerçek olmakla birlikte, durumumu kurtarmak için
numara yaptığıma kalıbımı basarım.
Liza, gözlerinden saskınlık okunarak, bana suyu verdi. Tam o sırada Apollon da çayı getirdi.
Bütün bu olanlardan sonra her gün içtiğimiz olağan çayın o sırada pek yersiz, pek zavallı
kaçtığını hissettim; yüzüm kızardı. Apollon bize bakmadan çıktı.
Gözlerimi kızın gözlerine dikerek;
- Liza, beni küçük görüyorsun, değil mi? dedim.
Hakkımda ne düsündüğünü merakla beklerken titriyordum. Kız utandı, ağzından tek söz
çıkmadı.
Öfkeyle;
- Çayını iç! dedim.
Kendime kızıyordum ama acımı ondan çıkarıyordum. Ona karsı duyduğum öfkeden dolayı kızı
gözümü kırpmadan öldürebilirdim. Hırsımdan onunla tek bir sözcük konusmamaya karar
verdim. "Her seye o sebep oldu" diye düsünüyordum.
Bes dakika süren bir sessizlik oldu. Çay masada durduğu halde ikimiz de elimizi
sürmüyorduk. Önce kendisi baslamayacağına göre, Liza'yı güç duruma sokmak için isi çay
içmemeye kadar vardırmıstım. Üzüntüyle karısık bir saskınlıkla kızcağız birkaç kez yüzüme
baktı. Ben susmakta direniyordum. Bu durumda en çok acı çeken gene bendim, çünkü hem
yersiz öfkemin iğrenç denecek kadar bayağı olduğunu biliyor, hem de bundan kendimi
kurtaramıyordum.
Liza uzayıp giden sessizliği bozmak için:
- Ben oradan... Sey... Temelli çıkmak istiyorum, diye basladı.
Ah zavallı, zaten pek anlamsız olan böyle bir anda, benim gibi ahmağın birine bu konuyu
açmanın sırası mıydı? Kızcağızın bu beceriksizliğini, bu gereksiz açık yürekliliğini görünce
benim bile yüreğim acıyla burkuldu. Ama çok geçmeden içimde rezilce bir duygu kabararak
bu acıma hissimi alt etti; hatta bununla da kalmayarak, daha kötü seyler yapmam için beni
dürtmeye basladı. Böylece bes dakika daha geçti.
Liza sandalyesinden doğruldu, ürkek bir sesle, yavasça:
- Sizi fazla rahatsız etmeyeyim, dedi.
Yaralanmıs bir gururun ilk tepkisini görünce, öfkeden titremeye basladım, ondan sonra açtım
ağzımı, yumdum gözümü:
- Buraya niçin geldin, niçin geldin, söyler misin?..
Tıkanacak gibi oluyor, neyi nasıl söylediğime pek aldırmıyordum. Hatta nereden
baslayacağımı bile bilmeden anlatacaklarımı bir çırpıda bitirmek istiyordum. Artık kendimde
değildim. -
56.
0Yalnız kalınca, "Hep su Liza'nın yüzünden, o olmasaydı bunlar basıma gelmezdi," diyeTümünü Göster
düsündüm. Bir dakika kadar bekledikten sonra bütün ciddiyetimi takınarak, kasıla kasıla
paravanın arkasına, Apollon'un kaldığı bölmeye yürüdüm. Yüreğim küt küt atıyordu. Ağır ağır
konustuğum halde tıkanacak gibi:
- Apollon! dedim. Hemen karakola git, buraya çabuk polis gelsin!
Apollon masasına oturmus, gözlüğünü takarak dikise baslamıstı. Emrimi duyunca gülmemek
için kendini zor tuttu.
- Hemen, hemen, simdi gideceksin! Yoksa basına gelecekleri kendin bilirsin!
Kafasını bile kaldırmadan, iğneye iplik saplamaya çalısıyordu. Fısıltılı sesiyle, ağır ağır;
- Aklınızdan zorunuz var anlasılan, dedi. Birinin kendisini polise gibâyet ettiği nerede
görülmüs! Hem bosuna beni korkutmak için uğrasmayın, elinize bir sey geçmez.
Omzundan tuttum, çığlık halinde çıkan sesimle:
- Hadi git! diye bağırdım.
Az kalsın suratına bir tane patlatacaktım.
Bu sırada giris kapısının yavasça aralandığını, birinin sessizce içeriye girerek orada durup bizi
saskın saskın seyrettiğini hiç mi hiç farketmemistim. Basımı çevirip gelenin kim olduğunu
görünce utancımdan kendimi odama dar attım. Orada iki elimle saçlarımı yakalayıp basımı
duvara dayayarak, öylece donmus kalmısım.
Bir iki dakika sonra Apollon'un ağır ayak sesleri duyuldu. Kaslarını çatarak:
- Bir kadın sizi istiyor, dedi, yana çekilerek girmesi için Liza'ya yol verdi. Kendisi oradan
çıkmıyor, bizi alaycı gözlerle süzüyordu.
Ne yaptığımı bilmeyerek:
- Çık dısarı, çık! diye bağırdım.
Bu sırada benim duvar saati gerinir gibi yaptı, hırıldadı, yediyi vurdu.
IX
Evime çekinmeden, serbestçe
Evimin kadını olarak gir...
Liza'nın karsısında utancımdan yerin dibine geçmistim; pek saskın, pek bitkindim. Gene de
bir yandan gülümsüyor, bir yandan da -tıpkı biraz önce sinirlerimin bozuk olduğu bir sırada
düsündüğüm gibi- içi pamuklu, paçavraya dönmüs sabahlığımın önünü kavusturmaya
çalısıyordum. Apollon tepemizde birkaç dakika dikildikten sonra çekildi gitti, ama ben
bundan bir rahatlık duymadım. Daha da kötüsü, kızın karsımda apısıp kalmasıydı. Đste bunu
hiç beklemiyordum. Anlasılan, beni böyle görünce ne diyeceğini sasırmıstı.
Kurulmus bir makine gibi:
- Otur! dedim.
Masanın yanındaki sandalyeyi ona doğru iterek kendim divana geçtim. Liza, hep bir seyler
bekliyormus gibi, benden gözlerini ayırmadan usulca oturdu. Onun bu çocuksu bekleyisi
kanımın beynime sıçramasına yetti, ama kendimi tutmasını bildim.
Bütün bunlar olağan seylermis, hiçbirinin farkına varmamıs gibi yapamaz mıydı sanki! Ama
Liza... Bunun ona çok pahalıya oturacağını belli belirsiz seziyordum.
Kekeleye kekeleye:
- Beni tuhaf bir durumda yakaladın, Liza, dedim.
Oysa söze böyle baslamamam gerektiğini biliyordum.
Kızın birden kızardığını görerek:
- Hayır, hayır, aklına kötü bir sey gelmesin! diye bağırdım. Yoksulluğumdan utandığımı
sanma... Tersine, yoksulluğumla övünürüm. Yoksulum ama soyluyum da... Đnsan hem
yoksul, hem de soylu olabilir... Neyse, neyse... Çay içer misin?
- Hayır...
- Dur biraz...
Yerimden fırlayarak Apollon'un yanına seğirttim. Neresi olursa olsun, kendimi bir yerlere
atmalıydım.
O zamana dek avcumda sıktığım yedi rubleyi önüne fırlatarak, fısıltıyla, çabuk çabuk:
- Apollon, dedim, iste aylığın! Görüyorsun ya, veriyorum. Buna karsılık sen de beni bu zor
durumdan kurtarmalısın. Hemen su çayhaneye kos, biraz çayla on gevrek al. Gitmezsen
benim mahvıma neden olursun. Bu kadını tanımıyorsun... O benim her seyimdir... Belki
aklından kötü seyler geçiyor. Ama onun nasıl bir kadın olduğunu bilemezsin!..
Tekrar gözlüğünü takıp dikisinin basına oturmus olan Apollon iğneyi elinden bırakmadan
paraya sessizce, yan yan baktı. Sonra beni takmıyormus gibi, tek sözle karsılık vermeksizin,
ipliği iğneye saplama isine koyuldu.
Kollarımı Napolyon gibi kavusturarak, iki üç dakika karsısında dikildim. Sakaklarım terden
sırsıklamdı, betimin benzimin attığını hissediyordum. Neyse ki Apollon bu halimi görüp acıdı.
Đplik geçirme isini bitirince yerinden ağır ağır kalktı, sandalyeyi ağır ağır yana çekti,
gözlüklerini ağır ağır çıkardı; aynı ağırlıkla parasını sayıp basını bana çevirerek, omzunun
üstünden çayın iki kisilik mi olacağını sordu. Sonra ağır ağır odadan çıktı.
Liza'nın yanına dönerken su rezil sabahlığımla kendimi sokağa atmayı, sonunda basıma ne
gelirse gelsin, canımın istediği yere kosmayı bütün benliğimle istiyordum.
Gelip yerime oturdum. Liza bana tasayla bakıyordu. Birkaç dakika konusmadan bekledik.
Ben birden yumruğumu masaya indirerek:
- Onu geberteceğim! diye kükredim.
Ne kadar hızlı vurmussam üstündeki hokkadan masaya mürekkep sıçradı.
Liza irkildi.
- Aman, ne yapıyorsunuz!
- Onu geberteceğim, geberteceğim! diye haykırarak masayı yumruklamayı sürdürdüm.
Bir yandan bütün hıncımla vururken, bir yandan da öfkemin ne kadar saçma olduğunu
düsünüyordum.
- Sen onun ne canavar olduğunu bilmezsin, Liza! Ah, o ne katildir... O simdi gevrek almaya
gitti, o...
Böyle diyerek ağlamaya basladım. Kendimi tutamıyordum. Hıçkırıklar arasında utancımdan
kahroluyordum.
Liza korkmustu. Çevremde fır fır dönerken:
- Size ne oldu? Neyiniz var? diye soruyordu.
- Su ver, biraz su ver bana! Đste surada!..
Zayıf bir sesle böyle mırıldanırken, ne suya, ne de mırıldanarak konusmaya gereksinmem
olduğunu biliyordum. Geçirdiğim bunalım gerçek olmakla birlikte, durumumu kurtarmak için
numara yaptığıma kalıbımı basarım.
Liza, gözlerinden saskınlık okunarak, bana suyu verdi. Tam o sırada Apollon da çayı getirdi.
Bütün bu olanlardan sonra her gün içtiğimiz olağan çayın o sırada pek yersiz, pek zavallı
kaçtığını hissettim; yüzüm kızardı. Apollon bize bakmadan çıktı.
Gözlerimi kızın gözlerine dikerek;
- Liza, beni küçük görüyorsun, değil mi? dedim.
Hakkımda ne düsündüğünü merakla beklerken titriyordum. Kız utandı, ağzından tek söz
çıkmadı.
Öfkeyle;
- Çayını iç! dedim.
Kendime kızıyordum ama acımı ondan çıkarıyordum. Ona karsı duyduğum öfkeden dolayı kızı
gözümü kırpmadan öldürebilirdim. Hırsımdan onunla tek bir sözcük konusmamaya karar
verdim. "Her seye o sebep oldu" diye düsünüyordum.
Bes dakika süren bir sessizlik oldu. Çay masada durduğu halde ikimiz de elimizi
sürmüyorduk. Önce kendisi baslamayacağına göre, Liza'yı güç duruma sokmak için isi çay
içmemeye kadar vardırmıstım. Üzüntüyle karısık bir saskınlıkla kızcağız birkaç kez yüzüme
baktı. Ben susmakta direniyordum. Bu durumda en çok acı çeken gene bendim, çünkü hem
yersiz öfkemin iğrenç denecek kadar bayağı olduğunu biliyor, hem de bundan kendimi
kurtaramıyordum.
Liza uzayıp giden sessizliği bozmak için:
- Ben oradan... Sey... Temelli çıkmak istiyorum, diye basladı.
Ah zavallı, zaten pek anlamsız olan böyle bir anda, benim gibi ahmağın birine bu konuyu
açmanın sırası mıydı? Kızcağızın bu beceriksizliğini, bu gereksiz açık yürekliliğini görünce
benim bile yüreğim acıyla burkuldu. Ama çok geçmeden içimde rezilce bir duygu kabararak
bu acıma hissimi alt etti; hatta bununla da kalmayarak, daha kötü seyler yapmam için beni
dürtmeye basladı. Böylece bes dakika daha geçti.
Liza sandalyesinden doğruldu, ürkek bir sesle, yavasça:
- Sizi fazla rahatsız etmeyeyim, dedi.
Yaralanmıs bir gururun ilk tepkisini görünce, öfkeden titremeye basladım, ondan sonra açtım
ağzımı, yumdum gözümü:
- Buraya niçin geldin, niçin geldin, söyler misin?..
Tıkanacak gibi oluyor, neyi nasıl söylediğime pek aldırmıyordum. Hatta nereden
baslayacağımı bile bilmeden anlatacaklarımı bir çırpıda bitirmek istiyordum. Artık kendimde
değildim. -
57.
0- Niçin geldin? Ha? Yanıt ver! Haydi, yanıt ver! Bak kızım, niçin geldiğini ben söyleyeyim: OTümünü Göster
gün sana dokunaklı laflar ettim diye geldin. Bir süre geçince gene duygulandın, canın
"dokunaklı laflar" isitmek istedi, öyle değil mi? Sunu iyice kafana sok, o zaman seninle alay
etmistim. Simdi de alay ediyorum. Niçin titriyorsun? Evet, alay ettim! Evinize benden önce
gelenler yemekte beni küçük düsürmüslerdi. Onlardan birini, bir subayı dövmek için oraya
gelmistim. Olmadı, yakalayamadım. Küçük düsürülmenin hıncını birinden almalıydım; o
sırada, senin yakan elime geçti, ben de bütün hıncımı senden aldım. Eğlendim seninle.
Benim gururumla oynadılar, ben de sana aynı seyi yaptım; beni paçavraya çevirdiler, bense
ölmediğimi göstermek istedim... Đste isin aslı buydu. Oysa sen, oraya seni kurtarmak
niyetiyle geldiğimi sandın. Öyle değil mi? Hadi, söyle, öyle sanmadın mı?
Onun bu söz kalabalığı arasından hepsini birden anlayamayacağını biliyordum, ama isin
aslını kavrayacağından emindim. Düsündüğüm gibi de oldu. Liza'nın yüzü sarardı, bozardı;
bir seyler söylemek istediyse de dudakları büzüldü, tırpan yemis gibi sandalyeye yığıldı.
Bundan sonra, korkudan titreyip gözlerini belerterek, bütün söylediklerimi ağzı açık dinledi.
Sözlerimdeki arsızlık, utanmazlık onu ağırlığıyla ezmisti... Ayağa fırlayıp odayı hızlı adımlarla
bir ileri, bir geri arsınlayarak bağıra bağıra:
- Kurtarmak mı! diye devam ettim. Seni nasıl kurtaracakmısım? Belki benim durumum
seninkinden de berbat! O gün sana bir sürü maval okurken, neden suratıma, "Senin burada
ne isin var? Git aklını kendine sakla" diye bağırmadın! O zaman birileriyle, kedinin sıçanla
oynadığı gibi oynamak istiyordum. Seni küçük düsürmekle, ağlayıp sızlamana sebep olmakla
istediğimi elde ettim. Ama sünepenin, yufka yüreklinin biri olduğum için dayanamadım. Sana
adresimi verdiğim için aptallığıma doymayayım! O gün daha eve gelmeden pisman olmus,
arkandan sana ağzıma geleni söylemistim. Seni aldattığım için senden nefret ediyordum.
Çünkü, benim tek isteğim, sözcüklerle oynamak, hayalimi isletmekti. Yoksa, baskasından
bana ne? Hepinizin canı cehenneme!.. Ben huzur istiyorum, huzur! Bunu elde etmek için
bütün dünyayı bes paraya değisirim. Bana: "Güzel bir çay içmek mi istersin, yoksa dünyanın
batmasını mı?" diye sorsalar, hemen "Çay içmek!" diye bağırırım. Bunu biliyor muydun? Ha?
Ben alçağın, onursuzun, bencilin, tembelin biriyim. Sen geleceksin diye korkumdan, üç
gündür dünya basıma zindan oldu. Bu üç gün beni en çok neyin kaygılandırdığını biliyor
musun? Ben sana söyleyeyim: O gün karsına bir kahraman gibi çıkmıstım, oysa burada yırtık
sabahlığımla yoksulluk, pislik içindeyim. Biraz önce yoksulluğumdan utanmadığımı söyledim.
Yalan! Dünyada bundan korktuğum kadar hiçbir seyden korkmuyorum. Hatta hırsızlık
yapmaktan dahi... Çok gururluyum, bu çıplaklığımla derimi soymuslar gibi havanın en ufak
değismesinden huysuzlanıyorum. Beni bu lime lime sabahlığımla yakaladığın için seni
bağıslamayacağımı hâlâ kafan almadı mı? Kurtarıcın, eski gözağrın üstü bası dökülen, uyuz
bir it gibi usağının üzerine atılmıs, berikiyse onunla alay ediyor!.. Sümsük bir karı gibi
karsında göz yaslarımı tutamayısımı hiçbir zaman bağıslamayacağım, bunu sana
ödeteceğim. Hepsi için, hatta su sana söylediklerim için seni affetmeyeceğim! Çünkü bütün
bunlardan tek sen sorumlusun. Çünkü elime sen geçtin. Çünkü ben alçağın biriyim.
Yeryüzündeki solucanların en iğrenci, en gülüncü, en zavallısı, en aptalı, en kıskancı benim.
Onların benden kalır yanları yok, ama ne bileyim, onlar utanma bilmiyorlar. Bense... Bense...
En beğenmediğim bir kimseden bile azar isitiyorum. Đste ben böyle bir adamım! Ama, sen
beni anlamıyorsan ne yapayım? Hem, senin orada pisi pisine gebermen de vız gelir bana!
Sonra, buraya geldiğin, beni dinlediğin için senden iğreneceğim hiç aklıma gelmiyor mu?
Đnsan yasadığı sürece ancak bir kez bütün içindekileri döker, o da iyice bunalıma düstükten
sonra... Daha benden ne istiyorsun? Bütün olanlardan sonra neden hâlâ karsımda dikilmis,
canımı sıkıyorsun! Haydi, durma, bas git!
Tam bu sırada tuhaf bir sey oldu.
Her seyi kitaplarda olduğu gibi düsünüp tasarlamaya, olayları önceden hayalimde
canlandırdığım biçimde görmeye alıstığım için, durumu birdenbire kavrayamadım.
Ezdiğim, küçük düsürdüğüm Liza, beni umduğumdan daha iyi anlamıstı. Seven bir kadının
erkeğiyle ilgili olarak gözünden kaçmayacak her seyi, özellikle mutsuz olduğumu fark
etmisti.
Yüzündeki ürkek, gücenik anlatım yerine, yavas yavas, acımayla karısık bir sasırma geldi.
Kendime alçaklık, namussuzluk sıfatları yakıstırdıkça, gözlerimden yaslar bosandıkça (Bütün
konusma süresince ağlamıstım.), onun yüzü de acıyla burusuyordu. Birkaç kez yerinden
doğrularak beni susturmaya çalıstı. Konusmamı bitirirken, "Haydi, durma, bas git!" diye
bağırmama da hiç aldırmadı. Onun gibi zavallı, bitik, kendini benden oranlanamayacak
derecede asağı gören bir kızın bana öfkelenmemesi, gücenmemesi olacak sey miydi?
Đçten gelen bir taskınlıkla, birdenbire ayağa fırlayarak bana doğru atıldı. Fakat benden
korktuğu için, kıpırdamaksızın ellerini uzattı. Onun bu hareketini görünce benim bile yüreğim
sızladı; yüzüm kızardı. O sırada boynuma sarılmıstı, ağlıyordu. Kendimi tutamayarak, ben
de, yasamımda hiç olmadık bir biçimde, katıla katıla ağlamaya basladım.
- Bırakmıyorlar... Đyi... Đyi olamıyorum... diyebildim ancak.
Sonra kendimi divana güçlükle atarak, orada yüzükoyun, bir çeyrek saat kadar hıçkırıklara
boğuldum. Liza da yanıma gelmis, kollarıyla beni sararak öylece kalmıstı.
Bu hıçkırık nöbetinin nasıl olsa bir sonu olacaktı. Đste ben de (Simdi size yüz kızartıcı bir
gerçeği açıklayacağım.) böyle, divanda yüzümü eski deri bir yastığa gömerek yatarken,
içimde bir değigibliğin uyanmaya basladığını hissettim. Önce yavastan yavasa gelen, sonra
da gücünü gittikçe artıran bir duygu, bana yüzümü kaldırıp Liza'ya bakmamın çok ayıp bir
sey olacağını söylüyordu. Neden utanacağımı bilmediğim halde utanıyordum. Allak bullak
olmus zihnimden söyle geçiyordu: "Simdi rollerimiz tümüyle değisti. Artık kahraman sen
değilsin, Liza'dır. Sen de, tıpatıp dört gün önce karsında ezilip büzülen o zavallı kızın
yerindesin... " Bütün bunları daha divanda yüzükoyun yatarken düsünüyordum.
Aman Tanrım! Yoksa Liza'yı kıskanıyor muydum!..
Bu konuyu simdiye dek çözmüs değilim, o zamansa fazla bir sey anlayamamıstım. Birilerini
ezip hükmetmekten, zorbaca davranmaktan hoslanmayacağım, böyle yasayamayacağım bir
gerçekti... Ama... Düsüncelerle her seyi açıklayabilmek ne mümkün! Öyleyse uzun boylu
kafa yormak da bosuna...
En sonunda kendimi zorlayarak basımı kaldırdım, bunu nasıl olsa yapacaktım. Simdi bile
kuskum yok, yalnızca ona bakmaktan utanç duyacağım için, o anda içimde bir duygu -
hükmetmek, sahip olmak duygusu- alevlendi. Gözlerim sehvetle parladı, kızın ellerini sımsıkı
tuttum. Ondan son derece nefret ettiğim halde beni ona kuvvetle çeken bir sey vardı. Bu iki
duygu birbirini körüklüyor, bazen karısarak hınca dönüsüyordu... Liza'nın yüzünde önce
korkuya benzeyen bir saskınlık belirdi, ama bu bir an sürdü. Sonra beni istekle, coskuyla
kucakladı. -
58.
0XTümünü Göster
Bir çeyrek saat sonra odamda bir asağı, bir yukarı deli gibi dolasıyor; ikide bir sabırsızlıkla
paravana yaklasarak, aralıktan Liza'yı gözlüyordum. Basını yatağa koymus olarak sandalyede
oturan Liza, öyle sanıyorum ki, ağlıyordu. Canım çok sıkkındı. Neden kalkıp gitmeyi akıl
edemiyordu bu kadın?
Bu sefer artık her seyi anlamıstı. Onu çok, hem de pek çok gücendirmistim ama... Bunu
sizlere anlatmanın ne gereği var? Deminki sehvet kasırgasının, onu bir kere daha küçük
düsürmeyi hedef tutan bir öç alma duygusu olduğunu, sebepsiz kinimeyse simdi bir yenisinin
eklendiğini seziyordu. Evet, onu kıskandığım için ondan nefret ediyordum... Bununla birlikte,
onun durumu tüm açıklığıyla kavradığını söyleyemeyeceğim. Ancak benim alçağın biri
olduğumu, hele onu hiç sevemeyeceğimi kesin olarak anlamıstı.
Biliyorum, gene yalan uydurduğumu; yeryüzünde benim kadar kötü, benim kadar budala bir
insanın bulunmayacağını söyleyecekler. Üstelik Liza'yı sevmememin, hiç olmazsa sevgisini
takdir etmememin mümkün olamayacağını ileri sürecekler... Ben de onlara "Neden olmasın?"
diye soracağım. "Artık sevemeyecek bir insan olduktan; sevgiyi manen üstün olmak, zorbalık
yapmak olarak kabul ettikten sonra?.." Evet, ben yasam boyunca sevginin baska türlüsünü
düsünememisimdir; simdi bile sevginin sevilen tarafından kendi isteğiyle verilen,
karsısındakinin ona hükmetme hakkı olduğuna inanıyorum. Yeraltı hayallerimde bile sevgiyi
yasama kavgasının dısında düsünemedim. Hayallerimde sevgi nefretle baslayıp manen
üstünlüğümle bitmistir; ama sonunda dize getirdiğim kadını ne yapacağımı bilememistim.
Bunun anlasılamayacak bir yanı yok. Liza'nın bana "dokunaklı sözler" dinlemeye geldiği
inancıyla onu utandıracak, rezil edecek derecede, manevi varlığım çürümüs, "canlı
yasam"dan kopmussam; kadının bütün kurtulusunun, yasama bağlanısının, kendini
bulusunun ancak sevmekle mümkün olduğunu bile bile, Liza'nın hiç de dokunaklı sözler
duymak için değil, yalnızca beni sevmek için geldiği kafama dank dememisse, bunda
anlasılmayacak ne var?
Bununla birlikte, odada hızlı hızlı yürüyüp ikide bir paravananın aralığından Liza'yı
gözetlerken ondan pek öyle nefret etmiyordum. Benim dayanılamayacak kertede canımı
sıkan, onun burada bulunmasıydı. Bir an önce gözümün önünden çekip gitmesini istiyordum.
"Huzur" istiyordum, yeraltında yalnız basıma kalmak istiyordum. Alısamadığım "canlı yasam"
beni, soluğumu kesecek derecede bunaltmaya baslamıstı.
Birkaç dakika geçtiği halde, Liza bayılmıs gibi olduğu yerde duruyordu. Aklını basına
getirmek için yüzsüzlüğü paravanı tıklatmaya kadar vardırdım... Liza birden silkindi,
sandalyesinden ayağa fırladı; atkısını, sapkasını, kürkünü aramaya basladı. O da benden bir
an önce kurtulmak istiyor gibiydi. Đki dakika sonra paravanın arkasından ağır ağır çıkarak,
durgun bakıslarını yüzüme dikti. Kötü kötü gülümseyerek karsılık verdim. Nezaket gereği,
zoraki gülümsediğim belliydi. Sonra da yüzümü öbür yana çevirdim.
Liza kapıya doğru yürüyerek:
- Allahaısmarladık, dedi.
Ben hemen arkasından kostum, elini yakalayıp avucunu açtım, içine hazırladığım kâğıt
parayı sokusturdum, sonra yeniden kapattım. Daha sonra da onu görmemek için arkamı
dönüp kendimi odanın öbür ucuna attım...
Az kalsın su anda bile yalana sapacak; bu hareketi istemeyerek, kendimi bilmeden,
düsüncesizliğimden yaptığımı söyleyecektim. Ama bu sefer yalan söylemek istemiyorum ve
avucunu açıp içine para koymayı ona kötülük olsun diye yaptığımı söylüyorum. Bunu, Liza
paravanın arkasındayken, ben odada bir asağı bir yukarı dolasırken kafama koymustum.
Yalnız surası bir gerçek ki, bile bile bir kötülük islemekle birlikte, bunu içten, ta derinden
isteyerek değil, baskalarının yaptığı gibi yaramazlık olsun diye, düsünüp tasındıktan sonra
yapmıstım. Ancak yaramazlığım o derece baskalarına özenti sonucu, uyduruk, düsünce
ürünü, kitaptan alınmaydı ki, buna kendim bile yalnızca bir dakika dayanabildim. Biraz önce
yüzünü görmemek için kendimi odanın öbür ucuna attığım halde simdi onu yolundan geri
çevirmek istiyordum.
Daire kapısını açıp kulak verdim. Çekine çekine:
- Liza! Liza! diye fısıldadım.
Yanıt yoktu. Alt basamaklardan ayak seslerini isitir gibi oldum. Sesimi yükselterek:
- Liza! diye bağırdım.
Gene yanıt yoktu. O sırada asağıdan camlı ağır sokak kapısının gıcırdıya gıcırdıya açıldığını,
sonra da sertçe çarparak kapandığını isittim. Merdiven bosluğundan bir uğultu yükseldi.
Gitmisti. Dalgın dalgın odama döndüm. Sıkıntıdan boğulacak gibiydim.
Masanın önünde, Liza'nın oturduğu sandalyenin yanında durarak bos bakıslarımı önüme
dikmistim. Bir dakika kadar böylece durduktan sonra, birden irkilerek kendime geldim.
Önümdeki masada, biraz önce Liza'nın avcuna sıkıstırmıs olduğum, mavi burusuk bes ruble
duruyordu. Aynı kâğıt paraydı o, baskası olamazdı; evde bundan baska bes rublelik yoktu.
Demek ki Liza, ben kendimi odanın öbür ucuna atarken, bunu masanın üstüne fırlatmıstı.
E, baska türlü ne olabilirdi? Onun böyle bir is becerememesini beklemeyip de ne
yapacaktım? Ama hayır, hiç de öyle olmamıstı, bunu ondan beklememistim. Son derece
bencil olusum, insanlara gerekli önemi vermeyisim yüzünden onun böyle davranacağını
aklımın kösesinden geçirmemistim. Ama artık dayanamıyordum. Hemen üstüme bir seyler
geçirerek kendimi apar topar dısarıya attım. Sokağa çıktığım zaman Liza iki yüz adım bile
uzaklasmamıs olmalıydı.
Ortalık sessizdi; gökten dönerek düsen iri kar parçaları yollara, yaya kaldırımlarına yumusak
örtüler dösüyordu. Gelen, giden yoktu, sokaklar ıpıssızdı. Fenerler bosu bosuna, hüzünlü
hüzünlü göz kırpıyorlardı. Kavsağa kadar, yaklasık iki yüz adım kostuktan sonra durdum. Ne
yana gitmis olabilirdi?.. Hem, niçin pesinden kosuyordum?
Niçin? Ayaklarına kapanarak pismanlık göz yasları dökmek, bağıslatıncaya dek yalvarmak
için mi? Evet, o sırada böyle istemiyor değildim. Yüreğim paramparçaydı, o anı anımsadıkça
simdi bile içim burkulur. "Peki ama neden?" diye sordum kendi kendime. Ayaklarına kapanıp
yalvardığım için ertesi gün ondan nefret etmeyecek miydim? Ona mutluluk verebilir miydim?
O gün yüzüncü kez de olsa ne değerde bir insan olduğumu bir kez daha anlamamıs mıydım?
Zavallının yasdıbını zindana çevirmeyecek miydim?
Lapa lapa yağan karın altında, gözlerim uzakta boz bulanık bir noktaya çakılmıs, bunları
düsünüyordum.
Çok geçmeden, içimdeki sızıları dindirecek baska hayallere dalmıstım bile: "Onun küçük
düsürülmüs olarak gitmesi kendisi için daha iyi. Đnsan ruhunu kasıp kavuran bir duygunun -
küçük düsürülmenin- gene aynı ruhu yücelteceğini kim yadsıyabilir? Nasıl olsa bir gün
kızcağızın kalbini kıracak; benliğini köreltecektim... Ama simdi yediği bu darbe aklından
çıkmayacak, saplandığı batak ne kadar derin olursa olsun onu kurtaracak, ruhunu kinle
temizleyecektir... Peki, öyle olsa bile, bu onun ne isine yarar?"
Buraya gelince kendi kendime su yersiz soruyu sordum. Kolay elde edilmis bir mutluluk mu,
yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi? Evet, hangisi daha iyi?
Bütün bunları, o gece evde, çektiğim acılardan tükenmis, yasamaktan bezmis bir durumda
düsünüyordum. Yasamımda hiçbir zaman böylesine derin bir elem, böylesine pismanlık
duymamısımdır. Fakat evden apar topar çıkarken, yarı yoldan geriye döneceğim aklıma
gelmis miydi dersiniz?
Daha sonra Liza'yı bir yerde görmediğim gibi, sonunun ne olduğunu da öğrenemedim. Sunu
da belirtmeden geçemeyeceğim. O zamanlar az kalsın üzüntüden hastalanıp yatağa
düsecekken, küçük düsürülmenin, nefretin yararı hakkında parlak düsüncelerimle uzun süre
avundum. -
59.
0Aradan yıllar geçtiği halde, bütün bu olanları düsündükçe simdi bile bir tuhaf oluyorum.Tümünü Göster
Eskiyle ilgili daha nice can sıkıcı anı geliyor aklıma, ama... Öykümü burada bitirmek en iyisi
değil mi? Bana öyle geliyor ki, notlara baslamakla zaten bir kusur isledim. Hiç olmazsa bu
"öykü"yü yazdığım sürece utancımdan yerin dibine geçtim. Su halde benimki edebiyatla
uğrasmak değil, suçumun kefaretini ödemek oldu.
Kösemde manen çürümüs, çevreden, canlı yasamdan kopmus, yeraltında kendi yarattığım
kine boğulmus olarak, yasama nasıl yan çizdiğimi uzun uzadıya anlatmanın hosa gidecek
nesi var? Sonra, romanda bir kahraman istenir, oysa benimkinde, inadına, bir kahramanın
karsıtı olan bütün özellikler bir araya toplanmıs. Đste bu yok mu ya, bizim gibileri anlamanın
en kestirme yoludur. Çünkü bizler, az ya da çok, yasamak alıskanlığını yitirmis, aksaya
aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek "canlı yasam"dan tiksinecek, onun lafını bile
isitmek istemeyecek kadar yasama yabancılasmısız. Bu yabancılasmayı; "canlı yasam"ı bir is,
bir görev sayarak, onu kitaptan öğrenmeyi üstün tutacak dereceye vardırmısız.
Madem öyle, neden bazen içimiz içimize sığmaz, birtakım aptallıklar yapar, birtakım istekler
besleriz? Đste bunun nedenini kendimiz de bilmeyiz. Saçma sapan isteklerimiz yerine
getirilmis olsa bundan zarar görecek olan yine biziz. Söyle deneme olsun diye, içimizden
birine daha çok özgürlük verin, ellerindeki bağı çözüp yasama alanını genisletin, üstündeki
vesayeti kaldırın; bakın, o zaman yeniden vesayet altına girmek için önce kendisi can
atacaktır. Biliyorum, bunları yazdığım için bana kızacak, ayaklarınızı yere vurarak, "Siz
kendinizden, yeraltında geçen zavallı yasantınızdan söz edin. "Bizler, hepimiz" gibi sözleri
ağzınıza almayın!" diye bağıracaksınız.
Đzin verin sevgili okurlarım, ben bu hepimizliğe sığınarak kendimi temize çıkarmıs
olmuyorum. Nasıl yasadığıma gelince, sizin kendi yasdıbınızda yarıda bıraktığınız seyleri ben
sonuna kadar zütürdüm. Üstelik sizler ödlekliğinizi ölçülü davranıs sayarak kendi kendinizi
aldatıp avunuyorsunuz. Bu duruma göre, ben sizden daha canlı bir insan olmuyor muyum?
Söyle bir daha, dikkatlice düsünün! Biz bugün "canlılık" denen seyin nerede bulunduğunu,
neyin nesi olduğunu, hangi adla çağrıldığını bile bilmiyoruz. Elimizden kitaplarımızı alsalar,
bir anda neye uğradığımızı sasırırız. Artık hangi yolu seçeceğimizi, kime tutunup kimden
kaçacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neyi sayıp neyi hor göreceğimizi
bilemeyiz.
Bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz,
ayıp sayıyoruz. "Soyut insan" diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü
doğmus kisileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu
gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya baslıyoruz. Nerdeyse bir kolayını bulup
bizleri doğrudan doğruya düsüncelerin doğurmasını sağlayacağız.
Eh, yeter bu kadar; bir daha da "Yeraltı"ndan yazmak istemiyorum.
Bununla birlikte bu çeliski hastasının notları burada bitmiyor. Dayanamadığı için, o yazmayı
sürdürdü. Ama biz burada dursak daha iyi olur, sanıyorum. -
60.
0bitti sonunda.
-
61.
0ilgi gösterin pekekentler. sizin için çalışıyoruz!
-
62.
0iş yapar
-
63.
+13 sayfada bitti mi lan kitap harbiden?
-
beyler içtigim suyu ifşa ediyorum
-
hala aklı selim insanlar görmek güzel
-
türk kızı kadar egolusu dünyada yok
-
wimpy kid isimli ergen özenti pkklı
-
emre mor vs arda güler
-
zalina zurt ablan melisa hiç yanında
-
iyi bir edit dedigin bu mudur aga
-
ruby aşkım bebeğim çıtır fıstığım
-
sözlükte pasif erkek arıyorum
-
bu nasıl sınıfsal fark a
-
lan bir an kullanıcı adı
-
kutsalsuku zalinazurt the vikings
-
tütsülenmiş amcık
-
facia28 reyisliği adamlığı
-
ferre altincisi son başlık
-
israil ve iran savaşını sizce kim kazanır
-
bir insanın boynuna kadar betona gömüp sürekli
-
beyler mossada hizmet etmek istiyorum
-
ferre altincisinin kapatıldığı iyi oldu
-
parmağımı popo deliğime sokup
-
niye silmedin lan hesabımı alçak viking
- / 1