0
adalet subjektif kavramların yozlaşmasından doğan nesnelleşmiş fikirler yumağıdır da diyebilmek için tarihsel süreçlere göz gezdirmek gerekir elbet. evren makinesi içinde basit bir dişlidir. çağdaş bilim, bu evrensel belirlenimcilik felsefesini yeni kanıtlarla zenginleştirmekte değil midir? insan davranışının biyolojik, pgibolojik, sosyolojik bir okuması, ondan her türlü olumsallığı dışarı atar gibidir. biyoloji, tüm hareketlerimizi kimyasal değiş tokuşlarla, hormonların etkisiyle açıklamıyor mu? pgibanaliz, en esrarlı davranışlarımızı çocukluktaki koşullarımızın farkında olmaksızın ruhumuzda meydana getirdiği "kompleksler"den hareketle aydınlığa kavuşturmuyor mu? sosyoloji, kendi payına eylemlerimizin kaynağında eğitimimizin, toplumsal sınıfımızın vb. belirlemelerini görmüyor mu?
ancak stoacılık, spinozacılık gibi felsefeler bize bu kaçınılmaz zorunluluğu özgürlüğe dönüştürme imkanını göstermektedirler. özgür olmak için, zorunluluğa rıza göstermek, neden ve eserlerin birbirlerini kaçınılmaz bir biçimde izlemelerine evet demek yeterlidir. stoalılar özgürlüğü tanrısal zorunluluğa boyun eğmeye indirgemekteydiler. parere deo est libertas: özgürlük, karşı konulmaz belirlenimi yürekten benimsemektir. rousseau’nun, toplumun yasası ile ilgili olarak bizden istediği şeyi evrenin yasaları karşısında gösterelim: "özgürlük, kendi koyduğumuz yasaya uymamızdır."
bu zorunluluğun özgürlüğe dönüştürülmesinin mekanizmasını spinoza’da inceleyelim. spinoza’ya göre özgür olmak, eylemlerimizin gerçek nedeni olmaktır. ancak biz kendiliğimizden eylemlerimizin tüm nedeni değilizdir. biz doğanın içinde sonlu ve zayıf varlıklarız ve başlangıçta köleyizdir, yani eylemlerimiz irademizi yansıtmaktan çok daha önce bizi tehdit eden her şeye karşı korkularımızı ifade eder. hayatta gücümüzün artmasını ifade eden sevinç, evrenin kör güçlerinin baskısı altında bulunan gücümüzün azalmasını yansıtan üzüntüden daha nadirdir. çoğu kez insanların eylemlerinin tuhaf görünmesinin nedeni, eylemlerin hem onların arzularına, hem de dış nedenlere bağımlı olmasıdır. böylece en derin arzumuz, varlığımızı devam ettirmek olmasına rağmen intihar eden insanlar vardır. veya paraya sahip olmamızın biricik faydası, onun ihtiyaçlarımızı doyurmayı mümkün kılması olmasına karşılık, para hırsına kapılmış bir cimri hayatı için en zorunlu şeylerden kendini mahrum eder. her an acı, hatta ölüm bizi tehdit etmektedir. "birçok tarzda dış nedenlerin etkisi altındayız ve karşıt rüzgarların harekete geçirdiği denizin dalgaları gibi talihimiz ve kaderimizi bilmeksizin yüzüp durmaktayız.”
insanlığın bu temel kölelik durumunu nasıl özgürlüğe dönüştürebiliriz? özgür olması için insanın artık dış nedenler değil, yalnızca kendi doğası tarafından belirlenecek eylemleri yapması gerekir. "sadece kendi doğasının zorunluluğuyla var olan ve eyleyen bir şeye ‘özgür’, varlığı ve eylemi bir başkası tarafından belirlenen şeye ‘zorlama altında bulunan şey’ diyorum.” ancak yine soralım: koca evrende bu kadar kırılgan bir varlık olan insan kendisini nasıl özgür kılabilir?
spinoza burada, antik "bilgelik"in çözümü olan bir çözümü önermektedir. evrende özgür olmak için evreni kabul etmek yeterlidir. istediğimiz her şeye sahip olamayız. o halde sahip olduğumuz şeyi isteyerek kendimizi özgürlüğe kavuşturacağız. ama başımıza gelen her şeyi nasıl kabul edebiliriz? spinoza cevap vermektedir: akılla! özgür olmam için meydana gelen her şeyin zorunlu olduğunu anlamam, aklımla bu kaçınılmaz zorunlulukla birleşmem, onunla bir düşmem yeterlidir. başıma bir felaket geldiğinde, evrendeki neden ve eserler zincirinin bu felaketi kaçınılmaz kıldığını anlarsam, sakin olurum, acılarımı bireysel varlığımın dar bakış açısından göz önüne almayı bir yana bırakırım, onları bütünün açısından, her şeyin birbirleriyle bağlantısı açısından (tanrı ile doğayı bir ve aynı varlık olarak göz önüne alan spinoza’nın diliyle söylersek tanrı’nın bakışı açısından) ele alırım. böylece , "üçgenin özünden, iç açılarının topldıbının iki dik açıya eşit olduğunun çıkmasıyla aynı zorunlulukla her şeyin tanrı’nın ezeli-ebedi belirleniminin ürünü olduğunu” anlayarak sadece sükunet bulmakla kalmam, aynı zamanda en yüksek mutluluğa erişirim.
özetle spinoza’da özgürlük, zorunluluğun bilincine varmaya indirgenmektedir. ancak özgürlüğü teslimiyete indirgemek bize zor görünmektedir.
spinoza için özgürlüğe kavuşmak, iradi olarak köleliği kabul etmek anldıbına gelmiyor mu? evrenin kölesi olan bizler bu köleliği daha içten ve daha tam olarak yaşadığımız zaman daha özgür mü olmaktayız? bu kuram, tekniklerin gelişmesinin henüz başında bulunduğumuz, insanın henüz doğa üzerinde büyük bir güce sahip olmadığı bir yüzyılın damgasını taşımaktadır.
xx. yüzyılda ise böyle bir teslimiyet tutumu artık yeterli değildir. hatta biraz anormaldir. uç noktasına zütürüldüğünde, bu tutum her türlü somut eylem cesaretini kırmaktadır. eğer sonuç kaçınılmaz olarak kabul edilmek durumundaysa ne türden olursa olsun herhangi bir girişimde bulunmanın ne anlamı vardır? hatta bazı zayıf kişilikler önceden teslim olmayı tercih edeceklerdir. bu alman pgibiyatrlar tarafından betimlenmiş olan "önceden teslim olma", başarısızlıktan korkan adayın sınava girmemesi, iflas etmeden önce intihar eden tüccarın teslimiyetidir. böylece kendisini ıslatması mümkün olan yağmurdan önce davranan gribouille, tutup kendini nehre atar. kadere rıza göstermek, özgürlüğü elde etmek değildir. gerçekten özgürlüğümüzü kazanmamız için bu "gribouille kompleksi"ni aşmamız gerekir.
Tümünü Göster