/i/Sözlük İçi

sözlük içi.
  1. 1.
    +9 -1
    Uç Keklik Yumurtası

    14-16 Haziran 1994 Dema Dağı
    Şafak karanlık... Karakoldan her çıkışımda, içimden bir şeyler kopar gibi oluyor. 7 aydır durduğum karakol artık evim gibi... Ondan her uzaklaştığımda korku çöküyor içime, nedenini ben de bilmiyorum. Sanki hayatımın bütün bölümü burada geçmiş, burada doğmuşum ve burada öleceğim gibi bir his var içimde. Karakoldan çıkış yapıyoruz... Önde Özkan Asteğmen, sağında Mehmet Ali solunda Amasyalı Cihan arkalarında bizler. Konvoyu karşılamak üzere Dema Dağı'na pusuya gidiyoruz. Yolumuz uzun, 15 asker 1 komutan. Silahlar elimizde, çantalar sırtımızda... Önce Allah'a emanet, sonra kendimize...

    Not: Resimdeki öz abimdir kendim shopladım. Hikaye abim tarafından yaşanmış tamamen gerçektir.
    ···
  2. 2.
    +5
    Yağmur, çamur, su... Kime, neye kızayım bilmiyorum. Köye yaklaştık. Ortalık, evlerin ışıklarıyla biraz aydınlandı. Yanından geçtiğimiz eski bir evin kapısı, aniden açıldı. içerden çıkan karaltının üzerine silahı doğrulttum. Elinde su bidonu, esmer genç bir kadın. Korkmuştu, konuşamıyordu. 3-5 saniye o kocaman gözleriyle bana baktı. Kadının zararsız olduğunu anlayınca, namluyu ondan başka tarafa doğrulttum, çıktığı kapıdan hızla içeri girdi. Meğer benimle birlikte bizim çocuklar da arkamdan kadına namluları doğrultmuş. Arkamı döndüğümde, çocuklar bana bakarak "hadi" dediler "devam." Arkayı ikilemişiz. Can dostum Yusuf, tek gelmeme dayanamamış, o da ardımda...

    Katil Köy Korucusunun olduğu sanılan 2 evin etrafı sarılmış, çök'te bekliyorduk. Önden beni çağırdıklarını söyle­diler. "Niye ben?" diye şaşkınlıkla, eğilerek bölük komutanının yanına doğru ilerledim.

    - Emredin komutanım...
    - Çavuş, yanına üç kişi al, sürünerek evin arkasına git! Dikkatli ol adamlar silahlı...
    - Biri çıkarsa 'dur de' durmazsa gerekeni yap. Benden hiçbir cevap alamayınca sordu:
    - Yapabilir misin?
    - Emredersiniz komutanım...
    Evin arkasına doğru ilerlerken ne dur demesi çıkanın beynine indiririm bunlara yaşamak haramdır diyordum kendi kendime...
    ···
  3. 3.
    +5
    Bir noktaya gelince duruyoruz. Operasyon bölgesi burası olmalı. Kendimize mevzii seçiyoruz. Seçtiğimiz yerin üstünden kuşlar uçuyor. Keklik bunlar... Mehmet Ali, sesleniyor, "kekliğin yuvası var burda." Yanına gidiyoruz. Evet yuvada üç tane yumurtası var kekliğin. Anne keklik bir türlü geri dönmüyor. Mehmet Ali, yumurtaları hemen pamuklara sarıyor. "Ne yapacaksın bu yumurtaları, yiyecek misin?" diye soruyorum. "Hayır, sıcaklığını koruyabilirsem, keklik civcivlerimiz olur. Anne kekliği uçurduk. Vicdan azabı çekiyorum." Operasyon devam ediyor. Mehmet Ali, yumurtaları pamuğa sarıp üstünü gazlı bezlerle bantlıyor. Aklınca civcivler ölmeyecek. Bu arada sanki dağlara meydan okurcasına ilerliyoruz. 40-50 dakika ilerledikten sonra Tim Komutanı çök işareti veriyor. Mehmet Ali, "oğlum üç şehidimiz var" diyor Yanıma gelen Mehmet Ali, "oğlum üç şehidimiz var" diyor. Ben, "hadi lan ne şehidi?" diyorum gayrı ihtiyari. Tam bir tevekkülle "la yumurtaların üçü de kırılmış oğlum" diyor. Önemsiz bir şeymiş gibi yapmak istiyorum: "kola kutusunu fazla sallamışsındır."
    ···
    1. 1.
      +1
      Özelden bi soru sorudum cevap ver kanka
      ···
  4. 4.
    +4
    Yanında durduğumuz evden biri çıktı, sakallı, zayıf bir adam... Yola bundan sonra onunla devam edeceğiz.. Sakallı adam, üzerine bir panço alarak, bize karıştı. 3. tim önde, bizim tim arkada, karanlığa doğru ilerliyoruz. Ben her zamanki gibi en arkadan geliyorum. Yağmur, çamur ve karanlık, isyan bayrağını çektiriyor. Bir saat kadar ilerledikten sonra, su sesi geliyor. "Yok yok" diyorum, "bu havada sudan geçilmez" ama su sesine, gittikçe yaklaşıyoruz.

    Su sesine yaklaştıkça içimdeki yoklar da bitiriyor. "Aman Allah'ım, dereden karşıya geçeceğiz." Ön taraftaki arkadaşlar, sudan geçmeye başladı. Derken ben de suyun içinde buldum kendimi... Su, bacaklarımdan yukarı doğru çıkıyor. Su, buz gibi...

    Silahlar yukarda... Suyun içinden, silahları birbirimize uzatarak geçtik. Belden aşağımız, sırılsıklam oldu.
    O ara, askere gelmeden önce imrendiğim sat komandoları geldi aklıma. "Al işte" dedim kendimce, "al sana sen de sat komandosu oldun" dedim.

    Beyler Partlara şuku atarmısınız hikaye yarım kalmayacak kendimi duvara anlatıyormuş gibi hissediyorum sayımızı bilelim.
    ···
  5. 5.
    +4
    Keklik yumurtalarının kırılmasından işaretler alan Mehmet Ali'yi teselli etmeye çalışıyorum: "Boş ver, canın sağ olsun devrem, keklik gene yumurtlar, biz onu yemle besleriz, sen kafanı takma." Karakol artık gözükmüyor... Gideceğimiz yere de yaklaşıyoruz. Her yarım saatte bir çök veriyoruz. Geçeceğimiz tepenin yamacına öncüler gidip bakıyorlar. 3,5 dakika araziyi gözetleyip, temiz olup olmadığına bakıp ilerliyoruz. Ve gene çök verdi Tim Komutanı. Mehmet Ali'yi çağırdı komutan. Artık gideceğimiz tepe gözüküyor, tepenin yanından konvoyun geleceği yol da gözüküyor. Tepede eskiden kalma bir iki mevzii var. Yola hakim olan tepenin arkası gözükmüyor. Tepeye yaklaştığımızda Komutan, Mehmet Ali'yi ve Cihan'ı yanına alarak önden gidiyor. "Siz yamaçta kalın" deyip, bize de mevzii yeri gösteriyor. Arka tarafı emniyete almak için, tepeye doğru ilerlemeye başladılar. Komutan, Mehmet Ali ve Cihan... Onlar tam tepeye varmadan kıyamet koptu...
    ···
  6. 6.
    +3
    Yıldızlar sanki üstümüze düşecekmiş gibi

    Karşı tepeler boş ve sakindi. Biz bir ara artık tepelere değil, gökyüzüne bakıyorduk. Belki "bu sefer, uçakla filan gelirler" diye dalga geçiyorduk. Aslında 2 gün önce havan dalgası gerçek olmuştu, ama uçak tam dalgaydı. Akşam olmuş gene karanlık çökmüştü. Akşam yemeğini yedikten sonra, nöbete gitmeden önce ne zamandır içmediğimiz çay, bize ilaç gibi geliyordu. Pusu vardı gene... Bir mevziide birden fazla asker olduğundan, ikisi gözetler, diğeri yatardı. Uyuma sırası bana gelmişti. Kafamın altına bir taş alarak gökyüzüne daldım. Etrafta ışık olmadığından, yıldızlar sanki üstümüze düşecekmiş gibi geliyordu.

    Tekrar taciz atışına başladılar

    Gecenin ilerleyen saatlerinde, Pkklılar tekrar taciz atışına başladı. Karşı tepelerden mermi yağıyordu. Karakolda kıyamet kopmuştu... Bu sefer normalden daha kalabalık gelmişlerdi. Çünkü çok yerden namlu ışığı geliyordu. izli mermiler, havalarda uçuşuyordu. Mermiler bir o tarafa bir bu tarafa... Gökyüzü adeta karnavala dönmüştü. Bizim sol çaprazımızdan bir namlu ışığı görünüyordu. Gittikçe yakınımıza geliyordu. Seri şekilde taradım bölgeyi, Pkk bir taraftan taciz yapıyor, diğer taraftan da sızıyorlardı. Her baskın bizim için bir tecrübe oluyor. ilk merminin şokunu atlatınca, geriye sadece sızmayı engellemek kalıyordu. O gece bizim uçaksavara görevinin hakkını vermiş, karakola kimseyi yaklaştırmamıştı. "Helal olsun dedim" içimden.

    Yanımdaki arkadaşım Kayserili Ali'nin, "ulan senin daşşağını yiyim uçaksavara" deyişi, güldürmüştü beni. Silahların sesleri, saatler ilerledikçe azalmaya başladı. Apocular şimdi, kaçış planını uyguluyorlardı. Her zamanki gibi yanımızdaki mevzilere sorduk, "var mı bir şey?" Hemen cevap gelmese, tedirgin oluyorduk. Hemen "yok" dedikleri zaman, dünyalar bizim oluyordu. Bana sordukları zaman, çabuk cevap veriyordum "zayiat yok" mesajını. Çünkü ben de hep bu mesajı almak istiyordum. Ama karakolun içerisinde bir inilti sesi geliyordu. Ahmet arkadaşımız yaralanmıştı. Üzüldük ama daha sonra önemli bir şey olmayınca sevinmiştik.
    ···
  7. 7.
    +3
    Millet pusuda, sen nostalji yapıyorsun

    Böyle zamanlarda eski resimlere bakmama ve sivil hayatı düşünmeme kararı almıştım kendimce. Bir ara kendi yüzüme bakmaya karar verdim. Dolabın kapağındaki aynaya bakarken, bizim aile resmi, annem, babam ve kardeşim gözüme takıldı. Onları görünce duygulanıyordum, gözlerim doluyor, dilim damağım çekiliyordu. Sanki bana bir şeyler söylüyorlardı, hepsi gözlerimin içine bakıyordu. Annem, kardeşlerim canlı gibiydiler. Resmi öptüm, dayanamadım ağlamıştım. Resmi tekrar aynı yeri­ne koydum.

    Anam, "şu çocuğu askerdeyken gidip izlemek isterdim" derdi. "Nasıl adam oluşunu görmek isterdim." Ona her bakışımda, "işte adam oldum ana" derdim kendimce. Evet özlemiştim, her gün üzerimden mermiler geçerken aklıma geliyorlardı. Ama ben başka şeyler düşünerek, ak­lımdan atıyordum onları. Sonra dolabın kapağını, sert bir şekilde kapattım. "Duygulanma zamanı değil" dedim, kızdım kendime. Millet pusuda sen nostalji yapıyorsun. Burada yaşadıklarım kendi kendime konuşmayı öğretmişti bana. Gece uzun olmuştu, uykusuzluk ve yorgunluk... Her 2 saatte gelen nöbet, her an çatışma ortdıbının olması kötüydü. Bazen "ulan basın basacaksanız, gelin artık" diyorum. Gözlerim dayanamıyor ama ben onları zorluyordum. Buradaki bir hata, tüm karakola mal olabilirdi. Tüm karakol da, bunun farkında idi.

    Uzun bir gece sonunda sabah olmuştu artık. Karakola her gittiğimizde görüp de yalamadığımız koğuş ve ranzalar, gözümüzde tütüyordu. Bazen insan, "1-2 saat yatakta yatmak için neleri vermezdi" diyordum. Yatak ve yastık, sıcak bir duş, deliksiz bir uyku, gözümüzde tütüyordu. Artık taciz sona ermişti. Biz gündüz mevzilerde, her zamanki gibi sırayla uyuyor ve dinleniyorduk. Her şey normale dönüyor gibiydi.
    ···
  8. 8.
    +3
    Arkadaşlardan biri, "komutanım bunlar dün doçkayla bu gün havanla geldiler yarın tankla da gelirler" dedi. Komutan gerilla savaşının tank aşamasına gelemeyeceğini, büyük silahın onlar için avantaj değil dezavantaj olduğunu söyledi. Anladım ki, bizim karakol gibi, tank da onlar için açık hedef olmak demekti. Ben komutandan, daha gaz verici bir cevap bekliyordum. Aklı başında bir yorum geldi.

    Güneş gene her zamanki gibi dağların arasından bize "elveda" diyordu. Artık daha da yorgunduk. Uykusuzluk gözlerimizi kızartmaya başlamış ve açıp kapadıkça sanki içinde iğne varmış gibi batıyordu göz kapaklarımıza. Yorgun düşmüştük, sırayla birbirimizi dinlendirmeliydik. Havanın da kararmasıyla nöbet değişimi olmuştu. ihtiyaçları giderdikten sonra sırayla uyku, nöbet, hazır kıta, çatışma anıları... "Devrem havanın sesini duydun mu?" muhabbetleri, sabaha kadar sürdü. Bazen komik anılar, yanlış yere ateş etmeler... Mesela çatışma sonu anıları çok olur, çok anlatılır. Ama bir çatış­mada şehit verilmese, o çatışmadan kimse bahsetmez.
    ···
  9. 9.
    +3
    Bizim Konvoy yaklaşıyor. Apocular konvoyun geldiğini görüp ateşi kesmişler. Konvoyu pusuya düşürmek için ateş etmiyorlar, sesten ürkmesinler diye. Biz konvoy yaklaşınca, karşı tarafa seri şekilde ateş ettik. Konvoy pusudan kurtuldu. Bu sefer, onlar konvoya ateş etti. Konvoydan gelen ateşle beraber, ateş üstünlüğü sağladık. Biraz da konvoy, Apocular'm görüş mesafesine ters. Apocular'm planı bozuldu. Apocular kayıp veriyor, iki taraftan bastırıyoruz.. Bizim karşımızdaki grup dağıldı. Komutan, Mehmet Ali ve Cihan... Yukarı sessizdi, biz daha fazla dayanamadık. Osman hedef küçülterek tepeye doğru sürünmeye başladı. Biz de o tarafa doğru silahların namlularını çevirdik. "inşallah arkadaşlarımız sağdır" diye mırıldanıyorum kendi kendime. Tepeye sızan Apocular, taciz ateşine başladılar. Fakat biz onlara karşılık verince, bir daha ateş etmemek üzere sustular. Osman, ateş yağmuru içinde sağa sola zıplayıp kaçıyor. Osman, adeta mermilerle dans ediyor. Onun yara almaması, Allah'ın işi. Biz karşı tarafı susturunca, Osman da rahat bir şekilde mevzi alıyor.
    ···
  10. 10.
    +3
    Vatan Sağolsun

    Sanırım yarım saat sonra, destek timleri bölgeye yardıma geldiler. Konvoyda kayıp yok, karşı tepedeki Apocular da ağır kayıplar var. Mg-3 üzerine düşen her damla göz yaşım, bana Tim komutanımı, kuşlar gibi uçmak isteyen can dostum Mehmet Ali'yi ve Amasyalı Cihan'ı hatırlatıyor. Ve ben, on aydır ekmeğimi, suyumu paylaştığım dostlarımı, silah arkadaşlarımı koruyamamıştım. Onlar göğüs göğüs'e çarpışırken, ben yardımlanna gidememiştim. Güneş her zamanki gibi, karakolun boyalı pencereleri­nin arasından koğuşa sızıyordu. Her şey normal, herkes uyuyordu. Birazdan yapacağımız iştimadan sonra yeni bir göreve gidecektik...

    Ama sağa baktığımda, Mehmet Ali ve Cihan ranzasında yoktu.
    ···
  11. 11.
    +3
    Dağda gece ayaz oluyor

    Uzun geceler atlatmıştık... Ve her gün olan tacizler, bizi yorgun düşürmüştü. Biz yorgunluk hissetmiyorduk ama vücut kendini bırakıyor, biz onu zorluyorduk. Güneş gene kendini, Davar Dağı sırtlarından göstermeye başlamıştı. Bize, "günaydın" der gibiydi. Güneşi gördüğüme her zamanki gibi gene sevinmiştim. Önce karakolun çatısına isabet eden güneş, biraz vakit geçince mevzilere. Daha sonra toprağa düşüyordu, ısınıyorduk. Geceleri soğuk oluyordu. Her ne kadar yaz olsa da dağda gece ayaz oluyor. Taciz sona ermişti karakola çekildik. Karakolda sabah kahvaltısı yapmak bana, evdeyim havası vermişti. Artık her şey bitmiş gibi geliyordu bize. Ama Pkk hala dağda ve her an bize tacize başlayabilirdi.

    Aradan bir hafta geçti. Taciz yediğimiz tepelere, keşfe gidiyoruz. Kayalıkların arasından dikkatli bir şekilde ilerliyoruz. Sanki hepimiz profesyonel askerler gibiydik. Derken iki kayanın arasında dehşet bir manzarayla karşılaştık. Kayanın arası kan revan olmuştu. insan parçacıkları, insanın midesini kaldırıyordu. Etrafta havan mermisinin isabet ettiğine dair izler vardı. Büyük bir ihtimalle, birine havan isabet etmişti. Yoksa bu, mermi işi değildi. Daha sonra bölgeye yakın bir köye gittik. Köyde karakola tacizde bulunan grupların, çok sayıda kayıp verdiklerini öğrendik. Hatta bir kadın teröristin kafasına havan düştüğünü söylediler.

    Evet o gördüğümüz dehşet manzara, bu kadın teröriste ait olmalıydı. Bir an bu yaşananlara anlam veremedim. Bu vatan hepimizin ortak vatanı değil miydi? Bu yaşananlar niye yaşanıyordu? Bu kadın niye kendi askerine kurşun sıkıyordu? Yazık olmadı mı bu genç yaşta ona? Ama bu düşüncelerin çatışmada yeri yoktu. Kardeşlik, insanın canına kast edene kadar sürebilirdi. Öldürmek isteyen elbette de öldürülecekti... Bunun başka çaresi de yoktu..

    Not: Beyler 2 saat boyunca yazmadım sonra tüm partları hazırladım şimdi seri seri atıyorum prim amaçlı değildir tamamen gerçek yaşanmış bir hikayedir şuku cugu önemli değil okuyanlar bitirmedim diye sövmesin yeter.
    ···
  12. 12.
    +3
    Rez alayım tutar.

    Edit: Benimde abim doğuda şehit oldu panpa ilgiyle dinliyorum anlat.
    ···
    1. 1.
      +1
      Başın sağolsun panpa gerçekten çok üzüldüm...
      ···
    2. 2.
      +1
      Allah razı olsun kardeşim VATAN SAĞOLSUN...
      ···
    3. 3.
      +1
      abin terörist giberken Şehadete erdi kardeşim allah ondan razı olsun
      ···
    4. diğerleri 1
  13. 13.
    +2
    Panpalarım okuyan varmı devam mı?
    ···
  14. 14.
    +2
    Doçka

    Her şeyin normal olduğu gün, sağımıza solumuza düşen mermiler bozmuştu. Hemen tam siper alıp, ateşin geldiği yöne doğru ateş etmeye başladık. Ama karşı taraftan gelen doçka sesleri şaşırtmıştı beni. Bir ara Tim komutanıyla göz göze gelince doçka olduğunu onun gözlerinden anlamıştım. Karakol 7 aylık suskunluğunu bozmuştu. Hem de gündüz ve Doçkayla... Ama biz onlara karşılık verirken karakoldan da ses gelmiyordu. "Bir ara duymadılar mı acaba?" dedim. G-3 olsa neyse dokçaydı bu, duymuş olmaları lazımdı. Doçkayla birlikte, uzun menzilli Kannaslar'la da bizi yüklüyorlardı.

    Taciz yerini artık bire bir çatışmaya döndürmüştü. Karakol nihayet 120'lik havanları davar sırtına atmaya başlamıştı. Onunla birlikte, uçaksavar da ateş ediyordu. 120'lik havanlar karşı tepeyi yoklayınca, sıkıntılı dakikalarımız bitmişti. Bizim tim de karşı tarafa doğru, rahat ateş etmeye başladı.

    Ateş üstünlüğü, karakoldan gelen destekle bize geçmişti. Pkk susmuştu. Karşılık gelmeyince onlar da kayalıklara saklanmış ve bize hedef kalmamıştı. Karakolda havan ve uçaksavar atışını kesmişti. Bu sefer Apocular saklanıyordu, kafalarını kaldıramıyorlardı. 'Baskın basanındır' lafı da o saatte tarih olmuştu bence. Karşı taraf ateşi kestikten sonra gözden kayboldu. Kayalıklar onlar içindi. Sanki her zamanki işlerini kusursuzca yerine getirmişlerdi, kaçmışlardı.
    ···
  15. 15.
    +2
    Nöbet sırası bende biliyorum. Yanımda aslında Yusuf var. O kardeşini yalnız bırakmaz. Pusularda, operasyonlarda arkamda oturuyor. 10 saniyede bir dürtüyor, yine gülerek, "uyuma lan" diyor. Ve fıkra anlatıyor sessizce, "oğlum fazla gülme komutan gelir!" Yine yıldızlara bakıp hayal kuruyoruz... Her yıldız kaydığında üzülüyoruz, "kim öldü acaba ?" diye. Dardanel tonu açmak istemiyorum, geçmiyor boğazımdan. Oysa kutuyu ikimiz bir paylaşırdık, yarısı ona yarısı bana. Bozuşurduk hatta, "sen fazla yedin" diye. Sonra barışırdık. "Sana bir daha sigara yok"

    Yemekten sonra, her seferinde, "sana bir daha sigara yok" deyip kızardı. "Sen içmiyorsun oğlum, içine bile çekmiyorsun" derdi. Dayanamaz, iç cebinden her gün 1 tane içtiği Marlbora'dân verirdi. Aklımdan çıkarmak istiyorum, düşünmek istemiyorum. Yusuf'un kanlar içindeki halini düşündükçe, kafamı sağa sola vurasım geliyor. "Keşke orda ben olsaydım" diyorum, "yanında ben de olsaydım." "Ben de şehit olsaydım." Şimdi ne derim annesiyle karşılaşınca? "Yusufum nerde?" derse ben ne derim

    Bizimki Hayata Tutunmak, Ölümü Paylaşmak

    Yağmur, rüzgar ve soğuk üçlüsü

    Nereye gittiğim hakkında hiçbir bilgim yok. Bölüğün durduğunu bile ancak önümdekine çarptığımda anlıyorum. Pançoyu tam suratıma çekmiş yürüyorum. Kafamı bile kaldırmıyorum, pkk mkk umurumda değil. Yağmur suratıma öyle bir çarpıyor ki, tokat gibi. Ayaklarımın içi çamur deryası calp culp diye sesler çıkarıyor, alt kamufülajımın rengi çamur rengi olmuş. Ara sıra çök verildiği zaman, yorgunluktan atıyorum kendimi yere. Vücudumun her yeri sırılsıklam... Su kafamdan giriyor, ayaklarımdan çıkıyor.

    Panço fayda etmiyor ama hiç yoktan suratımı koruyor sert yağmur damlalanndan. Allah'tan silahım Kannas sudan etkilenmiyor. Aslında ondan da şüpheliyim, yağmurlu havada hiç kullanmadığım için bilmiyorum. Ateş eder mi etmez rrîi? Hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Sadece yürümek ve bir an önce operasyonun sona ermesini istiyorum. Tabii sonra da bölüğe gidip dinlenmek. Zori'nin ortasındaki harabeye dönmüş evlerin yanında çök veriliyor. Etraf aradıktan sonra, burada kalacağımız söylendi. Derin bir ohh çekiyoruz. Daha uzağa da gidebilirdik. Geceyi burada geçireceğiz ve ateş serbest. Tabii fazla duman çıkarmadan. O ara ben dahil yorgunluktan ölüp bitenler, bir anda canlanıyoruz. Tim komutanı, "hani lan yorgunluktan ölüyordunuz?" diyor. " Komutanım, Türk her şey bittiğinde başlar" diyoruz.

    Hemen ateş yakıp ısınmamız lazım. Sağdan soldan topladığımız çalı çırpıyla ateşi yakmaya uğraşıyoruz. Ama yanmıyor tabii... Ağaçlar ve çalı çırpıda yağmurdan nasibini almış. Evlerin yıkıntıları arasından gardığımız odunlarla ateşi yakıyoruz. Ateşin sıcaklığı vurdukça, üstümüzden dumanlar çıkıyor. Botları çıkarıp ayaklanmızı da ısıtmamız lazım... Ayaklarımızın altı, bembeyaz olmuş. "Bunlar benim ayaklarım mı?" diye soruyorum kendime. Yedek elbiselerimizi değiştiriyoruz bu arada. Acıktığımızın farkına varıyoruz, tabii bir de çay... Çaydanlık simsiyah olmuş dumandan. içi de çok temiz sayılmaz aslında. Bardaklar deseniz aynı, çayın renginden sararmış. Sivilde olsanız bırakın çay içmeyi, pislikten elinize almazsınız. "Belki temizlesek tadı kaçar" diye temizlemiyoruz. Ateşin etrafında dönerek üstümüzü kurutmaya çalışıyoruz.

    Konserveleri açarken dökmemek marifet! Kumanya bıçaklarının ağızlan kör olduğu için, normal bıçaklarla açmak için boğuşuyoruz. Bu sefer bize torpil geçtiler sanırım, kavurma var menüde. Kavurmayı tavanın içine döküp, üstüne de yumurta kırdın mı, yemek yemeklikten çıkıp, ziyafete dönüşüyor. Yağmur hızını kesti gibi ama rüzgar, var gücüyle bizim mevziinin üstündeki çadırla boğuşuyor. Rüzgar çadınn üstüne koyduğumuz taşları fırlatıyor ba­zen. Yemek içmek faslından sonra etrafı gözetliyoruz. Daha önce burada kalmadığımız için, nerde ne var, nasıl gelinir, nasıl gidilir diye harabe evlerin arasından etrafa bakıyorum. Yoksa gece ağaç dallarını insan, ağaçları da at sanacağımızdan çok eminim. Hava kararmaya yakın, ateşi canlandırmamız lazım. Eğer geceye çok köz kalırsa, daha fazla ısınıyoruz. Gece ateş yakmak yasak çünkü...

    Ateşin etrafını kaya parçalarıyla kapatıyoruz, köz gözükmesin diye. Hava karardıkça nöbet muhabbetleri başlıyor. "Kim, kaç kaç nöbet tutacak" diye. "2 saat mi tutalım 3 saat mi?" işi fazla uzatmadan 3 saate bağlıyoruz. Dört kişiyiz, 3 saat tuttun mu gece sona eriyor. Mevziinin içi küçük olduğu için, ayaklarımızı uzatmadan, oturur şekilde uyumaya çalışıyoruz. Normalde uyuyamazsın ama insan yorgun olunca, ayakta bile gözünü kapatsa uyumaya başlıyor. Kısık bir ses, "kalk" diye uyandırıyor beni. "Nöbet sırası sen de." Yediğimiz yemekten midem ekşimiş, ağzıma acı sular geliyor. Suyu arıyorum çadırın içinde, elime gelen ilk pet şişeyi kafama dikiyorum. iğrenç bir şey, "su değil lan bu" diye kızıyorum. "Oğlum zeytinyağı lan o" diyorlar inanmıyorum. iğrenç bir şey, ağzımı suyla çalkalamam lazım. Ama su az, yere tükürerek durumu kurtarmaya çalışıyorum.

    Nöbet tutmak için, çadırın dışına çıkıyorum. Hava buz gibi. Yağmurun ve fırtınanın ardından, sessiz yıldızlar gözüküyor. Bizim ateşin közü hala var. Etrafındaki taşlar epey kızmış. Uyurken üşümüşüm ve hala titriyorum. Közün yanındaki büyük kaya parçasını çekerek, ellerimi üstüne koydum. Kaya parçası, ellerimin bağını çözdü. Bu yöntemi benden başka yapan yoktu. Aslında ben de bunu, "Pkk lılar nasıl ısınır?" diye sorduğumda rütbelilerden birinden öğrenmiştim. Aldığım cevaptan sonra ben de sıcak taşla ısınmaya başlamıştım. Nöbeti diğer arkadaşıma devrettikten sonra, uyuyan arkadaşların arasına girerek, ben de uyumaya başladım.
    Çadırın içi sıcaktı. Oysa ne ateş ne de köz kalmıştı. Birbirimize omuz vererek acıyı bala, soğuğu sıcağa çeviriyorduk.

    Bizimki paylaşmaktı!
    Mevziiyi, silahı, kurşunu paylaşmaktı.
    Bizimki hayata tutunmak, ölümü paylaşmaktı

    Zori

    Sırt çantamın kayışını gevşetip sıkıştırmaktan sıkılıyorum. Bazen kaldırıp atasım geliyor. Halbuki içinde üç beş kumanya, ekmek ve sudan başka hiçbir şey yok. G-3 piyade tüfeği isyan ettiriyor! Nedir bu silah? Ne denge noktası var, ne de tutulacak bir yeri... Bir sağ elime, bir sol elime, bazen sırtıma filan alıyorum. Ama bixicileri görünce G-3'e de şükrediyorum.

    Kulağımız telsizde...

    Acaba dere yatağına inecek miyiz? Telsiz dinliyoruz.

    Aslında dere yatağına insek iyi olur. Su da vardır orda, hem de buz gibidir. Ama ya geri çıkması. Biz kendi aramızda yorumlar yaparken, dere yatağına inecek şanslı insanların bizler olduğunu duyunca, kısa zamanlı bir suskunluk oluyor. Diğer birlikler dere yatağının etrafına emniyet almak için mevzilenirken biz aşağı doğru ilerliyoruz. Aşağı inerken tam bir komedi yaşıyoruz, düşenler, ayağı kayanlar, dalaağaca takılanlar. Asker düşünce gülmek kolay ama rütbelilerden biri düştü mü gülemiyorsun da. Zaten ne kadar dikkatli yürürsen yürü, bir şekilde düşüyorsun.

    Dereye doğru yaklaştıkça, bölük açılarak arama taramaya başlıyor. Dere yatağının etrafı eski harabeler mağaralar, mağara girişleri, kuytu yerler... Her yer didik didik aranıyor, gene hiçbir şey yok. Her zamanki gibi. Dereden karşı taraf, Diyarbakır'ın Kulp ilçesi. Ama biz karşı tarafa geçemiyoruz. Buraya geldiğimizde, sanırım onlar da karşıya geçiyor. Kısa süreli çök veriyoruz. Bir ağacın gölgesinde nefes nefese soluklanıyoruz. 50 metre aşağımızda Zori Çayı var. Ama izin vermiyor rütbeliler... Kuzunun koyuna baktığı gibi bakıyoruz. imamın abdest suyuna dönmüş sularımızdan içiyoruz azar azar. 5-10 dakika çökte kalıyoruz. Sıcak öyle bir yakıyor ki, gölge bizim için cennet gibi adeta. Hepimiz dağıtmışız, en yürümeye dayanıklı olanlar bile perişan olmuş. Dere yatağındaki tüm timler, telsizden bir şey bulamadıklarını bildiriyorlar.

    Tabur komutanı şaka yapıyor!

    Neyse ki sonunda dere yatağının arama taraması sona ermişti. Geri dönüş hiç birimizin aklında yoktu. Biz Melisa Boğazının kenarından dönüş yaparız diye planlıyorduk. Taa ki, Tabur Komutanı çıktığınız yerden tekrar geri dönün diyene kadar... "Yok yok" filan diyorduk, "şaka yapıyor." Ama Tabur Komutanı emir vermişti bir kere. Tekrar kol düzenine geçerek, yukarı doğru ilerlemeye başladık. Teğmen önde diğerleri arkada ilerliyorduk. "Biri çıksa da ateş etsek diyordum" Çıkışta da isyan ipini çekmiştik artık. Çatışma, Pkk, hiçbir şey umrumuzda değildi. "Biri çıksa da ateş etsek diyordum." Hiç yoktan, yattığımız yerden ateş eder dinlenirdik.
    Yukarı çıkarken hiç yukarı bakmamaya dikkat ediyorum. Yukarı baktığım zaman moralim bozuluyor."Burayı ben bu yüklemi çıkacağım?" diyorum. Birbirimizi ite kaka yukarı çıktık. "Ne kadar bittik" desek de yukarı çıktık.

    Zori'nin kelime anlamı nedir? Niye buraya Zori demişler? Hiçbir bilgim yok. Sorduğum sorulara sallama cevaplar aldığım için, artık sormuyorum da. Bazen bölgenin korucularına soruyorum. Onlar da lafı hemen mermiye getirdikleri için, pek anlaşamıyorum.
    Ama sanırım bu, Zori Çayına inip çıkanların koyduğu bir isimdir.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Yazsana huur
      ···
  16. 16.
    +2
    Gece sivrisinek, gündüz karıncalar

    Sabah olmuş gün ağarmıştı, artık dürbünle karşı tepeyi yokluyorduk. Ama görünürde hiç bir şey yoktu, gitmişlerdi. Artık sırayla uyumaya başlamıştık. Biraz dinlenmiş, nöbet değişimi yapıyorduk. Güneş tam tepemizdeyken uyku haramdı bize. Gece sivrisinek, gündüz karıncalar... Tabi onların da teröristlerden az kalır yanı yok. Bir ara şeker getirip, uzağa döküp karıncaların dikkatini o tarafa çekiyorduk, işe de yarıyordu aslında. Saatler ilerledikçe tepelerin her karesi dürbünle izleniyor, gözcünün son sözü yine "temiz" oluyordu. Ve havanlar patlıyor! 100-150 metre sağımızda, sanki deprem oluyor gibi Domuz Tepe sallanıyordu. ilk defa havan mermisinin hedefi bizdik. Bizim arkadaşın akşam salladığı hikaye gerçek olmuştu. Ve biz de bu hikayenin kahramanlarıydık şimdi. Havanı yiyince şaşırdık, siper aldık ama nereye ateş edeceğimizi bilmiyorduk. Sadece havan geliyordu, silah veya doçka sesleri yoktu. Sağımıza solumuza, önümüze arkamıza havanlar iniyordu.

    Derken bizim karakoldan havanlara karşılık geldi. 20-25 dakika sürdü çatışma. Allah'tan bize denk gelmedi havanlar, şehit vermedik. Bu 25 dakika bize bir asır gibi geldi. O an ne yapacağımızı bilemedik. Normal çatışma eğitimi almıştık, pusu eğitimi almıştık. Ama havandan kaçma eğitimi almamıştık ya da biz hatırlamıyorduk. Havanlar susmuştu. Onlar da bizimkiler de havanı kesmişti. Bizim ağır silahlar, onların olduğu yerleri yokluyordu. Ama kayalıklar buna müsaade etmiyordu. Kaçmışlardı gene her zamanki gibi. Bir an içimden bu karakol mantığının saçmalığı geçti. Açık hedeftik, böyle. Bu mantık teröristlere avantaj sağlıyordu. Ben dağda bayırda, tıpkı onlar gibi yaşamaya razıydım.
    ···
  17. 17.
    +2
    Devamlı "sakin, yavaş, dikkatli ol" deyip, onu sakinleştirmeye çalışıyorum. Bu sırada o bana abi korkuyorum' deyince, artık kendimi tutamadım. "Ne korkması lan" deyip kızdım.Ama sakin olmam gerekiyordu. Hava kararmaya başladı. Hafiften çiselemeye başlayan yağmur, yolu iyice kayganlaştırdı. Çamur sanki bizim landtı uçuruma sürüklüyor. Land sağa sola kaydıkça, Allah'a yalvarıyorum. O an, ondan başka kimse bize yardım edemezdi. Yaklaşık 2 buçuk 3 saatlik bir yoldan sonra, "hadi oğlum, hadi aslanım" diyerek yolu tamamladık.

    13 aydır çatışmalarda dökmediğim ecel terlerini, bu yolculukta döktüm. Jandarma karakoluna vardığıma, hiç bu kadar sevinmemiştim. Land durduğunda, şoför de kendinden geçmişti. Eli ayağı titriyordu. Onun için de kolay değildi, 7 can taşıyordu. Hava karardı, karanlıkla beraber yağmur da hızını arttırdı. Yağmur ve çamur ikilisi, bize karşı yine birleşti. Bir buçuk saat karakolda kaldıktan sonra, karakoldan çıkış yapıyoruz. Tekrar Landlara binerek köye doğru yola koyulduk. Bu sefer yol, öncekinden daha kötü. Allah'tan şoför değişti. Araçlar ışıkları kısarak, yolun üzerindeki mezraya yaklaştı. Landlar durunca, atlayarak sağa sola dağıldık.
    ···
  18. 18.
    +2
    Amk cingılli sozler bide tarih at trenddesin bune ya
    ···
    1. 1.
      +1
      haklısın panpa iyice takunu çıkardılar
      ···
    2. 2.
      +1
      Aynen ya dıbına koyim nice yazarların emekleri boşa gidiyor ilgisizlikten...
      ···
  19. 19.
    +2
    .
    ···
  20. 20.
    +2
    Panpalarım önden seri bi şekilde imla kurallarınada uyarak yazmayı planlıyorum elim klavyede hızlıdır. 2 dakikada 1 part.
    ···