0
geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ediyorduk, konu zenginlikten açıldı. yakından tanıdığı istanbul’un sayılı zenginlerinden birinden bahsetti. adam geceleri korkudan uyuyamıyormuş. sabahlara kadar pavyonlarda, mekânlarda dolaşıyor sabah 7 gibi evine geliyormuş. birkaç saat uyku sonrasında kâbustan terler içerisinde uyanıyormuş. “zenginlik başa bela” cümlesiyle yola çıkmak istiyorum.
“kimse fakir kadar rahat uyuyamaz.” bugün yaptıklarımı getiriyorum gözlerimin önüne… uyanıp güzel bir duş aldım. zengin adam da aldı. duş sonrası üzerimi giyip kokumu sürdüm. o da aynı şeyleri yaptı.
- i̇kimizde temizlendik mi?
- evet.
onun kahvaltısı hazırdı. ben kahvaltımı büyük bir keyifle kendim hazırladım. sonra dışarı çıktım, caddelerde elimi kolumu sallayarak yürüdüm. o da dışarı çıktı ama korumalarıyla. ben yaya olarak dolaştım, derin nefes aldım, yeşillikte oturdum. o ofisine gitti ya da arabasından inmeden bir mekâna gitti. gitmeye yakın bir zamanda güvenlik önlemlerinin alınmasını arabanın içinde bekledi. hayatı sade rengiyle göremedi, aracında, filmli camlar ardındaydı. benim paramda gözü olan kimse yok, o nedenle canımın tehlikede olduğunu düşünmem, ecelimi beklerim. onun arkasında da gözleri olmak zorunda, her an öldürülebilir. şüphe duyacak kimsem yok. o en yakınından bile şüphelenir, eşinden, çocuğundan, sağ kolu dediğimiz korumasından. ben bir alışveriş merkezinde elimi kolumu sallayarak mağazaları gezebilir, elbiseler beğenebilirim, çay-kahve içebilirim. i̇çine zehir katılması kuşkusu aklıma gelmez. o’nun bir yerlerde gezip dolaşması için; ya yüksek derecede güvenlik güçleri ile gitmesi lazım, ya da tanınmamasını sağlayan kıyafetler, peruklar ve gözlüklerle gitmesi lazım.
öte yandan; ben spor yapmayana kadar kalbimin sesi kulaklarıma kadar gelmez. müziği rahatlıkla duyabilirim. o ise yolda, işte, yemekte, attığı her adımda kalbinin çarpıntısını duyar. müziği duymaya yer kalmaz. şimdi kıssadan hisse: bugün üç öğün yemek yedim ve seçmeden. o da üç öğün yedi, ama kendi istediği yemekleri değil, doktorun istediklerini. onca paran olunca bile istediğini yiyemiyorsun. i̇stediğim saatte uyuyabilirim, istediğim insanla gezebilirim. o gezemez, her an takip altında. yarın manşetlerde kiminle ne yaptığını âlem duyar, yedikleri ve konuştuklarına kadar… en ufak bir aksilikte müşteri kaybeder, evine tıkılmak zorundadır. aynı gün öldük diyelim ve ikimizi de çırılçıplak soyup öyle gömecekler. bana 10 liralık, o’na 50 liralık pamuk tıkayacaklar. merak etme sen, kefen paramın yanına 50 lira da pamuk parası bulundururum cebimde…
“para var, huzur var.” sözünü bugün yeniden adlandırdım. “para varken, huzur dar.”
oldu oldu, çoook yakıştı