-
1.
+1tek bir faydalı mutasyon örneği bile yoktur he, hastayken bi kutu antibiyotik al yarısını iç bırak mutasyona uğrayıp direnç gösteren bakteriler nasıl ananı avradını gibiyor o zaman anlarsın .
-
2.
+11- Darwin abimiz, adalar ve izole canlıların özellikleri
Darwin'in en önemli yapıtı olan türlerin kökeni (the origin of species) kitabını yazmadan önce çeşitli seyahatlerde bulunmuştur. Bunlardan en iyi bilineni HMS Beagle gemisiyle güney amerika ve Galapagos adalarına yaptığı seyahattir. Darwin'i teorisiyle ilgili çalışmaya iten önemli gözlemlerden birisi de adalarda yaşayan türlerin genelde başka hiçbir yerde yaşamayan türler olmasıdır. Bu türlere biz "endemik tür" adını veriyoruz. Örnek olarak Lemurlar yalnızca madagaskar adasında yaşar. Peki neden adalar endemik türlere sahip? Darwin'in zamanındaki yaygın görüş her canlının ayrı ayrı bir akıllı yaratıcı tarafından yaratıldığıydı. Darwin'i şüpheye düşüren şey, insanların yaşamadığı bu uzak adalarda neden hiçbir yerde yaşamayan canlıların yaratıldığı sorusuydu. Canlıların sabit olmadığı ve sürekli değiştiği fikrini Darwine yapay seçilim sonucu verimi arttırılan evcil hayvanlar verdi. Kitabının ilk bölümünde insanların ürettiği yeni güvercin türlerine, yeni köpek ırklarına ve verimi arttırılmış ziraat ürünlerine bolca örnek verir. Eğer ki türler sabit değilse çevre baskısı sonucu tür özellikleri doğal bir şekilde, insan yardımı olmadan da zaman içinde değişebilir. Adalardaki endemik türler de, bu bakış açısıyla, ana karada yaşayan ata türlerin zamanla ana karadan kopmuş adanın eşsiz çevre koşullaryla değişmeleri sonucu oluşabilir. Bu fikirle ilerleyen Darwin uzun yıllar süren çalışmalar sonucu, Alfred Russel Wallace ile birlikte doğal seçilim sonucu yeni türlerin oluştuğu sonucunu yayımlar. Ve kitabının adı olan "türlerin kökeni"ni değişik çevre şartları sonucu oluşan doğal seçilime bağlar. ilerleyen derslerde doğal seçilim konusunu daha detaylı inceliycem. Evrimle kalın. -
3.
+1hiç bir harf bilmeyen bir insanın klavyeden 'a' yazma ihtimali 1/29 dur
'at' yazma ihtimali 1/29.29 dur yani 841'de 1 .
'tesadüf' yazma ihtimali 1/29.29.29.29.29.29.29 dur yani ihtimal milyonları bulur amk
bir insan'ın dna'sının bir kısmında tam 3.5 milyon nükleotit yani 3.5 milyon harf kodludur. eğer tanrı yoksa bu harfler mecburen tesadüf sonucu oluşmak zorunda
7 harfli tesadüf kelimesinin kendiliğinden yazılma ihtimali milyolarda birken
3.5 milyon tane dna kodunun kendiliğinden yazılma ihtimali imkansıza dahi sığamaz eğer tesadüf olduğuna inanırsan bu senin kolaycılığa kaçmandan başka birşey değildir.
hatırlıyorum ki bunu sana daha öncede söylemiştim .
sizde biliyorsunuz allah var ve muhafazid peygamber ama kabullenemiyorsunuz tıpkı ebu cehil gibi o da sizin gibi muhafazid peygamberdir evet ama neden o diyerek isyana gitti atmayın olm kendiniz ateşe . -
4.
0trizomi örneği vermişsin . domateste kromozomlar üçlü haldedir anasını gibtiğim evladı almış bilden shawndan kopYAla yapıştır yAPMIŞ gibtiğimin cahili he evrim çürüdü yine he amk evlatları.
-
5.
0allahı kanıtlamak için kuranda yazan ayetleri koyan bir adamdan bilim öğrenileceğini sanan insanlar varsa onların da kafasını gibeyim.
şu sayı argumanı için de git bunu oku ananı bi dahada ananı gibtirme. http://evrimagaci.org/makale/349 -
6.
0@17 küfre gerek yok kardeşim, adam zaten senin söylediklerini görebilecek durumda olsa klavye harfleri örneği gibi konuyla tamamen alakasız bir savla karşımıza çıkmazdı. umarım yazdıklarımı dikkatlice okursa bazı düşüncelerini değiştirebilir.
-
7.
0@19 gerizekalı insan sözü olan bişey 1400 yıl önce nasıl bu kadar çok şey bilmiş gerçi bi ateistin cevabı tesadüf ve şans oluyo nedense çekemiyorsunuz oğlum muhafazid'in resul olmasını (: verdiğin site olmasa ateist olmayacaktın amk :d
-
8.
0@17 gerizekalı mutasyon ile faydalı mutasyon arasındaki farkı bilmiyosun geliyorsun delikanlılık yapıyosun neden tartışayım ki ben senle amk
-
9.
0Eveeet, ikinci dersimize geldik. kafası karışanlar mesajla ulaşabilir, vaktim oldukça cevpalamaya çalışırım.Tümünü Göster
2- Basit bir dille Mendel Kanunlari
Darwin başarılı bir sekilde bir tür içerisinde çesitliliğin oldugunu görebilmişti. Ama bu çeiitliliğin ne sekilde olustugunu ve daha da önemlisi ne şekilde sonraki nesillere aktarıldiğını o dönemde kimse bilmiyordu. Gregor Mendel, 1800lü yillarin sonlarına doğru bezelyelerle yaptığı deneylerle genetik biliminin temellerini atmis ve darwinin teorisindeki en önemli ekgib parçayı tamamlamıştır. lisede biyoloji dersi görmemiş panpalarim için çok kisa bir özet geçiyorum. Bezelyelerde iki tane renk vardir, sari ve yesil. Mendel öncelikle nesiller boyu yalnizca yesil bezelye vermiş bir bitkiyi, nesiller boyu yalnizca sari bezelye vermiş bir bitkiyle tozlastirmistir (çiçeklerin ortasindaki bölgeye diger bitkiden aldigi polenleri bir fırça yardimiyla sürmüstür). Bu tozlaşmadan çikan ilk nesil tamamen sarı bezelyelerden oluşmuştur. Sonra bu nesil kendi içerisinde tozlaştırılmış ve çıkan bezelyelerin renkleri kayit edilmiştir. Binlerce bezelyeyi saydiktan sonra mendel her zaman üçe bir oraninda sari ve yeşil bezelyelerin oluştuğunu görmüştür. (300 sarı bezelye ve 100 yeşil bezelye gibi). Burdan çıkardığı sonuç, bezelyede renk belirleyen iki tane kalıtım maddesi olduğuydu. yeşil renk vereni y, sarı renk vereni s harfiyle temsil edecegim. eğer ki bir bezelye herhangibir şekilde s genetik maddesini tasiyorsa o bezelye sarı oluyordu, yani s ve y birlikte bulunsa dahi bezelye sarıydı. bu durumu "sarı renk, yeşil renge baskin" seklinde dile getiriyoruz. bir bezelyenin yeşil olabilmesinin tek koşulu, yalnizca y kalıtım maddesini içermesiydi. Mendelin klagib deneyinde aslında olan şey, ilk nesilde "yy" ve "ss" genetik koduna sahip ana bitkilerin çaprazlanması sonucu tamami "ys" kalıtımına sahip bezelyelerin meydana gelmesiydi. sarı renk baskin oldugu için bütün bu bezelyeler de sari renkte olmuştur. Sonra "ys" kalıtımına sahip bu bitkilerin kendi içinde çaprazlanması sonucu (ys x ys seklinde gösterilir) yy,ys,sy ve ss genetik yapısına sahip dört farkli çeşit bezelye oluşmustur. bunlardan ss, ys ve sy tipli bezelyeler sarı olma genini içerdikleri için sarı renkli olmustur, ve yalnizca yy yapili bezelye yeşil renklidir. 3:1 orani bu sekilde ortaya çıkmıştır. Bu deneyden çıkan bir diğer sonuç da bireylerin her özelliği için biri anneden, biri de babadan olmak üzere birer parça kalıtsal materyal aldığıdir. Yavruları oluşturacak olan, biri anneden ve biri babadan gelen hücrelere "gamet" adını veriyoruz (insan gametlerine sperm ve yumurta adı verilir) Mendel kanunları ışığında gametler oluşurken her bir genden yalnızca bir kopya gamete geçer. Bu sebeple "ys" genetik kodlu bezelyemiz yarısı "y" ve yarısı "s" genini içeren iki çeşit gamet oluşturabilir(sadece bezelye rengi özelliğini dikkate alırsak). Bu kuralin ufak istisnalari vardir, ama konumuzla alakasiz oldugu için onlara fazla değinmiycem. Ha bütün bunlarin ne alakasi var evrimle maymunla diyorsaniz da sizden sabırlı olmanizi rica ediyorum. mendel kanunlarindan haberdar olmaniz evrimi anlayabilmeniz için temel koşuldur. Evrimle kalin. -
10.
0rezerved bir ara okurum
-
11.
03-Popülasyon genetii ve bunun evrimle olan ilişkisiTümünü Göster
Evet panpalarım, popülasyon genetiği nedir ve bizim konumuzla ne alakası vardır kısaca inceleyelim. önceki derste mendel kanunlarını anlatmaya çalıştım. insanlarda ve birçok diğer canlıda, belirli bir özelliği belirleyecek olan iki çeşit gen bulunur (biri anneden biri babadan gelir demiştim). mesela, konuyu basitleştirmek için göz renginin ya siyah ya da mavi olabileceğini kabul edelim. mavi geni "m" siyah geni "s" ile gösterelim. ayrıca siyah göz renginin mavi göz rengine baskın olduğunu kabul edelim. bu durumda "ss" "sm", ve "ms" genetik koduna sahip bireyler siyah gözlü, "mm" kodlu bireyler mavi gözlü olurlar. ayrıca belirtmeliyim ki "sm" ve "ms" genetik kodları pratikte aslında aynı şeydir Tek fark genlerin hangisinin anneden hangisinin babadan geldiğinin iki durumda farklı oluşudur. Şimdi aynı durumu popülasyon genetiği bakış açısıyla inceleyelim. 50 insandan oluşan bir grup düşünelim, bunlardan 10 tanesi "ss", 35 tanesi "ms" ve 5 tanesi "mm" genetik koduna sahip olsun. bu durumda dışardan bakıldığında 5 kişi mavi gözlü, 45 kişi de siyah gözlü olacaktır. şimdi bu genlerin frekanslarını inceleylim (frekans burada bulunma sıklığı anlamında). öncelikle kaç tane "s" geninin bu popülasyonda bulunduğunu bulmamız gerek. sayılar belli olduğu için bu zor bişey değildir, 10 tane "ss" bireyinde 20 tane "s" geni bulunur, 35 tane "ms" kodlu bireyde 35 tane "s" geni bulunur, ve toplam 55 tane "s" geni vardır. Toplamda 50 birey, ve her bireyde ikişer tane gen bulunduğuna göre toplamda 100 gen olduğu sonucuna varabiliriz. "s" ve "m" den başka gen olamdığı için
toplamda 100-55=45 tane de "m" geni bulunacaktır. bu genlerin frekansı da basitçe olan gen/toplam gen formülüyle bulunur, yani "s" geninin frekansı 55/100=0.55, "m" geninin frekansı ise 45/100=0.45 olarak bulunur. Şimdi işin matematik faslına girmiyorum, ama bu iki rakam genellikle p ve q harfleriyle gösterilir, ve bir özelliği belirleyecek olan iki genin frekanslarını temsil eder. yukardaki örnekte p=0.55, q=0.45 (p harfi genelde baskın olan genin frekansını temsil eder). Bu durumu inceleyen iki bilim adamı tarihe "Hardy-weinberg" formülü olarak geçen formülü bulmuşlardır. Bu formüle göre, Hardy-weinberg" dengesindeki bir popülasyonda p+q=1 ve p^2+2pq+q^2=1 değerleri sağlanır. Peki bir popülasyonun Hardy-weinberg dengesinde olabilmesi için hangi koşullar gereklidir? Bunlar genelde 5 madde halinde sıralanır
1- Popülasyondaki birey sayısı fazla olmalı
2- Popülasyon dışarıya göç vermemeli, veya dışardan göç almamalı
3- Mutasyon olmamalı
4- Seçilim olmamalı
5- Eş seçimi rastgele olmalıdır
Eveet, gelelim bu konunun evrimle olan ilişkisine. Yukardaki 5 koşul, eğer dikkat ettiyseniz hep gen frekanslarını değiştirecek faktörlerdir. yani p veya q değişirse, hardy-weinberg dengesi bozulmuş olacaktır. isterseniz her faktörü teker teker gen frekanslarına etkisi açısından inceleyelim.
1- Birey sayısı fazla olmalı:
Yukardaki 50 kişilik popülasyonu düşünelim. Bir anda rastgele bir şekilde bu 50 kişiden 25'ini öldürelim. 5 mavi gözlü ve 20 "ms" genetik yapısına sahip kişi ölsün. Yeni popülasyondaki insanların genetik yapısı şimdi 10 "ss" 15 "ms" şeklinde olacaktır. yeni gen frekanslarımız p=35/50=0.70, q=15/50=0.30 şeklinde olacaktır, yani popülasyon küçüldüğünde gen frekanslarımız da değişecektir.
2-Göç olmamalı
Sanırım burada etki daha da açık. Yukardaki popülasyona mavi gözlü 10 kişi daha katılırsa elbette ki hem p hem de q değerlerimiz değişecektir.
3- Mutasyon olmamalı
Yukardaki popülasyonda mutasyon sonucu artık yeşil göz renkli bireylerin oluştuğunu düşünelim. bu bireyler gen havuzuna yeni bir çeşit gen katacak, ve hem p'yi hem de q'yu değiştireceklerdir.
4-doğal seçilim olmamalı
Herhangibir sebepten ötürü mavi gözlü bireylerin hayatta kalma şanslarının daha az olduğunu kabul edelim. nesiller boyu bu devam ederse elbette ki mavi göz geninin frekansı azalacak, siyah göz geninin frekansı artacaktır.
5- Eş seçimi rastgele olmalıdır
Bu konseptin etkisini anlamak biraz daha güçtür, ama şunu belirtmem yeterli, mavi gözlülerin sürekli mavi gözlülerle, siyah gözlülerin de sürekli siyah gözlülerle çiftleşmesi genlerin dağılımını etkileyecektir.
Şimdi, yukarda anlattıklarımı aşağı yukarı anladıysanız sizlere evrimin yeni bir tanımını yapmak istiyorum. Evrimi ikiye ayırarak inceleyeceğiz ve ilk türüne "mikroevrim" adını veriyoruz. mikroevrim, bir popülasyondaki gen frekanslarındaki değişimlerdir. Bu konsept çok çok önemli. ve yukarda anlattığım 5 temel faktör bu mikroevrimi yürüten temel sebeplerdir ve hepsinin çok iyi anlaşılması gerekir. "makroevrim", yani ata canlılardan yepyeni canlı türlerinin oluşması, kaynağını mikroevrimden alır. Biliyorum biraz uzun bir ders oldu ama popülasyon genetiği gibi epey karmaşık bir konuyu yüzeysel anlatıp geçmek istemedim. örneklerle ilgili sorularınız olursa mesajla ulaşabilirsiniz. Evrimle kalın. -
12.
0uplayam mı illa?
-
13.
0evrim için up
-
14.
0güzel başlığa benziyor sonra okurum
-
15.
0Evet arkadaşlar, evrim sohbetlerimizin birinci bölümüne başlıyorum. Öncelikle bu başlıktan neler beklemeniz gerektiğini anlatayım. Burada:
-insanların hayvanlar, mantarlar, bitkiler ve hatta bakterilerle olan akrabalığı bilimsel bakış açısıyla irdelenecektir.
-Burada ilk canlının nasıl oluştuğuna dair yalnızca spekülatif fikirler bulunacaktır.
-Burada kesinlikle ama kesinlikle ilahi yaratıcı mevzularına girilmeyecektir.
evet hazırsanız başlayalım. kafamdaki ders programı şu şekilde
1- Darwin abimiz, adalar ve izole canlıların özellikleri
2- Basit bir dille Mendel kanunları
3- Popülasyon genetiği ve bunun evrimle olan ilişkisi
4- Doğal seçilim
5- adaptasyon ve eksaptasyonlar
6- Neden sex?
7- Filojeni nedir?
8- Dünyada yaşamın başlangıcı, en ilkel canlılar
9- Protista alemi ve hayvanlar alemine geçiş
10- Bitki ve mantar evrimleri
11- Omurgalılar ve insan evrimi
Belirmeliyim ki bu konu sıralamasını amerikadaki okulumun evrim biyolojisi ders programından esinlenerek hazırladım. Kullanacağım terimlerin tamdıbının türkçesinden emin olamayabilirim. şüphelendiğim durumlarda parantez içinde terimin ingilizcesini de sizlerle paylaşıcam. Her konuyu detaylıca inceleyeceğimi iddia etmiyorum, ama elimden geldiğince basit bir dille evrim sürecinin temel kavramlarını anlatmaya çalışıcam. Şimdiden konuyla ilgilenecek panpalarıma hayırlı olsun.
Sadece benim entrylerim için http://goo.gl/fREBOM
edit: 3. dersimiz de hazır -
16.
0@15 "neden sex?" başlıklı dersimde detaylıca inceliycez o konuları.
-
17.
0reserved
-
18.
0`bunu sözlükte en az yüz kez yazdım müslümanlar hariç kimse giblemedi o yüzden kopy pasye yapıyorumTümünü Göster
`
Charles Darwin'in ileri sürdüğü Evrim teorisi temelde bütün canlıların ortak bir atadan geldiğini iddia ederken, anahtar bir kavram olarak "türleşmeyi" savunur. Yani canlılar kademeli olarak ortak bir atanın çocuklarıdır. Bütün canlılar bu teoriye göre aynı sülalenin fertleri konumundadır. Günümüzde geliştirilen Evrim Ağacı modeli(1) canlıları tek bir ortak ata konseptine göre sınıflamaktadır. Canlıların sınıflaması sistematik olarak ilk defa Linneaus tarafından 1753'te, 6000 bitki kaydedilerek yapılmıştır(2) ve o zaman 10.000 tür(species) olduğu tahmin edilmişti. Günümüzde bilim adamlarının yaptığı çalışmalar, kataloglanan 1.3 milyon tür olduğunu, 8.7 milyon tahmini tür sayısı olduğunu ve sürekli bu rakamın arttığını göstermektedir(3). Mevcut bütün türlerin dinamik olarak kataloglandığı en güncel kayıtlardan birisi Bisby, Roskov, Orrell, Nicolson, Paglinawan ve ark. tarafından geliştirilen 2010 yapımı bir taksonomidir(4). Her ne kadar "tür" denilen ve sınıflamanın en küçük birimi olan nesne önceki bilim adamları tarafından mutlak bir sınıf olarak görülse de, günümüzde bu düşünce revize edilmiştir.
Biyolojik Tür kavrdıbını ilk defa "üyeleri kendi aralarında üreyebilen, kısır olmayan döller meydana getiren ve diğer türlerle üreyemeyen populasyon grubu" olarak tanımlayan biyolog Ernst Mayr'dır(5). Türler kendi aralarında verimli döller verebilirken, diğer türler ile verememektedir. Bu tür tanımının dışında Filogenetik tür tanımı ve Morfolojik tür kavramı gibi farklı sınıflamalara sebep olan(6) görüşler de dile getirilmiştir. Stephen Jay Gould(7) ve birtakım biyologlar "tür" gibi mutlak kavramların doğada olmadığını ve bunların "pratik fayda" veya "isim" olduklarını söylemişlerdir(8). Örnek olarak fosillerin hangisinin kiminle üreyip verimli döl ürettiğini anlayamayız. Bu yüzden fosillerin hangisinin hangi türe ait olduğunu bilemeyiz. Bu da "biyolojik tür" tanımını fosil bakımından kullanışsız yapar, ancak "biyolojik tür" tanımını yanlış yapmaz. Çünkü deneysel veriler ve gözlemler tür olarak "isimlendirdiğimiz" canlıların birbiriyle gerçekten verimli döller veremediğini göstermektedir. Bakteriler "konjugasyon" ile ürediği için onları tür sınıfına sokamayabiliriz, ancak bu "biyolojik tür" tanımının bize sağladığı verinin yanlış olduğunu göstermez. Çünkü bu kritere göre tanımladığımız türlerin birbiriyle üreyebildiği, verimli ve kısır olmayan döller üretebildiği bilinmekte ve tür dışındaki canlılarla üreyemediği, ürese bile kısır oğullar ürettiği ve hatta kısır olmayan bir oğul üretirse bile onun çocuklarının kısır olduğu verileri mevcuttur. Aynı zamanda "tür" ifadesini "biyolojik tür" olarak aldığımızda türdışı üreme faaliyetlerinin sınırlandığını gösteren prezigotik(üreme öncesi) ve postzigotik(üreme sonrası) veriler vardır.
Aynı tür olmayan canlıların üremesine engel olan 1. Prezigotik engeller: Habitat(yaşanılan çevre farklılığı), Davranış farkı(üreme ritüellerinin olmaması), üreme mevsimi farkı, üreme organı anatomisinin farklılığı, üreme hücresinin uygunsuzluğu; 2. Postzigotik engeller: kromozom uyuşmazlığı sebebiyle embriyolojik ilerlemenin bozulması, canlının ölmesi, canlı yaşasa bile verimsiz(kısır) olması, verimli olsa bile çok güçsüz ve hastalıklı olması gibi engeller mevcuttur(9). Biyolojik tür kavrdıbının gözlemsel temellerini oluşturan bu veriler canlıları anlamada önemlidir. Zira türleşmenin mümkün olduğu düşüncesini anlamlandırmak için türlerin ne olduklarını bilmek gerekir.
Canlılığın tarihine Evrim varsayımı ile bir yolculuk yapalım. insanın ve şempanzenin ortak atası, bu atanın ve tavşanın ortak atası ve bu ortak atayla kurbağanın ortak atası şeklinde bir dallanma içeren Evrim Ağacı modelinde geçmişe doğru gitmiş oluruz. Geçmişten şimdiye doğru hareket ettiğimizde her bir nesil silsilesinden sonra türleşme, yani tür değişimi olmalıdır. Çünkü kurbağamsı bir ilk ata iken, şimdi insana dönüşmemiz için birbiriyle üreyemeyen türlere dallar veren bir ağacın kökü olmalıyız. Richard Dawkins bu sorunu çözmek için bir hayali deney önermiştir(10). Dawkins'in deneyine göre bizim ilk atamıza kadar şeceremizi çıkarmak için bir zaman makinası kullanmamız gerekiyor. Baba, dede, dedenin babası diye tek tek geriye doğru gittiğimizi ve her birisinin bir fotoğrafını çektiğimizi düşündüğümüzde 185 milyon sene öncesine gidersek toplam 6 km civarında yan yana dizilmiş fotoğraflar olur ve Dawkins, son fotoğrafın bir balık olacağını söylemektedir. Öte yandan Dawkins, hiçbir türün çocuğunun kendi türünün dışında bir canlı olmadığını da eklemektedir. Yani hem her canlı bir önceki atasıyla aynı tür olacak, hem de bu silsileyi takip ettiğimizde türümüz değişmiş olacaktır. Şöyle bir düşündüğümüzde, bizim türümüz ile babamızın türü aynıydı. Babamızın türü ile dedemizinki de öyleydi; yani dedemizle bizim türümüz aynı idi. Aynı şekilde bunu zütürürsek bütün geçmişteki atalarımızla aynı türde olmuş oluruz. Türleşmenin olabilmesi için muhakkak bir yerde bir "tür kırılması" olması gerekir. Çünkü babamız nesli ile türdeşiz ve üreyebiliriz, dedemiz de dahil, onun dedesi de dahil ve onun 7 derece dedesi de dahil... Sonuçta her nesil ile türdeş oluyor isek, türleşme nerededir? Şayet bir yerlerde tür kırılması mevcut olursa o zaman Evrim dallanması mevcut olabilir. Ancak ikinci bir sorun daha vardır.
Önce ilk sorunda bir şeyi netleştirmemiz gerekir. Bir türün(anne veya baba), kendi anatomisinin aynısını ürettiği kesindir. Yani üretilen çocuk ebeveynle aynıdır ve Dawkins'in fotoğraf silsilesinde herhangi iki fotoğraf(baba-oğul-torun) çok benzer. Şayet bir değişim veya evrim olacaksa, bu babadan farklılaşan bir çocuk anldıbına gelmelidir, zira başka şansı ve yöntemi yoktur. O halde küçük bir mutasyon geçirmiş olduğunu düşünebiliriz; ve bu mutasyonların -varsayalım ki- birikmesi ve türleşme yolunda yeni özellikler kazandırması söz konusu olsun. O halde bu mutasyon birikimi ve genetik değişiklik seviyesi bir raddeye geldiğinde bu canlı türün dışına çıkacaktır. Denilebilir ki, "tür" kesin bir kavram değildir ve mutlaklık ifade etmez; sadece bir isimdir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, "üreyip verimli döl verme" özelliği anlamında kullandığımızda "tür dışı"nı da buna göre kullanmaktayım. Yani bu mutasyonların sonucu "babasının türüyle verimli döl verememe raddesi"ne varmak söz konusudur. Bu şekilde Dawkins'in ilk tezi, yani "her oğul babasının türündedir" varsayımı hatalıdır. Ancak Dawkins'in kanaatimce bu hatayı yapmasının sebebi, ikinci sorundan kaçınmak olsa gerektir; bu sorun da ilk sorunun çözümünün yarattığı sorundur. Diyelim ki, oğul döl babanın türünden çıktı ve türleşti. Önceki ifademizle, Evrim sürecinde bir türün diğerine dönüşmesi hadisesindeki "kilit" tür kırılmasının tam sınırının bir "baba-oğul" arasında olmak zorunda olduğu sonucumuz hasıl oldu. Bunun anlamı, babanın türü ile oğulun türünün farklılaşmış olmasıdır. Yani babanın populasyonu içindeki tüm canlılar ile oğul çiftleşemez. Bu şekilde çocuğun üremesi imkansızdır ve Evrim'in "türleşme" hadisesinin devamı gelemeden çocuk yok olur. Türleşmenin devam edebilmesinin şartlarını düşünebiliriz.
Çocuk türleşmiş, genlerinde birikmiş mutasyonların onu "tür dışına" çıkaracak seviyesine ulaşmıştır. Neslinin devdıbının gelebilmesi için onun gibi türleşmiş bir canlı olmalıdır. Onun gibi türleşmesi de yetmemekte ve onun türüne türleşmesi gerekmektedir, çünkü aynı tür olunmadıkça verimli döl üretme imkansız hale gelecektir. Kimse türleşmezse, çocuk babasının populasyonundan farklı bir tür olduğu için, babasıyla aynı tür olan kimseyle verimli döller veremeyecektir. Sonuçta türleşmenin tek meyvesi olan biricik çocuğumuzun nesli son bulacak ve evrimin halkası başlamadan kopacaktır. Çocukla aynı anda, karşı cinsten, aynı türe türleşen bir canlı olsa bile; onunla çiftleşebilme ihtimali, çiftleşmeden verimli döl olma ihtimali ve daha evvel saydığımız prezigotik/postzigotik pek çok üreme engeli bu "türleşmiş neslin" devamlılığına engeldir. Sonuç olarak Evrim teorisinin temel tezi olan "türleşme" hadisesinin hem gerçekleşip hem de devam etmesi teorik olarak mümkün görünmemektedir. -
19.
0Reserved şuku bi ara nick6 da girecem panpa helal
-
20.
0Evrimcilik düşüncesinin karakteristiği tüm canlıların ortak bir ataya sahip olduğunu iddia etmesidir. Canlıların tamdıbının genetik olarak kodlanmış bilgi sistemi olduğu yakın zamanda tüm detayları ile keşfedilmiştir. Bu açıdan baktığımızda canlıların evrilmesinin genetik düzeyde olması gerektiği gerçeği ile karşılaşırız. Yani daha hiç canlı yokken, 3.6 milyar sene evvel öyle bir değişiklik olmalıdır ki, genetik bilgi üretilmelidir. ilk olarak nasıl bir hücre DNA’sı veya daha farklı bir bilgi sistemi oluştuğu sorusunu es geçelim. En eski bilinen hücrenin günümüz bilimine göre 3.6 milyar sene öncesine ait olduğu tespit edildiğine göre şimdiye kadar var olan tüm canlıların da ondan evrimleştiğini düşünürsek bu bilgi artışını açıklamak zorunda kalırız. Yani elimizin, kolumuzun, gözümüzün bilgisi genetik sistemimizde vardır. Ancak ilk hücrede bunlar yoktur. Bunlar Evrim’e göre bin yıllar süren süreçte oluşmuştur. Peki oluşabilmesi çok yavaş olduğuna göre gerekli olan şey nedir? Tabi ki, genetik bilgi artışı. Yani yeni ve olmayan bir bilginin bir şekilde var edilmesi veya olması. Genetik bilgide değişimlere veya bozulmalara “mutasyon” denir. Ancak bilinen mutasyonların tamamı canlının sistemini bozar. Çünkü zaten var olan bir sistem vardır. Sisteme yararlı olan, bilgiyi arttıran, yeni bir işlev kazandıran, önceden olmayan bir özelliği var eden bir değişiklik olursa buna “faydalı mutasyon” diyeceğiz. Faydalı mutasyon var mıdır? Evrim’in olabilmesi için binyıllar boyunca sayısız faydalı mutasyon varsaymak zorundayız. Ancak “gözlemsel olarak tespit edilmiş” bir faydalı mutasyon örneği var mıdır? Evrim Teorisi’nin bilimsel bir tez olabilmesi için bunun gibi “teorik düşünceyi teyit edici” deneysel desteklere ihtiyacı vardır. Eğer faydalı mutasyon hiç yoksa Evrim Teorisi’nin öngördüğü gibi “doğal seçilme”nin bir işe yaraması mümkün olmaz. Çünkü ortada seçilecek canlılar oluşamaz. Önce seçilecek canlıların oluşması gerekir, oluşması için de “canlıların bilgisinin” genetik olarak oluşması gerekir.Tümünü Göster
Evrim Teorisi ile ilgili yayınlarda birçok “faydalı mutasyon” örnekleri listelenir. Ancak faydalı mutasyon ile zararlı mutasyonu birbirinden nasıl ayıracağız? Herhangi bir mutasyonu işaret edip, bu faydalı mutasyondur dendiği zaman o mutasyonun faydalı hale gelecek hali yoktur. Bunun belirli bir tanımı olmalıdır. Mesela insan ile balık Evrimciliğe göre akraba olduğu için zamanında balık gibi olan bir ata canlının genetik değişim geçirmesi ile insan ve günümüzdeki balık canlıları oluşmuştur. Biliyoruz ki, balık ve insanın yapısı çok farklıdır. Yani balığın geninde onu insan yapana kadar birçok değişiklik olması gerekir. Bu olurken mesela idrar sistemi “amonyak atmak yerine” insandaki gibi “üre atan sistem”e dönüşmelidir. Yani sistemi olduğu gibi değiştiren bir mutasyon silsilesi olması lazımdır. Çünkü balığın sistemi zaten suya insan kadar ihtiyacı olmadığı için ortama uygun şekilde amonyak atan sistemdir ve yapısına uygundur. insanın sistemi de su tasarrufu yapan, biraz daha az tokgib madde olan üre maddesini atacak şekildedir. Bu sistemin bilinen pek çok detayları; organ sistemleri, özelleşmiş çok karmaşık dokuları vardır. Olduğu gibi hepsinin değişmesi “önceki sistemin bilgileri silinirken, diğer sistemin yazılması” işlemlerini gerektirir. Yani genlere yeni sisteme ait “işlevli genler” oluşmalıdır. O halde mutasyonlar bir bilgi katmalı. insan gibi göreli olarak çok kompleks bir canlıyı deneylerle test etmek mümkün olmadığı için bu tür Evrilme olayları bakterilerde veya genetik hacmi düşük diğer canlılarda test edilebilir. Bu yüzden Deneysel Evrim adı altında çalışmalar yürütülür. Şimdi faydalı mutasyon örneğinin bu bilgiler ışığında nasıl olması gerektiğini saptamaya çalışalım.
(1) ilk olarak faydalı mutasyon dediğimiz genetik değişikliğin “genetik bilgi artışı”nı sağlaması gerekir. Yani önceden var olmayan bir gen bilgisi(ve fenotipini) üretecek. Çünkü bildiğimiz kadarıyla ilk hücrenin genetik hacmi çok azdır. Daha az kompleks olup daha çok gene sahip canlılar olsa da bu bazı özel şartlarda böyledir. Genel anlamda bir özelliğin kazanılması durumu “gen artışı” sayesinde mümkün olur. (2) ikincisi, gen artışı canlıya rekabet, ortama uyum sağlama, üreyebilme açılarından fayda sağlamalıdır. Yani genetik olarak bir genin rasgele artışı, ikiye katlanması(duplikasyon) gibi durumlar sonucu hücre veya canlı zarar görebilir. Mesela insanda 16. Kromozom her hücrede iki adet olmasına rağmen, bazı genetik bozukluklarda bu üçe çıkar ve Trizomi 16 adı verilen bir hastalık meydana gelir. Bu bozukluğu taşıyan canlı doğmadan ölür ve insandaki en sık trizomi şeklidir. Yani gen artışı olmasına rağmen, hem bilgi artışı yok, hem de fayda yoktur. Bizim aradığımız ve olduğunu ispat etmeye uğraştığımız mutasyon şekli olan faydalı/fonksiyon arttırıcı mutasyonun bu özelliklere sahip olması gerekir. Peki deneyler ve şimdiye kadar gözlenmiş canlılar arasında böyle bir faydalı mutasyon örneği var mıdır? Bu konuda bilinen en ünlü deney Lenksi deneyidir. Yaklaşık 30 sene süren ve bakterileri 50.000 nesil kadar üretip genetik değişikliklerini inceleyen bu deneyde Richard Lenski bir “mutasyon” saptamıştır. Bu da bakterilerin önceden sitrat tüketmemesine rağmen, artık tüketir hale gelmesi değişikliğidir. Besin olarak sitratın tüketilmesi için gerekli enzimler bakteride vardır ve oksijensiz ortamda bunu tüketmektedir. Mutasyon ile artık oksijenli ortamda da tüketir hale gelmiştir. Bu şekilde bir gen artışı olmamıştır. Yani faydalı mutasyon değildir. Üstelik ortamda glikoz bulunduğu zaman mutasyona sahip olan yeni bakterilerin rekabet şansının daha az olduğu saptanmıştır. Yani Lenski’nin deneylerinde bile faydalı bir mutasyon örneği 30 seneye rağmen bulunamamıştır.
Faydalı mutasyon olmaması Evrimcilik görüşünü temelinden sarsar. Çünkü bilgi artışı olmadan doğal seçilme ile seçilecek canlı olmayacaktır. Evrimsel biyologlar da birçok mutasyon örneği gösterip “bunlar faydalı mutasyonlardır” demektedir. Ancak söyledikleri gibi onlar gerçekte faydalı mutasyon değildir. Çünkü önceden belirtildiği gibi fonksiyon arttırıcı, bilgi artışı sağlayan, rekabet şansını arttıran, genetik düzeyde tespit edilmiş tek bir örnek bile yoktur.
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 20 12 2024
-
uludag sozlukteki malar neyin kafasinda
-
konstant wow girl ün
-
gayranjn bacisi bile var
-
pumberte ve muhtarın
-
sen muyendis degilsin kaira
-
fenerbahçe kulübü acilen kapatılmalı
-
intihar edemiyoz abi ya
-
an itibari ile megane 2nin
-
yaratıcı varsa zalimdir
-
yaşamın var olması bile
-
gururu olan insan zaten
-
bize sadece leblebi kalmış
-
kim amcığımı gibmek ister
- / 1