1. 7.
    +1
    reklam alınır

    • ** yarak göz hastenesi ***

    okul mu okuyorsunuz , yoksa düşüncelerini 1-2 kelimeyle ifade edemeyen bir sözlükte yazarmısınz , ileri derecedeki göz bozulmalarına kökten çözüm , uzun yazıları biz okuyoruz ve size özet geçiyoruz ...

    • **yarak göz hastensi***

    insan kendinin doktorudur...
    ···
  2. 6.
    0
    belki küfür ediyordur diye bastım eksiyi okumadım
    ···
  3. 5.
    0
    okumadım bastım eksiyi
    ···
  4. 4.
    0
    bu sozlkte bunu okucak 1 adam yoktr
    ···
  5. 3.
    0
    https://www.youtube.com/watch?v=perF9Fv5UNc
    ···
  6. 2.
    -1
    Kaldırımlardan akan kirli suların köşebaşlarındaki ızgaralara bile ulaşamadan buharlaştığı sıcak
    bir yaz gününün yapış yapış gecesinde, babasının Mercedes'ini parkedilmez levhasının önüne
    bırakan bir ağaoğlu, aynada gördüğü istanbul'un bir kenar mahallesindeki halı dokuyan iyi ev
    kızının, yıllardır arayıp da bulamadığı gizli sevgilisi olduğuna hükmetmiş, ama resmin kendisine
    döndüğünde, orada babasının köylerinin birinde yaşayan mutsuz ve renksiz kızlardan biriyle
    karşılaşmıştı yalnızca.
    Daha sonraki yıllarda, Cadillac'ını atını sürer gibi Boğazın akıntısına sürerek dünyanın içindeki
    diğer dünyayı keşfedecek patron için ise, bütün bu tatlı şakalar, hoş rastlantılar ve dünyanın
    içindeki esrar, ne resmin, ne de aynanın birer oyunuydu; esrardan
    ve rakıdan kafaları bulan müşteriler mutsuzluğun ve hüznün bulutlarına çıktıkları bir ara,
    kafalarının içindeki eski ve mutlu bir dünyayı keşfediyorlar, bu kayıp cennetin esrarını
    bulmanın çocuksu sevinci içinde, hayallerindeki muammaları gözlerinin önündeki suretlerle
    karıştırıyorlardı. Bu sağlam gerçekçiliğine rağmen, ünlü hay-dutun, pazar sabahlan, yorgun
    anneleri kendilerini sinemaya zütürsün diye bekleyen pavyon kadınlarının çocuklarıyla birlikte,
    tıpkı gazetelerin pazar ekindeki bilmeceyi çözer gibi, 'iki Resim Arasındaki Yedi Farkı Bulalım'
    oyununa neşeyle katıldığı da görülmüştü.
    Ama farklar, anlamlar, şaşırtıcı değişiklikler yedi değil, sonsuzdu. Çünkü birinci duvardaki
    istanbul resmi, her ne kadar teknik açıdan at arabası ya da panayır resimlerini hatırlatıyorsa
    da, ruh açısından gölgeli karanlık ve ürpertici gravürleri, konunun ele alınışı bakımından da
    zengin bir freski çağrıştırıyordu. Bu freskin üzerindeki iri bir kuş, aynada efsanevi bir kuş gibi
    ağır ağır kanat çırpıyor, eski ahşap konakların boyasız cepheleri, aynada korkunç yüzlere
    dönüşüyor, bayram yerleri, atlıkarıncalar aynada kıpırdanıp renkleniyor, bütün o eski
    tramvaylar, at arabaları, minareler, köprüler, katiller, muhallebiciler, parklar, kıyı kahveleri,
    şehir hatları vapurları, yazılar, sandıklar bambaşka bir âlemin işaretleri olup çıkıyorlardı.
    Ressamın tatlı bir şakayla, kör bir dilencinin eline tutuşturduğu bir kara kitap, aynada ikiye
    ayrılmış, iki anlamlı, iki hikâyeli bir kitaba dönüşüyor, birinci duvara dönüldüğünde kitabın
    baştan sona tek bir kitap olduğu, esrarının da içinde kaybolduğu anlaşılıyordu. Panayırlardaki
    eski eserlerinin anılarıyla ressamın, birinci duvara kırmızı dudaklı, baygın bakışlı, iri kirpikli
    resmini çizdiği sinema yıldızımız, aynada bütün bir milletin yoksul düşmüş iri göğüslü anasına
    dönüşüyor, ilk duvara dönen bulutlu bakışlar, ananın ana değil, yıllardır yatılan evli karı
    olduğunu dehşet ve zevkle farkediyordu.
    Ama sarayın ziyaretçilerini asıl dehşete düşüren şey, ressamın eserinin her yerine kıpır kıpır
    yerleştirdiği o bitip tükenmeyecek gibi çoğalan insanların, köprüleri dolduran korkunç
    kalabalıkların aynadaki yüzlerinde beliren yeni anlamlar, tuhaf işaretler, bilinmeyen dünyalardı.
    Resme bakıldığında, dertli, kederli, sade bir vatandaş olarak ya da hayatından memnun
    çalışkan ve fötr şapkalı bir kişi olarak görülen birinin yüzünün, aslında aynada gözüktüğü gibi bir haritanın, bir esrarın
    ya da kaybolmuş bir hikâyenin izleriyle kaynaştığını sezmek, kadife koltuklar arasında gidip
    gelen ve bir ileri bir geri yürürken kendi görüntüsünün de aynanın içine yerleştiğini anlayan
    kafası bulutlu saray ziyaretçisinde, kendisinin de pek az seçkin kişinin bildiği bir sırrın farkına
    varmış biri olduğu hayâlini uyandırırdı. Konsomatrislerin paşa gibi davrandıkları bu kişilerin,
    resmin ve aynanın arkasındaki sırrı çözene kadar rahat durmadıkları, esrara, muammaya bir
    çözüm yakıştırana kadar nice yolculukları, serüvenleri, kavgaları göze aldıkları herkesçe
    bilinirdi.
    Yıllar sonra, pavyon patronunun Boğaz sularının bilinmezliği içinde kaybolmasından da yıllar
    sonra, gözden düşen pavyona gelen Beyoğlu komiserinin de, bu huzursuz kişilerden biri
    olduğunu, yaşlı konsomatrisler kederli yüzünden hemen anladılar.
    Eski ve ünlü 'Şişli Meydanı Cinayeti'nin sırrını çözmek için yeniden aynaya bakmak istiyormuş
    bu adam. Ama bir hafta önce, kadın ya da para meselesinden çok, işsizlik ve iç sıkıntısından
    çıkan bir kabadayı kavgasında iri aynanın kavgacıların üzerine şan-gırdayarak, parça parça inip
    kırıldığını söylemişler ona. Böylece, emekliliğin eşiğindeki komiser, cam kırıkları arasında, ne
    faili bilinmeyen cinayeti, ne de aynanın arkasındaki sırrı anlayabilmiş
    Tümünü Göster
    ···
  7. 1.
    -1
    "Esrarını Mesnevi'den aldım" Şeyh Galip

    1952 yazınm başında, tam bir tarih vermek gerekirse, haziranın ilk cumartesisinde, yalnız
    istanbul'un ya da Türkiye'nin değil, Balkanlar ve Orta Doğu'nun en büyük batakhanesi,
    Beyoğlu'ndâ kerhaneler sokağından, ingiliz Konsolosluğu'na çıkan dar sokakların birinde açıldı.
    Bu mutlu tarih, aynı zamanda altı aydır süren iddialı bir resim yarışmasının da sonuçlanmasına
    denk düşüyordu. Daha sonraki yıllarda, Cadillac'ı ile Boğaz'ın sularında kaybolarak iyice
    efsaneleşecek olan zamanın en ünlü Beyoğlu haydutu, işletmesinin girişindeki geniş hole
    istanbul resimleri yaptırmak istemişti çünkü.
    Hayır, ünlü haydut bu resimleri islâm'ın yasaklamaları yüzünden pek geri kaldığımız bu sanatı
    (resmi diyorum, huurluğu değil) desteklemek için değil, zevk sarayına istanbul'un ve
    Anadolu'nun dört bir yanından gelecek seçkin müşterilerine müzik, esrar, içki ve kızlar kadar
    istanbul'un güzelliklerini sunabilmek için yaptırmıştı. Ellerinde açıölçer ve gönyeler, Batılı kübik
    ressamları taklit edip köylü kızlarımızı baklava şekline sokan akademili ressamlar, yalnızca
    bankalardan sipariş kabul ettikleri için haydutu-muzu geri çevirince, o da taşra konaklarının
    tavanlarını, yazlık sinemaların duvarlarını, panayırlarda yılan yutanların çadırlarını ve at
    arabalarıyla kamyonları şenlendiren ressamlara, tabelacılara, boyacılara haber salmıştı. Aylar
    sonra ortaya çıkan iki zenaatkârın ikisi de, gerçek sanatçılar gibi, birbirlerinden daha iyi
    olduklarını iddia edince, haydutumuz bankalardan aldığı bir ilhamla ortaya yüklüce bir para
    koyarak iki iddiacı ressam arasında 'En Güzel istanbul Resim Yarışması'm açmış, sarayının
    girişindeki karşılıklı iki duvarı hırslı zenaatkâlara vermişti.
    Birbirlerini kuşkuyla karşılayan ressamlar, daha ilk günden duvarlarının arasına kalın bir perde
    gerdirmişlerdi. Yüz ciksen
    gün sonra, zevk sarayının açılış gecesinde fitilli kızıl kadifeyle kaplı yaldızlı koltuklar, Gördes
    halıları, gümüş şamdanlar, kristal vazolar, Atatürk fotoğrafları, porselen takımları, sedef
    kakmalı sehpalarla dolu giriş holünde aynı yamalı perde hâlâ duruyordu. Batakhanenin adı,
    resmi kayıtlarda Klagib Türk Sanatlarını Yaşatma Kulübü olarak geçtiği için, aralarında valinin
    de resmen bulunduğu seçkin kalabalığın içindeki patron, çuval bezinden perdeyi çekince,
    konuklar bir duvarda 'şahane' bir istanbul resmi, öteki duvarda, o resmi, gümüş şamdanların
    ışığında, olduğundan daha da parlak, daha da güzel, daha da çekici gösteren bir ayna
    gördüler.
    Tabii ki ödül aynayı koyan ressama gitti. Ama yıllar boyunca batakhaneye düşen müşterilerin
    çoğu duvarlardaki inanılmaz görüntülerle öyle bir büyüleniyorlardı ki, her iki eserden de ayrı
    ayrı tatlar alarak, bu aldıkları tatların esrarını anlamak için duvarlar arasında aşağı yukarı gidip
    gelerek eserleri saatlerce seyrediyorlardı da.
    Birinci duvardaki sefil ve hüzünlü sokak köpeği, karşısındaki aynada, hem hüzünlü hem kurnaz
    bir köpeğe dönüşüyor, tekrar birinci duvardaki resme dönüldükte, bu sefer, aslında, orada da
    kurnazlığın resmedildiği, üstelik köpekte insanı kuşkulandıran bir hareket de olduğu seziliyor,
    derken aynaya dönüp yeniden bakıldığında, hareketin anldıbını sezdirecek başka bazı tuhaf
    kıpırtılar ve belirtiler görülüyor, ama bu sefer de iyice aklı karışan seyirci, bir koşu yeniden
    birinci duvara dönüp asıl resme bakmamak için kendini güç tutuyordu.
    Bir seferinde, hüzünlü köpeğin gezindiği sokağın açıldığı meydandaki kör çeşmenin, aynada
    şakır şakır aktığını görmüştü yaşlı ve evhamlı bir müşteri. Evde muslukları açık bıraktığını
    hatırlayan unutkan bir ihtiyarın telaşıyla tekrar resme döndüğünde, çeşmenin kuru olduğunu
    anlamış, yeniden aynaya dönüp suların daha da gür aktığına tanık olduktan sonra, buluşunu
    'zevk kadınlarıyla' paylaşmak istemiş, ama resmin ve aynanın bitip tükenmeyen oyunlarını
    çoktan kanıksamış konsomatrislerin ilgisizliğiyle karşılaşınca, kendi kapalı hayatına,
    anlaşılamamakla geçmiş ömrünün yalnızlığına çekilmişti çaresizlikle.
    Oysa sarayda çalışan kadınlar, konuya büsbütün ilgisiz olma dıkları gibi, iç sıkıntısıyla
    birbirlerine aynı masalları anlatarak pinekledikleri karlı kış gecelerinde, resmin ve karşısındaki aynanın ; sihirli oyunlarını
    misafirlerinin kişiliği konusunda eğlenceli bir mi-' henk taşı olarak kullanırlardı: Resimle
    aynadaki görüntü arasındaki esrarlı uyuşmazlıkları hiç farkedemeyen aceleci, duyarsız, telaşlı
    müşterileri vardı: Bunlar ya sürekli kendi dertlerini anlatırlar ya •>¦¦¦ da birini diğerinden
    ayıramadıkları konsomatrislerden tek bir şeyi, bütün erkeklerin istediği o şeyi bir an önce elde
    etmeyi beklerlerdi yalnızca. Aynayla resmin oynaşmasını iyice farkedip, bunu ¦'..;
    önemsemeyenler vardı; feleğin çemberinden geçmiş, hiçbir şeyi umursamayan ve korkulması
    gereken pervasızlardı bunlar. Ya da çaresiz bir simetri hastalığına yakalanmış gibi, aynayla
    resim arasındaki tutarsızlığın bir an önce düzeltilmesini çocuk gibi tutturarak,
    huzursuzluklarıyla konsomatrislerin, garsonların, kabadayıların ensesinde boza pişirenler vardı.
    Bunlar, eli sıkı, hesaplı kişilerdi; ne içerken dünyayı unutabilirlerdi, ne de sevişirken; her şeyi
    bir düzene sokma saplantıları onları başarısız bir dost ve başarısız bir âşık yapardı yalnızca.
    Saray sakinlerinin aynanın ve resimlerin cilvelerine alıştıkları bir zamanda, parasının gücünden
    çok koruyucu kanatlarının şefkatiyle pavyonu sık sık şereflendiren Beyoğlu komiseri, birinci
    duvarda karanlık bir sokakta eli tabancayla resmedilmiş kabak kafalı karanlık kişiyle, aynada
    göz göze geldiğinde onun yıllardır çözümle-nememiş ünlü 'Şişli Meydanı Cinayeti'nin katilinin ta
    kendisi olduğunu anlamış, duvara aynayı yerleştiren sanatçının esrarı bildiğini ileri sürüp,
    kimliği konusunda soruşturmaya girişmişti.
    Tümünü Göster
    ···