1. 80.
    0
    upupupupupup
    ···
  2. 79.
    0
    upupupupupup
    ···
  3. 78.
    0
    reserverdff
    ···
  4. 77.
    0
    anlatsana yavşak okuyoruz işte
    ···
  5. 76.
    0
    süper kardeş devam
    ···
  6. 75.
    0
    upupupupuppupupupup
    ···
  7. 74.
    0
    upupupupupuupup
    ···
  8. 73.
    0
    Aylardan Temmuz’du, Köye gitmiştim babam, annem, abilerim ve ben. O zaman Ramazan ayıydı ve herkes gibi oruç tutuyordum. Köye vardığımızda annemler dinlenmek istediler yukarı çıkıp uyudular ben ise bizim yukarıdaki incir ağacının orda iftarımı açmak istedim, çünki orası serin ve fındık ağaçları ile kaplı önünde eski bir ev var tahtadan yapılmış, huzur verici gibiydi daha sonra tahtadan masa sandalye felan ayarladım bir tepsi yemek ayarladım evden ve oraya gittim bekledim 10 dakika kaldı iftara ezan sesini duydum ve başladım yemek yemeye yemeğimi yedim sonra bizimkilerden gizli sigara içmek için eski eve girdim sigaramı yaktım ikinci kata çıktım camdan bizimkilere gizli gizli bakıyorum havada kararmıştı zaten sigarayı içtim ve o evde o karanlıkta oldugumu fark ettim ürpermeye başladım, çünki sigara içerken yakalanmamak için bizimkilerden korkuyordum nereye geldiğime hiç dikkat etmedim, konuya dönelim. Sonra ürpererek hızlı hızlı kapıya koştum babam kapının önünde semaver yapıyordu ne işin var diye üstümü koklar diye arka kapıya doğru yol aldım 2. kata çıktım çünkü 2 . katın ordan cıkıs vardı tarladan yanii, kapıya doğru hızlı hızlı gitmek istedim heryer karanlık ürpertici, kapıya gittiğimde kilitliydi korkmaya başladım ve girdiğim kapı aniden kapanmıştı her yer zifiri karanlık korkudan koşa koşa gittim kapıyı açtım ve arkamda sanki birisi vardı arkamı döndüm hiç bişey yoktu. Daha sonra aşşağı iniyordum merdivenlerden ve aşşağı düştüm gözlerim kapandı sanki heryer bembeyaz oldu , şimşekler çarparmış gibi ve inncir ağacının ordaydım ne oldugnu bilmiyodum incir ağacının ordan koşa koşa eve gidiyodum evde kimseler yoktu kapı kilitliydi korkudan ağlıyordum komşulara doğru inerken karşıkı dağda beyaz ışıklar oyun oynuyordu gözlerimi kırptım açtım yok oldular sonra ses incir ağacının ordan gelmeye başladı ben oraya doğru yeltendim karşıma kap kara birisi çıktı arkasındada birileri vardı ben oldugum yere bayıldım ve uyandıgımda incir ağacının ordaydım, bağlı bir şekilde, çok korkuyordum cebimdeki çakıyla kestim ipleri çııktım yuukardaki dağa korkudan gece gece arkamdan birileri geliyordu simsiyah ne yapacagımı şaşırdım. sonra tarlada durdum kimseler yoktu sanki biryere girmişler beni gizli gizli izliyorlar gibi. Yatsı ezanı okundu sanki heryer huzur doldu hemen evin oraya doğru koştum baktım bizimkiler evde eve girdim korkudan başka odaya geçip uyudum sabah oldugunda ise aşşağıya indiğimde eski evin orda birisinin beni izlediğini gördüm babama yalvardım burdan gidelim diye tamam dedi akşam üzeri gidicektik evden aşşağıya indim önüme tavuk ölüsü düştü ağaçtan. eski evin oraya baktım ışık yanıyordu kapıya dogru yanastım kan ile yazılmış arapça yazısıyla انا ذاهب ولكن سأكون (gidiyorum, ama gelicem) diye sonra şehire gittik herşey düzeldi. olay 2 sene önce oldu Saygılarımla ismimi gizli tut.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 72.
    0
    Şimdi dinleyeceğiniz olay yüzde yüz gerçektir. Ben doğduktan 2 gün sonra annem ve babam benim de içinde bulunduğum bir araba ile kaza yapmışlar. Allahın hikmeti benim burnum bile kanamazken annem ile babam maalesef hakkın rahmetine kavuşmuşlar. Beni dedem ve nenem büyüttü. Onlar benim her şeyim di annem ve babam olsalar ancak öyle severdim. Ama Çok kötü bir şey oldu dedem şeker hastası oldu ve git gide çok kötü oluyordu. O zamanlar durumumuzda iyi değildi maddi olarak şehirde bir tane devlet hastanesi vardı ve onlarda doğru düzgün ilgilenmiyordu bile. Gözlerimin önünde ölüme gidiyordu adeta dedem ve maalesef büyük Marmara depreminden 2 saat önce 17 ağustos 1999′da kaybettik dedemi adeta dünya başıma yıkılmıştı. Aynı günün sabahı köye defnettiler. Abartısız 1 hafta her gece köydeki akrabamızın evinden kaçarak dedemin mezarına gidiyordum ve onun toprağına sarılıp yatıyordum ve her gün de dayım sabah ezanına karşı bazen daha erken gelip beni alıyordu. Köydeki son günümüzde gene evden kaçıp dedemin mezarına gittim. Uyumuş kalmışım sonra arkamdan bir el bana dokundu. Ben yine dayım geldi zannettim ve beni rahat bırak gibi bir şeyler söylüyordum. Arkamı döndüm bi baktım karşımda dedem. inanın hiç korkmadım ve sarıldım ona bana dedi ki; senin yerin burası değil oğlum bak annenle babanda Çok üzülüyorlar. Bir daha buraya sadece dedeciğine dua etmek için gel. Dedi. Bir an gözlerim kapandı ve gözlerimi tekrar açtığımda sabah ezanı okuyordu. Sonra dayım geldi ve zütürdü beni. Eve geldiğimde yaşadığım o şey rüyamı yoksa gerçek mi bir türlü ayırt edemiyordum. Derken istem dışı elimi cebime attım ve cebimde bir kağıt vardı. Kağıdı açtım baktım ve içinde arapça rakamlar vardı. Kuran okumayı bildiğim için çözmüştüm hemen bu sayılar 3 tane tarihi gösteriyordu. Ilk tarih 12 temmuz 2001 2. Tarih 27 mayıs 2007 ve son olarakta 3. Tarih 5 ekim 2014 tü. O günden sonra dedemin hayalini hiç görmemiştim…….Ta ki kağıtta yazan o ilk tarihe kadar yani 12 temmuz 2001 de bir yaz günü köyde arkadaşlarla otururken yanıma Çok sevdiğim bi arkadaşım geldi bigibletiyle beraber bana hadi gel gezelim arkama atla dolaşırız dedi. Bizim maddi durumumuz kötü olduğu için bigibletimde yoktu ve tamam geliyorum dedim. Ayağa kalktım tam bigiblete doğru giderken dondum kaldım adeta arkadaşımın arkasında dedem durmus bana “gitme oğlum” diyordu. Donup kalmıştım tabi bunu sadece ben duyuyordum ve kendime gelip ; ben gelmicem dedim. Arkadaşım söylenerek gitti biraz daha dolaşıp eve vardım. Akşam yemek yerken bi çığlık sesi geldi. Kadınlar ağlayıp bağırıyordu ses beni bigiblete davet eden arkadaşımın evinden geliyordu. sonra gittik ki çocuk otoyola çıkmış ve bi araba çarpmış. Oracıkta ölmüş çocuk. Bu olayın yüzünden bi ay konuşmamıştım bi kaç sene sonra kendime gelmiştim artık ama o tarihlerin bi anlamı olduğunu biliyordum artık lafı fazla uzatmıcam ikinci tarihte ben askerdim yani 27 mayıs 2007′de hakkari çukurcada yapıyordum askerliğimi o gün intikale çıkacaktık. O gün sanki şehit olacak gibi bir his vardı içimde ama görev kimseye birşey diyemedim. Intikalin 15. Km falan birden bi bomba patladı. Tim ikiye bölünmüştü. Ve ben arkadaki bölümdeydim. Ve birden bire tim dağıldı tek başıma kalmıştım. Ve birden yine dedemin hayalini gördüm. Bana ; oğlum arkana bak diyordu. Birden döndüm ve bir teröristle yüz yüze geldim. Silahı bana doğrultmuştu ve Allahın hikmeti ondan önce davrandım ve onu vurdum öldü mü ölmedi mi bilmiyorum. sonra destek kuvvet geldi. O gün 5 şehit vermiştik ve dedem yine benim hayatimi kurtarmıştı. askerliğim bitti ve şimdi evliyim iki kızım var ve 3. Tarihte ne olacak bilmiyorum. Yani 5 ekim 2014′te……
    Tümünü Göster
    ···
  10. 71.
    0
    Bu olay, Marmara Üniversitesi ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1993 yılında bitiren Dilek isimli bir kızın başından geçmiş. (Böyle anlatılıyor, soyadı yok)

    Dilek bi gün okuldan çıkmış, durakta minibüs bekliyormuş. Yalnız korkunç da yağmur yağıyormuş bu arada. Kızın önüne bi araba yanaşmış. iyi giyimli, temiz yüzlü bi genç, “Yanlış anlamayın n’olur. Ben de yakın zamana kadar öğrenciydim. Islanmayın, gelin ben sizi uygun bi yere kadar bırakayım” demiş. Dilek kız, basta biraz tereddüt etmiş ama çocuğun iyi niyetine inanmış ve arabaya binmiş.

    Yolda sohbet filan etmişler. Hoşlanmışlar birbirlerinden. Çocuk, “Lütfen izin verin sizi evinize bırakayım. Bakın yağmur da iyice hızlandı” demiş, Dilek kabul etmiş tabi. Sohbet iyice koyulaşmış. Kızın evine gelmişler, bu arada telefon değiş tokuşu yapmayı da ihmal etmemişler. Dilek çok etkilenmiş çocuktan. O hafta her telefon çaldığında yüreği hop etmiş, “Ay benimki mi arıyor?” diye telefona koşmuş. Ama arayan olmamış maalesef.

    Dilek yüzünü kızartıp çocuğu aramaya karar vermiş, “Belki numaramı kaybetmiştir, ne olacak ki ben arasam” deyip kandırmış kendini. Telefonu ağlamaklı bir kadın sesi açmış. Meğer teyze, bizim çocuğun annesiymiş ve hıçkıra hıçkıra, oğlunun trafik kazasında öldüğünü söylemiş. Anlattıklarından Dilek anlamış ki, çocuk onu bıraktıktan 5 dakika sonra yapmış kazayı. “Keşke eve bıraktırmasaydım. Benim bunun sorumlusu” diyerek hemen kendini suçlamaya başlamış. Suçluluk duygusundan kurtulmak için teyzeden adresi almış, “En azından başsağlığına gideyim bari” diye düşünmüş. Ziyaret ağlamaklı ve de yaslı geçmiş. Ayrılma vakti geldiğinde iyice havaya giren kız, “Bana oğlunuzdan bir hatıra verir misiniz? Onu gerçekten çok sevmiştim” demiş. Bunun üzerine anne içeriye gitmiş, döndüğünde elinde çocuğun kaza günü üzerinde olan gömlek varmış. Üstelik de hala kanlar içindeymiş gömlek. Dilek çok kötü olmuş, gömleğin niye saklandığını ve niye ona verildiği anlamsızlığına rağmen yine de kadını kıramayıp almış kanlı gömleği. Ama eve gelir gelmez ilk işi gömleği yıkayıp, ütülemek olmuş. Bütün gece gömleğe baka baka, zır zır ağlamış. Sürekli de, “Onu ben öldürdüm, onu ben öldürdüm” diye tekrar ediyormuş kendi kendine. Artık ağlamaktan bitap düştüğünde gömleği yastığının altına koymuş ve yatmış.

    Sabah uyandığında kendini daha iyi hissediyormuş. Ama yastığı kaldırdığında bir de görmüş, gömlek yine kanlar içinde. inanamamış bu duruma. “Herhâlde dün o kafayla iyi yıkayamadım” diyerek yeniden yıkamış gömleği. Ama ertesi sabah da hiç bir değişiklik yokmuş gömlekte, yine kanlar içindeymiş…
    Tümünü Göster
    ···
  11. 70.
    0
    Kapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı… Urfa’da ki köylerinde bir zamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların
    devam edip etmediğini bilmediğini ama yine de emin olmadığını söylerdi bize. Çünkü köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda
    kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin adı “Karakeçi”, nam-ı diğer “Cinli Köy”. Çevre kasaba ve köylerin insanları, cinlerin musallat olduğu bu köyden ve orada yaşayan köylülerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış.

    1900′lü yıllarda Karakeçi’nin çok dindar birisi olan çobanı ibrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Rehavet basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun suratını yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey çevresinde toplanmış ve başında bekleyen, ona sinirli sinirli bakan ve bağırıp çağırarak ağıza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve ev ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar “Gul Yaban”i rivayetleri çok yaygınmış ama yine de ibrahim’in anlattıklarını çok saçma bulmuşlar. Hatta onun delirdiğini sanmışlar. Olay bir süre sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. ibrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için evden çıkmış ve ertesi sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir vaziyette, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş. Çobanın oğlu Hüseyin, bir kaç yıl sonra evde yalnız kaldığı bir zaman, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, ev hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka birşeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, iblisler gider diye; ama her ne kadar Allah’a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamen seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bazı koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş bile. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarlarının ardından sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş. Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı zaman herkes ona inanmış, çünkü bir iki dakika önce her zaman evlerinin duvarına asılı olan Kuran-ı Kerim’i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de çevre köylere bu olay yayılmış ve köy bundan sonra “Cinli Köy” diye anılmış. Ama bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin’de bu hadiseden sonra bir daha korkudan ağzına “Allah” lafını alamamış. 10 sene sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın ölmeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını fark etmiş. Ondan sonra bütün eve ve de ev halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin’in nasıl öldüğü anlaşılamamış, zira o gece yanında kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bazı homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş ama önemsememiş.

    Hüsnü bey amca büyüdükten sonra Ankara’ya taşınmış, evlenip çocuk çoluğa karışmış. Dindar ve çok iyi bir insandı, hepimiz onu
    çok severdik. Bazı tuhaf hareketleri oluyordu ara sıra ama hiç gözümüze batmıyordu. Hüsnü bey amcayı geçen baharda gömdük.
    Ölmeden önceki gece tuvalete kalkmış ve ertesi sabah, yan daireden gelen çığlıklar ile uyandık. Onu salonun ortasında elleri kolları
    arkasına bağlı bulduk. Allah rahmet eylesin.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 69.
    0
    (Bu olay 10 Mart 1973′ tarihinde Ankara Bahçelievler 6. Sok. No: 17′de geçmiştir.)

    Her insan mutlaka rüya görür. Kimimiz gördüğümüz rüyayı hatırlamaz, kimimiz ise bir rüyadan derin anlamlar çıkarmaya çalışır. Bazı rüyaların ise gelecekten haber verdiğine inanılır. Fox TV canlı yayın konuğu olarak yayına aldığım ( Şifreler) Araştırmacı Yazar Berrin Türkoğlu’nun hayatı da, gördüğü rüyanın ertesi gün acı bir gerçeğe dönüşmesini bakın nasıl yaşamış canlı yayında tüylerimin ürperdiğini hissetmiştim . işte Berrin Türkoğlu’nun o gizemli rüyanın kendi ağzından anlatımı;

    9 Mart 1973 sabahı Polatlı’da askerliğini yapan eşim Riyat’ı uğurladıktan sonra gece gördüğüm ve içimi karartan rüyanın etkisiyle evde kalamayacağımı düşünüp, 1 yaşındaki oğlum Ogün’ü de yanıma alarak annemlere gitmeye karar verdim. Zaten eşim o gece nöbetteydi.

    Annem bendeki garipliği hemen anladı:

    -Hayırdır Berrin, yolunda gitmeyen bir şeyler mi var?

    -Aslında pek bir şey yok anne. Gece çok garip bir rüya gördüm. Bu yüzden kendimi hala çok kötü hissediyorum.

    -Hayırdır inşallah… Anlatmak ister misin kızım?

    Biraz düşündükten sonra rüyamı anneme anlatmaya başladım.

    “Dağlık bir bölgedeyim. Ama bulunduğum yer Türkiye’de değildi. Yabancı bir ülkedeydim. Çevremdeki insanların çoğu polisti. Bu bölgeye bir uçak düşmüş görevliler enkaz kaldırma çalışmaları yapıyordu. Çevremde uçak enkazı ve parçalanmış cesetler vardı. Cesetler toplanıp üzerinde numaralar yazan siyah torbalara konarak büyük soğutucu tırlara yerleştiriyorlardı. Benim yanımda oğlum Ogün de vardı. El ele tutuşmuş birlikte duruyorduk. Sanki sıranın bize gelmesini bekliyorduk. Saatler sonra, son ceset de torbalanmış tıra zütürülürken iki görevli yanımıza doğru gelip ‘vakit tamam artık gidebiliriz’ diyerek oğluma ellerini uzattılar. O anda donup kaldım. O benim oğlumdu. Yabancı ülkede, yabancı kişilere oğlumu nasıl teslim edebilirdim? Ben bunları düşünürken oğlum neşeyle görevlilerin kucağına atladı. Onlara sıkı sıkı sarılıp, neşeyle cesetlerin bulunduğu arabaya bindiler. Son anda kapılar kapanmadan, oğlum arabadan eğilip çok mutlu bir gülümsemeyle bana el salladı ve araba hareket etti. Ben de sıkıntıyla uyandım:”

    Rüyamı büyük bir dikkatle dinleyen annem:” Allah’tan hayırlısı, çok değişik bir rüya kızım” dedi.

    Aradan saatler geçmiş akşam olmuştu. Kapının sesiyle irkildik. Zilin üstünden parmağını hiç kaldırmayan birisi kapıyı çalıyordu. Annemle kapıya koştuk. Gelen eşim Riyad’dı. Kan ter içinde içeriye girdi.

    -Hayrola Riyad, sen bu gece nöbetçi değil miydin? Neden geldin?

    -Bilmiyorum Berrin, içimde garip bir sıkıntı vardı. Arkadaşım Asteğmen Ali Rıza Gündoğdu(sanatçı) nöbetimi devraldı. Ben de geldim. Sizler iyisiniz değil mi ?

    Yemekten sonra televizyonda haberleri izlemeye başlamıştık. Birden gözlerimize ve kulaklarımıza inanamadık. Paris yakınlarında düşen bir yolcu uçağının enkaz çalışmaları gösteriliyordu. Yüzlerce ceset etrafa saçılmış, polisler cesetleri numaralı poşetlere yerleştiriyorlardı.

    Bu benim dün gece gördüğüm rüyamdı. Annem ve ben neye uğradığımızı şaşırmıştık. Nasıl böyle bir şey olabilir diye düşünmeye başladım. Ben geleceğimi yaşamıştım. Hem de rüyamda.. Öyleyse ya oğlum. Aman Allah’ım.. Ya oğluma da bir şey olursa?..

    Aynı şeyleri annemde düşünmüş olacak ki, eşim Riyad’ın şaşkın bakışları arasında heyecanlı oğlumun yattığı odaya koştuk.

    Biricik yavrum, yatağında cansız yatıyordu.

    Daha sonra doktorların isteğimiz üzerine yaptıkları otopsi neticesinde ise milyonda bir görülen kalsiyum ekgibliği nedeniyle boğazdaki krampdan dolayı boğulma sebebiyle oğlumuzu kaybettiğimizi öğrendik.

    Oğlumun cenazesi Türkiye’den kilometrelerce uzaktaki düşen uçağın yolcularıyla aynı günde defnedilmesi ise rüyamın bitiş şekliydi.

    (Bu olay 10 Mart 1973′ tarihinde Ankara Bahçelievler 6. Sok. No: 17′de geçmiştir.)
    Tümünü Göster
    ···
  13. 68.
    0
    Bundan 20-30 yıl kadar önce, güzel Anadolu’muzun Bursa ilinde bir kız çocuğu dünyaya gelir. Anne babasının çok istediği fakat geç kavuştuğu kız evladı.

    Kız bebek öyle güzeldi ki, anne ve babası ancak meleklerin bu kadar güzel olabileceğini düşündüler ve güzel kızlarına Melek ismini verdiler. Melek, anne babasının göz bebeğiydi, başka kardeşi olmadı, o yüzden ailesi O’nu hem erkek, hem kız gibi yetiştirdi. Melek akıllı, başarılı, çalışkan ve yürekli, her işin hakkından gelebilen bir kızdı. Anne ve babası Melek için her şeyin en iyisini düşünüyorlardı. Çok ileri yaşta çocuk sahibi oldukları için Meleğin hayatta yalnız kalmasından korkuyorlardı, bu yüzden Meleğin okuyup meslek sahibi olması gerekiyordu. Böyle de oldu, güzel kızı okutup yetiştirdiler ve bir meslek sahibi olduğunu gördüler. Çok yaşlanmışlardı. Melek Sivas’ın köylerinden birine öğretmen olarak atanmıştı. 2 yıl mecburi görevi vardı. Anne hastaydı, baba ise yolculuğa dayanamayacak kadar yaşlı. Melek ise bu görevi icra etmenin heyecanı içinde idi. Fakat ailesinden ayrı kalacaktı, aklı hep onlardaydı. “Sayılı gün çabuk geçer, arada tatiller var, onları görmeye gelirim, mektup yazarım,” diye kendini teselli etti. Anne ve babasının ısrarlarıyla Sivas’ a gitmeye karar verdi.

    Anne ve babası çok mutluydular, kızlarına güveniyorlar onunla gurur duyuyorlardı, geriye bir tek arzuları kaldı ki o da güzel yavrularının mutlu bir yuva kurduğunu görebilmek.

    Melek öğretmen görevini icra etmek için Sivas’a doğru yola çıktı. Öğretmen olmayı çok istediği için, bu emelinin gerçekleşmesiyle mutluydu fakat biricik anne ve babasını bırakıp gitmek O’na acı veriyordu bu yüzden üzgün ve karışık duygular içindeydi.

    Sivas’a geldikten sonra ancak birkaç arabayla gideceği köye ulaşabilmişti. Yolu çok engebeli, dağların arasında, küçük sevimli bir köydü. Geldiğini bildirmek için önce okulunu buldu. Okul çok küçüktü. Aynı sınıfta hem1. Sınıflar hem de 2. Sınıfların eğitimi yapılmaktaydı. Eğitimde zordu, oradaki yaşam da. Okula başvurusunu yaptıktan sonra, sıra gelmişti kalacak bir yer bakmaya. Okul yakınlarında bir tek lojman vardı orada da okulun müdürü kalıyordu.

    Üstelik ona yardımcı olan, yol gösteren kimse de yoktu. Köy meydanına doğru indi ve orada ahşap, çok eski görünümlü, 2 katlı bir ev vardı. Önce etraftakilere “Buralarda kiralık ev var mı?” diye sordu. insanlar burada boş ev bulunmaz. Sadece şu ahşap ev var. Orada da 10 senedir kimse oturmuyor. “Ev hakkında pek iyi şeyler söylenmiyor, tavsiye etmeyiz hiç buraya bakma, sağ giren ölü çıkıyor, bu yüzden de kimse burada durmaz.” Derler.

    Kendi kendine düşünür;

    “Herhalde köyde yabancı istemiyorlar, bu yüzden böyle söylüyorlar”

    “Burada başka evde yok bu evi tutmalıyım ”der.

    “Ben buraya öğretmen olarak geldim ve burada kalacak yere ihtiyacım var” diye köylülerden rica eder.

    Köylüler Melek öğretmeni muhtarla görüştürürler.

    Muhtar;

    “Köyde boş ev yok, sadece bu ahşap ev var. Orası da 10 senedir boş, sahibi vefat etti. Kimi kimsesi olmadığı için ev öyle kaldı. iki kere kiraya verdik, köye katkı olsun diye, iki kiracının da girdiğinden 2 gün sonra ölüsünü bulduk o yüzden kiraya da vermiyoruz” der.

    “Melek öğretmen bana verin bir şey olmaz üstünden 10 yıl geçmiş der”. Ne yapar ne eder, muhtarı ikna eder. Muhtar evi verir vermesine de çok endişelenir. “Melek öğretmene her sabah gelip sana bakmak şartıyla veririm der.”

    Ve Melek öğretmen evi kiralar. Anlatılanlara pek inanmaz köylerinde yabancı istemediklerinden korkutup uzaklaştırmak için söylediklerini düşünür.

    Hemen bakkaldan temizlik malzemesi alır. Muhtar da önce Melek öğretmenin karnını doyurur sonra da yatacak yatak, yorgan, kap kacak yardımında bulunur. Melek Öğretmen acele acele eve gider, çok heyecanlıdır. Hemen temizliğe başlamak ister.

    Ev uzun zamandır kullanılmadığı için her yer toz ve örümcek ağlarıyla kaplıydı.

    Melek öğretmen;

    “Temizlense, bir de badana boya yapılsa, aslında ev çok güzel, büyük bir köşk, kocaman da avlusu var,” der kendi kendine.

    Üstünü değişir tam işlere başlamak üzereyken kapı yavaşça açılır ve içeri garip bir şey girer. Kısa boylu, yemyeşil, maymuna benzeyen, ama maymun değil, zıplayarak yürüyen aynı zamanda ellerini birbirine vuran, pörtlek ve kırmızı gözlü, kepçe kulaklı, boynuzları kafasına yapışık olan garip bir şey. Melek öğretmen şaşkın ve endişelidir. Ömründe böyle bir şey görmemiştir ve muhtarın anlattıkları aklına gelir. Geriye doğru yürür. O varlık ayakları üstünde zıplayarak, ellerini birbirine vurur ve “Yok mu bana bir iş, yok mu bana bir iş,” diye söylenerek kızın üstüne yürümeye başlar ve tam ellerini güzel kızın boğazına geçirecekken Melek öğretmen “var”. Der. “Sana yapacak iş çok” der.

    Melek öğretmen çok korkmuştur. Hemen kendini toparlar ve aklını kullanır.

    “Hemen evi temizle, tozları al, örümcek ağlarını temizle, sonra da badana yap” der.

    O ilginç varlık şaşkınlıkla durur. Karşısına çıktığı kimse böyle davranmadığı için onları öldürmüştür ve hızla Melek öğretmenin dediklerini yapmaya başlar. Melek öğretmen çok korkmuştur. Heyecanla o şeyi izlemektedir. Olduğu yerde kalakalmıştır.

    2 saat içinde her yer pırıl pırıl olmuştur. Yaratık Melek öğretmenin söylediği işleri bitirmiş ve tekrar zıplayarak “yok mu? bana bir iş” demeye başlamıştır. Melek öğretmen bunu tahmin ettiğinden işleri sırasıyla ona söylemiş sabaha kadar onu oyalamıştır. Sabah ezanlarından sonra yaratık yine işleri bitirmiş, başlamış zıplamaya ve “yok mu bana bir iş” diye söylenmeye. Hiç yorulmuyormuş. Sürekli hareket halindeymiş.

    Melek öğretmen bütün gece, sabaha kadar ondan nasıl kurtulacağını düşünmüş. Sonra yaratığa “git, yerde bir tek yaprak kalmayana kadar avluyu temizle ve daha sonra avlunun en ortasını bul orayı kazmaya başla, öyle derin kaz ki oraya çok büyük bir kökü olan ağaç dikeceğiz, ben dur diyene kadar kaz, der” ve yaratık Melek öğretmenin söylediğini yapmaya başlar.

    Yaratık avluyu temizleyip, kazıya başlamıştır. Aradan 3-4 saat kadar geçtikten sonra Melek öğretmen eline küreği alır, yaratığın dışarı attığı toprağı tekrar onun üstüne doğru atmaya başlar. Hiç toprak kalmayana kadar o çukuru doldurur. Sonra etraftan taş, kaya gibi şeyler bulup oraya koyar. Yaratığı toprağın karanlığına gömmüştür. Eve gider, biraz dinlenmek için oturur ve gözlerini kapatır. O an kapı hızla vurur. Melek öğretmen korkarak ayağa kalkar yavaşça kapıya bakar karşısında muhtarı görünce rahatlar. Küçük bir tebessümle “hoş geldiniz” der.

    Muhtar;

    “Seni merak ettim, bir sıkıntı var mı?” diye sorar.

    Melek öğretmen;

    “yok bir sıkıntı, ben iyiyim,” der.

    Muhtar şöyle etrafa bakar “her yer tertemiz maşallah kızım sen hiç uyumadın, sabaha kadar temizlik mi yaptın” der.

    Melek öğretmen;

    “Şey evet çok yoruldum.” Der.

    Muhtar;

    “hadi kızım biraz yat dinlen artık,” diyerek oradan ayrılır.

    Birkaç gün sonra çok şiddetli bir yağmur yağar, arkasından kızgın bir güneş, hava çok sıcaktır. Melek öğretmen okuldan gelir. Kapıyı açıp avluya doğru ilerler bir de ne görsün! Çok ilginçtir. Yaratığı gömdüğü yerden bir fidan çıkmıştır. Şaşkınlıkla, “iki gün önce burada fidan midan yoktu, buda neyin nesidir,” diye düşünür.

    Eve girer, birkaç gün bekler, her gün okuldan gelince önce avludaki fidana bakar. Hızla büyümektedir. Yaz gelmiş, fidan ağaç olmuştur. Üstelik meyve vermiş, sonbahara doğru meyveler olgunlaşmış, çok güzel görünüyorlardı. Melek öğretmen ömründe ilk defa böyle bir şey görmüştür ve ağacın ne ağacı olduğunu bilmemektedir. Meyveler sanki “beni ye, beni ye,” der gibi kızıl kızıl ışıl ışıl parlıyorlardı.

    Melek öğretmenin aklına bir şey gelir ve hemen avludaki eski ekmek fırınını ateşler. Fırının ateşi iyice kızdıktan sonra tüm meyveleri ateşe atar ve tamamı yanıp yok olana kadar bekler. Meyveleri düşen ağacı da ateşe verir. Ağaç yanarken bir çığlık sesi göklere yükselir.

    Ağaç köklerine kadar yanmıştı. Böylelikle Melek öğretmen bu beladan tamamen kurtulur. Ağacın küllerini toprağa gömmüş, avluyu güzelce temizlemişti. Tam elini yüzünü yıkamış eve girmek üzereyken sokak kapısı hızla vurur, Melek öğretmen, yavaşça kapıyı araladı ve gördüklerine inanamadı. Güzel öğretmenin sevgili anne ve babası kapıdaydı. Annesi iyileşmiş babası da gayet dinçti. O tarafa gelen bir akrabaları arabasıyla gelirken Melek öğretmenin anne babasını da getirerek birbirlerine hasret bu güzel insanları kavuşturarak mutlu etmişti. Melek öğretmen annesine sımsıkı sarılıp, uzun uzun ağladı, ağladı annesini öptü. Onlara çok ihtiyacı olduğu anda ailesi yanındaydı.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 67.
    0
    upupupup
    ···
  15. 66.
    0
    Yine öğretim görevlisi bir abimizden dinlediğim bir olay var, bir akşam üstü çalılık bir alana araştırma yapmak için gidiyorlar, akşam ezanına kadar herşey normal, akşam ezanı okunduktan sonra garip garip sesler gelmeye başlıyor çalıların içinde, daha sonra sesler giderek arttıyor, sanki bir kaç köpek birbirleriyle boğuşuyormuş gibi ürkütücü bir gürültüye dönmüş, ama çalıların içinde gözle görünür bir hareketlilik yokmuş, tabi hemen o bölgeyi terketmişler.

    Eğitim seviyesi yüksek bu insanların halüsinasyonları bilmemesi imkansız, ancak arazide yaşanan her olay halüsinasyon değildir. Esrarengiz olaylara şahit olan yüzlerce defineci tanıdım ve tanımayada devam edeceğim. Bir çoğunun ortak özelliği akşam ezanından sonra yapılan çalışmalarda ortaya çıkıyor olması. Neden arkeologların başına hiç olay gelmiyor deriz genelde, çünkü hepsi gündüzleri kazılar yapıyorlar ve araziyle iç içeler. Arazide esrarengiz olayların olması demek defineyi Cinlerin sahiplenmiş olması anldıbına gelmez, Çalışma yaptığımız bölge Cinlerin kullandığı bir alan olabilir, eğer gerçekten bir sahiplenme söz konusu olsaydı gündüzleride olurdu. Benzeri hikayeleri sadece definecilerden duymadığımız için arazide böyle şeyler yaşandığında definenin sahipli olduğuna yormamak lazım diyoruz. Çünkü geceyi arazide geçiren avcıların Fırat nehrinin ortasında küçük bir adacıkta irili ufaklı onlarca ateş yandığını, davul zurna sesleri geldiğini söylemeside garipti. Böyle bir durumda Cinlerin ördekleri sahiplendiğini söyleyebilir miyiz ? Hayır, öyleyse geceleri definecilikle ilgili araştırma faaliyetleri yaparken esrarengiz olaylara şahit olmayıda definenin sahipli olduğuna yormamalıyız. Sahipli define fikrine katılmıyoruz diyede esrarengiz olayların tamamen halüsinasyon, uydurma, palavra olduğunu söyleyemeyiz, böyle söylemek kolaycılıktır ve insanlara inanmamaktır.

    Önemli olan yaşananlara çözüm üretmektir, insanları bu durumlarda koruyacak duaları araştırıp sunmaktır, bu işi parayla yapan Cinci hocaların eline düşürmeden basit çözümlerle benzeri esrarengiz olayların definecileri rahatsız etmesine son vermektir. Sizlere tavsiyemiz arazide yaşadığınız esrarengiz olaylar için Cinler defineyi sahiplenmiş diyerek rant sağlamaya çalışan Cinci hocalara maddi anlamda hiçbir katkıda bulunmamanızdır. Önümüzdeki günlerde bu konuda etkili olan duaları araştırıp bu sayfada paylaşacağız. Siz değerli ziyaretçilerimizin başından geçen esrarengiz olaylar varsa bunları yorum olarak bu sayfanın altına ekleyebilirsiniz, değerli yorumlarınızı bekliyoruz..

    devammmmmmmm
    Tümünü Göster
    ···
  16. 65.
    0
    kopyaladığın yerleri iyi seç panpaçok kolpa bazıları yaşamayanların attıkları çok belli oluyo ama güzeller var devam et sen
    ···
  17. 64.
    0
    preserved
    ···
  18. 63.
    0
    sıctım pnp
    ···
  19. 62.
    0
    birçoğunu biliyodum ama keyifli okumak aynılarını yazmışsın ama aynı olan olmayan şukuluyorum panpa eline sağlık
    ···
  20. 61.
    0
    rezerved
    ···