+9
-3
rahmetli dedemin yaşam felsefesini benimsediğim yıllardı. henüz çok felsefesizdim...
"geleceği görerek yaşamalısın ufaklık."
dedemin bana verdiği son nasihat bu olmuştu. kısa bir zaman sonra öldüğü için de artık dedemi kahramanlaştırmıştım.
yıllarca söylediği o son sözü düşünüp durdum. acaba ne demek istemişti... bir gün hepimizin öleceği gerçeğini mi düşünmemi istemişti, geleceğe yatırım yapmamı mı, yoksa gider ayak sadece felsefe mi yapmıştı bin.
yıllarca bu sorular kafamın içini kemirirken artık dedemi anlamaya başladığımı hissediyordum.
velhasılı,
artık sorunlu bir adam haline gelmiştim. dedemin o son sözünü birkaç adım daha ileriye taşımıştım.
her adımımı geleceği düşünerek atıyordum. bu adımlar sosyal hayatıma da yansımıştı.
henüz vuku bulmayan olayları önceden ön görmeye başlamıştım. ama ne yazık ki bunu hastalık boyutunda yaşıyordum.
nasıl olsa bir gün ölüp gidecek diye muhabbet kuşumu "neden öldün şerefsiz kuş!? ben seni çok sevmiştim." diye şimdiden azarlıyordum, halı saha maçlarında daha maç başlamadan arkadaşlarımı pas vermediği için eleştiriyordum, nasıl olsa bir gün final yapacak diye hiçbir diziye başlamıyordum, otobüs yolculuklarımda daha otobüs hareket etmeden önce şöförü hatalı sollama yaptığı için şikayet ediyordum.
bu davranışlarım ikili ilişkilerimde de kendisini gösteriyordu. "günün birinde sevgilime asılacak" diye herkesin ortasında en yakın arkadaşımın yüzüne tükürüp tokat atmıştım.
bir de dünyalar güzeli sevgilim vardı tabii...
günün birinde karşılaşırsanız diye adından ve fiziksel özelliklerinden bahsetmiyorum.
henüz lisedeyken tanışmıştık. o okulun en güzel ve en zor kızıydı. o'na yaklaşabilmek çok zordu.
tanışmamız da yaşam felsefeme uygun bir şekilde oldu tabii. o'na açıldığımda henüz o'na karşı bir şeyler hissetmiyordum bile.
- selam, vaktin var mı biraz?
+ evet?
- merhaba ben therapia, ilerde senden hoşlancam.
+ haha o ne demek ya?
- yani şimdi bir şeyler hissetmiyorum ama ilerde hoşlanırım diye şimdiden açılıyorum sana.
dakikalarca karşımda gülmüştü. hayatında ilk defa böyle bir şey duyduğunu anlamak hiç de zor değildi. ciddi olduğumu anladığında beni çok sempatik bulmuştu. ve sonuç olarak tanışmıştık artık... çok geçmeden de sevgili olduk.
aradan yıllar geçtikçe o'na aşık olduğumu anlıyordum. kimselerin tahammül edemediği bu hastalığım o'nun için çok şirin görünüyordu. beni bu çeşit bi' manyaklıkla sevebilecek başka kimseyi bulamazdım. artık o da bana ayak uydurmaya başlamıştı.
sinemada çok duygusal olduğunu öğrenip gittiğimiz film henüz başlamadan önce bile ağlamaya başlardık, nasıl olsa gece olacak diye öğlen vakti birbirimize "iyi geceler aşkım" mesajı atardık, daha yolda bakmadığım kızlar için trip yerdim... kısacası kendi ellerimle yavaş yavaş bir canavar yetiştiriyordum.
henüz çok mutluyduk...
ta ki üniversiteye kadar.
mutlu giden birlikteliğimiz artık su alıyordu. artık bu sıradan bi' ilişki değil, aynı felsefeye sahip iki manyağın ilişkisiydi.
ikimiz de farklı üniversiteleri kazanmıştık. o'ndan ilk defa bu kadar ayrı kalmıştım. bu uzak mesafe ilişkisi hiç planımızda yoktu.
ilişkimiz biraz sarsıntılı da geçse ben o'na çok aşıktım ve asla o'ndan ayrılmayı düşünmüyordum. hatta " nasıl olsa evleneceğiz" diye şimdiden yaşayacağımız evi kiralamayı bile düşünüyordum. derken o ölümcül mesaj geldi;
" senin allah belanı versin vezir. bunca yılı o kaşar için mi heba ettin! lanet olsun seni tanıdığım güne. bitti!!"
evet,
nasıl olsa bir gün aldatacağım diye şimdiden terk etmişti beni. ben ne yapmıştım böyle... hayatımın aşkına ne çeşit bir manyaklık empoze etmiştim. nasıl oldu da o'nu zehirlemiştim bu aptal felsefeyle. sonuç olarak artık kendi silahımla öldürülmüştüm. ne yaptıysam o'nu bu kararından döndüremedim. velhasılı bu ayrılık süreci benim için çok sancılı geçiyordu. tecavüze uğramış fındık faresi gibi evin içinde dolanıyordum. bu 2-3 haftalık süreç sonrasında o'nun üniversitesine gidip takip etmeye karar verdim.
yeni bir sevgilisi olup olmadığını öğrenmeliydim. 8 saatlik yorucu yolculuktan sonra artık o'nun yaşadığı şehirdeydim.
avını uzaktan izleyen bi' aslan titizliğinde okulun bahçesine pusmuştum. 2-3 gün o'nu uzaktan gözlemledim. fakat yanında hiçbir erkek göremedim. sonraki aşamada mit ajanı gibi öğrencilerin arasına karışıp istihbarat edindim. ama kime sorsam "sevgilisi yok o'nun" diyorlardı. işte o an hedefimi değiştirmiştim.
okuldaki tüm erkekler potansiyel bir sevgiliydi artık benim için. gördüğüm her erkeği incelemeye koyuldum.
- ştt kıvırcık!?
+ efendim abi?
- senin adın ne bakalım? ( yumruğum havada).
+ be berk...
- tamam kaybol şimdi. ( o bu tür isimleri sevmezdi).
---
- len dombilik!
+ buyur?
- kaç kilosun sen?
+ 92? hayırdır?
- tamam bas git lan! (kilo kriterleri 75-90 arasıydı).
ve o çocuk... pokemon'lu beresiyle sakız çiğneyerek süzülüyordu merdivenlerden. elleri cebinde cool bi' havası vardı. montunun arkasında " ı don't need sex " yazıyordu. aradığım adam kesinlikle buydu.
- birader?
+ hıı?
- adın ne senin?
+ selim. ( en sevdiği 2 isimden birisidir).
- senin ananı giberim o kızdan ayrılacaksın.
+ ne kızı? benim bi kız arkadaşım yok.
- ilerde olacak ama.
dedim ve patlattım suratına. eski sevgilimden ayrılmayı kabul ettirene kadar saatlerce dövdüm. en sonunda kafasını duvarlara vura vura ayrılık mesajı atmasını söyledim.
- abi vurma tamam ayrılırım.
+ mesaj at.
- hı?
+ mesaj at mesaj.
- numarası yok abi bende, tanımıyorum bile. yeter vurma artık.
hemen numarasını verdim ve "bitti" mesajını yollattım. evet,
eski sevgilimin gelecekteki henüz tanışmadığı sevgilisini dövmüştüm. bu anlatılamaz bir histi. ama şimdi bunları yıllar sonra neden yazdığıma gelecek olursak;
böyle aptallıklar sakın yapmayın. bugün aldığım bi' haberle yıkıldım çünkü. o "bitti" mesajından sonra muhabbetleri devam etmiş ve tanışmışlar. 3 yıldır sevgiliymişler. ve önümüzdeki yaz da evlenmeyi planlıyorlarmış.
yine kendi silahımla kendimi vurmuştum... asla tanışamayacak iki insanın yolları benim yüzümden kesişmişti.
ama yine de polyanna gözlükleriyle bakacak olursak;
sonuç olarak gerçekten de eski sevgilimin gelecekteki sevgilisini dövmüştüm.
therapia ;)