1. 201.
    0
    entryme attırıyım
    ···
  2. 202.
    0
    ···
  3. 203.
    0
    ···
  4. 204.
    0
    ···
  5. 205.
    0
    http://www.populerbilgi.c...mun/images/bukalemun1.jpg
    ···
  6. 206.
    0
    hayat yolu
    otuzbirci, otuzbiri hor görme
    sanma attırmanın kolay yoludur
    fikişmek bilakis kolay değil
    meftun barrakların gönül yoludur

    otuzbir kötlere bakakalmaktır
    kuytuda barrağı ele almaktır
    dam yerine düşünceye dalmaktır
    kendi yüreğine inmek yoludur

    kim çok bilir? okuyan mı gezen mi
    doyamayıp binbir damdamn fiken mi
    yoksa hep fikinden sual eden mi
    otuzbir herşeyi bilmek yoludur

    otuzbirci otuzbirin keşişi
    neylesin ki onla bunla fikişi
    fiki varken düşmez damcığa işi
    otuzbir kendine yetmek yoludur

    otuzbirciyim ben, fikime uydum
    güzel sözü yalnız fikimden duydum
    bu yola fikimin başını koydum
    otuzbir memo'nun hayat yoludur.
    ···
  7. 207.
    0
    kukulu kızın kukusu

    memo fik doğrusunda diyar diyar gezerken
    toz topraklı yolları tabanıyla ezerken

    gezdiği diyarlarda güzel dilberler bulup
    şahane damlarına kötlerine fik sokup

    arzusunca domaltmak hayali kuruyordu
    sık sık otuzbir için molaya duruyordu

    yine durdu bir ara, semayı seyre daldı
    dam hayali kurarak fiki eline aldı

    attırırken sarsıldı heyecanından o an
    bin güvercin uçuştu yaslandığı ağaçtan

    memo kuşlara bakıp iç çekti derin derin
    dedi kendi kendine "dam ürkek bir güvercin,

    az yanaşsam hemencik kanatlanıp uçuyor,
    değil fike tünemek, kafasına sıçıyor!.."

    o böyle söylenince bütün kuşlar dağıldı
    yalnızca bir tanesi süzülerek alçaldı

    pır pır ederek kondu barrağının başına
    sakin huylu memo'yu çevirerek şaşkına

    kuşa çok benzese de kuş muş değildi fakat
    bildiğimiz damcıktı kanatlı bu mahlukat

    memo dedi "herhalde sen benim kısmetimsin
    kendini fiktirmeden söyle bana sen kimsin?.."

    kanatlı dam bir süre ses çıkarmadan sustu
    sonra ötermiş gibi cıvıl cıvıl konuştu:

    "kendimi fiktirmeyi nasıl isterim bilsen
    lakin yapmamam için var malesef bir neden

    eğer zamanın varsa, tanıtırken kendimi
    anlatayım da dinle hüzünlü hikayemi

    eskiden bir kız vardı, çok severdi barrağı
    i̇smi kukulukız'dı, kukusu tek varlığı

    her önüne gelene kukuyu fiktirirdi
    her fiki tereddütsüz, kukuya ittirirdi

    ona fik sokan herkes kukusuna bayıldı
    kukusunun şöhreti kırk diyara yayıldı

    bir gün kırk iki dağın ardından bir cin çıktı
    bu çirkin korkunç cinin tek arzusu damcıktı

    bir anda dağlar aşıp kızın yanına geldi
    kukulukız'ın damı o an kuruyuverdi

    'domal ben de fikeyim' dedi korkutucu cin
    'geldim buraya kadar sana fik sokmak için'

    lakin dam kurumuştu cinin çirkinliğinden
    fikilmek gelmiyordu damcığın hiç içinden

    yine de kız korkudan domaldı yavaş yavaş
    titrekçe fısıldadı: 'tut barrağını, yanaş'

    cin kıllı avucunu donuna soktuysa da
    tutamadı fikini, bakakaldı kukuya

    domalık kötte kuku şöyle bir kıpırdandı
    kuş oldu kanatlandı, uçarak havalandı

    kukulukız çaresiz boyun eğmişti cine
    amma kukunun yoktu tahammülü fikine

    dam kuş olup kaçınca cin öfkeden kudurdu
    geçti kukusuz kızın karşısına oturdu

    dedi 'madem sen benden kukunu esirgedin
    herkese fiktirdiğin ddıbını fiktirmedin

    o halde artık kimse fikemesin kukunu
    senden haber kesilsin unutsunlar kokunu

    bundan sonra damından daim ayrı olasın
    fikfik seni bulmasın fikten ayrı kalasın'

    cin bunları söyledi ortalıktan yok oldu
    ayak bastığı yerde bir kule peydah oldu

    bu kulede ne kapı ne de pencere vardı
    boyu desen nerdeyse beş yüz arşın kadardı

    kızcağız hapis kaldı kulenin külahında
    göremedi gün yüzü sonraki hayatında

    nice yiğit er kişi kuleye tırmandılar
    'hey, kukulu! kukulu!' diyerek bağırdılar

    külahın derunundan duyuldu bazen bir ses
    'kukumu istiyorum' diyen zayıf bir nefes

    ve lakin hiç birisi muvaffak olamadı
    kızı çıkarmak için bir delik bulamadı

    i̇şte ben bu öyküde bahsi geçen kukuyum
    korkudan üzüntüden halen bak kupkuruyum

    kukulukız kukusuz, kukusu ise susuz
    barrak yolu gözleriz tamamiyle umutsuz... "

    memo sordu "hey kuku, bu dev kule nerdedir?"
    kuku dedi "çimenlik çift tepeli yerdedir"

    memo sordu "hey kuku, o cinden kurtarırsam
    memo'ya da kukuyu fiktirirsin sanırsam?"

    kuku dedi "bir kurtar beni cinden kuleden
    ondan sonra bırakma sakın beni fikmeden

    her kim kukulukız'ı kukuya kavuşturur
    fikini dama sokar memeyi ovuşturur

    kukulukız hazırken zaten her türlü fike
    kurtaran kişi doymaz kukudan fike fike

    lakin kolay iş sanma kızı ordan kurtarmak
    işten bile değildir bu yolda mefta olmak... "

    memo dedi "gidelim, biz kuleye varalım
    kukulu bir kız varsa fikimizi banalım"

    damcık kanat çırparak havada ilerledi
    memo dama bakarak yolunu belirledi

    fikfik arzusu ile çabucak yol aldılar
    upuzun bir menzile tez vakitte vardılar

    ulaştıkları vakit kulenin tam dibine
    memo dedi "hey kuku, uç hele gök yüzüne

    i̇ncele bir çevreyi yukarıdan bakarak
    söyle bana var mıdır etrafta uzun kavak?"

    kuku uçup seyretti etrafta ağaçları
    dedi "bir yıl uzakta gördüm ben kavakları"

    memo yalın ayakla yürüdü tam bir sene
    kavaktan yüz dal kesti döndü tekrar geriye

    kulenin mevkisine bir yıl sonra varınca
    dikti yüz fidan dalı kulenin etrafınca

    altı ay uzaktaki dereden su taşıdı
    yazın kan ter içinde daşşağını kaşıdı

    suladı fidanları tez boy atsınlar diye
    ellerini ısıttı kışın sıcak fikiyle

    çimenlik tepelere oturup bahar vakti
    attırıp çimenlere bol bol otuzbir çekti

    kuku onu seyretti hiç bir şey anlamadan
    tam sekiz bahar ve yaz geçip gitti aradan

    sekizinci sonbahar birazcık sert başladı
    dumanlı fırtınalar ortalığı kapladı

    hızlı rüzgar estikçe kavaklar sallandılar
    eğilip bükülerek kuleye yaslandılar

    rüzgarın girdapları kuleyi sarmaladı
    kavakların dalları kuleyi tırmaladı

    rüzgar bir o taraftan bir bu yandan esince
    kavakların dalları birbirine geçince

    ağaçlar duvarları her yandan kavradılar
    sanırsın ki kuleyi tutup avuçladılar

    yekvücut kavaklara adeta kuvvet doldu
    kule rüzgar önünde artık zorlanır oldu

    memo dedi "hey kuku, git de külaha tüne
    yakın artık kavuşman kukulu'nun kötüne"

    kuku gidip konunca kulenin külahına
    sarsılmaya başladı kule onun altında

    kuku ne olduğunu henüz anlıyamadan
    atmıklar boşandılar kulenin kafasından

    koskocaman dev kule oluk oluk attırdı
    cümle çevre ormanı atmık ilen batırdı

    barrak gibi kulenin attırışı bitince
    beş yüz arşınlık boyu bir arşına inince

    ortada bir kız kaldı atmıklara bulanmış
    ayrı olan kukusu damcığına yamanmış

    bir de cin çimenlerde uzanmış yatıyordu
    attırış sonrasında anlamsız bakıyordu

    kukulukız dedi ki "şimdi gördüm herşeyi
    ancak anlayabildim kuledeki gerçeği

    çimenlik ikiz tepe cinin daşşaklarıymış
    hapsolduğum şu kule onun dev barrağıymış

    ne mutludur ki bana esaretten kurtuldum
    artık pek nemli olan kukuma da kavuştum!.."

    memo dedi "kukulu, kukun bana söz verdi
    'beni kurtarır isen fikersin beni' derdi"

    kukulukız memo'yu hiç işitmedi bile
    meşguldü çirkin cinin iri barrağı ile

    bir yandan dev barrağa durmuş domalıyordu
    bir yandan da seslice şöyle bağrınıyordu:

    "çimenlik ikiz tepe cinin daşşaklarıymış!
    hapsolduğum şu kule onun dev barrağıymış!

    görseydim çirkin cinin şu kocaman fikini
    reddetmezdim elbette o vakit fikfikini!

    amma halen geç değil, ona hep domalayım!
    şu güzelim kukumu hep ona vurdurayım!.."

    aşık memo anladı, sözler tutulmayacak
    otuzbircinin fiki dama sokulmayacak

    uçarı bir kukunun takılıp kanadına
    fikfik arzulayarak gelmişti bu diyara

    bulduğu fikfik yine başkasının fikfik'i
    onun payına düşen otuzbirdir tabi ki

    i̇sterdi ki barrağı kanatlı bir fik olsun
    uçarak kendisine uçan damcıklar bulsun

    böyle böyle düşünüp sıvazladı fikini
    cinle kızı seyredip çekti otuzbirini

    dedi "memo, bak yine gitmenin vakti geldi
    başka yerde otuzbir çekmenin vakti geldi
    Tümünü Göster
    ···
  8. 208.
    0
    http://www.populerbilgi.c...mun/images/bukalemun1.jpg
    ···
  9. 209.
    0
    ···
  10. 210.
    0
    ···
  11. 211.
    0
    sırlar dünyası
    fikfik bin bir kapılı allengirli yapıdır
    o'sbir gizli aleme açılan tek kapıdır
    girersin sıvazlarsan eğer doğru nesneyi
    barrağın ol kapının gümüşlenmiş sapıdır
    • * *
    otuzbirin sırrına vakıf olan ariftir
    sıvazlamak otuzbir çekmeye tek tariftir
    fikfike meyil etmek otuzbiri tahriftir
    barrak otuzbircinin asasının adıdır
    • * *
    hiç düşünme otuzbir çekmenin ertesini
    tut arala fikinle sırların perdesini
    attır sır teknesine parlat güvertesini
    damağında kalan tuz otuzbirin tadıdır
    • * *
    fikini seyredene otuzbir malum olur
    sokmayıp sıvazlayan öğrenir alim olur
    otuzbirin sırrına erer muallim olur
    o'sbirci kendi mahkum, hem de kendi kadıdır
    • * *
    barrak kanatlı kuştur, kuşluk vaktinde öter
    emin ol ki bilumum damın burnunda tüter
    damcık fiki sırların dışarısına iter
    maddi alem girişi kadınların damıdır
    • * *
    söyle memo erdin mi otuzbirin sırrına
    vardın mı barrağının himmetine hayrına
    yazık mı oldu sanki gösterdiğin sabrına
    şu elindeki barrak otuzbir bayrağıdır
    ···
  12. 212.
    0
    ···
  13. 213.
    0
    Ankhises'le Afrodit'in oğludur, Truva krallar soyundan gelir ve Hektor'un kuzenidir. Truva'nın Yunanlara karşı savunulmasında önemli bir rol oynamış ve başarılarıyla bir tek Hektor'u geçememiştir. Homeros; Aineias'ın bu ikinci adam durumundan hoşnut olmadığından söz eder. Sonraki efsanelerde Truva'ya ihanet ettiği görüşüde bu sözlerden doğmuştur. Bununla birlikte efsanesinin daha yaygın biçiminde hayatta kalan Truvalıların önderi olarak gösterilir. Her iki durumda da Aineias savaştan sağ çıkmayı başarmıştır.

    Efsanenin burdan sonraki kısmını Vergilius Aeneis adlı eserinde işlemiştir.
    ···
  14. 214.
    0
    Progress of Theoretical Physics Japonya'dan yayımlanan aylık bilimsel dergidir. ilk sayısı Japonya'nın teslimiyetinden 11 ay sonra 1946 Temmuz'unda yayınlandı. 1949'da Nobel Fizik Ödülü alan Hideki Yukawa tarafından kuruldu. Şu anda Yukawa Institute for Theoretical Physics ve Physical Society of Japan tarafından yönetilmekte ve yayımlanmaktadır. Basılan sayıların yaklaşık olarak yarısı Japonya dışına dağıtılmaktadır ve Japonya dışındaki ülkelerden de makale kabul edilmektedir. Dergi 1 Eylül 2008'de The Online Submission and Review System'e başladı
    ···
  15. 215.
    0
    vecihi hürkuş (1896 - 1969), türk pilot ve mühendis. türk havacılık tarihinin en önemli isimlerinden biridir.

    6 ocak 1896 tarihinde istanbul'da doğdu. i. dünya savaşı'na katıldı. yaralanınca i̇stanbul'a dönerek yeşilköy'deki tayyare mektebi'ne girerek tayyareci oldu. birinci dünya savaşı sırasında pilot brövesi alarak 7. tayyare bölüğü'nde ruslara karşı harekata katılan vecihi bey başarılı keşif ve bombardıman uçuşları yapmış ve bu arada girdiği bir hava muharebesinde bir rus uçağını indirmiştir. vecihi hürkuş, uçak düşüren ilk türk tayyarecidir.[1]daha sonra ruslara esir düşen vecihi bey hazar denizinde bulunan nargin adasından yüzerek i̇ran üzerinden kaçmayı başarmış ve yurda dönerek 1918 yılı yaz başında yeşilköy'de konuşlanmış bulunan 9. harp tayyare bölüğü'nde görev almıştır.
    bu bölükte görevli iken bir av uçağı tasarımı yapan vecihi bey'in bu projesi mondros ateşkes anlaşmasının imzalanması ile yarım kalmıştır. kurtuluş savaşı'na katılan vecihi bey, özellikle i̇nönü ve sakarya savaşı sırasında çok başarılı keşif ve destek uçuşları yaptığı gibi bir yunan uçağını da indirmiştir. kurtuluş savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan pilottur. i̇zmir (gaziemir - seydiköy) hava meydanına ilk giren ve işgal eden kişi olur.
    vecihi bey'e kırmızı şeritli i̇stiklal madalyası verilmiştir. ayrıca tbmm tarafından üç kez takdirname verilmiştir. üç takdirname verilen tek kişidir.
    savaştan sonra i̇zmir'de yeni tayyarecileri eğitmeye başlar. edirne'ye yanlışlıkla inen bir yolcu uçağını almakla görevlendirilir. hizmeti karşılığı uçağa "vecihi" adı verilince, uçak inşa etmek düşünceleri canlanır. i̇zmir seydiköy hava mektebi'nde -bugünkü gaziemir hava teknik okullar komutanlığı- uçak yapımı projesine devam eder. 1924'te ganimet olarak yunanlılardan ele geçen motorlardan yararlanarak ilk türk uçağını imal eder. 28 ocak 1925'de "veci̇hi̇ k-vi"adını verdiği uçağını uçurur. ancak ödül yerine onu ceza beklemektedir. vecihi hürkuş'un ödül beklerken ceza almasının nedeni, havacılıktan anlayan kimsenin bulunmamasıydı. i̇zin verecek merci olmadığı için, izinsiz havalanmış, bu yüzden de cezalandırılmıştır.
    daha sonra askeri havacılıktan ayrılarak uçak tasarımı ve yapımı çalışmalarına devam etmiştir. havacılığa gönül veren tayyareci vecihi hürkuş da sadece türk havacılık tarihinin değil, belki de tüm türkiye tarihinin en ilginç simalarından birisiydi.
    1930'da kadıköy'de bir keresteci dükkânını kiralayarak, 3 ay içinde ilk türk sivil uçağını, aslında ikinci uçağı veci̇hi̇ k-xiv'ü inşa etti. i̇lk uçuşunu 16 eylül 1930'da kadıköy fikirtepe'de büyük bir kalabalık ve basın topluluğu karşısında yapmıştır. bu uçuştan sonra veci̇hi̇ k-xiv ile önce yeşilköy'e, sonra ankara'ya uçmuştur. uçabilirlik sertifikası için i̇ktisat bakanlığına başvurmuş, 14 ekim 1930'da “tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vegiba verilmemiştir” cevabını almış. hürkuş, bunun üzerine bakanlık nezdinde yapılan girişimler sonucu uçağa istenen belgenin alınması amacıyla uçağı sökerek demiryollarından kiraladığı vagonla çekoslovakya’ya gönderilmesi için müsaade almıştır. hürkuş, 6 aralık 1930’da prag’a geldiğinde henüz tayyare gelmemişti. tayyareye ait statik raporu gibi resmi evrak önce çek diline çevrilmiş, uçak gelince tekrar monte edilerek uçağın malzemeleri ve her türlü teknik kontrolü yapıldıktan sonra uçuşu istenmiş. her türlü uçuş şekilleri ile uçuşun kontrolü tamamlanmıştır.
    hürkuş 23 nisan 1931’de çekoslovakyalı yetkililer tarafından civardaki bir gazinoda düzenlenen bir törenle, başköşesinde “yaşasın türk tayyareciliği” yazılı bir pankartla onurlandırılarak uçuş müsaadesini almıştır. 25 nisan 1931’de çekoslovakya’dan uçarak türkiye’ye gelmek için yola çıkıp 5 mayıs 1931’de türkiye’ye gelmiştir.
    vecihi hürkuş, 1931 yılında, thk (türk tayyare cemiyeti) yararına türkiye turu yaptı. birinci tur (02.09.1931): ankara, kızılcahamam, gerede, bolu, ereğli, zonguldak, cide, sinop, samsun, trabzon, of, rize, gümüşhane, bayburt, suşehri, zara, hafik, sivas, şarkışla, akdağmadeni, sorgun, yozgat, sungurlu, kalecik, ankara.
    i̇kinci tur (09.11.1931) : ankara, gölbaşı, bağla, şereflikoçhisar, aksaray, konya, beyşehir, seydişehir, alanya, manavgat, antalya, fethiye, köyceğiz, muğla, göktepe, kale, tavas, karacasu, babadağ, denizli, çal, çivril, karahallı, ulubey, uşak, kütahya, eskişehir, çukurhisar, i̇nönü, bozüyük, karaköy, söğüt, geyve, adapazarı, i̇zmit, i̇stanbul.
    1930'lu yıllarda ilk türk sivil havacılık okulu'nu (vecihi sivil tayyare mektebi 1932) açmıştır. okulda ilk türk kadın pilotumuz bedriye gökmen ile birlikte 12 pilot yetiştirmiştir. i̇stanbul kadıköy'de (kalamış)i̇lk sivil uçağımız veci̇hi̇ k-xiv, ilk eğitim ve spor uçağımız veci̇hi̇ k-xv, 160 beygirlik mersedes uçak motorlu deniz kızağı veci̇hi̇ sk-x üretilmiştir. nuri demirağ bey, bir tayyare yapımı için 5000 tl vermiş, böylece 1933’de vecihi hürkuş tarafından nuri̇ bey adı verilen veci̇hi̇ k-xvi kabin uçağı yapılmıştır. vecihi bey zor koşullarda eğitim yaparken bazı kurumların, örneğin tekel idaresi’nin ve i̇ş bankasi’nın reklamlarını yapmış, bazı vatansever yetkili kuruluşların da yardımları olmuştur.
    1954 yılında i̇lk sivil havayolu şirketimiz hürkuş havayollarını kurmuştur.
    türk havacılık tarihinin en üretken ve girişimci kişilerinden olan vecihi hürkuş ankara'da 16 temmuz 1969 tarihinde gülhane askerî tıp akademisi hastanesi'nde vefat etmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 216.
    0
    nterrail pass bi̇let ücretleri̇
    interrail global pass ve interrail bir ülke pass bilet fiyatları için aşağıdaki linkleri tıklayınız.

    • acrobat reader dosyası için.
    • microsoft excell dosyası için.
    • resim dosyası için.


    • tcmb'nin 15 mayıs 2010 euro döviz satış kuru : 1.9115
    ···
  17. 217.
    0
    ···
  18. 218.
    0
    2. sone
    kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı,
    kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
    gençliğin kibirli, süslü giyim kuşamı
    beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:
    o zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
    dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;
    dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,
    bencil utancıyla israfa övgüdür bu.
    kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
    "benim güzel çocuğum beni kurtarır" dersen
    "ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra."
    güzelliğin onda sürdüğünü göstersen!
    o, sen yaşlandığında yeniler varlığını
    soğuktan donan kanın duyar ısındığını.


    william shakespeare
    ···
  19. 219.
    0
    yillarca önce ben

    yıllarca önce ben,
    şikago buğday borsasının çalışma yollarını incelerken,
    bütün dünyanın buğdayını oradan
    nasıl yönettiklerini birden kavradım ama
    gene de bu işi pek anlayamamıştım
    kitabı bırakırken elimden.
    ve şöyle deyiverdim:
    başım belada.

    hiçbir öfke yoktu içimde
    ve adaletsizlik de değildi
    beni korkutan.

    yalnız, bu iş böyle yürümez, bunların yaptığı gibi!
    düşüncesi doldurdu kafamı.

    gördüm ki, bu adamlar,
    yaptıkları zararla yaşıyorlardı, yararla değil.
    gördüm ki gene:
    ancak suç işleyerek sürdürülecek bir yoldu bu,
    çünkü zararınaydı çoğunluğun,
    öyle ki,
    aklın her başarısı, her keşif, her buluş,
    daha büyük kötülüklere yol açacaktı açsa açsa.

    o sırada böyle düşündüm ben,
    öfkelenmeden, oflayıp puflamadan,
    buğday pazarını ve şikago borsasını anlatan kitabı
    önüme koyarken.

    bir sürü dert bekliyor beni,
    bir sürü bela.


    bertolt brecht
    ···
  20. 220.
    0
    ···