1. 1.
    0
    http://www.bedavatr.net/resim/emma.jpg ben yalan söylemem bakın...
    ···
  1. 2.
    0
    açmayın beyler dedeler
    ···
  2. 3.
    +2
    yine türlü faşist kusmuklarla karşılaşıp iğreneceğimi bile bile, yine baktım şu nalet olası geçen haftanın beğenilenleri listesine. (bkz: #26717342) şununla karşılaştım, içim acıdı, niye bilmiyorum, bazen böyle içim acıyor. ilkokulda başlayan resmi ideoloji bombardımanı, üniversitede de elbet yakanı bırakmıyor, her bölüme zorunlu kılınan inkılap tarihi dersleriyle son rötuşlar atılıyor, ama sosyal bilimlerde, ve hele bilhassa hukukta sanırım daha özel bir bombardıman dalgası devam ediyor. memleket yargısının içler acısı hali, hukuk felsefesinden zerre nasiplenmemiş hukukçularla etrafın dolup taşması, aksini düşünmeye imkan bırakmıyor. kayıtsız şartsız devlete iman etmiş, bireyi devlete karşı değil, devleti bireye karşı, ve hatta her şeye karşı, icabında hakikate karşı savunmayı varoluşunun sebeb-i mukaddesesi sayan bir sefil ve rezil ideolojinin tezahürlerini müşahede ediyoruz hiç durmadan. düşün ki, memleketin savcısının adı bile cumhuriyet savcısı. ve hatta bununla ilgili anekdot vardır, cumhuriyet savcısı ndıbının isim babası olan, türk olmayanların bu ülkede tek bir hakkı vardır; o da köle, hizmetçi olma hakkıdır şeklindeki muhteşem demeciyle tarihimizde yer edinmiş, kemalizmin en önemli teorisyenlerinden, atatürk ihtilali isimli eserinde cumhuriyet rejimi ile faşizm arasındaki paralellikleri olumlu bir şekilde ele alarak gözlerimizi yaşartmış olan, ilk adalet bakanımız mahmut esat bozkurt, kendisine niçin savcı değil de cumhuriyet savcısı ismini koyduğu sorulduğu zaman, savcılarımızın yeri geldiğinde cumhuriyeti korumak için başbakandan bile hesap sorması gerekebilir, bu yüzden onlar cumhuriyet savcısıdır şeklinde bir cevap vererek hepimizi mest etmiştir. savcıya biçilen görev bellidir: devrim muhafızları gibi, rejimin her hal-ü şartta baş savunucusu olmak. memlekette hukuktan anlaşılan, her zaman için, öncelikli olarak, devletin hukukudur, hakkıdır. bireyin, ve hatta hakikatin hakkı daha sonra gelir, belki de hiç gelmeyebilir. devlet ideolojisine iman etmiş bir hukukun çapı da, ederi de bellidir, neye nasıl yaklaşacağı da meçhul değildir. ortada devleti ilgilendiren bir mevzu varsa, devlet haklıdır, bitti. bu noktadan sonra hukukçuların, tarihçilerin ve tüm sosyal bilimcilerin yapması gereken, devletin niçin ve nasıl haklı olduğunu açıklamaktan, devleti ilelebet muhafaza ve müdafaa etmekten ibarettir. bu da, icabında tüm hakikate gibtir çekmeyi de zorunlu ve kaçınılmaz olarak içerir. tüm algının odağını belirler, dikkatinin seçici geçirgenliğine damgasını vurur, kendi tezini destekler görünen delillere ve argümanlara sarılıp, karşı tezin delillerine ve argümanlarına kulağını ve gözünü kapatmayı da beraberinde getirir. bu devlet tapınıcılığının da meşruiyet zemini bellidir, çünkü devlet her şeydir. idris naim şahin'in geçen hafta belirttiği gibi: "devlet düzendir, devlet hukuktur, devlet hiyerarşidir, devlet mülkiyettir, devlet namustur, devlet özgürlüktür, eğitimdir, sağlıktır, devlet hayatın ta kendisidir." ve elbette, her şey devlet içinde ve devlet içindir, hiçbir şey devlet dışında ve başka bir şey için değildir. (benito mussolini) devlete iman edenin, devletle ilgili bir mevzu olduğu zaman takınacağı tavır, hakikatin ne olduğunu araştırmak değildir; devletin nasıl haklı olduğunu, ve nasıl olur da haklı olduğu halde haksızlıkla itham edildiğini soruşturmaktır. mesele 1915'te neler yaşandığını, buna ne isim verilmesi gerektiğini araştırmak değildir; devletin haklı olduğu önkabulüyle yola çıkıp, nasıl olur da devletin haksız duruma düşürüldüğünü sorgulamak, buna samimi bir şekilde hayret etmek, içi acımak, devleti için çırpınmaktır. iman dediğimiz şey, tam olarak böyle bir şeydir, ve bunu gerektirir. malum entryde de, önce sanki mesele teknik bir meseleymiş, bir terminoloji tartışmasıymış gibi, soykırım terimi üzerinden gidiliyor. sonra ağızdan baklalar teker teker çıkarılıyor. benim de orda kayışım kopuyor. mevzu soykırım filan değil. mevzu, herkesin anlayabileceği bir şekilde ifade edecek olursak: 1915'te devlet bir kötülük, hiçbir şekilde meşrulaştırılamayacak bir kötülük yaptı mı, yapmadı mı, mevzu budur. yaptı diyorsanız, peki bu yapılana soykırım mı diyeceğiz, katliam mı diyeceğiz, ne diyeceğiz onun tartışması ayrı bir tartışma. fakat devletin ve tüm sadık tebaasının, gönüllü avukatlarının yaklaşımı bellidir: hayır, yapmadı. en fazla gelebildikleri yer: ortada bir kötülük var evet, ama şundan şundan dolayı var, ve şundan şundan dolayı devlet haklı, en azından masum, yapacak başka bir şey yoktu.. :( bu tarz kötülük problemlerinde, tarihsel determinizme iman da elbette paradigmanın mütemmim cüzü oluyor. (bkz: #26336164) ve bu iman ile yola çıktığınız sürece, o kadar zavallı, o kadar haksızsınız ki; dediğiniz mutlak hakikat olsa bile, devlet gerçekten de hiçbir kötülük yapmamış olsa bile, bu sizin zavallılığınızdan bir şey zütürmüyor. öncelikli amacınız hakikati bulmak değil, devletin haklı olduğunu göstermek olduğu sürece, zavallı kalmaya mahkumsunuz. bu iman öylesine aşkın, öylesine coşkun ki, icabında tüm hakikate gibtir çekebilmek için, kendine bir evren inşa edip kendini onun içine hapsediyorsun, her türlü paranoyayı da beraberinde getiriyorsun. icabında, bütün dünyanın birleşerek türkiye'yi nasıl alaşağı edebileceklerinin yollarına baktığını, ne yapıp ne edip türkiye'ye zarar verebileceklerini tartıştıklarını düşünüyorsun. http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=130909 dünyadaki bütün sosyal bilimcilerin tüm yaşam motivasyonlarının ''nasıl ederiz de türkiye'yi haksız çıkarırız'' olduğuna inanabiliyorsun, bu uğurda icabında tüm literatürün altını üstüne getirdiklerine, sırf türkiye'yi soykırımcı çıkarmak için terminolojiyle oynadıklarına bile iman edebiliyorsun. gerçekten korkunç. herkesin, ama herkesin birleşerek sana karşı tavır aldığını, tüm dünyada yapayalnız olduğunu, sesini kimseye duyuramadığını düşünmek, hakkaten çok hazin bir pgiboloji. ama elbette, muazzam bir getirisi de var, zaten bir getirisi olmasa bu kadar korkunç bir pgibolojiyle ayakta kalabilmek mümkün değil. o getiri de, ego elbette. düşmanın ne kadar büyükse, sen de o kadar büyük ve önemlisindir. o kadar büyüksün ki, tüm dünya sana karşı birleşmiş. icabında kendi aralarındaki uyuşmazlıkları bile bir kenara bırakıp, sana karşı ittifak edebiliyorlar, sırf seni alt etmek için binbir dereden su getiriyorlar. o derece kendinden geçmiş, o derece manyak güç odakları bunlar. yani fayda maksimizasyonu için rasyonel davranan özneler yok ortada, rasyonalitenin dıbına koymuşlar, temel içgüdüleri, türkiye'yi alt etmek. nasıl oluyorsa, istisnasız hepsinin çıkarı sana karşı ittifaktan geçiyor, hepsinin yolu bir şekilde bir yerde buluşuyor. hep bu jeopolitik önemimiz yüzünden evet :( o kadar paranoyaklaşıyor, o kadar saçmalayabiliyorsunuz ki, kendi kurguladığınız destandaki apaçık saçmalıkları bile görmekten acizsiniz. ciddi ciddi, iki paragraf içinde, hem tüm ermenilerin çeteler kurup yerleşim yerlerini basarak çoluk çocuk demeden yüzbinlerce türk'ü öldürdüğünü, toprak kopararak kendi devletlerini kurmak amacında olduklarını, hem de daha sonra devletin nasıl oluyorsa bütün bu ermenileri topluca sürebildiğini iddia edebiliyor, buradaki saçmalığı da görmemeyi başarabiliyorsunuz. ermeni çetelerinin yüzbinlerce türkü öldürmesine mani olamayan devlet, nasıl oluyorsa, yüzbinlerce ermeni'yi topluca sürmeyi başarabiliyor. ya da, yüzbinlerce türkü öldürmeyi başarabilen ermeni çeteleri, ne hikmetse yüzbinlerce ermeni'nin topluca sürülmesine mani olamıyor. sanırım ortada tanrı'nın eli var; önce tüm ermeniler iman gücüyle şahlanıp yüzbinlerce türkü öldürüyor, ama sonra iman gücü el değiştirerek devletin eline geçiyor, ve yüzbinlerce vatandaşını çetelerden koruyamayan devlet, birden şahlanarak yüzbinlerce ermeniyi sürüyor. bak öldürmüyor da ama, çok vicdanlı çünkü, sadece sürüyor. yolda yine iman gücü el değiştiriyor, arada bir gidip geliyor, bir takım tatsızlıklar yaşanıyor, çeşitli ne idüğü belirsiz çetelerin baskınları sonucu ermeniler telef oluyor, ve hatta sürgün kafilelerine eşlik eden osmanlı askerleri bile onlarla birlikte can veriyor. ama devlet sonra tekrar eline geçirdiği iman gücüyle, bu kafilelere saldıran ne idüğü belirsiz eşkıya çetelerini yargılayıp cezalarını veriyor filan. çünkü devlet, vicdandır vicdan. vicdan devletten yanadır her zaman. devlet o kadar vicdanlıdır ki, o kadar olur. tehcirin sebebi, tek cümlede özetlenmiş: ... yüzbinlerce müslüman tebasını kaybetmiş bir devletin savaş sırasında ermeniler dahil halkının can güvenliğini ve kendi varlığını koruma kaygısı... ermeniler dahil, ona göre. göz yaşartıcı bir kaygı hakkaten.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 4.
    0
    ohşşşş
    ···