0
Bu benim son entrymdir...
Sözlerime başlamadan önce hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Buraya kadar zahmet edip, teşrif ettiğiniz için hepinize şükranlarımı sunuyorum. Bugüne kadar bu başlıkta hep değerli arkadaşlarımı uğurlamak için konuştum. Ama ilk defa arz-ı veda konuşması yapıyorum. Şuanda duygu yoğunluğu altındayım. Bunu özellikle vurgulamak isterim. Eğer duyduklarımı ve düşüncelerimi tam olarak açıklayamazsam bağışlayın lütfen. Hüzünlü bir sevinç içindeyim. Yaklaşık 9 ay sözlüğe hizmet verdim. Bunun yarısı full online bu çatı altında geçti. Yargı hizmeti ve adalet dağıtmak bizim için yaşam biçimiydi. Evimizden daireye, dairemizden evimize. işte bu değişiyor, bu nedenle hüzünlüyüm. Sevinçliyim çünkü emekli olmakta bir sürecin doğal sonucu. Sağlıkla, onurla, vakarla sonuca varmakta büyük mutluluk. Çünkü biliyorum ki içimizden bazı arkadaşlarımız emekliliğini göremediler. Allaha şükrediyorum ki, emekliliği de yaşadık, ona da vasıl olduk. Bu nedenle sevinçliyim.
Değerli konuklar, sevgili meslektaşlarım,
Her görevin bir başlangıcı bir de sonu var. Önemli olan kubbede hoş bir seda bırakabilmek. Eğer Osman Arslan olarak bu devlete görevimi yapabildiysem, ne mutlu bana. Size öncelikle çok kısa hayat hikayemi anlatmak istiyorum. Zira veda törenleri aynı zamanda bir hesaplaşma, bir öz eleştiri, bir öz muhasebe. 21.12.1942 tarihinde Ankara’nın Kalecik ilçesinde dünyaya gelmişim. Babam o tarihte maliyede memur olduğu için günü gününe doğum tarihim yazılmış. ilkokulu ve ortaokulu Kalecikte bitirdim. Bu saatten sonra reklama ihtiyacımız olmadığı için bazı gerçekleri olduğu gibi söylemek zorundayım. ilkokulda ve ortaokulda çok başarılı öğrenciydim. Babam daha sonra memurluktan ayrılıp, ticaretle uğraştı. Ortaokulu bitirdiğim 1957 yılında Kalecikte lise yoktu. Babam için iki alternatif vardı, beni okutmayı çok istiyordu. Ya Ankara’ya ticaretini nakledecekti veya Kırıkkale’ye. ikisinde lise vardı. O, Kırıkkale’yi tercih etti. Dolayısıyla 1957 yılından beri biz hep Kırıkkalede ikamet ettik. Ama Kalecik benim doğduğum yer, kökenimin olduğu yer.
Sayın Mehmet Handan Surlu’nun vedasında bahsettiğim gibi, biz kendisiyle liseden arkadaşız. O 1959 yılında, ben 1960 yılında Kırıkkale lisesini bitirdik. Daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden1964 yılında mezun oldum. Benim meslek hayatımda bazı kırılma noktaları var. Bunları açıklamak istiyorum. Önce eğer babam Kırıkkale’ye taşınmasaydı, onun öngörüsü olmasaydı bu gün belki bende ticaretle uğraşıyor olacaktım. O nedenle babamı tekrar rahmetle anıyor, kendisine şükranlarımı sunuyorum. Benim meslek hayatımdaki birinci kırılma noktası budur. Çünkü Kırıkkale’ye taşınmamış olsaydı, benim lise tahsili yapmam veya üniversite tahsili yapmam mümkün olmayacaktı. ikincisi; Ben liseyi başarılı bir öğrenci olarak bitirmiştim. Hatırlarsınız o yıllarda tıp fakülteleri, okulunu dereceli bitiren öğrencileri öncelikli alıyordu. Benimde lise derecem tuttuğu için Ankara Tıp Fakültesine kaydoldum. Her fakültenin ayrı imtihanları vardı. Siyasalın, hukukun, ziraat fakültesinin hepsinin sınavlarına girdim, hepsini de kazandım. Daha sonra Ali Vahit ARISEL isimli bir yakın arkadaşımın zoruyla fikir değiştirdim. Arkadaşım yalnız hukuku kazanmıştı, beni ikna etti. Ben tıp fakültesinden kaydımı alarak hukuk fakültesine kaydoldum. işte, ikinci kırılma noktası da meslek hayatımda budur. Ne yazık ki beni hukuk fakültesine transfer eden arkadaşım hukuk fakültesini bitiremedi, belge aldı, daha sonra ziraat mühendisi oldu. Şuanda emekli. Ben hâkim oldum. iyi ki de böyle olmuş. Çünkü dünyaya bir daha gelsem yine hâkim olmak isterdim. Hâkimlik mesleğini severek yaptım. Hâkim olarak ilk defa Göksun’da göreve başladım. O yıllarda Göksun mahrumiyet bölgesiydi. Çatılı ev hemen hemen hiç yoktu. Bir kaç tane çinko ev vardı. Biz de dam bir ev bulabilmiştik. Her yağmur yağdığında o ev akardı, tencere, tava ne varsa hepsini koyardık. Şimdi gençlere bunu anlattığımız zaman şaka gibi geliyor. Eşim ve çocuklarım bu zorluğu yaşadılar. Ama, ben yinede çok mutluydum. Göksun benim çok severek hizmet ettiğim bir yöreydi. Daha sonra Osmancık’a tayin oldum, oradan Şanlıurfa, sonra Düzce, nihayet Ankara Hukuk Hâkimliği ve Yargıtay. Şanlıurfa’da ilk defa toprak tarım reformu davalarına baktım. Türkiye’de bu tür davalara bakan ilk hâkim benim. Toprak tarım reformu kendine özgü bir uygulamaydı. Biliyorsunuz 1974 yılından 1979 yılına kadar devam etti 1979 yılında Anayasa Mahkemesi Toprak Tarımı Reformu Kanununu iptal etti ve bizim çalışmalarımız yarım kaldı. Şimdi Sayın Şirin bizim birikimimizin değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Kendisine teşekkür ediyorum. Ben ilk defa Toprak Tarımı Reformu Kanunu konusunda iki ciltlik bir kitap hazırlamıştım. Ne yazık ki o kitap basılacağı günlerde kanun iptal edildiği için yayınlanamadı. Sayın Şirin’e ve sizlere belirtmek istiyorum ki, bilgimiz ve birikimimiz bizimle beraber mezara gitmemeli. Bu nedenle, Sayın Hüseyin Seyrek ile beraber bir ortak çalışma içindeyiz. Sayın Seyrek’in vedasında da bahsettiğim gibi, kendisiyle 17 yıl aynı masa etrafında çalıştık. Hiç kavga etmedik, hiç tartışmadık. insanlar ailesiyle bile zaman içinde tartışmışlardır, kavgada etmişlerdir. Bu birlikteliğin gereğidir. Fakat Sayın Seyrekle bizim aramızda böyle bir sorun yaşanmamıştır. iki eski dost ve çalışma arkadaşı olarak, yılların birikimini bir kitapta toplamak istedik. inşallah bu dileğimizi 2008 yılı içinde gerçekleştirmeye çalışacağız. Tabi, tanrı sağlık verirse. Sayın Şirin’in vurguladığı gibi 23.6.1987 tarihinde Yargıtay üyesi oldum. Demek ki bu çatı altında 20 yıl 6 ay görev yaptım. Çok uzun bir süre. Bu sürenin 6,5 yılı Yargıtay üyesi olarak, 11 yılı Yargıtay Daire Başkanı olarak, 3 yılı aşkın bir süre ise birinci başkan olarak geçmiştir. Bu devlet, bu millet bana, bir adli yargı hâkimine verebileceği her şeyi fazlasıyla ve cömertçe vermiştir. Hep kendimi sorgulamışımdır, acaba ben bu görevlere layık olabildim mi? Bana verilen bu güvenin karşılığını verebildim mi? Hep bu soruyu kendime sormuşumdur. Geriye baktığım zaman vermeye çalıştığımı görüyorum. Yine de bunu hak edip etmediğimin taktirini yargı camiası ve kamuoyuna bırakıyorum.
Sayın konuklar, değerli meslektaşlarım;
Sayın Şirin sonuçlandırdığım kararların sayısını arşivden çıkarmış. Ben 200 bini aşkın diye tahmin ediyordum, gerçek rakamın 214 bin olduğunu ifade etti. 214 bin karara bu çatı altında imza attım. Bu kararların oluşmasında doğrudan veya dolaylı katkım oldu. Şunu açık yüreklilikle vurgulamak isterim ki, attığım her imzayı bilerek attım. Verdiğim her kararın arkasındayım. Bunu çok açık ve net ifade ediyorum. Bu demek değil ki 214 bin kararın hepsi de doğrudur. Doğru olmayabilir, çünkü adli hata denen bir olgu gerek ülkemizde gerekse dünyada vardır. Eğer siz bir takım güvenilmez delillere dayanarak karar vermek durumunda kalıyorsanız hatayı yapmanız da kaçınılmazdır. Çünkü bu işin doğasında vardır. Önemli olan insanların adalet terazisini bilerek isteyerek saptırmamalarıdır. Bir defa daha vurgulamak isterim ki, adalet terazisini bilerek hiç saptırmadım. Belki gereğinden fazla hassas davrandım. Bir hususu daha belirtmek istiyorum. Sayın Hüseyin Seyrek’in veda töreninde de anlatmıştım. Bilhassa genç üyelere seslenmek istiyorum, değerli arkadaşlarım Yargıtay üyesi olmak yalnız görüşünü açıklamak değildir, yalnız görüş açıklayarak katkıda bulunmak değildir. Yargıtay Kanunun 25 inci maddesinde vurgulandığı gibi gerektiği zaman dosya okuyacak, onu da takrir edeceksiniz. Gerektiği zaman kararı alıp bizzat yazacaksınız. Bütün yükü Başkana ve tetkik hâkimlerine bırakmayacaksınız. işte gerçek üyelik budur. Ben kabataslak bir rakam çıkardım ki, Sayın Seyrek benden daha fazla dosya okumuştur. Biz Onaltıncı Hukuk Dairesini kurduğumuzda Birinci Hukuk Dairesinden 25.500 dosya devraldık. Düşünebiliyor musunuz, bir daire kuruluyor ve kurulduğu gün 25.500 dosyası oluyor. işte Onaltıncı Hukuk Dairesi bu şartlarla göreve başladı. Dört sene cumartesi ve Pazar günleri mesai mefhumu tanımaksızın Yargıtay’a geldik ve çalıştık. Her arkadaşımız dosya okudu. Ama, içimizde en çok dosyayı Sayın Hüseyin Seyrek okudu. Sayın Seyrekten sonraki sayı ve sıra bana ait. Aynı zamanda heyetlere katıldık, haftada 4 gün 5 gün. Karar yazdık. Ben Onaltıncı Hukuk Dairesinin kurucu üyesiyim. Sayın Hüseyin Seyrek ve Sayın ibrahim Polat Solak’ı görüyorum burada. Onlar da kurucu üye. Onaltıncı Hukuk Dairesinin başarısında bütün o gün görev alan arkadaşlarımın çok özverili çabaları çalışmaları ve gayretleri vardır. Hepsinin emeklerini şükranla ve saygıyla anıyorum. Bütün arkadaşlarım çok özverili çalışma örneği sergilemişlerdir. Onaltıncı Hukuk Dairesi iş yükünü erittiği gibi bir daha teraküm yapmamış ve Yargıtay’ın en seçkin daireleri arasında yer almıştır. Bunu da açıklamayı bir görev sayıyorum.
Sayın Konuklar, değerli arkadaşlarım,
Hepinize arz-ı veda ederken, sizlere sağlık, esenlik ve mutluluk diliyorum. Sağlıkla kalın, hoşça kalın diyorum. Allahaısmarladık.