1. 26.
    0
    zuhal öyle bağırınca arkamda dikilmekte olan güvenlik görevlileri beni yaka paça dışarı çıkardı."zuhal, konuşmamız lazım!" diye bağırdım fakat çoktan odanın kapısı kapanmıştı bile. iyiyden iyiye sersemlemiştim. saygın bir işaddıbının oğluydum, kendime ait bir şirketim vardı, hepsindne önemlisi sağlam bir eğitimi olan bintim.
    zeynepin şirketinden yak apaça dışarı atıldıktan sonra geri dönüp arabama bindim. nereye gittiğimi düşünmüyordum sadece sürdüm. saatlerce sürdüm hatta. ne zaman köprüden geçtim, ne zaman o keşkemekeş trafiğin içinden sıyrıldım da kilyosa geldim bilmiyorum. sahi kilyosta ne işim var benim. arabamı meydandaki caminin yanına bırakıp ileriye doğru yürümeye başladım sahile inip oturdum. henüz yaz mevsiminde olmadığımız için karadenizin hırçın dalgaları büyük bir gürültüyle sahile çarpıp geri çekiliyordu. kesif deniz kokusu, ayakkabımın içine girmiş soğuk deniz kumu, bir köşede ateş yakmış şarkı söyleyen şarapçılar, denizin sol tarafından batmak üzere olan güneş.. sanki bu tablo benim için özellikle hazırlanmıştı. geceden gündüze ne değişmişti? şirkette gün boyu kafa patlattığım konuların yarısı kadar bile konsantre olamıyordum konuya. yaşım 28 olmuştu, para, güç, yakışıklılık, sevgi, aşk, ev, kendi işim, her şeyim her şeyim vardı. en önemlisi çok sağlıklı bir insandım. ama şimdi bu harikulade denklemden en önemli değişken bir anda kendini geri çekmişti. sebebi belli değil, üstelik telefonda, en küçük bir açıklama bile yok.. ah zeynepim! yoksa başına bişey mi geldi? yoksa başına silah dayayıp da zorla mı söylettirdiler bunu. Zeynepe istemediği bir şeyi öldürseniz söyletemezsiniz. hani bazı kızlar vardır, karakterleri, kişilikleri tapılası derecede yücedir. Zeynep de o kızlardan biriydi işte. onu bu kadar sevmemi sağlayan bir sebep de buydu..
    ···
  2. 27.
    0
    --- 1 yıl sonra ---

    Zeynep beni terk ettikten sonra günlerce izini sürdüm. ailesine ulaşmaya çalıştım, tüm ortak arkadaşlarımızı, tanıdığım tüm arkadaşlarını tek tek sorguya çektim adeta. fakat ne ailesinin izine ulaşabildim, ne de konuştuğum onlarca insandan en ufak bir bilgi alabildim. herkes benim gibi şok olmuş durumdaydı. zeynepin bir gecede ortadan kaybolmasına hiç kimse bir anlam verememişti. tüm bu süreç boyunca iş düşünemez olmuştum. şirketim adobe firmasıyla ortaklık kurma sürecindeydi Zeynep beni terk ettiğinde. şirketimizin geliştirdiği yepyeni bir tool vardı ve bu tool'un dünya üzerindeki patent hakkını satın almak ve şirketime yatırım yapmak istiyorlardı. zeynepi aramak uğruna katılmadığım konferans görüşmeleri, katılmadığım toplantılar ve kaçırdığım telefonlar sonrasında adobe yetkilileri anlaşmaktan vazgeçtiler. şirketimde kariyer yapmak isteyen bir çok genç ve hevesli mühendis, yazılımcı, koordinatör birer hafta arayla istifa etti. odtü'den arkadaşım Murat'a tam yetki verip iş hayatından uzaklaşmış ve Zeynep'e odaklanmıştım. murat ise çok iyi bir mühendis olmasına rağmen yöneticilik yeteneği olmadığı için işleri idare ettiremiyordu bi türlü. kızmıyorum Murat'a, kızamıyorum. çok temiz, çok çalışkan bir çocuktur. üniversiteden arkadaşımdır. ailesi benimki kadar zengin olmadığı için amerikada master yapma şansını değerlendirememişti çocukcağız. üniversite biter bitmez iş hayatına atılmıştı. 2 yıl önce bu şirketi kurduğumda da ilk onu almıştım işe. gözüm kapalı güvenirim Murat'a. iyi insanları zor günlerinizde size karşı olan tutumlarıyla anlarsınız. odtü'de en yakın arkadaşım olması da bu yüzdendir.

    şirketim ilk kurulduğu yılın sonunda uluslararası bir anlaşma imza atabilecek kadar büyümüşken, bugün sadece 5 çalışanı olan, etraftan mobil yazılımlar istenen çok küçük ölçekli bir yapıya gerilemişti. eksi çalışanlardan sadece murat vardı. murat da sadece eski dost olduğumuz için bana katlanıyordu. çünkü o kötü gününde dostunun yanında olan iyi bir insandı. babama rest çektikten sonra geri dönersem onun kazanmış olacağı düşüncesini gururuma yediremiyordum bir türlü. en başında da söylemiştim, ailemizin esas zenginliği birbirine karşı olan sevgi ve saygının zenginliğidir diye. ama benim gibi hayatı cennet gibi yaşamış olan bir adam için karşısına çıkan ilk zorlukta pes etmek olamazdı. hem bu başlarda baba-oğul arasındaki tatlı bir rekabet gibiydi. annem dahil hiç kimseye işlerin kötü hatta çok kötü gittiğini söyleyemiyordum. bu da benim nasıl da gururlu bir bin olduğumu göstermeye yetiyor da artıyor bile sanırım.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    0
    evet panpalar.. tüm okuyan panpalarıma teşekkür ederim. şimdiye kadar okuduğunuz kısım part 0'dı. hikaye şimdi başlıyor oçler. tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum.

    hikaye 4 kısımdan oluşuyor.

    part 0 : giriş (buraya kadar bunu okudunuz)
    part 1 : ekmek
    part 2 : sigara
    part 3 : kan

    şimdi artık part 1 zamanı, şimdi esas olarak hikayeyi duyma zamanınız.
    buraya kadar okuduysanız bugüne kadar en az bi tane Dostoyevski okumuşsunuzdur binler, helal olsun lan size. (bana da tabi)
    ···
  4. 29.
    0
    vay amk tam yerinde bırakmış :D
    ···
  5. 30.
    0
    okuyan var mı lan? havaya yazıyorum amk.
    ···
  6. 31.
    0
    helal olsun panpa çok iyi gidiyorsun
    ···
  7. 32.
    0
    valla niye tutmadı hikaye anlamadım panpa
    ···
  8. 33.
    0
    reserved yaz panpa ben okuyorum
    ···
  9. 34.
    0
    reserved
    ···
  10. 35.
    0
    demek iki ay olmuştu şirket taşınalı. hemen murata ulaşmalıyım. cep telefonumu çıkardım ve aradım. "aradığınız kişi şu anda bir başkasıyla görüşmektedir... " neyse arabaya ineyim orada ararım diyip asansöre yöneliyorum. asansöre bindiğimde refleks olarak -1'e basıyorum. sonra arabanın -2'de olduğu aklıma geliyor ve -2'ye de basıyorum. az önce yukarı çıkarken uydurduğum oyun aklıma geliyor. 1 kere durursa şirket fena bir durumda değil. şirketin nerde olduğunu hatta şu an varolup olmadığını bile bilmiyorum! asansörden inip arabama biniyorum. sıfır npktasındayım sanki. her şey Zeynepimden gelen o telefonla başlamıştı burda. tek fark, bi üst katta arabanın içinde oturuyordum. sanki işler bir kat daha kötüye gitmiş gibi bir alt kattaydım şimdi de. kontağı çevirip arabayı çalıştırdım ve bir sigara yaktım. bu saatte zaten deli gibi trafik vardır. yolda da muratla konuşurum diye düşündüm. muratı tekrar aradım. bu sefer uzun uzun çalmasına rağmen telefonu açmıyordu. tam kapatmak üzere telefonu kulağımdan çekmek üzereyken:

    - alo?!
    - murat! naber murat?
    - alo abi sen misin?
    - cep telefonundan arıyorum olm benim numaram bu kim olacak başka!
    - bilmiyorum, sesin soluğun çıkmadı uzunca bir zaman. hem biraz da boğuk geliyor sesin iyi misin.
    - ha, sesim mi. evet biraz değişik gelebilir, sigara içiyorum da.
    - sigara mı? abi, neyse hemen konuşmamız lazım. aradığın çok iyi oldu. senden tamamen umudu kesmek üzereydim.
    - tamam buluşalım muratçım, nerdesin sen?
    - gebzedeyim. kadıköye gelebilir misin 2 saat sonra?
    - tamam muratçım iki saat sonra karga bar.
    - tamam abi. bu arada kapatma sakın. beni affet yapmak zorundaydım.
    - ne oldu ki murat, neden affedeyim seni, neyi yapmak zorundaydın?
    - ha, yok bişey abi. gelince konuşuruz.
    - olum merakta bırakma.. neyse, konuşacak çok şey var zaten, görüşürüz.
    - görüşürüz abi.
    ···
  11. 36.
    0
    devam panpa
    ···
  12. 37.
    +1 -1
    bu trene ne zaman bindirildim, ne kadar zamandan beri yol alıyoruz, hepsinden önemlisi nereye gidiyoruz? fakat düşündükçe daha kötü oluyorum, nerede tutuluyordum da şimdi de trenle başka bir yere zütürülüyorum? tek bildiğim şey vardı, eğer niyetleri beni öldürmek olsaydı bunu çoktan yapmış olurlardı. peki benden ne istiyorlar, zaten iflas etmiş durumdayım.. gerçi onu bile bilmiyorum ki.. murat, muratla konuşacaktım! sahi murat nerde, onun haberi var mı, en son barda buluşacaktık, acaba geldiğinde beni bulamadığında ne düşündü? o çocuğun başına bi şey gelmemiş olsa bari. ama şu an onu bile düşünecek halde değilim..

    su, birazcık su olsa içip uyuyabilirim sanırım..

    az önce konuştuklarını duyduğum adamların sesleri susmuştu, belki gitmişlerdi, belki de bana doğru yaklaşıyorlardı. sırtımdaki ve belimdeki ağrılar bir yana, bacaklarımdaki üşüme ve hissizlik de beni ayrıca halsizleştiriyordu. acaba kaç tane dişimi kırmışlardı, acaba kalıcı bir hasar bırakmışlar mıydı, acaba üzerimdeki kanlı gömlek ve bacağımdaki yırtık pantolonu değiştirdikleri gibi değiştirmişler miydi? pantolonun değiştiğinden emindim çünkü camdan ince ince sızan soğuk bacaklarımı üşütse de doğrudan bacak derime vuran bir soğuk yoktu. hem nasıl bir trende gözleri bağlı bir yolcunun seyahat etmesine izin verirler? benden başka yolcu var mı acaba vagonda? gece mi gündüz mü? nerdeyiz lanet olsun nerdeyiz! nasıl bir şeyin içine düştüm ben!!

    koltuğumda sessizce kafayı yemek üzereyken ayak sesleri duyuyorum uzakta. gitgide sesler netleşiyor ve tam dibimde kesiliyor.

    - vi goagmi ! (are you hungry - aç mısın)
    - ne??
    - vi goag ni buulüıdık !(are you hungry bastard - aç mısın bin)
    - ne??
    - gılbani turkia!! (fucking turks - sktimin türkleri) [not: beyler ben de sevmediğim bu diyaloğu ama hikaye böyle idare edin]
    - anlamadım, ne diyosun be adam!
    - arr yu hangrri bastarrd ! (are you hungry bastard - aç mısın bin!)
    - yes! off. and water!! water please!! (evet! ve su, su lütfen!)
    - teyk dis bredd, votır fayf minuts. (take this bread, water (is after) five minutes - al şu ekmeği, suyu beş dakka sonra getiririm.)

    sağ elimi çözüp yuvarlak, sert kabuklu ve hafif mısır kokan bir parça ekmeği elime tutuşturdu. gözlerim kapalı, vücudum yaralı, nereden başlayıp nereye gittiğini bilmediğim bir trende rus bir huur çocuğunun bana getireceği suyu bekliyorum.. dışarıdan gelen rüzgar uğultuları ve ağır çelik sesleri hiç susmayacakmış gibi ilerliyoruz...

    • ** part 1 : ekmek *** sonu ***
    Tümünü Göster
    ···
  13. 38.
    0
    binler part 1 de bitti nihayet. okuyan bir tane bile panpa olsa yeter bana.
    ···
  14. 39.
    0
    devam et kardeşim ben okuyorum
    ···
  15. 40.
    0
    güzel gidiyorsun kardeşim devam
    ···
  16. 41.
    0
    ##### part 2 / sigara ######

    ...

    ...

    ...

    - not like in the old days, huh? (eski günlerdeki gibi değil ha?)
    - you?! djibril, is that you?! (sen?! djibril, sen misin?!)
    - ssshh! be quite man! they're just waiting outside. (şşş! sessiz ol adamım! hemen dışarıda bekliyorlar.)
    - djibril, ohh! my dear friend! where the fuck are we? why are you here? (djibril, ah! sevgili dostum! hangi cehennemdeyiz biz! neden buradasın?)
    - we will talk man, i'm just another prisoner like you. you were almost dead when they had brought you here. (konuşucaz adamım, ben de senin gibi tutsağım burada. seni buraya getirdiklerinde neredeyse ölüydün.)
    - fucking russians? djibril, where the hell we are, WHO the fuck these guys?! just tell me, what is going on here! (sktiğimin rusları mı? djibril, hangi cehennemdeyiz! kim bu dıbına kodumun çocukları?! söyle bana, neler oluyo burda!)
    - stay back, they're coming, we will talk soon. (geri çekil, geliyolar, yakın zamanda konuşucaz.)
    - djibril! vay dıbına koyayım böyle işin!

    tek kişilik hücremde geri çekilip tahta yatağın üzerine oturdum. uyandığımda tamamen yalnız olduğumu sanmıştım fakat yan taraftaki hücrede mit'ten arkadaşım djibril'i de tutuyorlardı. kafayı yemek üzereyim, neler oluyo! nerdeyiz, ne suç işledik de bu hapishane köşesine düştük bilmiyorum, kim bu adamlar, ne zamandan beri buradayım? en son bir trende su içtikten sonra dalıp gittiğimi hatırlıyordum. ben bunları düşünürken ayak sesleri gittikçe gürleşmişti. 3-4 kişinin ayak sesiydi bunlar, ritmik bir şekilde yürüdüklerini hissedebiliyordum. hücre kapımın önüne geldiklerinde ayak sesleri kesildi, bir el hücremin kapısındaki küçücük aralıktan içeri girip küçük bir zarf bıraktı. sonra hiçbir şey söylemeden aynı ritmik yürüyüşle gittiler. tamamen gittiklerinden emin olmadan kılımı bile kıpırdatmamıştım, gittiklerinden emin olduktan sonra hızlıca kapıya doğru yürüdüm ve eğilip zarfı aldım. eğilirken belimdeki korkunç ağrıyı heyecan ve meraktan hissetmedim bile. sarı, dış yüzünde adımın yazdığı, ağzı sıkıca yapıştırılmış bu zarf tüm sorularıma cevap verebilirdi.

    zarfı aldığım gibi tahta yatağıma geçtim. kapının üstündeki küçük boşluktan içeri sızan ışık altında bu zarfın içindeki şeyi inceleyebilirdim. zarfı yırtmak için dikkatlice elimi zütürdüğümde acı bir çığlık işittim:

    - helpp me!!! (imdaat!... )
    Tümünü Göster
    ···
  17. 42.
    0
    up up up
    ···
  18. 43.
    0
    up up up
    ···
  19. 44.
    0
    7-up 7-up 7-up
    ···
  20. 45.
    0
    okuyun da ibret alın binler
    ···