0
pala emmi bozuk para plastiğindeki jetonları avuçlayıp sonra birer ikişer yerlerine bırakıyordu. ortaya çıkan ses farkında olmasa da yeni yetme sivilceli ergenler için çok çekici geliyordu. jeton satma konusunda usta olan pala emmi teknolojiden bihaber olduğu halde 10 makinalık bir atari salonu vardı. bir kere bile jeton atıp oynamadığı halde bozulan kolları müthiş kolaylıkla tamir ederdi. kendisi buğday ambarındaki tavuktu ve biz onun oğlu olmak için canımızı verecek çağdaydık. ben "cetonda dampik, tenesi beşbin, beş tenesi yirmibin" yazısından onun tam bir tüccar olduğunu bu kafayla las vegasta olsa donald trumph'un eline vereceğini adım gibi biliyorum dostlar.
las vegas demişken, o günlerde o izbe bodrumdaki atari salonu gerek yaydığı ışık, gerekse dışardan dahi duyulabilen ses cümbüşüyle evde hala siyah beyaz televizyon izleyen bizler için değme casinolara taş çıkarcak vaziyette idi. bir okul, bir eğlence aracıydı atari salonları. kızların nazından uzak, balicilerin, çetelerin mekanıydı. devamsızlık sebebi bu yerler ikinci adresimizdi.
hayalle gerçeğin birbirine girdiği bu mekanda, kıçımı yırtarsam tek jetonda bitirebildiğim efsanevi street fighter oyununun başında ilk adamı geçmek için uğraşırken rıfkı elindeki yarı paslı teneke parçasını deliğe sokmaya çalışıyordu. "dursana oolum, bir iki adam geçeyim ölürsem sen gir" dedim. "gibtir lan" diyip attı jetonu. sağ üstteki insert coin yazısı bir anda press starta belendi.
hemen ken'in üstüne gelip adamı kitledim. o da zati ryucuymuş.
raunnd van fayt...
geri zıplayıp iki aduket attım hızlısından. zıplayarak kaçtı. en iyi savunma saldırıdır şiarını benimseyen ben yavaş aduket atıp üstten büyük tekme ile saldırdım. o oryukeni yerleştirdi. ben yerden kalkmadan alttan küçük tekmeleri sıralayıp bir de süpürmeyi yediğimde enerjim cücük gibi kalmıştı. buradan raundu alamayacağım için moralini bozuğ diğer ikisini almaya karar verdim. ördek gibi bir ileri bir geri zıplayarak onu sinir etmiştim. hatta bu hareketi sağ elimi tuşlardan çekip sol elimdeki kolla yaptığım için iyice gerilmişti. dayağımı yiyip oturmalıydım ama öyle yapmadım.
raunnd tuu fayt...
her ne olursa olsun ryu seni köşeye sıkıştırmamalı der bir çin atasözü. ama bu atasözünü bir anlık unutma gafletine düşüp korunmaya çalıştığımda kendimi kapılıp yerde bir kaç takla attıktan sonra köşeye fırlatılmış olarak buldum. küçük yumrukları yememek için korunduğumda gelip kapıyordu. yerden korundumda oryukeni yiyordum. ne savunma ne saldırı bu kalemden çok atari kolu tutmuş rıfkıyı gıdıklamıyordu bile. pörfek vermemek, şerefi kaybetmemek için elimden gelen tüm çabalar boşa gitti. perfect yazısı ekranda belirdi. ryu kolların bağlayıp kafayı yana çevirip bandanasını rüzgarda dalgandırıyordu artık.
"böyle gibelller adamı" dedi rıfkı. "benim kol çalışmıyo oolum" diye karşılık verince. "yarraamı çalışmıyo" dedi. artık bu seviyesiz ortam beni germeye başlamıştı son karizmatik lafımı bu edepsiz gence söyleyip ortamı terketmeliydim. "hani bayılınca vurmak yoktu lan. hem sağlam kolu al. hem bayılınca vur. korkaksın oolum sen. korkaksın işte." diye bağırdım. o anda tüm atari salonundaki gözler üzerime çevrilince aslında çok bağırdığımı, korkak kelimesinin o devirlerde ana avrat dümdüz gitmekten ağır bir küfür olduğunu anladım. rıfkı'nın oyunu bırakıp bana girişmemesi için içimden dua etmeye çalışırken bunun için çok geç olduğunu da anladım.
yeni bir dövüş başlıyordu. hem de sokak dövüşü. guile'ın arka plandaki mini etekli sarışın asker kız değildi seyircilerimiz ama atari oynamayan herkes çevremize toplanmıştı bile. oyunda gördüğüm tüm hareketleri rıfkı'nın üzerinde denemeye karar verdim.
alttan süpürme yapacaktım. birden yere çömelip sağ ayağımı hızlıca ayak bileklerine savurttum. normalde bu hareketi yapınca onun alttan korunmazsa kıç üstü yere oturması gerekirdi. ama sadece sağ ayağını kaldırınca benim süpürtme boşa gitmiş oldu. onun yerine ben kıç üstü oturmuş oldum. gülüşmeler eşliğinde ayağa kalkıp bu durumu unutmaya çalıştım.
taktik değiştirip aduket atacaktım ama antreman ekgibliğimden dolayı daha aduket çıkartamıyordum. ben de oryuken atmaya karar verip gardımı alıp üzerine doğru yürüdüm. önce dep dep ile gardını indirip sonra oryukeni indirecektim. döne döne aradada tekme savurarak rakibim rıfkı'ya yaklaşıyordum. o tekmelerden biri rıfkı'nın suratına gelirse ne ala. ama baldırına geldi.
ben tavuk döner gibi kendi etrafımda dönerek giderken rıfkı'nın bacağına geçirdiğim tekme hiç enerjisini zütürmemişti. aksine onu kızdırmıştı. elleriyle yakama yapıştı. kurtulmaya çalıştım ama başaramadım. tam oryuken'in zamanıydı. sağ yumruğumu diz hizasında sıkıp "oooorrrryuuukkeeeeeenn" diye bağıraraktan aparkatı çıkarttım. çıkartmaz olaydım. kafasını geri çekip kurtuldu. o an hızlı düşünüp hızlı karar vermeliydim. artık geriye sadece kapma hareketim kalmıştı. bunu uygulamaya karar verdim.
onun yakasından tutacak, geriye doğru kendimi hızlıca bırakacak, onla beraber bir iki takla atacak ve sağ ayağımla onu havaya fırlatacaktım. son hamlemi hızlıca yaptım yakasını bırakmadan kendimi geriye attım. ama o beni bırakınca geriye tek başıma yuvarlandım. bir iki takla sonra iki duvarın köşesinde kalmıştım. yerden kalkacak dermanım kalmamıştı. o yıldız ve civcivler benim başımda dönüyordu işte. rıfkı koşarak geldi, beni tekmelemeye başladı. enerjim bitmişti.
işte o an aklıma bir çin atasözü geldi. "her ne olursa olsun ryu seni köşeye sıkıştırmamalı"
Tümünü Göster