-
1.
0köle tacirleri gibtirsin gitsin.
- 2.
-
3.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
4.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
5.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
6.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
7.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
8.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
9.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
10.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
11.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
12.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
13.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
14.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
15.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
16.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
17.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
18.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
19.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını.. -
20.
0acıma duygusunu yitirmiş insanın timsali olan kadın...Tümünü Göster
dün akşam saat 6 suları gibi evimizin yakınındaki migrosun önünde dolmuştan indim. evime gitmeden önce, anne tarafından akrabalar gelmiş, uzaktan gelmişler. onlara bi kaç şey alayım dedim. otomatik açılır kapanır kapıdan içeri girdim. votka, bira, şampanya, şarap şişelerinin sergilendiği reyonun önünden geçtim, şarküteri kısmına geldim. ayıptır söylemesi az bir şey kıyma aldım, birkaç parça daha bir şeyler daha; fast food tarzı aburcubur, pepsi falan. şöyle bir çevreme bakındım da, haberlerde millet işsizizlikten, fiyatlardan isyan ederken, herkes alışveriş sepetlerini boy boy doldurmuş kasaya gidiyor. hem de hafta içi. bayram değil seyran değil. hey maşallah. kimileri yüzlerinden belli taze evli, kimi ise hayattan bezmiş bir halde; kravatı ve feleği kaymış eve karısının telefonda gelirken ekmek al dediği ekmeği zütüren orta yaş adamcıkları. orta tabakanın biraz üstü bu çevremde gördüğüm yansımalar. yani kendilerince elit insanlar. baksana şu bol makyajlı kadının yüzüne, suratından asalet akıyor. görsen kral richard'ın torununun sıçtığı taku altından alan sarayın hizmetçisi zannedersin. bu yazdıklarımı anayasa yüzlü bu kadına söylesem kemiklerimi kırar sonra da mahkemeye verir alimalah.
dediğim gibi alışverişi yaptım kasaların önüne geldim. en boş gözüken kasanın önüne vardım. kasiyer kız otomatiğe bağlamış bir şekilde hoşgeldin, migros kart, money kart diyor sonra iyi günler. korkarım ki yolda yürürken de hoşgeldiniz, migros kart var mı diye mırıldanıyordur. her işin bir yan etkisi var illa ki. misal pgibologlar, pgibiyatristler onca deliyle uğraşa uğraşa kendi şirazelerinde bir sapma oluyordur büyük ihtimal. ara sıra düşününce acırım kendilerine, tüm ruhu çöküntüye uğramış insanların dertlerini dinliyorlar monoton bir şekilde. çağımız hastalığı depresyon ne yazık ki toplumun yarısı bu illetten muzdarip. internet kullananların da büyük kısmı öyle. risk düzeyini arttırıyor. bu küçük anektodu da sıkıştırdıktan sonra sıra geldi akabinde gelişen olaylara.
ne diyordum. 6 numaralı kasada sıraya girdim. hemen önümde bir kadın var, alışveriş sepetindeki içki şişelerini gırla yığdı yürüyen tezgahın üzerine. kırmızı tek parça bir elbise giymişti, dudaklarına da uyumlu olsun diye kırmızı bir ruj sürmüş, çiyan gibi parlıyordu. gözümü aldı. siyah saçlarını esmer ensesinin üzerinden topuz yapmış. öfleye puflaya aldıklarını torbaya doldurmaya başladı. büyük poşetiniz vaa mı dedi cümlenin sonunu uzatarak. kasiyer kız tezgahın altında büyük poşetleri uzatırken, 234 te le 69 kuruş dedi. kırmızı cüzdanından üzerinde kendisinin gülümseyen fotoğrafının yer aldığı ekstra bonus kartını uzatarak "burdan çekiniz lütfaan" dedi yine cümlenin sonunu olabildiğince uzatarak. kırmız ojeli tırnakları o vakit gözüme çarptı. bu kadın resmen kırmızıya bürünmüş bir halde. her tarafı kırmızı. 30 yaş sendormunun semptomları... parmaklarına baktım yüzük falan yok. dış görünümünden anlaşılan kendi yağında yeterince kavrulan hırslı kadınlardan biri.
kadının işlemleri bittikten sonra ben de elimdeki üç beş parça şeyi verdim, ödedim, geçtim. otomatik kapı açıldı yine, tam dışarı çıktım ki, hemen önümde, yerde kırmızı bir cüzdanın düşmüş olduğunu fark ettim. biraz önceki kadına aitti büyük ihtimal. cüzdanı aldım, etrafa kırmızılı bir kadın var mı yok mu şöyle bir bakıverdim. ha işte orda. sağ çaprazımda migrosun küçük otoparkında elinde poşetler ile kırmızı peugot arabasının bagajını açıyordu. pardon bayan diye seslendim. döndü. gözünü kısarak 5 metre ötemden "efandiim" dedi. elimdekini göstererek "-cüzdan sizin galiba." dedim.
gözlerini devire devire elimdekine bakarak garip birşekilde "-hı?" dedi. poşetleri yere bıraktı. yanıma geldi. gözündeki kırmızı saplı güneş gözlüğünü saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra elini uzattı. aldı cüzdanı. "-aa havet beniiim, nerda buldunuz punu" nerde olacak yerde buldum işte... töbe töbe "-yerde buldum" dedim sadece. "-teşkür ederim mersiiii" dedi döndü kaba etini gitti. tabi bir ödül beklemiyorum da insan biraz daha içten teşekkür eder. ne demek teşkür ederim. halla halla garip. neyse ben insanlık vazifemi yaptım takdir beklemeye lüzum yok.
sağıma dönmüş yavaş yavaş evin yolunu tutmuşken, bir yandan da kadındaydı gözüm. poşetlerinin hemen yanına yavru küçücük, minnacık bir köpek yanaştı. ne tatlı, ne şeker şey idi o öyle. yeni yeni çıkan açık kahverengi sevimli tüyleri vardı. kulakları hafiften siyah idi. kadının poşetlerine kafasını sokmaya çalışıp, bi yandan da acaba bu ne olaki diye kokluyordu malzemeleri, sevimli şey. zavallıcık bir deri bir kemik kalmış, zar zor ayakta duruyor, tir tir titriyordu kuyruğu. herhalinden belli kaç gündür aç bitaptı bu yavru köpek, annesini kaybetmiş diye içimden geçirdim. kadın topuklarını yere basa basa yaklaştı arabasına. köpeği görür görmez "-bu neaa beaa!!" diye afedersiniz ama böğürdü. "-tiksençç iyyyy" deyip, o anda ve tüm şaşkınlığımla sanki slow motion olarak izlediğim bir anda, yavru köpeğin karnına bir tekme attı ki ama öyle böyle değil, sivri burunlu ayakkabısı ile, var gücüyle... köpek acı içinde inledi. genizden gelen garip sesler ile kuyruğunu kıstırdı yandaki arabanın altına seke seke kaçtı. ağzım açık bir şekilde olan biteni baktım öylece. üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra köpeğin yanına gittim. biçare köpecik hala inliyor, mahsun mahsun bakıyordu. gözlerine bakınca ağladığını gördüm hayvanın. gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. bir hayvanın ağladığına şahit oldum o an. o an dediğim ntv'de oğuz haksever'in sunduğu bir kare değil, hayattan acı bir gerçek... damla damla, boncuk boncuk akan acı taneleri göz bebeklerinden süzüldü, aktı yanaklarından, kurumuş ağzını ıslattı.
kadın hiç istifini bozmadan."- mikrop şeay, git bana da uyuzunu bulaştırma, ıyyy" diyerek poşetlerini bagaja yerleştirdi, sonra da ön koltuğa geçiverdi, arabayı çalıştırdı. dondum kaldım bu nasıl bir hayvan düşmanlığıdır, bu nasıl insanlıktan nasip almadır. sana zararı olmayan şu küçük köpeğe ne yaptığının farkında mısın. mini minnacık yavru daha. efkârlandım, sinüzitimin vermiş olduğu kronik patolojik rahatsızlıkla burnumu çektim, bir sigara yaktım. aldım kucağıma hayvanı. o naçiz beden hala titriyordu. insan oğlunun gaddarlığından ilk sillesini yemişti. ahhh bi dili olsa da konuşsaydı, söyleseydi ya bir can taşıdığını..